30.BÖLÜM

121 10 130
                                    

Kendi içimde hislerimin kurbanı olurken ellerime baktım. Kan lekeleriyle dolu ellerime. Gerçekleri ve yalanları tutan, acıyı ve ölümü tutan, çaresizliği ve kaybı hatırlatan ellerime baktım. Ardından başımı çevirdim, yatağın diğer ucunda uyuyan Sehun'a baktım.

Nereye gitmişti bilmiyordum ve ne zaman gelmişti bir fikrim yoktu ancak çok fazla olmadığını tahmin edebiliyordum. Geldiğinde yanağıma kondurduğu öpücük hâlâ hissedebileceğim kadar tazeydi çünkü.

Bir kolu başının üstündeydi. Diğer kolu az önceye kadar başımı yasladığım için yastığımın üstüne uzanmıştı. Yüzünde büyük bir boşluk vardı, sadece uyuyordu. Ben de beş dakika önceye kadar uyuyordum. İrkilerek uyanmasaydım eğer muhtemelen uyumaya devam edecektim.

Yatağın içinde oturuyordum, dizlerimi kendime çekmiştim. Bir yanım Sehun'un yanına kıvrılıp uyumam konusunda ısrarcı olsada, uyuyamayacağımı bildiğim için gözlerim Sehun'un üstünden ayrıldı ve hafifçe aralık kalmış olan balkon camına dokundu.

Üstümdeki yorganı usulca bir köşeye iterek ayağa kalktım. Yerdeki terlikleri ayaklarıma geçirerek odanın kapısına ilerledim ve sessizce koridora çıktım.

Salonun içini de duvarların köşelerinde duran lambaderler aydınlatıyordu. Buna rağmen kocaman salonun karanlığını kıramamıştı. Basamakları ağır ağır inerek mutfağa yol aldım. İçeriye girdiğimde mutfağın ışıklarını yakmak yerine mutfak dolaplarının altındaki ışıkları yakmakla yetinmiştim.

Kendi kendime sinir olacağım kadar büyük bir yavaşlıkla kahve makinesine kahve yerleştirdim ve sonra makineyi çalıştırarak kalçamı tezgaha yasladım. Ellerim belimin iki yanından tezgahı sıkıca tutarken gözlerim bahçeye bakan uzun camdaydı.

Bahçenin karanlık bir köşesine bakarken o karanlık içime dokunmadı, hatta bu kez karanlıkta görmekten korktuğum şeyleri umursamadan öylece bomboş gözlerle karanlığa baktım. Hani çok ağladıktan sonra kalbe, ruha, gözlere bir sakinlik çökerdi ya, ben hiç ağlamadan o sakinliğe sahip olmuş gibiydim.

Derin bir nefes alıp gözlerimi boşluktan çektim ve elimi arkaya uzatarak makinenin düğmesine bastım. Uyumak için kahveye değil daha sert bir şeylere ihtiyacım vardı. Aslında Sehun benden aldığı şu uyku haplarını verse her şey daha kolay olurdu ama vermiyordu.

Üst dolaplardan birinden krsital bir bardak aldım, tezgâhın üstüne bıraktım. Ardından tezgahın bir diğer ucunda köşede duran, yine bardakla aynı desende cam viski şişesine ilerledim.

Biraz sonra elimde kristal bir kadehle masanın sandalyesinde oturuyordum. Gözlerim bardağın içinde kıpırdanan iki tane buz küpündeydi. Bardağı masaya değdirmeden elimin içinde çevirdiğim için buzlar birbirine çarpıp ses çıkarıyordu.

Karşımdaki sandalye çekilene kadar o sesi dinledim. Sehun karşıma oturduğunda kadehi dudaklarıma yaslayıp ufak bir yudum aldım ve bardağı masaya bıraktım. "Neden uyandın?" diye sordu, benim ona sormam gereken soruyu.

Kabus gördüğüm için uyanmış olsam bile, "Bilmiyorum." diye mırıldandım kısık sesle. Boğazımı temizleyip ona baktım. "Sen ne zaman geldin ve neden uyandın?"

Kolundaki saate baktı. "Bir saat önce geldim." dedi. "Eksikliğini hissettim."

Gözlerimi ağır ağır kırpıştırırken gülümsedim. Ardından bardağı bırakarak dirseklerimi masaya, ellerimin ikisini de çenemin altına yerleştirdim. "Romantik mafya," dedim sessizce. "Benim de şu sıralar eksikliğini hissettiğim bir şey var. Beni hiç öpmüyorsun."

Benim gibi tek dirseğini masaya yaslayarak yanağını yumruk yaptığı elinin üstüne yerleştirdi. Bir diğer elini koluma uzatarak ağır ağır işaret parmağını kolumda gezdirdi. "Öperim istersen."

CRAPOTER / HunHanDonde viven las historias. Descúbrelo ahora