18. BÖLÜM

42 9 0
                                    

Hastane kapısında görür görmez tanıdığım Mehmet Kalpsiz'in adamına baktım. "Sen," dedim. Az bir duraksayıp, "O nerede? Burada mı?" diye ekledim.
  
"Hemen sağdaki odada," dedi.
  
Melek'in sandalyesini tuttum. Tam gidecekken Melek, "Bırak," dedi. "Sen git ben burada seni bekleyeceğim."
  
"Tamam," diyerek koşar adımlarla Mehmet Kalpsiz'in bulunduğu odaya gittim. O anın verdiği endişeyle kapıyı hiç çalmadan içeri girdim. Uyuyordu, yüzü bembeyaz olmuştu.
  
"Sen ne yaptın bana böyle?" dedim Mehmet Kalpsiz'e yaklaşarak. "Senin yüzünü görmeye bile tahammülüm yokken şu an seni kaybetmekten çok korkuyorum, birisinin daha beni bırakıp gitmesinden çok korkuyorum."
  
Yatağın hemen başucunda bulunan sandalyeye oturdum. Başımı sağ yanıma doğru hafiften eğip Mehmet Kalpsiz'i izlemeye başladım. İkide bir çenem titriyor, ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum. O gün bana, "Benim için endişelenmen hoşuma gitti," demişti. Kalk da şu hâlimi gör Mehmet Kalpsiz, eminim mutluluktan havalara uçacaksın. Daha bir saat öncesine kadar adını bile duymak istemiyorken şu an yanı başında seni kaybetmemek için dua ediyorum. Seni kaybetmek istemiyorum Mehmet Kalpsiz, bu sefer bu fırsat ayağıma gelmişken babanın ne demek olduğunu öğrenmeden seni kaybetmek istemiyorum.
  
Kendimi Mehmet Kalpsiz'e doğru yaklaştırıp, "Biliyor musun?" dedim. "Annemin defterini okuduğumda annemin âşık olduğu kişinin babam olduğunu öğrenince çok mutlu olmuştum. Ve biliyor musun? O defteri okurken ben seni sadece sevmedim baba, ben seni çok sevdim. Çok. Sonra asıl babamın hayatımı mahveden kişi olduğunu öğrenince her gün, 'Onu affetmeyeceğim,' deyip durdum kendi kendime. Şu anda beni duyup duymadığını bilmiyorum. Ama bunu beni duyuyormuşsun gibi söyleyeceğim, seni affediyorum Mehmet Kalpsiz, seni affediyorum... Baba..." deyip kendimi geriye doğru çektim.
  
Gülümseyip başımı yere eğip kaldırdığımda gözlerim karşımda dudağının kenarında hafif bir tebessümle bana bakmakta olan ela gözlere değdi.
  
"Her şeyi duydum," dedi gülümseyerek. "Beni affettin..."
  
"Evet, seni affettim." dedim bakışlarımı kaçırarak.
  
"Beni böyle affedeceğini bilseydim inan ki bunu daha önceden denerdim. Bana tekrardan baba der misin?"
  
Yutkundum. "Baba," dedim gülümseyerek. "Sen iyi misin? Ne oldu sana?"
  
"Ben sana bir şey diyeceğim kızım," dedi. "Ama sakın korkup endişelenme."
  
"Ne? Ne diyeceksin? Çok mu hastasın yoksa?"
  
"Ben... Ben kanser hastasıymışım kızım, hem de çok ilerlemiş. Bilmiyordum, sizi eve bıraktığım gece hastaneye geldiğimde öğrendim."
  
"Peki, o gömleğindeki kan? Yine mi kan kustun?"
  
"Evet. Burnumdan ve ağzımdan kanlar gelmeye başladı. Evde kimse yoktu. Seni ve Melek'i aradım açmadınız. Bizimkiler eve gelmeseydi eğer, sonumun ne olacağını tahmin bile etmek istemiyorum."
  
"Yok, bak her şey geçti. İyisin artık."
  
Başımı yere eğdiğimde, "Her gün affetmeyeceğim dediğin kişiyi nasıl affedebildin?" dedi.
  
