25. BÖLÜM

27 8 0
                                    

Kapının önünde duraksayıp henüz giymemiş olduğum montumu giydim. Ellerimi ceplerime koydum. Tam yola devam edeceğim sırada babamın sesini duydum.
  
"Kızım nereye gidiyorsun?" dedi.
  
Yüzümü babama dönerek, "Bilmiyorum baba," dedim. "Nereye gittiğimi bilmiyorum."
  
"Nereye gittiğini bilmiyorsan eğer neden gidiyorsun o zaman?"
  
"Bilmiyorum... Neden gittiğimi de bilmiyorum."
  
"Ne demek bilmiyorum kızım?"
  
"Nefes alamıyorum, boğuluyormuş gibi hissediyorum. Biraz hava almaya ihtiyacım var."
  
"Seninle gelmemi ister misin?" dedi babam bana biraz daha yaklaşarak.
  
"Yalnız kalmak istiyorum," dedim. "Geleceğim birazdan."
  
"Seni bekliyor olacağım."
  
Hiçbir şey demeden babama sırtımı dönüp yürümeye devam ettim. Kısa bir süre sonra arkama baktığımda babam hâlâ beni izliyordu.
  
"Baba gir içeri. Üşüteceksin," diye bağırdım.
  
Babam başını sallayarak içeri girdi. Bulunduğum yerden yürümeye devam ettim. Sahil kenarına gelmiştim. Hiç düşünmeden banka oturdum. Daldığım sırada beni çağıran ses üzerine kendime geldim.
  
"Aslı?.." dedi soru sorarmışçasına.
  
Arkama döndüğümde Murat'ın biraz şaşkın biraz da mutlu olmuş bakışlarına denk geldim.
  
"Senin ne işin var burada?" dedim.
  
"Bir işim yok," dedi. "Öyle sahil kenarına gelmek istedim."
  
"Buna inanmalı mıyım?" dedim küçük bir tebessüm ederek.
  
"Seni takip edecek hâlim yok herhalde."
  
"Bilmem... Gelsene yanıma."
  
Murat bana doğru gelerek yanımda oturdu. "Aslında," dedi. "Senin yine buraya geleceğini tahmin etmiştim."
  
"Nasıl tahmin ettin ki?" dedim.
  
"Sabah hiç gitmek istemiyormuş gibi bir hâlin vardı. Belki de bu nedendi beni bunu düşünmeye sevk eden."
 
"Eve gittim. Saatlerce uyudum. Sonra bir türlü uykum gelmedi. Kendimi dışarı attım."
  
"Düşüncelerim nefes aldırmadı diyorsun yani?"
  
"Dediğimde yanlış mıyım hiç bilmiyorum."
  
Murat yüzüme bakarak gülümsedi. "Aslında," dedi. "Zaten hayat zorluklarıyla güzel değil midir? Bizi asıl ayakta tutan, bizi asıl gün geçtikçe güçlendiren atlattığımız dertlerimiz değil midir?"
  
"Evet öyledir ama bilmiyorum işte," dedim. "Her şey bomboşmuş gibi geliyor, duygusuzmuşum gibi geliyor. Konuşan kimseyle konuşmak istemiyorum, kimseye cevap vermek istemiyorum. Hiçbir şey yapmadan hayatımın bir an önce bitmesini istiyorum."
  
"Aslında hiçbir şey yapmadığını zannettiğin zaman da bir şey yapıyorsun. Ya yürüyorsun ya da duruyorsun. Ya oturuyorsun ya da uzanıyorsun. Ya gülüyorsun ya da ağlıyorsun. En basiti de nefes alıyorsun. Ve o nefesi almaya devam ettiğin sürece her an her saniye bir şey yapacaksın. Bu kuralı hiçbir zaman bozamazsın. Bu, hayat bundan ibaret. O nefesi bir daha hiç vermemek üzere aldığın zamana kadar yaşayacaksın, yaşamalısın. Buna mecbursun."
  
"Peki ya yaşamak istemiyorsan?" dedim derin bir nefes alarak.
  
Sustu... Tek bir kelime bile olsun söylemedi. Dakikalarca hiçbir cevap vermemesi üzerine, "Neden sustun?" dedim.
  
