2. BÖLÜM

379 23 0
                                    

10 YIL SONRA
  
Nerede olduğumu, nereye gittiğimi, neden yürüdüğümü bilmeden kapkaranlık sokakta başım yerde gözlerim dolu dolu yürüyordum. Yürüdükçe her şey geçecekmiş gibi, bütün düşüncelerim her adımımda arkamda kalıyormuş gibi hissediyordum. Tam on yıldır kullanmadığım daha doğrusu kullanacak kimseyi bulamadığım kelimeler içimde farklı bir tesir uyandırıyordu. Anne, baba.
  
Belki de bu kelimeleri kullanmaya çok ihtiyacım vardı. Etrafımda anne ve baba diyen çocukları görünce içimde umulmadık bir hüzün beliriyordu. Herkesin bir yenilgisi olduğu gibi bu da benim yenilgimdi. Rüzgâr yüzüme vuruyordu. Sanki bütün evren bana bir şey demek istiyordu. Belki de hislerimin esiri olmuştum, bilmiyordum. Bacaklarım beni koşmaya zorluyordu. Koşmamak, bağırıp çağırmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Ne bekliyordum ki, yolun sonunda her ikisini de göreceğimi mi? Küçüklüğümdeki gibi her doğum günümde pencere başında gökyüzüne bakıp dua ettiğim anlar geliyordu aklıma, "Allah'ım artık ölebilir miyim? Beni de cennetine alır mısın?" diye akşamın geç saatlerine kadar gerçekleşemeyecek olan bir şeyi diliyordum. Babaannem hep bana, onlar seni cennete bekliyorlar diyordu. İçimdeki umulmadık yankı beni yıllar sonra o kelimeleri söylemem için zorluyor gibiydi. Yıllardır kendime bile söyleyemediğim kelimeleri şu an söylememek için deliriyor gibiydim. Ama yapamıyordum. Bir boşluk vardı içimde. Çok derin bir boşluk ve ben o boşluğu dolduramıyordum, ben o boşluğu kimseyle dolduramıyordum.
  
Yürüdükçe yol uzuyor gibiydi. Tam olarak ne kadar yürüdüm bilmiyorum. Ama eve geldiğimde saat gece yarısını geçmişti. Kapıyı açar açmaz karşımda dikilmiş olan babaannemi gördüm. Tebessüm eden gözlerini bana yöneltti.
  
"İyi misin?" dedi.
  
Konuşmak istemeyen bir tavır takındım. Başımı yavaşça sallayarak, "Neden iyi olmayayım ki?" dedim. "Gayet de iyiyim."
  
Kendimi bildim bileli içimde yaşadıklarımı asla dışa vurmam. İçimde fırtınalar kopsa ses etmem. İnsanların bana acıyormuş gibi davranmalarından nefret ederim. Kimsenin bana acımasına hiçbir zaman ihtiyacım yoktu ve hiçbir zaman da olmayacaktı. Çünkü ben bana yetiyordum ve daima yeterdim. Kapıyı elimle yavaşça iteledim. Babaannem hâlâ bana hüzünlü ama hüzününü belli etmeyen bir tavırla bakıyordu.
  
"Babaanne gerçekten iyiyim. Sadece biraz dolaşmak istedim o kadar."
  
"Üzgünüm, ama ben herkes değilim. Beni kandıramazsın kızım." 
  
Babaannemin yanıtı üzerine ne diyeceğimi şaşırdım. Sadece kaçmak istiyordum. Arkama bile bakmadan sadece kaçmak. Gözlerimi yavaşca yere devirdim. "Ben uyuyacağım babaanne. Hadi iyi geceler," dedim.
  
Tam sırtımı dönmüş giderken, "Emin misin?" dedi.
  
"Neyden?"
  
"Uyuyacağından, emin misin?"
  
Ne diyeceğimi bilmiyordum. Uyuyacak mıydım gerçekten? Bundan emin değildim. Sabaha kadar gözlerimi tavana dikip uyuyamayacağımı biliyordum.
  
"Belki uyurum," dedim donuk bir sesle.
 
Hızlıca odama doğru yol aldım. Yatağıma uzandım. Düşüncelerimin beni boğmasına izin vermemeliydim. Ama her zaman içimdekilere yeniliyordum. Masanın üstünde duran takvim sayfasına istemsizce elimi uzattım.
  
"8 Mayıs," dedim fısıltılı bir sesle. "Doğduğum ama her yıl biraz daha fazla öldüğüm gün."
  
Sağ gözümde olağanca hızla yere düşmeye çalışan yaşı parmağımla yok ettim. Elimde duran takvim kâğıdını hemen kurtulmak istermişçesine buruşturup bir kenara attım. Yerimden yavaşça kalkarak yanı başımda duran çekmeceyi açtım. Her 8 Mayıs gününde çıkardığım gibi küçük kutumu çıkardım. Yıllar önce bu kutuyu bana babaannem vermişti. İçinde annemin, babamın fotoğrafları ve benim küçüklük fotoğrafım vardı. Kutuyu açtım. İçinde bulunan bütün fotoğrafları nazikçe yatağımın üzerine yaydım. Sonra dikkatimi bir şey çekti. Benim neden hiç anne ve babamla fotoğrafım yoktu? Her yıl bu kutuyu açmama rağmen bunu neden fark etmemiştim? Bu his neden hep yok sayılmıştı ruhumda?
  
Birdenbire içeri babaannem geldi. "Kızım o kadar kapıyı tıklattım niye ses vermedin?" dedi endişeli bir tavırla.
  
Önümde duran fotoğraflara o kadar dalmıştım ki babaannemin kapıyı tıklattığını bile duymamıştım.
   
"Duymamışım babaanne, özür dilerim."
  
