13.BÖLÜM

67 12 2
                                    

Sabah birdenbire odamın kapısının çalması üzerine korkuyla yerimden kalktım. Masanın üstündeki telefonuma baktığımda saat 07.13 gösteriyordu. Yatağıma hiç kalkmak istemiyormuşçasına tekrardan uzandım. Kapı çalma sesi kulaklarımla tekrar işitilince, "Gel Melek," dedim.
  
Melek yüzünde kocaman bir gülümsemeyle odaya girdi. Yatağımın bir köşesine oturup, "Günaydın," dedi.
  
"Günaydın Melek, günaydın da neden bu kadar erken?" dedim.
  
"Erken mi? Hiç kusuruma bakma artık hep bu saatlerde uyanacaksın."
  
"Neden?"
  
"Çünkü okula gidiyoruz."
  
Başımı yere eğip, "Hayır Melek. Gitmiyoruz," dedim. Açıkçası okulu pek sevdiğim söylenemezdi.
  
"Sen hemen kalkıp hazırlanıyorsun ve okula gidiyoruz. Anlaştık mı?" dedi. Kararından oldukça emin görünüyordu.
  
"Anlaşmadık."
  
"Anlaştık anlaştık. Hadi dışarıda seni bekliyorum giyin de gel."
  
Yerimden istemsizce kalktım. Üzerime kırmızı kazak ve siyah bir pantolan giyindikten sonra montumu da alıp çıktım. Melek kapının önünde beni bekliyordu. Hava oldukça soğuktu. Soğuktan titreye titreye okula vardık. İkimizin de burnu soğuktan kıpkırmızı olmuştu. Okul bulunduğumuz yere çok da uzak sayılmazdı. Etrafta kimse görünmüyordu. Ders zili çalmış olmalıydı. Birlikte üst katta bulunan 12/B sınıfına doğru yol aldık. Sınıfın kapısının önüne geldiğimizde Melek bana bakıp, "Çalıyorum," dedi.
  
"Hazır gelmişken geri mi dönsek? Derse girecek hâlim yok," der demez Melek inadıma kapıyı çaldı. İçimdeki sesin, "Lanet olsun," demesi üzerine sınıfa girdim. Önümde Melek, arkasında ben ve bizi hiç görmemiş gibi süzen bakışlar...
  
"Kızlar hoş geldiniz." Arka sıralardan gelen sesin kimden geldiğini anlamak için yüzümü o tarafa döndüm. Keşke dönmez olsaymışım, sınıfın en çekilemez çocuğu Ali ile göz göze geldiğimizde dudaklarını kıvırırak bana gülümsedi. Hiçbir tepki vermeden önüme baktım.
  
"Hoş geldiniz, yerinize geçin. Bir daha geç kalınmasın lütfen."
  
Öğretmenin yönlendirmesiyle birlikte ön sıralardan birine oturduk. Daha dersin ilk dakikaları bile bitmemişken zilin çalması için dakikaları geçin saniyeleri sayıyordum. Önümdeki defteri karalarken gözüm pencereye değdi. Kar yağıyordu. Karı çok severdim. En son geçen kış kar yağdığında babaannemle kahve yapıp pencerenin önüne geçerek karın yağışını izlemiştik. Gerçi o da gerçek babaannem değildi de yine de hakkını ödeyemem. Bir gün bile bana kızmadı, on yılımız beraber geçti. Tahtada bir şeyler anlatan öğretmeni izleyen Melek'in koluna vurarak, "Melek," dedim. "Kar yağıyor!"
 
Gözlerini kısıp pencereden dışarıya baktı. Resmen her yer çok kısa sürede beyaza bürünmüştü. Pencereden dışarıyı izlerken zilin çalmasıyla birlikte yerimizden kalktık. Önümdeki karalamış olduğum defterin sayfasını kopartırken öncelikle bana doğru uzatılmış ele sonra ise elin sahibine bakışlarımı yönelttim. Yüzünde kendinden çok emin bir ifade vardı.
  
"Ben Murat," dedi uzatmış olduğu elini sallayarak. "Peki sen, ismin ne?"
  
"Ben Aslı," dedim. "Önümden çekilirsen çöpümü atacağım."
  
"Tabii ki..."
  
Uzatmış olduğu elini tutmayacağımı fark ettiğinde geri çekerek önümden kalktı. Yeni birisiyle tanışmaya hiç niyetim yoktu. Hem de arkadaş olmaya uzak olabileceğim kadar uzaktım. Çöpümü atarken omzuma bir el dokunması üzerine kendimi geriye doğru çektim. Yüzümü elin sahibine döndüğüme karşımda Melek'i gördüm.
  
