Dear Judy Garland,

121 16 6
                                    

a/n: judy garland hakkında pek bilgim olduğu söylenemez, bunun için onun hakkında çoğu bilgiyi kitaptan yazmak zorunda kaldım. 


Sevgili Judy Garland,

Şu anda tarih dersindeyiz ama ben dersi dinlemek yerine sana bu mektubu yazıyorum. Merak etme, zaten tarih derslerinde ya uyukluyorum ya da pencereden dışarıyı izliyorum.

Annemin her zaman sana ilgisi oldu, sana olduğu kadar da tiyatro ve sinema dünyasına ilgi oldu. Onun anlattığına göre "Judy Garland" olmadan önce adın Frances Ethel Gumm'mış. Minnesota Grand Radips'te sana "Bebek" derslermiş. Sen dört yaşındayken Lancaster'a taşınmışsınız. Kurak ve tozlu bir yermiş ama kış yağmurlarından sonra her yer kilometreler boyunca kıpkırmızı gelinciklerle dolarmış.

Annem bana bu kısmını anlatmadı ama okuduğuma göre Grand Radips'ten, baban, tiyatrodaki yer gösterici adamı dövdüğü için ayrılmak zorunda kalmışsınız. Annenle baban çoğunlukla kavga edermiş. Kendini sakinleştirmek için şarkı söylemeye başlarmışsın. Annen bütün enerjisini seni bir yıldız yapmaya harcamış.

Bir vodvilgrubuyla birlikte turneye çıkmışsınız, önce "Gumm Kardeşler", sonra "Garland Kardeşler" adıyla. Ama en son MGMile anlaşma imzalayan sen olmuşsun.

Harry de senin gibiydi, çoğunlukla kendini sakinleştirmek ve gergin ortamı dağıtmak için bağıra bağıra şarkı söylerdi. Bazen belli bir şarkı olmazdı, sözlerini ve melodisini kendince uydururdu. Bu yaptığıyla genelde bütün dikkatler dağılır ve gergin ortam yok olurdu.

Bir gün Harry'nin evinde akşam yemeğindeydim. Harry yanımda oturmuş bana gülümseyerek yemeğini yiyordu. Her zamanki akşam yemekleri gibiydi, sakin ve sessiz. Aniden Harry'nin annesi ve babası tartışmaya başlamıştı. Harry bana mahcup bir şekilde baksa da sakinmiş gibi davranmaya çalışmıştı.

Ailesini başta sessizce uyarsa da işe yaramamıştı. Annesi ve babası söylediği gibi çenelerini kapatmayınca derin bir nefes aldığını hatırlıyorum, sonra masanın ucundaki sürahiye uzanıp başından aşağı dökmüştü. Hepimiz nefeslerimizi tutup ona baktığımızda uydurduğu şarkıyı oldukça yüksek sesle söylemişti.

Sonunda bağırmayı kestiğinde ellerini yavaşça ıslanmış uzun saçlarından geçirip yemeğini yemeye devam etmişti. Hepimiz durgunca ona uyup sessizce yemek yemeyi sürdürmüştük. Yemekten sonra Anne mutfağa gidip sessizce ağlamıştı, Harry ise sinirle masadan kalkıp odasına çekilmişti. Tabakları kaldırma bahanesiyle mutfağa gitmiştim.

Anne beni görünce gözyaşlarını hızla silip arkasını dönmüştü. Gergince ona sarıldığımda karşılık vermeyi geciktirmemişti. "Sadece kötü bir akşam geçiriyorum, canım," demişti boğuk sesiyle. "Bir şeyim yok."

Ona iyi olup olmadığını sormaya devam ettiğimde yine beni geçiştirip Harry'nin yanına, odasına, göndermişti. Harry tabi ki de kızgındı, bir o kadar da üzgün. Çünkü olay sadece bu akşam yemeğindeki kavgada yatmıyordu, eminim en az her akşam yemeğinde yaşanan bir kavgaydı.

Zaten Harry ölmeden iki ay önce boşandılar. Harry, en azından iki ay boyunca kavgasız bir süre yaşamıştı.

Bugün dersin başında Bayan Beatrice'den tuvalete gitmek için izin istedim ama tuvalete gitmek yerine koridorda boş boş dolanmayı tercih ettim. Ödüllerin sergilendiği vitrinden geçerken camın yansımasından arkamda birinin olduğunu fark ettim. Gerilim filmlerindeki gibi arkama yavaşça dönmek yerine hızla dönüp arkamdaki kişiye baktım.

Kim olduğunu anladığımda şaşırmam gerektiğini düşündüm ama şaşırma dürtüsü bile gelmemişti.

Bana yarım ağız sırıtıp beni süzdü. Rahatsızca yerimde kıpırdandığımda elini uzattı. "Andrew," dedi boğuk İngiliz aksanıyla. Sesi ne Harry kadar kalındı ne de benim sesim kadar berraktı.

Elini sıkıp sıkmamak konusunda endişe etmeden geçiştirici bir şekilde sıktım. "Louis."

"Çok mu erken olacak bilmiyorum ama," dedi arkamdaki vitrine gözlerini kaçırırken. "Benimle arabayla falan gezmek ister miydin?"

İlk konuşmamız ve tanışmamız olmasını bırak, beni uzun süredir gözlemlediğini biliyordum  ve bu davet oldukça ürkütücüydü ama bir o kadar da düşündürücüydü.

"Tarih dersindeyim," dedim umursamazca.

Gülümsemesi yavaşça yüzüne yayıldı ve hemen ardından güldü. "Hayır, değilsin," dedi. "Buradasın, tam karşımda."

Gülümsemeye uğraşmadım bile.

"Ne dersin?" dedi ben sessiz kalınca. "Geliyor musun?"

"Dediğim gibi, dersim var..." derken lafımı böldü.

"Okuldan sonra?"

O kadar ısrarcıydı ki itiraz edecek enerjiyi bulamadım. Yanımdan uzaklaşırken beni arka yoldan alacağını söyledi. Heyecanlı olmaktan çok gerginim, bana ilgi gösterdiği gayet açık ama ona o gözle bakmıyorum. Onu tanımıyorum bile.

Zil çalıyor, şimdi gitmem gerek. Bana şans dile, buna çok ihtiyacım var (hem de çok).

Sevgilerimle, Louis.

sometimes i just can tell to deathsWhere stories live. Discover now