Karanlığıma Hoş Geldin

4 0 0
                                    

Merhaba canlar!

Kısa bi ara oldu bölüm yayımlamayalı ama şimdi yeni bir bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz:)

Keyifli okumalar!!!

🌌

Karanlıkta kalmış bir insanın ruhundan yara almamış olmasını bekleyemezsiniz. Tıpkı fırtınanın içinde kör uçuş yapan bir uçağın düşme ihtimalini hesaba katacağımız gibi. Sisli havada yaya geçidinden geçen yaya'yı arabanın keskin sarı farlarına rağmen görememek ve çarpmak gibi. Karanlık bir araç değil, ama kör bir delik. Uçsuz bir boşluk. Oraya bir kere girdiysen, hayatın boyunca onun getirilerine mahkum kalmak zorundasın. Ben oraya girdim. Keşke düştüm diyebilseydim ya da biri beni itseydi. Her türlü girseydim, ama kendi ayaklarımla olmasaydı. Beynim komut vermeseydi, bedenim kendi iradesiyle uymasaydı.
Zira karanlığa kendi isteğiyle giren kimse oradan şikayetçi olacak hakka sahip değildir.

Ekim ayının soğuğu vuruyordu şehre. Ankara'da sonbahar başkadır diyordu herkes ki öyleymiş. Bu şehre bu renkler ve bu mevsim çok yakışıyormuş. Sisli havanın altında penceremden dışarıyı izlediğim ve okuldan sonra fazlasıyla yorulduğum bir gündeydim yine. Elimde avuçlarımı ısıtan yeşil çay kupasıyla sokağı seyrediyordum. Ada Yalın'la yemeğe çıkmıştı ve onlara eşlik etmek istememiştim. Yeni aşıkların her anlarında yanlarında bulunmam doğru olmazdı.

Telefon sesi.

Ekranda beliren görüntü annemin resmiydi. Annem arıyordu.

"Efendim anneciğim?"
"Kızım nasılsın?"
"İyiyim anne siz nasılsınız babam, Güneş?"
"Biz de iyiyiz. Sen geldin aklıma bir sorayım dedim. Neler yapıyorsun?"
"Hiç anne ya, okula gidip geliyorum. Bugün biraz yoğun bir gündü malum artık tam anlamıyla başladık derslere."
"Zor mu?"
"Aslında çok zor değil, ama insanın alışması gerekiyor önce."
"Oralar nasıl? Havalar insanlar?"
"Soğuk. Soğuğunu abarttığını düşünürdüm milletin, ama burası gerçekten soğukmuş. Sonbahar çok güzel ama. Bu mevsim bence bu şehre çok yakışıyor." Hayranlığımı kendim bile hissetmiştim kurduğum cümleden.
"Sevdin yani?"
"Sevdim."
"Gelmezsin de artık?" Ağzımı yokluyordu ve her aradığında bunu mutlaka soruyordu.
"Ne alakası var canım. İstanbul'un yeri apayrı." Kıkırdadım.
"Görürüm ben seni bir iki seneye." Dedi bilmiş bir tavırla.
"O ne demek anne?" Dedim gülerek.
"Zamanı gelince anlarsın." Ne demek istediğini anlamamıştım. Babamla kısaca konuştum, sonrasında kardeşime geçti telefon.
"Abla n'aber?"
"İyi cadı. Neler oluyor oralarda asayiş berkemal mi?" Dedim gülerek.
"Berkemal berkemal. Mert Merve'den ayrılmış, olduramamışlar ve şimdi yine bana yürüyor ısrarla."
"Salak o çocuk." Diye çıkıştım.
"Doğru söylüyorsun. Orada her şey yolunda mı?" Bu sorusu bana nedense son bir kaç hafta da yaşadıklarımı hatırlatmıştı. Güneş'i bul demişti rüyamda bir ses ve bu gizemi de hala çözememiştim. Belki de abes bir bilinçaltı oyunuydu.

Yabancı bir adamla bir anlaşma yapalı neredeyse iki hafta olacaktı. Normalde oturup elin adamını düşünecek bir insan değildim, fakat o gün konuştuklarımızdan sonra buna hakkım olduğuna ikna ettim kendimi. İki hafta da böyle bir anlaşma için oldukça uzun bir süreydi bence. Avukattan hala haber yoktu, oysa o gün "ben sana ulaşırım" demişti. En büyük gelişme ise sanrı görmemiş ve hiç not almamış olmamdı, ama rüyalarımdaki ucu açık ipler beni rahatsız ediyordu ve sırf bu yüzden bile bir psikologla görüşecektim. Bunun için de evimize yakın bir yerde küçük bir klinik bulmuştum ve yarın ilk seansıma gidecektim.

⚖️

Havanın yağmurlu olduğunu gördüğüm için erken çıkma kararı vermiş ve hızla hazırlanıp çıkmıştım. Ne kadar hızlı yürüsem de bu hava da ıslanmamak elde değildi. Bu şehirde yaşamaya devam edeceğim süre zarfında bu havalara alışmam gerektiğini biliyordum ve ilk işim kendime bir şemsiye almak olacaktı, çünkü yağmurdan hiç hoşlanmazdım. Islak saçlarımı ellerimle kurulamaya çalışarak girdim kliniğin ağır cam kapısından içeri. Demir kapı kulpu soğuktan buz gibi olsa da ellerim en az onun kadar soğuktu. İçerden yoğun bir kahve kokusuna eşlik eden tütün kolonya kokusu alıyordum. Sabah saat dokuz olduğu için fazla kalabalık olmayan bekleme odasının duvarları beyazdı. Sekreterin önünde bulunduğu duvarda kahverengi bir duvar kağıdı kullanılmıştı. Tepede odayı aydınlatan avize taşlı görüntüsüyle antikacıları anımsatmıştı bana. Koltuklar da kahverengi süet deridendi ve oldukça alçaktılar. Yerde ise tahtanın kahve rengi dışında halı yoktu. Sekreterin önünden üst kata çıkan ahşap merdivenler muhtemelen odalara çıkıyordu. Kaydımı söyledikten sonra koltuklardan birine oturup sol tarafımda kalan büyük pencereden yağmuru izlemeye başladım.

VISÂLWhere stories live. Discover now