"Bilmem..." dedi. "Sorduğun soruya verecek bir cevabım yok sanırım."
  
"Peki neden sıkıyorsun dişlerini?"
  
"Bazı şeylerin nedeni olmaz. Çünkü bazı şeyler nedensizdir. Tıpkı bazı şeylerin nefes aldırmadığı gibi..." Kısa bir müddet sustuktan sonra, "Ben bu gece gidiyorum," dedi.
  
"Ama yarın gideceğini söylemiştin," dedim.
  
"Yok bu gece gitmeye karar verdim."
  
"Biraz daha kalamaz mısın?"
  
"Yok, hatta şimdi gideceğim. Kendine iyi bak."
  
"Neden?" dedim şaşırmış bir şekilde. "Neden şimdi gidiyorsun?"
  
"Gitmeliyim," dedi.
  
"Yok, sen basbaya kaçıyorsun benden. Yanlış bir şey mi söyledim?"
  
"Yok, yanlış bir şey söylemedin. Kendine iyi bak."
  
Tam sırtını dönmüş giderken, "Ya bakamazsam?" diye bağırdım.
  
Bulunduğu yerde duraksadı. Yüzünü hiç bana dönmeden, "Bakmalısın," dedi.
  
"Ya beceremezsem, ya beceremiyorsam?"
  
"Bak ben de beceremiyorum," dedi yüzünü bana dönerek. "Ama sırf kardeşim için kendime iyi bakmak zorundayım. Buna mecburum."
  
Gitmek için bir adım attığı sırada tekrardan durup yüzünü bana döndü. "Sen de kendin için kendine iyi bakmalısın. Buna mecbursun," dedi.
  
Yanıma doğru gelerek kulağıma doğru eğildi. "Bile bile yaşamak için mücadele etmek, herkesten ve her şeyden daha güzel," dedi. "Sırf bunun ve sırf kendin için hayatla mücadele etmeye devam et. Bütün yaşama arzun kendin için olsun. Ve sakın unutma, kendinden başka hiç kimsen yok. Her şey mahvolur, her şey biter ama umut asla! Umut etmekten vazgeçme. Sen de her seferinde kendini bu noktada bulmaktan sıkılmadın mı? Varsın yorul, ne kaybedeceksin? Ne olursun kendine iyi bak."
  
Murat eğilmiş olduğu kulağımdan kendisini geriye doğru çekerken, "Gitmesen," dedim. "Olmaz mı?"
  
Yüzüme çaresizce baktı. "Gitmeliyim, biliyorsun..." dedi.
  
"En azından gidene kadar yanımda kal. Şu an gitmeyeceğini biliyorum."
  
"İki saat sonra gideceğim."
  
"Tamam, bari iki saat kal. Hem istersen bir saat tek kalabilirsin."
  
"Kalk o zaman," dedi. "Gidiyoruz."
  
Oturmuş olduğum yerden kalkarak, "Nereye gidiyoruz?" dedim.
  
"Gidince görürsün," Murat gülümseyerek yüzüme baktı. Gülümsemesine gülümsemeyle cevap verdim. Nereye gittiğimi bilmeden Murat'la yola koyuldum. Yürüdük... Yürümeye mecalimiz kalmayana dek yürüdük. En sonunda tepe gibi bir yere geldik.
  
"Neden geldik buraya?" dedim önüme bakarak.
  
"Yıldızları izlemeye geldik," dedi. "Yoksa yıldızları izlemeyi sevmez misin?"
  
Başımı gökyüzüne kaldırdım. "Sevmez miyim," dedim. "Hem de çok severim."
  
"Neyi bekliyoruz o zaman?"
  
Murat'la beraber yere uzanıp bakışlarımızla gökyüzünü izlemeye başladık.
  
"Sence de çok güzel değiller mi?" dedi Murat.
  
Bakışlarımı izlemiş olduğum yıldızlardan ayırmadan, "Çok güzeller," dedim. "Bu kadar güzel bir gökyüzünün altında bazı insanların yaşıyor olması ne kadar da acı."
  
"Haklısın," dedi Murat derin bir iç çekerek.
  