"Dalmıştım. Bir anda öyle dokununca korktum," dedim.
  
"Özür dilerim Aslı. Ama şimdi konferans salonuna gitmemiz gerekiyor. Bütün okulu çağırmışlar."
  
"Neden?"
  
"İşte bilmiyorum gidince görürüz."
  
Melek ile birlikte hızlı adımlarla konferans salonuna gittik. Gittiğimizde henüz oturacak yer vardı. Genelde okulun nüfusu çok olduğu için herkes oturamıyor. Arka sıralardan bir yer bulup oturduk. Konunun ne olduğunu çok da merak etmiyordum. Melek heyecandan sahnede duran müdürden gözlerini alamıyorken onun bu heyecanının fazla olduğunu düşünüp güldüm. Başımı yere eğdiğimde müdür konuşmaya başladı.
  
"Bugün sizleri buraya toplamamın nedeni yeni okul sahibimiz. Bildiğiniz gibi bir önceki okul sahibimiz Mert Karakuş'tu. Birazdan yeni okul sahibimiz de burada olacak. Sizden birkaç dakika beklemenizi rica ediyorum."
  
Tırnaklarımla oynadığım sırada Melek hızlı bir şekilde koluma vurdu. Tedirgin bir ses tonuyla "Aslı," dedi.
  
"Ne yapıyorsun Melek? Kolumu acıttın," dedim.
  
"Aslı, yeni okul sahibimize bak."
  
"Bakmayacağım Melek. Bize ne yeni okul sahibinden? Cebimize para mı girecek?"
  
"Girmeyecek ama bu baban değil mi?"
  
Şaşkın bir şekilde gözümü sahneye çıkan Mehmet Kalpsiz'e yönelttim.
  
Montumun fermuarını çekerken Melek'e sinirli bir şekilde bakıp, "Yürü," dedim. "Gidiyoruz."
  
"Nereye gidiyoruz?"
  
"Eve gidiyoruz Melek, nereye gideceğiz?"
  
Mehmet Kalpsiz de olmak üzere bütün gözler üzerimizdeyken konferans salonundan çıktık. Sınıfa gidip çantamızı da aldıktan sonra okulu terk ettik. Kar tanelerinin her biri yarış hâlinde yeryüzüne inme çabası içerisindeyken arkamdan gelen Melek, kolumu tutup yüzümü kendisine doğru çevirdi.
  
"Ne oluyor Aslı?" dedi.
  
"Ne demek ne oluyor Melek? Ya resmen okulu satın almış. Ne yapmaya çalışıyor ben anlamıyorum," dedim sinirli bir şekilde.
  
"Satın almışsa almış bundan bize ne? Bizi neden ilgilendiriyor? Parası varmış almış."
  
"Şehirde onca özel okul varken satın alacak bir bizim okulu mu bulmuş? Bu nasıl saçmalık ya?"
  
"Tamam, almış. Mehmet Kalpsiz yüzünden okulu neden terk ettik? Bir dakika ben şimdi anlıyorum, sen şimdi kalkıp ben okumayacağım falan da dersin."
  
"Evet, okumayacağım. Bir sakıncası mı var?"
  
"Ne demek bir sakıncası mı var Aslı? Onca yıl verdiğin emeği hemen bir kenara mı atıyorsun?"
  
"Tahammül edemiyorum Melek, anlamıyor musun? Ben bu adamı görmeyi bırak sesini bile duymak istemiyorum. Keşke iki insanı sırf ben ve benim adım yüzünden hayattan koparacağına beni kopartsaymış. Ne gerek vardı ki böyle olmasına? Ben hiç doğmasaymışım daha iyi. Haklı değil miyim? Söylesene ben haklı değil miyim?"
 
"Aslı deme böyle."
  
"Ne demeyeyim Melek? Hiç doğmasaymışım daha iyi."
  
"Tamam, ben de doğmasaymışım o zaman. Ben de hiç gelmeseymişim bu dünyaya. Hem yaşadığımdan ne anladım ki?"
  
Önümde gözleri dolmuş bir şekilde bana bakan Melek'e sarıldım. "Yok," dedim. "Sen iyi ki doğmuşsun."
  
"Görüyor musun Aslı insana bu kelime ne kadar da acı veriyor. Bir daha söyleme böyle bir şey, sen olmasaydın ben ne yapardım?"
  