"Korktum," dedim. "Gerçekten çok korktum."
  
"Neyden?"
  
"Mehmet Kalpsiz'i kaybetmekten..." dediğimde gülümsedi.
  
"Biliyor musun?" dedi. "Korkup endişelenince tıpkı annene benziyorsun." Gözlerini pencereye yöneltti. Bitirdiğini sandığım cümlesine iç geçirerek devam etti, "Ah kızım. Baban anneni gerçekten çok özledi. Annenin gülümsemesini, bana bakışını en çok da adımı söylemesini özledim. Özledim, gerçekten çok özledim."
  
Pencereye yönelttiği gözleriyle dışarıyı izlemeye çalışan babama baktım. Gözlerinin dolması üzerine gözlerim doldu. Ben babamı, babam da dışarıyı seyrederken odaya doktor geldi.
  
"Merhaba Mehmet Bey," dedi. "Şu an gayet iyi görünüyorsunuz. Fakat sizin bu gece hastanede kalmanız gerekiyor."
  
"Hayır," diyen babama baktım. "Eve gitmek istiyorum. Evde de dinlenebilirim sonuçta."
  
"Ne yazık ki Mehmet Bey burada kalmanız gerekiyor, sadece bu gecelik. Yarın dilediğiniz saatte çıkışınızı yapabilirsiniz."
  
"Tamam," dedim. "Ben kalırım yanında."
  
"Peki kızım."
  
Doktor bize tatlı bir tebessüm ederek odadan çıktı.
  
"Ben gidip Melek'i getireyim," diyerek odadan çıktım. Melek hâlâ bıraktığım yerde beni bekliyordu. Tekerlekli sandalyesini iterek beraber babamın bulunduğu odaya geçtik. Kapıdan girer girmez babam Melek'e gülümseyip, "Hoş geldin Melek," dedi.
  
"Hoş bulduk. Nasılsınız?"
  
"İyiyim çok teşekkür ederim. Bu gece burada kalmam gerekiyor. İsterseniz Kemal sizi eve bırakabilir."
  
"Kemal kim baba?" dediğimde Melek şaşkın bakışlarını yüzüme değdirip hafiften gülümsedi.
  
"Aslı, hayırdır?" dedi.
  
"Ne?" dedim.
  
"Sen baba mı dedin az önce? Yoksa benim kullaklarımda bir sorun mu var?"
  
"Evet, dedim ama kulaklarında sorun olabilir. Duyduğun hâlde duymuyorsun."
  
"İyi misin sen? Ateşin falan yok değil mi?"
  
"Yok, iyiyim."
  
"Allah Allah," diyerek dudağını büzdü.
  
"Ne yani Melek, diyemez miyim?" dedim.
  
"Dersin, dersin de..."
  
Konuşmamızı babam bozdu. "Siz eve gidin bence," dedi.
  
"Yok ben burada kalacağım," dedim. Melek hâlâ bana ve babama olanları anlamaya çalışıyormuş gibi bakıyordu.
  
"Melek, Kemal seni bizim eve bıraksın. Tek başına evde kalamazsın. Hem bizim evde çocuklar da senin başında kalır. Yarın biz gelene kadar bizde kalırsın."
  
"Şimdi bilemedim doğrusu."
  
"Aynen Melek," dedim. "Tek başına evde kalamazsın. Ben seni yarın gelip alırım."
  
"Biz ona yarın bakarız. Aslı, kızım telefonum montumun cebinde. Bana verir misin?" diyen babama baktım. Sandalyenin üstüne rastgele atılmış montun cebinden telefonu alıp babama verdim. Kemal'i arayarak gelip Melek'i götürmesini söyledi. Kemal denilen kişi odaya gelerek Melek'i götürüp gitti.
  
"İstediğin bir şey var mı?" diyerek babama baktım.
  
"Yok," dedi. "İstediğim bir şey yok. Sen yanımdasın ya, başka ne isteğim olabilir ki?"
  
