22 : Bay Hiç ve Yeşim Taşı

1.8K 134 4
                                    

Oğlum, gerçekten de karanlığıma güneş gibi doğmuştu. Entrika dolu hayatım solmuş, huzura ev sahipliği yapan yüreğim kuş misali pır pır kanat çırpıyordu. Bahar gelmişti sanki. Yüreğimin derinliklerinde çiçekler açıyor, karanfillerin ve güllerin misk kokusu başımı döndürüyordu. Geceleri üşümüyordum. Kalbimin sesine kulak veriyordum. Kalp kimin yanında hızlı çarpıyorsa o kişi heyecanım oluyordu.
 
Bebek odasını boyadığımız gün geldi aklıma. Yüzümde tarifsiz bir gülümseme belirdi. Ozan, ceketini çıkartıp vestiyere asmış, gömleğinin kollarını katlayıp odaya gelmişti. Rulo fırçayla duvarı boyamaya başladığımızda Ferhat ve Ceren’e verip veriştiriyordu. En son rulo fırçayı boyaya batırıp sırtına sürdüğümde yüzünü bana dönmüş suratı da boya olmuştu.
 
“Bittin sen kızım!” diye haykırarak ruloyu sallamıştı. Zemin boya içinde kalırken üstüm başım da batmıştı. Ondan kaçayım derken kapalı boya kutusuna takıldım. Tam düşmek üzereyken kolumdan tutup beni kendine çekmişti. Sırtım göğsüne yaslandığında derin derin solumaya başlamıştım. Nefesi boyun girintime çarpıyor bu da gıdıklanmama sebep oluyordu.
 
“İyi misin?” diye sormuştu. Kalp atışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Gözlerimi sımsıkı kapatıp parfümünü soludum.
 
“Az kalsın bebeğe zarar veriyordum. Neredeyse onu incitecektim.” Gözlerimden yaşlar akıp elinin üstüne düşüyordu. Parmakları karnımda birleşmiş, beni sımsıkı kavramıştı. O kadar yakındık ki bir olmamamız imkansızdı.
 
“Ne düşünüyorsun otuz iki diş sırıtarak?” diyen Ceren’le düşüncelerimden sıyrıldım. Üstüme doğru eğilmiş gülümsüyordu. Sanki düşüncelerimi okuyormuş gibi bir hâli vardı.
 
“Hiç,” diyerek lafı geçiştirmeye çalıştım.
 
“O hiç çok yakışıklı olsa gerek. Bir hiç tahmin ediyorum ama,” dedi ve sırıtmaya devam etti. Ellerini göğsünde birleştirip derin bir nefes aldı. “Ah aşk, sapla ucunda kalp olan oklarını. Yeşim ve bay hiç aşkla dolsun.”
 
“Seni gebertirim,” dedim masanın üstünde duran porselen kalemlikten bir tane kalem alıp ona fırlarken. “Rezil köpek seni. Git başımdan, çalışıyorum ben.”
 
“Yeni hikâye üstünde mi? Bir başlık buldum bile. Bay Hiç ve Yeşim Taşı.” Kahkahalarını duyan bize dönüyordu. Artık birilerinin düşünceleri umurumda değildi. Patronun arkadaşı mı diyorlar? Öyleydim zaten. Torpilli miydim? İstediklerini düşünmekte özgürlerdi. Hiçbir şekilde fikirlerini değiştiremezdim. Bunu denemekten de vazgeçmiştim.
 
“Kışt kışt,” derken ellerimi sallıyordum. “Hadi canım, git yanımdan.”
 
“Bu akşam saat altıda her zaman gittiğimiz yerde ol. Sen, ben, Ozan ve Ferhat birlikte yemek yiyeceğiz.” Ozan’ın adını duyduğumda kalbim hızlanmaya başlamıştı.
 
“Gözleri nasıl da parıldıyor?” dedi ve gülerek odasına gitti. Domatese dönmem için elinden geleni yapıyordu. Shay gitmiş ama giderken yerini Ceren’e devretmişti.
 
Gün boyu bilgisayar başında çalışmıştım. Gözlerim ve sırtım ağrıyordu. Saat beş olduğunda hepimiz paydos ettik ve evlerimize dağıldık. Odama gitmeden evvel bebek odasına girip etrafı inceledim. Beşiğin olduğu duvar koyu maviye boyanmıştı. Kalan üç duvar krem rengiydi. Mavi duvarın köşesinden başlayan bir gökkuşağı vardı. Beyaz bulutların arasından güneş göz kırpıyordu. Duvardaki rafların birinde boş çerçeveler, diğerindeyse oğlumun ultrason fotoğrafları vardı. Yerde bulut gibi kesilmiş beyaz yumuşak bir halı, pencerenin yanında emzirme koltuğu ve pencerenin kenarında iki raftan oluşan beyaz bir dolap vardı. Beyaz şifonyer ve kıyafet dolabı kapının olduğu duvardaydı. Köşede büyük pelüş fil, zürafa ve ayı vardı. Kapıyı çekip odama gittim ve kıyafetlerimi değiştirdim. Siyah bir tayt ve bol sarı bir tunik kazak giymiştim. Saçlarımı bozup tekrar taradım ve topladım. Çantamı aldığım sırada telefonum çalmaya başladı. Çantanın içinden telefonu alıp ekrana baktım. Ozan arıyordu.
 