"Tamam, söylemeyeceğim."
  
Melek bana sarılmayı bırakıp gözündeki yaşı sildi. "Hadi eve gidelim. Bu sefer benim bile okula gitme isteğimi mahvettin."
  
"İstiyorsan gidelim," dedim gülümseyerek.
  
"Yok, gerçekten bu sefer hiç istemiyorum."
  
Yüzüme bakıp içten bir defa gülümsediğinde elini tuttum. Beraber eve gittik. Evin önüne geldiğimizde Melek hiç tereddüt bile etmeden kendisini sırtüstü karların içine attı. Hatta kendini atarken elini tutan olduğum için onunla birlikte ben de düştüm. "Melek ne yapıyorsun?" dedim ağzıma giren karı tükürürken.
  
"İyiyim Aslı sen ne yapıyorsun?" dedi kahkaha atarak.
  
"Komik mi? Çok ciddi söylüyorum komik mi?"
  
"Tamam, komik değildi farkındayım. Ne olur ki birazcık şu karda uzansak?"
  
"Ne mi olur? Hasta oluruz mesela."
  
"Olmayız sen merak etme."
  
Gökyüzünden olağanca hızla yere düşen kar taneleri yüzümüze değip küçük bir su damlasına dönüşüyorlardı. Elime aldığım karı kartopu hâline getirmeye çalıştım. Yılın ilk karı olduğu için oldukça yumuşaktı. Kartopu hâline getirdiğim karı Melek'e atıp hızlıca yerimden kalktım. Bir iki adım uzaklaştıktan sonra enseme değen karla birlikte yüzümü Melek'e döndüm. Bunun olacağını biliyordum. Elindeki karı hızlı bir şekilde kartopu yapmaya çalışırken kahkaha atarak bana bakıyordu. Çok güzel gülüyordu. Melek çok güzeldi.
  
"Ne oldu Aslı? Hoşuna gitmedi mi? Al bu da ikincisi."
  
Arkama bile bakmadan koşarak uzaklaştığım sırada ayağımın kayması üzerine yere düştüm. Acı içinde yerde kıvranırken Melek düşmemi bile fark etmemişti. Tam kalkacağım sırada kolumdan tutan ele hiç bakmadan, "Melek bacağım çok ağrıyor," dedim.
  
"Hastaneye gidelim o zaman." Sesin sahibini tanır tanımaz kolumu kendime doğru çektim. Bacağımın ağrısını hiç takmadan hızlı bir şekilde yerimden doğruldum.
  
"Senin ne işin var burada?" dedim.
  
"Buralarda geziniyordum. Düştüğünü gördüm. Kaldırmak istedim sadece," dedi.
  
"Kimi kandırmaya çalışıyorsun Mehmet Kalpsiz? Ne işin var burada?"
  
"Aslı, bak hatalı olduğumun farkındayım." Sözünü daha tamamlamamışken yarıda kestim.
  
"Bir de utanmadan hatalıyım mı diyorsun? Ne hakla? Sen bunların hepsini bile bile, isteye isteye yaptın. Kalkıp da bile isteye yapmadığını düşündürüp hatalıyım demeye çalışma."
  
"Aslı sen benim kızımsın, bunu bilmiyordum. Hepsinin acısını benden çıkart ama beni birazcık da olsa anla. Ben seni sevebilirim, sana babalık yapabilirim."
  
"Beni sevebilir misin gerçekten? Senin gibi kötü bir insan sevgi ne demek bilebilir mi? Şimdi kalkıp bana sevgi oyunu falan oynama. Ben çocuk değilim kanmam, bu kadar yaptıklarından sonra da seni affetmem. Yaşattıklarını yaşaman dileğiyle. Hani bana, 'Sana yapayalnız kaldığın hayatında mahvoluşlar diliyorum,' dediğin günü hatırlıyor musun? Kalabalıkta yalnızlığınla boğulacaksın Mehmet Kalpsiz. Ben annem kadar güçlü değilim. Seni affetmem, affedemem. Şimdi hiç giremediğin hayatımdan bile bir daha hiç girmemek üzere çık."
  
Sinirli bir şekilde Melek'e bakışlarımı yöneltip, "Hadi içeri girelim." dedim.
  
Arkama bile bakmadan Melek'le birlikte içeri girip kapıyı kapattım.
  
Öyle bakma bana Mehmet Kalpsiz... Sana acımamı bekleme...

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERWhere stories live. Discover now