"Keşke olmasaydım... Şu an dünyanın en acı cümlesini kurmuşum gibi geldi."
  
"Bazı doğrular istemesek de acı verir, tıpkı ölüm gibi..."
  
"Aslında şu dünyada en güzel şey ölüm olmalı," dedim bakışlarımı Murat'a yönelterek.
  
Murat yüzüne baktığım yüzüme bakışlarını yöneltti. "Acı veriyor," dedi. "Sevdiklerimizi kaybetmek, yokluklarına alışmaya çalışmak. Sonra da bu dünyanın boş olduğu düşüncesi..."
  
"Sence boş mu?" dedim.
  
"Bu kadar güzel bir gökyüzüne sahip dünya boş olmamalı. Ben sadece düşünceyi söyledim. Fakat hepimizin yaratılışının bir anlamı var, anlam katmalıyız. Boşuna doğmadık. Bu dünyaya sadece nefes almak için gelmedik, sadece boş geçirmeye gelmedik."
  
Bakışlarımı tekrardan yıldızlara yönelttim. Murat'ın hâlâ bakışları üzerimdeydi. Yirmi saniyeden kısa bir süre sonra, "Neden bakıyorsun bana öyle?" dedim gözlerinin içine bakarak.
  
"Ben mi?" dedi afallamış bir şekilde. "Yok, yani bilmiyorum. Çok güzelsin."
  
"Bana mı dedin?" dedim gülümseyerek.
  
"Evet sana dedim. Ne o, hoşuna mı gitti?"
  
"Gitmesin mi?"
  
"Gitsin," dedi gülümseyerek. O kadar güzel çıkmıştı ki kelime ağzından yüzümün kızarmaya başladığını hissetmiştim. "Hem çok iyi bir dinleyicisin, hem de çok güzel konuşuyorsun. Seni tanıdığım için ne kadar mutluyum bilemezsin. Birkaç seferliğine konuştuğum insan üzerimde nasıl böyle bir tesir bırakabilmişti hâlâ şaşırıp kalıyorum. Gerçekten çok iyi bir arkadaşsın," diye ekledi.
  
Gülümsedim. "Sen de çok iyi bir arkadaşsın," dedim. "Sen olmasaydın sanırım şu an sahil kenarında oturmuş ağlıyor olurdum."
  
"Ağlama," dedi. "Bırak zoruna giden ne varsa gitsin. Ama sakın ağlama."
  
"Zoruma giden her şey, her saniye canımı daha da yakıyor. Gözyaşlarıma engel olamıyorum. Hem şimdiye kadar kim gözyaşlarına söz geçirebilmiş ki ben geçireyim?"
  
"Ben de geçiremiyorum. Hatta bazen ağlamamak için dişlerimi sıkıyorum, yumruklarımı sıkıyorum ama olmuyor. Kendimin bile yenildiği şeyi başkasının yapmamasını söylüyorum. Ne garip!"
  
"Ağlamanın da güzel yanları var," dedim tekrardan yıldızlara bakarak. "Ben ağladıkça rahatlıyorum. Sonunda başım ağrıyor ama olsun. Hem gülmekten çok ağlamaya alışmışım."
  
"Var, elbette her şeyin güzel bir yanı olduğu gibi ağlamanın da var," dedi. "Fakat gözlerinin dolduğunu hissettiğin o an boğazının acıması ve yutkunman... Bu çok başka acı veriyor."
  
"Mutlu olmaktan öyle çok korkuyoruz ki güldüğümüzde bile, 'Acaba nasıl ağlayacağım?' diye düşünemeden edemiyoruz."
  
"Her şeyden korkuyoruz... Mutlu olmaktan, sevmekten, sevilmekten, yeni birisiyle tanışmaktan, yeni birisini tanımaktan, kalbini kırarım korkusuyla bazı şeyleri söylemekten, astığım resim belki de güzel değildir diye eve resim asmaktan korkuyoruz. Fakat bunların tam tersini de yapabiliriz. Korkmadan mutlu olabiliriz. Korkmadan sevebiliriz, sevilebiliriz. Korkmadan yeni birisini tanıyabiliriz, tanışabiliriz. İçine atmaktansa gerektiğinde kalpleri kırılmasın diye söylemekten korktuğumuz şeyleri nazikçe söyleyebiliriz. Varsın çirkin olsun, kimseye beğendirmeye çalışmadan evimize resim de asabiliriz. Biz bunların hepsini yapabiliriz. Korku buna engel olmamalı. Bazı şeyleri de korkmadan yapmalıyız. Her şeyi korkuya boğuyoruz ve kendimize zarar vermekten başka hiçbir şey yapmıyoruz. Sence her şeyi bu kadar ertelemek haksızlık değil mi?"
  
