Bölüm 27

9.2K 584 254
                                    

Selamünaleykümm çiçeklerim, böceklerim.

Nasılsınız, iyisiniz inşallah?

Ah bu bölüm... beni çok zorladı. Umarım beğenirsiniiz:))

Keyifli okumalar.
_________________________________

Yazardan;

Genç adam dalgınca yürüdüğü meydanda kimi zaman bir araba sesi ile kafasını anca kaldırıyor lakin kendisine dâir bir tehlikenin olmadığını görünce yine önüne dönüyordu.

Ne düşünüyordu? Açıkçası o bile bilmiyordu. Allak bullaktı kafası. Hiç beklenmedik biri, uzun senelerce 'olmaz öyle şey' dediği kız çalmıştı gönül kapısını.

Sıkıntılar içinde boğuluyordu artık adam. Olmazdı onlardan, biliyordu. İki dünya bir araya gelse, onlar gelemezlerdi, biliyordu. O sevse bile, hayat karşılarına türlü engeller çıkaracaktı, biliyordu. Lakin gönül ya bu. Söz geçiremiyordu işte.

Canı yanıyordu. Seven kalbi acıyordu. Sözcükleri, tüm haykırmaları boğazında düğümleniyordu.
Sevdasını herkese bağıra çağıra söyleyeyemek o kadar zordu ki onun için. Çıldıracak oluyordu artık. Daha şu genç yaşında yaşlandığını hissediyordu.
Yorulmuştu.

Derince bir of çekti. Sadece bir kaç saat dışarıda dolanmak, kafasındaki tüm düşünceleri dağıtmak istemişti oysa.

Yok... Öyle bir vasfa sahipti ki beynini kurcalayan kişi, onu düşünmediği tek bir saniye yoktu. Ne doğru dürüst işini yapabilir olmuştu ne de ailesine vakit ayırır...

Sanki kendisiyle başbaşa kaldıkça daha da dibe çekiliyordu.
Birden bire yavaşça ilerleyen bacaklarını tamamen durdurdu. Etrafını kontrol etti. Aslında her zaman kalabalık olan yolda tek tük kişiden başka kimsecikler yoktu. Dikkatler kesinlikle üzerinde değildi. Bir kaç sokak aşağıdaki çarşının sesleri uğultu hâlinde yayılıyordu etrafa. Saat öğleden sonrayı gösteriyordu, bu iş saatinde havanın da soğukluğu ile pek çok kişi olmaması olağandı onun için.

Eli pantolonunun cebindeki telefonunu çıkardı. Sevdiceği ile iletişime geçebildiği tek yolu, günlerdir defalarca yaptığı gibi yeniden gözleri önüne serdi.

Aslında bu fikir başta saçma gelmişti ona. 'Kaçak mı oynayacağım, bana yakışır mı?' diye düşünmüştü. Lakin sonradan dayanamamıştı. Bir kelimede olsun konuşmak istemişti.

Konuşmada gezdirdi gözlerini. En son 'yüreğin nasıl' diye sormuştu canına yandığına. Bir cevap alamamıştı zira görmemişti.

Konaklarının ilerisinde oturan arkadaşı haber etmişti adama. Biliyordu, camiye gitmişti. Görmemesi muhtemeldir diye düşündü. Parmakları klavyeye giderken bunun getireceği etkiyi de bilmeden yürümeye başladı. Hemen sağdan, çarşıya giden ara sokağa girdi.

Zamansız: Ben sana mecburum bilemezsin,

Zamansız: Adını mıh gibi aklımda tutuyorum,

Zamansız: Büyüdükçe büyüyor gözlerin,

Zamansız: Ben sana mecburum bilemezsin,

Zamansız: İçimi seninle ısıtıyorum...

Attilla İlhan'dan yazmıştı bu kez. Onunla her konuşmasına bu şekilde bir şiir veyahut güzel sözle başlamayı seviyordu.
Göremesede tahmini, az da olsa gülümsetebiliyorum oluyor, bu da adamı havalara uçuracak kadar sevindiriyordu.

Bir insanın tek bir tebessümü bile başka birinde yer edinebilir miydi?
Kendisinde ediyordu işte.
Bazen kendi kendine dalıp gidiyor, onun gülümsemesini aklına getirmeye çalışıyordu.

ALHAYAWhere stories live. Discover now