Babama bakıp gülümsedim. Yatağının hemen başucundaki sandalyeye oturdum. Babam yatağına uzandı. Daha yarım saat geçmemişti ki uykuya daldı. Yerimden kalkıp üstünü örttüm. Yavaşça yerime tekrardan oturdum. Canım çok sıkılıyordu, daha doğrusu böyle bir anda can sıkılabilir miydi bilmiyorum. "Acaba Gece ne yapıyordur?" diyerek kendi kendime gülümsedim. Allah bilir yine nereden nereye koşuyordu? Acıkmış mıdır acaba? Çıkınca yemek vermiştim ama yarına kadar dayanamazdı, çok acıkırdı. En iyisi gidip Gece'yi buraya getireyim. Hem ben gelene kadar babam uyanmış olur, hatta belki de hâlâ uyumaya devam edebilir. Neyse, daha uyanmadan gidip Gece'yi getireyim. Yerimden kalkıp odanın kapısına doğru ilerlediğim sırada, "Aslı," diyen sesin sahibine yüzümü döndüm.
  
"Baba daha yeni uyumuştun," dedim. "Neden hemen uyandın?"
  
"Aslında uyumamıştım," dedi. "Uyumaya çalışıyordum. Sen nereye gidiyordun?"
  
"Şey, ben mi?.. Bizim evde bir kedimiz var, Gece. O evde tek başına acıkır şimdi. Gidip buraya getireyim bari..."
  
"Hastaneye mi getireceksin? Burada duracağını mı zannettin? Benden söylemesi, hep peşinden koşturursun. Ben Kemal'e söylerim bizim eve götürür. Melek'te evin anahtarı var değil mi?"
  
"Evet, olması lazım."
  
"Tamam o zaman. Ben Kemal'e mesaj atayım. Gidip bizim eve götürür şimdi. Hem iyi de bakar hiç meraklanma."
  
Babam yatağının kenarına bıraktığı telefonunu alıp Kemal'e mesaj attı. Hiçbir şey demeden kalktığım sandalyeye tekrardan oturdum. Biraz öyle oturmaya devam ettikten sonra sandalyemi alarak pencerenin yanına geçip oturdum. Hava yavaştan kararmaya başlamıştı. Ama ay hâlâ görünüyordu. Gecenin karanlığındaki ay, ışığından hiçbir şey kaybetmemişti. Hâlâ her gördüğüm gece gibi parlamaya devam ediyordu, büyülüyordu insanı... Gözlerim yavaştan gökyüzünü bulanık görmeye başladığında gözlerimi zorla açık tutmaya çalışıyordum.
  
"Hayır baba... Yalvarırım herkes gibi bırakıp gitme beni... Sakın gitme... Özür dilerim... Seni affetmediğim için özür dilerim... Bırakıp gitme beni..." diye sayıklanıp uykudan kalktığımda terler içerisinde kalmıştım. Yatağının üzerinde yatmakta olan babama bakıp derin bir oh çektim. Kâbus görmüştüm, hem de çok kötü bir kâbus. Elimle boğazımdan akan terleri yavaşça silip perdeyi araladım. Her yerim tutulmuştu. Boynumu yavaşça önce sağ yanıma sonra sol yanıma doğru büktüm. Elimle ovaladıktan sonra bakışlarımı gökyüzüne değdirdim. Ay kaybolmuş, güneş görünmüştü. Üzerimdeki montumun cebinden telefonumu çıkartarak saate baktım. Saat 07.50 geçiyordu. Telefonumu tekrardan cebime koyup pencereden dışarıyı izlemeye başladım. Her yerde insanlar vardı. Kimisi mutlu, kimisi üzgündü; kimisi gülüyor, kimisi ağlıyordu. Dışarıda gezen insanları son derece dikkatle izleyip oturmuş olduğum sandalyeden kalkarak odadan çıkmak için yol aldım. Çok susamıştım. Bir su alıp odaya geri döndüğümde karşımda Melek ve Kemal'i gördüm.
  
"Sizin ne işiniz var burada?" dedim. "Sabah sabah yolunuzu mu şaşırdınız?"
  
"Hayır," dedi Melek. "Babanı ve seni almaya geldik. Hem Kemal de çıkış işlemlerini yaptı."
  
"Ama babam uyanmadı ki hâlâ."
  