“Aşağıdayım,” dedi tok sesiyle. Antreye çıkıp vestiyerden krem rengi spor ayakkabıyı alıp giydim. Krem rengi hırkamı da giyip evden çıktım.
 
Araca bindiğimde hemen emniyet kemerini taktım. Ozan için bu çok önemliydi. Asla bu kuralı esnetemezdi.
 
“Birkaç ay sonra bu kemeri takamayacağım biliyorsun değil mi?”
 
“Sen öyle san. Bebek sıkılabilir ama hayatta kalması daha önemli,” dedi. Beyaz bir gömlek, siyah ceket ve pantolon giymişti. Boynunda hâlâ kravatı vardı.
 
“Ferhat, Ceren’i alacak. Orada buluşacağız,” derken yüzüme bakıyordu.
 
“Yola mı baksan?” dediğimde dudakları yukarıya kıvrıldı.
 
“Gözlerimi senden ayırabilirsem bakarım tabii. Dikkatimi dağıtmak için yapıyorsun bunu,” dedi. Bu iyice zırvalamaya başlamıştı. Dur durak bilmiyordu.
 
“Sana ne zaman iltifat etsem yüzün kızarıyor,” dedi bir yola bir bana bakarken.
 
“Sus artık,” dedim ve elimle ağzını kapattım. Kıkırdarken avcumun içini öptü. Elim sanki ateşe değmiş gibi hemen geri çektim. Kahkahası aracın içinde yankılanırken başımı yana çevirdim ve bir daha ona bakamadım.
 
Restorana girdiğimizde her yer doluydu. Boğaza bakan pencerenin yanında rezerve edilmiş bir masa vardı. Elmas taşlarından ışık yayılan kocaman bir alandaydık. Zemin tavandan yansıyan ışıklarla parıldıyordu. Kadife bordo perdeler altın sarısı iplerle duvarlara sabitlenmişti. Çok lüks bir mekandı.
 
“İyi de bu her zaman gittiğimiz yer değil ki?” dedim Ozan’a. Garsona Ceren’in adını söylediğinde smokin giymiş adam bizi masamıza kadar götürmüştü. Sandalyemi çeken Ozan’a teşekkür ettim ve oturdum.
 
“Bir değişiklik olsun istemiş Ceren. Beni arayıp seni almamı istedi. Eski mekan kapalıymış da.”
 
“Neden kapalıymış? Tamamen mi kapanmış?” diye sordum heyecanla. Orayı çok severdim. Öğrenciyken de hep oraya gider yemek yerdik. Tam orta hâlli birilerine göreydi fiyatları. Burası gibi parlak değildi ve fatura gelince kara kara düşündürmezdi.
 
“Su boruları ve elektrik hattı değişiyormuş. Tadilat var yani.”
 
İçim rahatlamıştı. Bir süre sessizce bekledik. Garson, siparişimizi almak için geldiğinde Ozan’ın telefonu çaldı. Ekranı bana doğru çevirip aramayı cevapladı.
 
“Efendim,” dedi ve gözlerime baktı.
 
“Sen peki?” diye devam etti. “Tamam, görüşürüz sonra. Sağ ol canım. İyi akşamlar.”
 
Bana döndü ve “sipariş verelim. Gelmeyeceklermiş,” diye devam etti. Ceren, sol golünü atmıştı. Ozan’ın yüzüne bakma cesaretim bile yokken bizi baş başa bırakmıştı. İçimden Ceren’e sövüp sayıyor, bunun bedelini ona ödetmek için plan kurmaya çalışıyordum.
 
“Ne istersin Yeşim?” diye soran Ozan’a baktım. Gözleri ışıl ışıldı. Hâlinden gayet memnun görünüyordu.
 
“Ben,” dedim ve ne sipariş vereceğimi düşündüm. Aklıma bir şey gelmiyordu. Menüde bilmediğim o kadar çok şey vardı ki. Ah, bir de fiyatları can yakıyor olmalıydı. En azından benim canım yanardı.
 
“Bir aylık maaşımı burada bırakmak istemiyorum,” dedim öne doğru eğilerek. Garsona bakıp gülümsedim ve geri sandalyeye yaslandım.

PEMBE PANJURLU EV (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin