II-ordu

3K 216 97
                                    

Yaram düşünüldüğü kadar derin olmamasına rağmen fazlaca kan kaybettiğim için pek iyi değildim. Yine de ayakta durabiliyor olduğum için bana hizmet etmeyi redd ediyorlardı. Onlardan böyle bir hizmet de bekleyemezdim.

Güneş batmaya başlarken revire gelen Zoe yemek saati olduğunu ve yemekhaneye gitmemiz gerektiğini söylemişti. Ara sıra yolda duraksadığımda kolumdan tutuyor ve bana destek veriyordu. Sonunda kafeteryaya ulaşmayı başardığımızda ben daha fazla ayakta duramadığım, göğsüm sıkıştığı için oturmuştum, Hange de benim için tepsi almıştı. Yemekler farklıydı, yeraltında bile bu kadar çeşit yoktu ve çoğu zaman yiyecek bir öğünümüz olmadığından aç bile kaldığımız oluyordu. Küçükken oyunlar oynadığım çocukluk arkadaşım öldüğünde evde konuşulurken açlıktan öldüğünü öğrendiğimi hatırlıyorum. Bu yüzden aldığım her lokmada onun hakkına giriyormuş gibi hissediyor, boğazımdan geçmiyordu.

"Ne o? Beğenmemiş gibisin." Yemeği yiyecek iştahım yoktu. Eğer bırakırsam atılacak ve israf olacağını da bildiğimden  yememek bir seçeneğim olmadığını da bildiğimden fazlaca hevessizdim yerken. Cevap olarak sadece omuz silktim ve kaşığı çorbanın içerisinde dolaştırıp dudaklarım arasına götürdüm.

Yemekten sonra keşif birliği Komutanı olan Erwin Smith'le ayarlanan görüşmede olduğum durum tartışıldı. İmzalı bir kağıda sahip olduğum için yeryüzünde kalabilecektim. Öte yandan hklı taraf olduğumdan cezalandırılmayacaktım ve iyileşene kadar burada misafir olarak kalabilecektim.

İşte benim için sorunlar da burada başlıyordu. Beni misafır ettikleri için onlara minnet duyuyordum ama burası benim için fazla yabancıydı. Buradan çıksam bile gidebileceğim bir yer yoktu.

"Komutanım." Anlayışlı bir gülümsemeyle bana bakıp konuşmamı beklediğinde yutkundum. "Ben yeryüzüne çıkmayı çok istedim. Ama şu an burada tanıdığım ve ya bildiğim ne bir yer, ne de bir insan var. Ben..." Sertçe yutkundum ve gözlerimi gözlerinden kaçırdım. "Acaba burada bir asker olarak hayatıma devam etsem olur mu? Çabuk öğrenirim. Elimden geleni yaparım."

"Sana bu kadar hızlı şekilde güvenemeyiz, Odelya." Geriye yaslanarak samimi gülüşüne ciddiyet kattı. "Madem kimsen yoktu neden buraya kadar geldin? Ne anlamı vardı ki senin için?" Zekice bir soruydu. Sadece istiyorum demekle kurtulabileceğim bir soru değildi.

"Babam, komutanım." Dedim. "Babamın yeryüzünde yaşadığını duyduğum için geldim ama kendisini tanımıyorum. Onu bulmayı istedim ama bilgisiz ve gelişigüzel hareket ettim. Şuanda da ortadayım."

"Manevra tehçizatını iyi kullandığını duydum." Diyerek konuyu değiştirdi direkt olarak. "Sana bir şans verebiliriz ama gözetim altında olman şartıyla. Ordu şakaya gelecek ve yoldan geçen herkesin girebileceği bir yer değil. Bu şansı sana sadece gidecek bir yerin olmadığı için veriyorum. Başaramazsan, gidersin." Ciddi ses tonu ürpermeme sebep olmuştu. Yine de çekinmeden anladığımı belli edercesine salladım başımı." Güzel, gidebilirsin. Dinlen ve iyileş. Eğitim konusunu sonra konuşacağız."

Zar zor vardığım revir kapısına tam girecekken bir ses duydum koridorun sonundan. Fısıltı gibiydi daha çok. Birileri konuşuyor, anlaşmaya varmaya çalışıyor gibiydi ama kavga ederken seslerinin biraz(!) yüksek çıktığının farkında değil gibiydiler. Tek duyabildiğim karşı tarafın sürekli yapamayacağını söylediğiydi.

Buradaki insanları tanımıyordum. Tanısam bile iki kişi arasındaki özele girmem anlamsızdı. Bu yüzden hiç düşünmeden odaya geçerek yatağa uzandım dikkatlice. Yaram daha iyileşme göstermeye başlamamıştı bile ve ben ayaktaydım. Durumun garip bir hal almasını hiç istemiyordum.

Öylece tavanı izlerken zihnimi bir asker olursam neler yaşayacağım düşüncesi doldurdu. Yeraltındayken sürekli dev diye bahsedilen ve hiç görmediğim o yaratıklarla mı savaşacaktım? Sahi neydi onlar? İnsana benzedikleri söyleniyordu ama fazlasıyla büyük olduklarından da bahsediyorlardı. Bunu Hange'ye sorabilirdim belki fe

Kraliyet ordusunda da yer alabilirdim ama bunu istemiyordum. Başından beri hiç düşünmemiş, düşünmeyi de istememiştim.

Askeri birlikte yer alarak duvarları korumak fazlasıyla sıkıcı geldiğinden bu da bana göre değildi.

Geldiğimden beri duvarların dışı diye bahsedilen o yere gitmekle ilgili bir sürü sohbet duymuştum. Anladığım kadarıyla keşif birliği duvarların dışına seferler düzenliyormuş ve bu seferlerde çok fazla asker kaybediyorlarmış. Çoğu asker gitmeyi bile istemiyormuş. Buna boşuna ölmek diyorlarmış.

Önümde bir hedefim vardı ve ben bu hedefi ölerek bırakacak değildim. Duvarların dışında bahsedilenler her neyse onlar yüzünden ölecek biri de değildim. Bir şekilde atlatırdım elbette.

Ama önceliğim ordu ve ya devler asla olmayacaktı.

Önceliğim babam olacaktı ve komutanın beni gözetim altında tutma sebebi de babamdı eminim ki.

Bir şekilde sıyrılacaktım.

Şimdi değil belki ama bir şekilde başaracağıma inanıyordum.

***
Fazlasıyla uzun olmayan bir bölüm.

Umarım isteklerinizi karşılayabiliyorumdur.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

Bölümlerde gecikme olabilir.

Trainor - Levi Ackerman Where stories live. Discover now