"Birazdan uyanır, hem bekleriz ne olmuş ki?"
  
Pencerenin önünde bıraktığım sandalyemi alıp Melek'in yanına gelerek oturdum.
  
"Gece'yi getirdiniz mi?" dedim.
  
"Evet getirdik," dedi Melek. "Gelirken Kemal mamasını da verdi."
  
"İyi o zaman," dediğimde yüzünü bize dönen babama baktım. "Uyandın mı baba?" dedim.
  
"Uyandım kızım," dedi. "Melek hoş geldin. Ne zaman geldiniz?"
  
"Yeni geldik. Açıkçası sizi almak için geldik. Kemal çıkış işlemlerinizi de halletti. İstediğiniz zaman çıkabiliriz."
  
"Saat kaç ki?" diyen babama bakıp, "09.13 geçiyor," dedim.
  
"Çıkalım o zaman, neyi bekliyoruz?" dedi.
  
Kemal babama kalkması için yardım ediyorken Melek'in tekerlekli sandalyesini tutup geri adımlar atarak odadan yavaşça çıktım. Kemal ve babam hemen arkamızdan bizi takip ediyorlardı. Arabaya binip eve doğru yol aldık. Babam arabayı süremeyecek hâlde olduğu için arabayı Kemal sürdü. Yol çok kısa sürdü. Babamın evinin önünde durduğumuzda, "Bizi eve bırakıp gelseydiniz daha iyi olmaz mıydı?" dedim.
  
"Ne evi kızım?" dedi babam.
  
"Bizim Melek'le bir evimiz var ya baba?"
  
"Yok, artık babanın evinde kalacaksın kızım. İtiraz falan asla istemiyorum. Sen, Melek ve Gece artık ailemizin yeni üyelerisiniz."
  
"Ama baba..."
  
"Ama baba falan yok. Hadi inin arabadan. Yeni evinize hoş geldiniz."
  
"Hoş bulduk," dedi Melek sevinç içerisinde.
  
"Ne oldu Melek?" dedim. "Hâlinden memnun gibisin, hatta baya memnun gibisin."
  
"Olmayayım mı Aslı Allah aşkına?"
  
"Tamam Melek, gerçekten bir şey demedim. Hadi gel sandalyene oturtayım seni."
  
Sandalyeyi arabanın önüne bırakıp Melek'i oturttum. Babamlarla birlikte eve girdik. Eve girer girmez salonun ortasında bizi görünce az bir duraksayıp yüzümüze baktıktan sonra hızlıca kaçıp gözden kaybolan Gece'ye bakıp güldüm.
  
"Galiba yine yaramazlık peşinde," dedim.
  
Herkes bana bakarak güldü. Hepimiz beraber salona geçtik.
  
"Bari eşyalarımızı getirseydik," diyen Melek'e değen bakışlarım, "Sorun olmaz, hallederiz." diyen babama değdi.
  
Hayat ne garip değil mi? Daha düne kadar adının bile geçmesini istemediğim kişiye hem baba diyor, hem de evinde kalmaya başlıyordum. Hepimiz birlikte dakikalarca hiç ses etmeden televizyon izlerken kapı çalmaya başladı. İçeri gelen bayana şaşkınlıkla baktığımızda babam Melek'e bakıp, "Melek, bu senin doktorun," dedi. "Artık her gün doktorunla beraber belirli saaatlerde çalışacaksınız. Böyle daha çabuk iyileşirsin."
  
"Gerçekten mi?" dedi Melek.
  
"Evet, gerçekten. Hadi Kemal seni odana götürsün, doktorunla çalışın biraz, tamam?"
  
Melek gülümseyerek önce babama, sonra da bana baktı. Kemal, Melek'i odasına götürdüğünde doktor da Kemal'i takip ederek peşlerinden gitti. Babamla baş başa kalmıştık.
  
"Baba geçmeyecek misin odana?" dedim.
  
"Beni odama kadar götürür müsün?" dedi.
  
"Götürürüm tabii ki..."
  