"Anlatılınca duymak kadar kötü olmamıştı hiçbir şey. Sahiden biz insanlar gereksiz bir nedene sarılıp hayatımızı bu kadar erteledik mi?" dedim derin bir iç çekerek.
  
"Maalesef," dedi Murat aldığı nefesi geri vererek. "Kendimizi bir yalana inandırdık ve hayattaki bizim için belki de en değerli şey olan zamanımızı boşu boşuna kullandık. Ne yani? Henüz hepsini bile saymadığım bu kadar şeyin nedeni sadece korku mu? Sadece korktuğumuz için mi? Bazı şeyleri de korkmadan, sonucunu hiç düşünmeden, inadına yapamaz mıyız? Hep bir bahaneye sığınıyoruz. Bu tablo gerçekten çok acı..."
  
"Evet, gerçekten de çok acı." Bir an olsun Murat'ın gitmesi için kalan iki saatinin çoktan geçtiğini düşünerek hızlıca yerimden kalkıp telefonumdan saate baktım.
  
"Murat," dedim. "Geç kalmadın mı?"
  
"Neye?" dedi yerinden hiç kalkmayıp rahat bir edayla.
  
"Ne demek neye? Bana gitmen için iki saatinin tek kaldığını söylemiştin."
  
"Geçti mi iki saat?" dedi. Yerinden kalkarak bana doğru yaklaştı.
  
"Evet, geçmiş olmalı."
  
Hızlı bir şekilde, "Kendine iyi bak," diyerek arkasına bile bakmadan gitti.
  
Şaşkın bir şekilde arkasından baktım. Yaklaşık yirmi adım kadar uzaklaştıktan sonra bulunduğu yerde durdu. Yavaşça arkasına dönerek bana baktı. Yanıma yaklaştı.
  
"Git," dedim sesim titrerken. "Geç kalacaksın."
  
"Hayır," dedi. "Son bir defa da olsa sana sarılmak istiyorum."
  
Beni kollarının arasına aldı. Kokusunu içime çektim. Çok güzel kokuyordu. O, çok güzel kokuyordu. Murat çok güzel kokuyordu. Bana sarılmayı bırakırken, "Çok güzel kokuyorsun," dedi gözlerimin içine bakarak. "Kokunu içime çektiğimde bahar geldi sandım. Sen, Aslı, sen çok güzel kokuyorsun."
  
Bakışlarımı Murat'ın büyülenmiş bir şekilde beni izleyen gözlerine yönelttim.
  
"Teşekkür ederim," dedim tebessüm ederek.
  
Bakışlarını üzerimden çekti. "Gitmem lazım," dedi.
  
"Git," dedim. Bakışlarımı yere devirdim. Murat sırtını yüzüme dönerek hızlı ama gitmek istemiyormuşçasına uzaklaşmaya başladı. Arkasından onu seyretmeye başladım. Henüz tam uzaklaşmamışken, "Dur," dedim bağırarak. "Bir şey söyleyeceğim!"
  
Gülümseyerek tepeden inmek için koşar adımlarla yol aldım. Söyleyeceğim şey neden beni bu kadar heyecanlandırmıştı bilmiyorum. Tepeden inmeme ramak kala bir anda düştüm. Başımın acıyan yerine dokunacağım sırada taşın üzerindeki kanı gördüm. Gördüğüm her şey, bir anda gittikçe bulanıklaşmaya başladı. Başımı Murat'a bakmak için kaldırdım... Devamı, devamını hatırlamıyorum.
  
Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydım. Başım hâlâ çok ağrıyordu. Etrafıma bakındım. Kimseler yoktu. "Yoksa gittin mi?" dedim kendi kendime. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Saniyeler sonra odamın kapısının açılması üzerine gözlerimi açtım. Gördüğüm yüz karşısında oldukça sevinmiştim.
  
"Murat," dedim. "Yoksa gitmedin mi?"
  
"Beni görmüyor musun Aslı?" dedi. "Gitmedim..."
  
"Bana ne oldu? Kesik kesik bir şeyler hatırlıyorum. En son taşın üzerinde kan görmüştüm."
  
Murat yanıma gelerek oturdu. "Artık bana her ne söyleyeceksen heyecandan elin ayağına dolandı ve düştün. Kafan taşa değmiş ama öyle çok büyük bir yarık oluşmamış."
  
Hiçbir şey demeden gülümsedim. "Sen bu hâlde gülüyor musun?" dedi.
  
"Gülmeyeyim mi?" dedim dudaklarımı birbirine bastırarak.
  
"Gül, gül de... Asıl seni öyle heyecanlandırıp elini ayağına dolayan şey neydi?"
  
"Beni heyecanlandıran bir şey yoktu."
  
"Ne diyecektin bana öyleyse?"
  
"Birisinin hayatına girip öyle hemen gidemezsin diyecektim." Başımı yavaşça önüme eğdim.
  
"Gitmeliyim Aslı," dedi. "Bunu sen de gayet iyi biliyorsun."
  
"Biliyorum, gitsene o zaman."
  
"Seni evine götürüp öyle gideceğim."
  
Yerimden hızlı bir şekilde kalktım. "Ben tek başıma da gidebilirim," dedim. "Teşekkür ederim."
  
"Tek başına gidebileceğinden emin misin?" dedi.
  
"Gayet de eminim." Sandalyenin üzerine bırakmış olduğum montumu giydim. Arkama bile bakmadan hızlı bir şekilde odadan çıktım. Hastaneden çıkarken bir anda duraksadım. Murat peşimden hızlı bir şekilde geliyordu. Yanıma gelerek, "Öyle hiçbir şey demeden gidecek misin?" dedi.
  
"Kendine iyi bak demekten başka ne diyebilirim ki?" dedim.
  
"Gitme de mesela..." Murat dediğini duymamı istemiyormuşçasına mırıldandı.
  
"Gitme dersem gitmeyecek misin?"
  
"Keşke gitmeyebilsem. Ama biliyorsun..."
  
"Biliyorum, gitmelisin. Gitsene, neyi bekliyorsun o zaman?"
  
"Gidemiyorum," dedi aldığı nefesi geri vererek.
  
"Neden?" dedim. "Neden gidemiyorsun?"
  
"Bilmiyorum..."
  
"Nedenini bilmediğin bir şey için daha fazla bekleme."
  
"Kendine çok iyi bak Aslı."
  
"Sen de kendine çok iyi bak Murat," dediğimde yüzüme acı acı gülümsedi. Sırtını yüzüme dönerek ağır adımlarla uzaklaşmaya başladı. Bir anda duraksayıp yüzünü yüzüme döndü.
  
"Gülsene," dedi. Şaşkın bir şekilde gülümsedim.
  
"İşte bu bana yeter," diyerek gülümsedi. Sırtını yeniden yüzüme döndü. Bu sefer hızlı bir şekilde uzaklaştı. Cebimdeki telefonumu çıkarttım. Şarjı bitmişti. Hastaneden çıkarak bulduğum ilk taksiye bindim. Eve geldiğimde taksiciye parasını verip taksiden indim. Şu an evde nasıl bir tepkiyle karşılanacağımı hiç bilmiyordum. Bu yüzden eve girme konusunda biraz tedirgindim. Zili uzun uzun çaldım. Babam ve Melek kapıyı birlikte açtılar. Babam beni görür görmez sarıldı. Melek'in gözlerinin dolması üzerine, "Ne oluyor ya?" dedim. "Askerden gelmedim."
  
"Başına ne oldu?" dedi babam endişe içerisinde.
  
"Düştüm baba. Ama ciddi bir şey yok. Bak, gayet iyiyim. İçeri almayacak mısınız beni?"
  
