29.BÖLÜM

208 18 110
                                    

Einstein, Tanrı zar atmaz, demiştir ancak insan Tanrı'nın yaşamın içine fırlattığı zarlardan ibarettir.

Sonsuz olasılıktan ancak iki sonuçtan ibarettik. Var olmak ve yok olmak.

Dün gece orada olmasaydık, Sehun dediğimi uysaydı ve evde kalsaydık farklı ne olurdu? Düşünmem için çok uzun bir sessizliğe ihtiyaç yoktu. Her şey ve hiçbir şey.

Farklı olan ne mi olurdu? Ölüm yine kapıyı çalardı ancak dün gece değil. Dün gece olsa bile o ev'de değil. O ev'de olsa bile o şekilde değil.

Hayat olasılıklarla oynanan bir kumardı.

Zaman bir girdap gibi beni içine çekerken, gözlerim önümde bulunan kitabın sayfalarında dolaşmaya devam etti. Yazılar anlamını yitirdi, görsem bile aklıma sokamıyordum. İşaret parmağım bir cümlenin üstünde asılı kalırken sadece düşündüm. Adaleti ölümle sağlayan biri miydim artık? Sehun da benim için böyle mi düşünüyordu?

Sanki dışarıdan değil de içimde bir şok yaşıyordum. Aslında dışarıda olması gerekeni yaşıyorken, içeriden her şey çoktan alt üst olmaya başlamıştı. Bir de bunların üstüne Sehun'un sessizliği ekleniyordu. Hemen karşımdaydı, birkaç adım ilerimde tezgâhın üstüne bakıyordu.

Sessizliği, her şeyden öte benimle arasına bir duvar örerek yok saydığı korkusu ortadaydı. Belki bağırıp çağırsa, korkusunu haykırsa, bana kızsa rahatlayacaktım ama yapmıyordu. Bir kalkan olup önüme geçmesinden, yediği darbelere rağmen iyi olduğunu savunmasından bıkmıştım.

Bir gün her şeyin suçlusunu kendi olarak görüp beni bırakıp gitmesinden korkuyordum.

Bu düşünce birden kafamın içindeki domino taşlarını teker teker devirmeye başladığında bir panik dalgası zihnime uğradı. Gözlerim yemek masasının üstüne yasladığım kitabımdaydı ama artık görmüyordum. Bana seslendiğini hissetsem bile zihnimin içinden çıkıp ona cevap veremiyordum.

Beni bırakır mıydı?

Kendini suçladığı, beni bu karanlığın içine hapsettiğini düşündüğü için aslında hiç varolmayan güzel bir geleceğe inanarak beni bırakıp gider miydi?

Sesini duyuyordum, bana sesleniyordu ama ben sadece kitaba bakmaya devam ediyordum. Bana dokunup olduğum yerde sıçramama neden olana kadar düşüncelerin içinden çıkamamıştım ve bana dokunduğu an dehşetle ona baktım.

"Ne oluyor?" diye sordu karman çorman bir ifadeyle gözlerime bakarak.

Birkaç saniye daha gözlerimi gözlerinde tuttuktan sonra kaşlarımı çatarak bakışlarımı masanın üstündeki kitabıma düşürdüm ve kitabı kapatıp ileriye ittim. "Kendini mi suçluyorsun hâlâ?" diye sordum başımı kaldırıp tekrar yüzüne bakarak. Ben bu bakışı tanıyordum. "Kendini suçluyorsun."

"Aksinin mümkün olmadığını biliyorsun."

"Sen ne biliyorsun?" Sandalyeyi gürültüyle itip ayağa kalktığımda kaşları hafifçe çatıldı. "Hâlâ kendini suçlamaktan başka yapabildiğin bir şey olmalı. Mesela konuşmak."

"Ne söyleyeyim Luhan?"

"Birini öldürdüm." dedim bir anda ona bakarak. "Ama bunu kendi isteğimle yaptım, kendim olarak yaptım!" Öyle şiddetli bağırdım ki boynumdaki damarların gerildiğini bile hissetmiştim.

Sehun'un gözleri ilk önce boynuma ve sonra da gözlerime çıktı. Dişlerini sıkarak yüzüme bakarken, "Bir daha bunu söyleme." dedi sessizce. "Ne yapmaya çalışıyorsun?"

"Seni konuşturmaya çalışıyorum." derken öfkem sesime yansımız olmalı ki afalladı.

"Ama söylediklerim de seni kızdırıyor."

CRAPOTER / HunHanWhere stories live. Discover now