Yerimden kalkıp babama destek olarak odasına kadar götürdüm. Kapıyı açtığımda gözüm ilk önce yatağın üstündeki gömleğe değdi. Sakin kalmaya çalışarak babamı yatağına kadar götürdüm.
  
"Bu gömlek hâlâ burada. Kemal neden kaldırmamış ki?" dedi.
  
Eliyle gömleği tutarak bana doğru uzattı. "Kızım bunu Kemal'e verir misin?" dedi. "O ne yapacağını bilir."
  
Titreye titreye babamın bana uzattığı gömleğe baktım. "Hayır ben götüremem," dedim.
  
"İyi misin kızım? Neden titriyorsun?"
  
Babam yatağından benim yanıma gelmek için çabaladığı sırada, "Baba gelme. Ben çıkacağım zaten," diyerek babamın odasından hızlı bir şekilde çıktım.
  
Babamın benim için hazırlattığı odaya gidip yatağıma uzandım. Boynum hâlâ çok ağrıyordu. Başımı doğru düzgün sağa sola döndüremiyordum. Elimle boynumu ovaladığım sırada kapı çaldı.
  
"Gel," demem üzerine Kemal kapıyı açıp elinde kocaman kutularla içeri girdi.
  
"Aslı Hanım," dedi elindeki kutuları yere bırakırken. "Bunlar eşyalarınız. Eğer bir eksik varsa söyleyin hemen gidip getireyim."
  
"Şey," dedim. "Gece nerede?"
  
"Ben bir bakıp geleyim."
  
Kemal'in odadan çıkması üzerine kutuları açıp eşyalarımın hepsini yerlerine koydum. Üstümdeki kıyafetleri çıkartıp yeni kıyafetler giyerek yatağıma oturduğum sırada kapı çaldı. Kemal, elinde tuttuğu Gece'yle birlikte odaya girdi. Gece'yi görür görmez oturduğum yatağımdan kalkarak gidip Kemal'in elinden aldım.
  
"Neden Gece'yi kendinden bu kadar uzak tutuyorsun?" dedim. "Kedi bu, bir şey yapmaz."
  
"Bilmiyorum Aslı Hanım. Küçüklüğümden beri kedilerden korkarım," dedi.
  
"Hani derler ya, 'Kediler çok nankördür.' Kediler nankörse eğer insanları düşünmek bile istemiyorum. Asıl nankör olan insanlardır."
  
Gece'yi alıp yatağıma doğru gittiğim sırada Kemal odadan çıkarak kapıyı kapattı. Yatağa oturarak Gece'yi hemen yanıma oturttum. Tüylerine dokunmaya başladım.
  
"Acıktın mı sen?" dedim.
  
"Miyav," dedi.
  
"Ama sen de her şeye miyav diyorsun. Şimdi nasıl anlayacağım ben seni?"
  
Gece'nin yine "Miyav," demesi üzerine kendimi tutamayıp kahkahalara boğuldum.
  
"Miyav ya miyav," dedim. "Konuş Gece'ciğim."
  
Oturmuş olduğum yatağımın üstündeki yastığı kendime doğru çekerek uzandım. Gece tam da yanımda meraklı bir şekilde odayı izliyordu.
  
"Sanırım kaçacak yer arıyorsun Gece'ciğim," der demez Gece kendisini yataktan atarak odada bir o yana, bir bu yana kaçmaya başladı. Gülerek Gece'yi seyretmeye başladım. En sonunda yoruldu sanırım, yatağımın altına girip hiç çıkmadı. Yatağımdan kalkıp odadan çıktım. Salona giderek bulduğum bir koltuğa oturdum. Tam görüş hizamdaki Melek'in doktoruna bakıp gülümseyerek ayağa kalktım. Doktor yanıma gelip, "Melek Hanım böyle azimli olduğu sürece çok kısa sürede artık yürümeye başlayacak," dedi.
  
"Gerçekten mi?" dedim.
  
"Gerçekten..."
  
"Çok teşekkür ederiz..." dedim. Doktorun adını bilmediğim için az bir duraksadım.
  
"Ben Lavin," dedi. "Lavin Yıldız."
  
"Çok memnun oldum. Bu arada ben de Aslı. Soyad kısmı biraz karışık. Buraya kadar geldiğiniz için çok teşekkür ederiz Lavin Hanım."
  