"Gelsene," dedi Melek. Eve girdim. Tam odama gitmek için merdivenleri çıkacağım sırada Melek endişe içerisinde, "Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı.
  
"Ödümü koparttın Melek," dedim. "Niye bağırıyorsun?"
  
"Nereye gidiyorsun?"
  
"Odama gidiyorum Melek. Nereye gidebilirim?"
  
Merdivenleri hızlı bir şekilde çıkarak odama girdim. Telefonumu şarj aletine taktıktan sonra valizimi alarak dolabımı açtım. Dolapta bulunan eşyalarımın hemen hepsini valizime koydum. Valizimin ağzını kapatarak telefonumu takmış olduğum şarj cihazından çıkartıp montumun cebine koydum. Valizimi alarak odamdan çıktım. Merdivenlerden indirmem çok zor olmuştu. Alt kata indiğimde evin anahtarını unuttuğumu hatırladım. Valizimi öylece bırakıp odama çıktım. Çekmeceye koymuş olduğum anahtarı alarak yine alt kata indim. Salonda kimsenin olmaması üzerine kimseye hiçbir şey söylemeden elimde valizimle evden çıktım. Valizimi çeke çeke evime gittim. Bir anda neden böyle bir karar verdiğimi bilmiyorum ama sadece tek başıma kalmak istiyorum. Şöyle birkaç gün kimseyle konuşmadan tek başıma kalmak istiyorum. Elimdeki anahtarla kapıyı açarak eve girdim. Odama giderek valizimi bir kenara koydum. Sırtüstü uzanarak boş tavanı izlemeye başladım. Dakikalarca hiç kıpırdamadan öylece boş tavanı izledim. Gözümü kapattığım sırada telefonum çaldı. Henüz üstümden çıkartmadığım montumun cebinden telefonumu çıkarttım. Arayan Melek'ti.
  
Telefonu açarak hiç konuşmak istemiyormuşçasına "Efendim Melek," dedim.
  
"Neredesin Aslı?" dedi.
  
"Evdeyim," dedim derin bir nefes alarak.
  
"Evde değilsin Aslı."
  
"Kendi evimdeyim Melek."
  
"Ne işin var orada?"
  
"Kendi evime gelemez miyim?" dediğimde Melek telefonu yüzüme kapattı. Buraya geleceğine adım kadar emindim. Dakikalar sonra kapı çaldı. Gelen Melek'ti.
  
"Niye geldin Melek?" dedim.
  
"Burası benim ve senin evin değil miydi?" dedi içeri girerek. "Kendi evime gelemez miyim?"
  
Elinde küçük valizi vardı. Odasına koyup salona geçti. Üzerindeki montu çıkartıp bir kenara attı. Koltuğa oturmam üzerine yanıma gelip oturdu. "Aslı," dedi elime dokunarak. "Sen iyi değilsin. Ne olduğunu söylemeyecek misin?"
  
"Bir şey yok," dedim Melek'in tutmuş olduğu elime bakarak. "Sadece tek başıma kalmak istedim."
  
"Yine eski günlerine geri mi döneceksin?"
  
"Hangi eski günlerime?"
  
"Her gün ağladığın, hep yalnız kalmak istediğin, konuşmak bile istemediğin günlerine geri mi döneceksin?"
  
Sırtımı koltuğa yaslayarak, "O günler geçti mi ki geri gelsin?" dedim nefesimi geri vererek.
  
"Geçmemiş miydi?" dedi Melek. Yüzüme uzun uzun baktı.
  
"Aslında geçmemişti. Geçmiş gibi yaptım. Hem zaten geçmiş olduğunu zannettiğimiz hiçbir şey aslında geçmemiş. Bugün ayın kaçı?"
  
Melek telefonuna bakarak, "Mayıs ayına girmemize çok az kaldı," dedi.
  
Başımı eğip tırnaklarımla oynadım. "Doğduğum ama her yıl biraz daha fazla öldüğüm gün yaklaşıyor," dedim mırıldanarak. Derin bir iç çekerek eğmiş olduğum başımı kaldırdım. Melek'in yüzüne uzun uzun bakıp acı acı gülümsedim.

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERWhere stories live. Discover now