24-Hançer

16.4K 1.3K 525
                                    

Bu yol neden bitmiyordu bilmiyordum. İçimde; varoluşundan nefret ettiğim bir his, gözümde akmayı bekleyen gözyaşları ve titremesine engel olamadığım ellerim..

Rıza'yı düşünüyordum. Son bakışı, son gülüşü, vedasını daha da acı bir hale büründüren kan gölü.. Çığlıklar, bombalar, bitmeyen savaşımız.. Savaşlarımız..

Daha kaç ölüm gerekiyordu yaşam için?

Ne yaşamış olursak olalım, ne kadar profesyonel olursak olalım; can almak.. Güçtü.. İlk leşinizi sereceğinizden emin olduğunuz o anda, o kısacacık anda şunu düşündürürdü vicdanınız: Karşınızdaki bir canavar da olsa evladı değil mi bir ananın? Can verilirken, bedenine üflenirken ruhu.. Böylesi yanlışlara düşeceğini nereden bilirdi ki onu karnında büyüten? Ne olursa olsun yanmayacak mı yüreği birilerinin?

Merak ediyorum yalnızca seçilmiş bir avuç insana mı özgü bütün bunlar? Caniler neden cani? Gaddarlar neden gaddar? Kalpsizler neden kalpsiz? Bir çocuğa nasıl kıyılır?

Rozalin'in küçük bedeni yoğun bakıma kaldırılalı yalnızca bir saat olmuştu. Onu yerleştirdiğimiz yetiştirme yurdunun tuvaletinde, babası gibi kan gölünün tam ortasında tutunmaya çalışıyordu hayata. Onun kanıyla duvara yazılmış ismimden nefret eder bir haldeydim şimdi. Sebebi olmuştum bana emanet edilen küçücük bir yüreğin..

Geç kalmıştık. Mesajı çözemeyecek kadar aptaldık çünkü. Çağan başından beri haklıydı. Bu dünya bizim ebeveyn olabileceğimiz bir dünya değildi. Bu dünya tehlikeli ve acımasızdı. Bu dünya, küçük bir yüreğin elinden tutmayı başarmamıza izin vermeyecek kadar kalleşti. Biz yetersizdik ve sırf anneliği ya da babalığı tadacağız diye böyle bir dünyaya çocuk getirmek gibi bir bencillik yapamaya hakkımız yoktu.

"İstersen sen gelme. Gerisini ben hallederim." dedi Çağan. Donuk bakışlarım yüzüne çevrildiğinde umursamazca yola bakmaya devam etti. İkimiz de tuhaf bir şekilde, ruhsuz gibiydik.

"Onu kendi ellerimle öldürmeden bana uyku yok." dedim ve bakışlarımı, yaklaştığımız karargâhın kapısına çevirdim.

Araba durmadan önce aşağıya inip içeri girerken; kalbimi, bir süre sessize almıştım. Önce yapmam gerekeni yapacak, sonra yasımı tutacaktım. Başka türlüsü olmazdı. Olamazdı.

Bilgisayarın başına geçip kameraları anbean izlemeye başladım. Elimin altındaki kağıtlara gerekli detayları not ederken, bir saat elli iki dakika önce gördüğüm ve o andan beri zihnimin bana hatırlatıp durduğu, Rozalin'in cansız bir bedeni andıran görüntüsünü yok saymaya çalışıyordum.

"Altı dakika." dedi Çağan buz gibi bir sesle.

Ona döndüğümde gözlerini ekrandan bir an bile çekmedi. Rozalin'i gördüğümüzden bu yana bana bir kez olsun bakmamıştı.

"O detayı yakalamadan önce kalkıp kahve aldım ve bir askerle ayaküstü sohbet ettim. Altı dakika." dedi yutkunarak.

"İkimiz de göremedik." dedim ona yaklaşıp önündeki görüntüye bakarken. Rozalin'in koşuşu ve Nuda'nın elindeki bıçakla tuvaletten ayrılışı tekrar tekrar dönüp duruyordu..

O an benim için dünya durmadı. Aksine, hızına yetişemeyeceğim kadar hızlı dönmeye başladı. Bu hızın midemi bulandırdığını hissediyordum. Temiz hava almalıydım. Mide bulantısına en iyi gelen şey temiz havaydı. Temiz hava.. Almalıydım..

"Rüya?" dedi abim ya da Dinçer Abi.. Belki de Derin'di konuşan bilemiyordum. Ya da ben kafayı yiyordum. Sesler boğuk ve anlamsızdı. Sanki ben suyun altındaydım ve dışarıdan birileri bana sesleniyordu..

ZakkumWhere stories live. Discover now