"Asıl ben teşekkür ederim Aslı. Yarın görüşmek üzere."
  
"Görüşürüz," diyerek Lavin Hanım'a dışarıya kadar eşlik ettim. Kapıyı kapatarak içeri girdim. İlk işim Melek'in odasına gitmek oldu. Melek'in odasına girer girmez, "Çok güzel geçti Aslı," dedi.
  
"Biliyorum," dedim. "Doktorunla konuştum."
  
"Ben senin şu eşyalarını yerlerine koyayım."
  
Kutuları açıp Melek'in eşyalarının hepsini yerlerine yerleştirdim. İçinde yerleştirilecek eşya kalmayan kutuları üst üste koyup bir kenara bıraktım. Melek'in yanına oturdum.
  
"Gece nerede?" dedi.
  
"Odamdaki yatağın altında," dedim gülerek.
  
"Orada ne işi var?"
  
"Kemal'e söyledim yanıma getirdi. Az biraz uslu durduktan sonra yatağın üstünden atlayıp bir o yana bir bu yana koşturmaya başladı. En son girdiği yer yatağımın altıydı. Şu an odanın içerisinde nereye koşturuyor, ne yapıyor inan hiç bilmiyorum."
  
"Allah bilir Aslı, ne yaramazlık peşindedir?"
  
"Allah bilir Melek."
  
İkimiz de kahkahalar içerisinde gülmeye başladık. Melek yüzüme bakıp, "Aslı" dedi, "Ben hâlâ daha olayın şokundan çıkmış değilim. Sen, Mehmet Kalpsiz'e baba dedin. Ve biz şu an daha düne kadar adını söylediğimde kızdığın Mehmet Kalpsiz'in evindeyiz. Bir yaklaşsana."
  
Melek'e biraz yaklaştığımda elinin tersiyle alnıma dokundu. "Ama ateşin de yok ki senin," dedi.
  
"Evet yok Melek," dedim. "Hem ben ne yaptığımın da farkındayım."
  
"Emin misin?"
  
"Eminim Melek. Çünkü korktum, bir kişiyi daha kaybetmekten korktum. Bir kişinin daha yokluğuna alışmaktan korktum. Bir kişinin daha mezarına gidip ağlamaktan korktum."
  
"Sen... Ağlar mıydın Mehmet Kalpsiz için?"
  
"Orasını bilmiyorum ama dün çok korktum. Kaybetmek için bu kadar korktuysam eğer, sanırım kaybettiğimde de ağlardım."
  
"Ve sen de affettin."
  
"Evet, affettim."
  
Melek elini bacağımın üstüne koyarak, "İyi yaptın," dedi.
  
"İyi mi yaptım?" dedim.
  
"İyi yaptın."
  
"Çıkalım mı odadan? Çok sıkıldım."
  
"Olur, çıkalım."
  
Yatağın üstünde oturmuş olan Melek'i yavaşça ayağa kaldırdım. "Tekerlekli sandalyeye mi oturacaksın?" dedim.
  
"Hayır Aslı," dedi. "Beni salona kadar götürür müsün?"
  
"Götürürüm tabii ki."
  
"Yorulacaksan eğer tekerlekli sandalyeye oturabilirim."
  
"Yok canım, ne yorulması? Ben hâlimden gayet memnunum."
  
Birlikte biraz zorlansak bile salona geçmeyi başardık. Melek'i koltuğa oturtup sırtına yaslanması için bir yastık koydum.
  
"Rahat mısın?" dedim.
  
"Evet, teşekkür ederim."
  
"Teşekkürlük bir şey yok ortada. Ben babama bakıp geleyim."
  
"Sen babana bak." Melek bana bakıp gülümsediğinde Melek'e bakarak göz kırpıp gülümsedim.
  
Babama ait olan odaya doğru yavaştan yol aldım. Kapıyı tıklattım, hiç ses vermedi. Kapıyı yavaşça aralayarak içeri baktım. Sırtüstü uzanmış, hâlâ yatıyordu.

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERWhere stories live. Discover now