10 : İstanbul

2.7K 157 87
                                    

Evliliğim boyunca sanrılar görüp durdum. Evlenmeden evvel de bu düzen böyleydi. Engin'le tanışma hikâyemiz bile bir trajediydi. Hayat, hayallerimden de öteydi. Pembe panjurlu evimin bahçesinde çocuklarım oyunlar oynayacaktı. Bir köpeğimiz olabilirdi, yok, yok en iyisi bir kedi. Yanımıza gelip sokulur, kucağımızda mırlardı. Tuvaletini temizlememek için birbirimize bahaneler uydururduk lakin pes eden yine ben olurdum. Veterinere gittiğimizde iğne yapılacağı zaman bakamayıp üzülürdüm. Engin de orada görevini layıkıyla yapardı. Sahi, biz neden hayvan sahiplenmemiştik? İkimiz de bu sorumluluğu almaya hazır değildik. Peki ya bebek? O daha büyük bir sorumluluk değil miydi? Varlığını öğrendiğim an çiçekler açmıştı bahçemde. Ruhum, kalbim, aklım sadece ona aitti. Onun için yaşıyordum. Yaşamak için bir sebebim vardı. Ona sımsıkı sarılmıştım. Geçen beş yılımızda bomboş olduğumuzu anımsadım. Başta benim kariyerim söz konusuydu. Hemen sonrasında Engin'in kariyeri ön plana çıktı. İkimiz de gecemizi gündüzümüze katıp çalıştık ve iyi bir mevkiye ulaştık. Evimizi alıp zevkimize göre döşedik. Biraz sıkıntı çekip sonra tekrar belimizi doğrulttuk.

Sıkıntımızın nedeni kaynanamdı. Ev aldığımıza sevinmemiş, elimizi kolumuzu bağlayarak kendisinin de kirada süründüğünü haykırmıştı. Tek evladı olan kocam, yemediği yedirdiği, giymediği giydirdiği biricik oğlu ona da ev almak için bankadan kredi çekmişti. İki evin kredisi bitene kadar canımız çıkmıştı fakat başarmıştık. Tam sıkıntılar bitti, mutlu olacağız derken yeni bir sıkıntı ortaya çıktı. Demet...

Ceren'le birlikte salondaki kanepelerde uyumuştuk. Ozan, bir ara yanımıza uğrayıp bizi kontrol etmiş ve geri gitmişti. Ceren, onun aşağıda, arabada beklediğini söylediğinde aramış ve eve davet etmiştim lakin kabul etmedi. Ekmek almak için hırkamı ve çantamı aldığım sırada Ceren uyandı ve gözlerini kırpıştırarak bana baktı.

"Nereye gidiyorsun?"

"Ekmek almaya gidiyorum, sen uyu," dedim. Tam kapıya yöneldiğim sırada kapı çaldı. Dürbüne bakmadan kapıyı açtığım için söylenen Ceren'i umursamamaya çalıştım. Karşımda gördüğüm ikiliyle ağzım bir karış açık kaldı. Engin ve İstanbul yan yanaydı.

"Ne işi var bu dingilin burada?" diye sordu İstanbul. Ceren, İstanbul'un sesini duyunca kapıya koştu.

"Bu sen misin? Allah'ım rüya görmüyorum değil mi?" diye kendi kendine konuşan Ceren'e kaçamak bir bakış atan İstanbul eve girdi ve siyah botlarını çıkardı. Üstünde göbeğini açık bırakan siyah bir tişört, dizleri yırtık siyah bir pantolon ve siyah deri ceket vardı. Göz kapaklarına sürdüğü bakır rengi far kahverengi gözlerini ortaya çıkarmıştı. Omuzlarından dökülen koyu kahverengi saçlarını savurdu arkasına dönerken.

"Sen yavşak, bu kapıda köpek olmana gerek yok. İstanbul bu olaya el koyuyor. Uza," dedi dişlerinin arasından. Ceren, heyecandan yerinde duramıyordu.

"Geldin demek, hangi rüzgâr attı seni buraya?" diye sordu Ceren.

"Ozan rüzgârı. Akşam arayıp olanları anlattı. Ben de uçağa atlayıp geldim. Dedim ki bu dinsizlerin hakkından sadece ben gelirim."

İstanbul'u görmeyeli uzun zaman olmuştu. Amerika'ya gittiği günü dün gibi hatırlıyorum. Ceren'le çok dil dökmüştük fakat inatçı keçiyi kararından vazgeçirememiştik. Engin'le evlenme kararı aldığımızda bana çok kızmıştı. Engin'i severdi lakin kaynanamı günahı kadar sevmezdi. Gerçi şu hâline bakılırsa artık Engin'i de sevmiyordu.

PEMBE PANJURLU EV (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now