Yavaşça bana doğru yaklaştı. Yatağın üzerine oturarak başıyla gel işareti yaptı. Ne demeye çalıştığını anlamadığım hâlde babaanneme yaklaştım.
  
"Gel," dedi. "Başını bacağıma koy."
  
Her ne kadar kendimi geri çekmeye çalışsam da buna çok ihtiyacım olduğunu biliyordum. Başımı babaannemin bacağına koyarak uzandım. Elimde duran fotoğrafa baktım kendime engel olamadan gözlerim doldu.
  
"Babaanne," dedim titreyen sesimle. "Niye yoklar yanımda? Niye sadece elimde duran fotoğraflarla yetiniyorum? Niye gerçekten karşımda durup gülümsemiyorlar? İhtiyacım var babaane yemin ederim ki onların gülümsemesini görmeye ihtiyacım var. Hem de hiçbir şeye ihtiyacım olmadığı kadar. Yorgunum babaanne ne hissettiğimi ya da neden hissettiğimi bilmiyorum. Ama bir şeyi çok iyi biliyorum. Babaanne, benim onları görmeye ihtiyacım var... Bunun için ölmem mi gerekiyor bilmiyorum ama, biraz ölmeye ihtiyacım var. Görmeye ihtiyacım var babaanne. Anlıyor musun beni?"
  
"Anlıyorum kızım. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Belki de susmalıyız. İnan ki sessizliğin anlatacak çok şeyi var. Susmalı ve sadece dinlemeliyiz..."
  
Hatırladığım kadarıyla en son elimde duran fotoğrafa bakarak ağlamamı engellemeye çalışıyordum. Ne zaman uyuduğumu bilmiyorum. Sabah kalktığımda elimde ne bir fotoğraf vardı ne de babaannem yanımdaydı. Ben uyuyana kadar yanı başımda beklemiş olmalıydı. Sonra da üstümü örtüp odasına gitmişti. Yerimden kalktım. Odamın kapısını babaannem uyanmasın diye yavaşça açtım. Salona geçtim. Koltukta oturmuş gözleri dolu bir şekilde elindeki defterin kapağına bakan babaannemi gördüm. Soru dolu gözlerle bulunduğum yerden hiç kıpırdamadan babaanneme bakmaya devam ettim. Geldiğimi fark etmesi üç dakika sürdü. Benden yanına gitmemi istedi. Babaannemin yanına oturdum. Elindeki defteri bana doğru uzattı.
  
"Al kızım," dedi.
  
"Bu ne defteri babaanne?"
  
Sorduğum soru üzerine babaannem az duyulur bir sesle, "Bu defter annenin defteri kızım," dedi. "Annen bu deftere bütün hayatını yazmış. Ama ben hiç okumadım, okuyamadım daha doğrusu. Bunu okumak senin hakkın. Doğru düzgün tanıyamadığın anneni tanımak senin hakkın. Al bu defteri hiç kaybetme olur mu? Çünkü senin annen bu defterde saklı. Sen anneni bu defterle tanıyacaksın."
  
Gözlerim doldu. İçim ürperdi. Annemi tanımaya hazır mıydım bilmiyordum. Hiç kıpırdamadan elimde duran deftere dakikalarca baktım. Annem şu an ellerimdeymiş gibi hissediyordum. Belki benden de bahsetmiştir. Olmaz mı? İçimdeki dayanılamaz duygu karışıklılığına engel olamıyordum. Defteri şimdi açıp okumamak için can atıyordum ama nedense okumak için gerekli olan cesareti kendimde bulamıyordum. Babaanneme yüzümü döndüm.
  
"Bu, bu cidden annemin defteri mi?"
  
"Evet kızım," dedi babaannem tebessüm ederek. "Bu cidden annenin defteri."
  
Çok karışık bir durum içerisindeydim. Resmen gülerek ağlıyordum. "Of," dedim derin bir iç çekerek. "Çok özledim, çok özledim."
  
Gözümden akan yaşları elimle yok ettim. Yerimden kalkarak babaanneme baktım. Küçük bir tebessüm ettim. Odama giderek dokunmaya bile kıyamadığım defteri kitaplığımın en üst rafına koydum. Defteri tekrardan elime aldım. Elim titreye titreye ilk sayfasını açtım.
  
"Sessizdim bilmeliydin..." yazıyordu. Hem de kocaman harflerle. Annem bunu kime hitaben yazmıştı ki? Sanırım annemin defterini okumak için uygun zaman şu an değildi. Defteri yavaşça kitaplığımın üst rafına yeniden yerleştirdim. Dakikalarca gözümü bile kırpmadan deftere baktım. Ne düşündüğümü bilmiyordum. Sadece düşünüyordum. Hiçbir şey düşünmemek de düşünmek değil midir? Gözlerim dolu doluydu. Dudaklarım durmadan bir şeyler fısıldıyordu, duymuyordum. Ama yüreğim, yüreğim özlemişti bunu hissedebiliyordum.
  
"Anne..."
  
Birden kendime geldim. Tam on yıldır söyleyemediğim kelimeyi yüksek sesle söylemiştim. Hangi duygu, hangi his yıllardır söyleyemediğim kelimeyi bana söyletebilmişti? Bilmiyordum. Bunu hemen babaanneme söylemek istiyordum. Hem de bağıra bağıra anne demek istiyordum. Bunu duymayı en çok babaannem hak ediyordu.
  
Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle odamdan çıktım. Salona geçtiğimde babaannem yoktu. Belki de odasına gitmiştir diye düşündüm. Babannemin odasının kapısını tıklattım. İçeriden hiç ses gelmedi.
  
"Babaanne!" dedim. Hayatımda ilk defa bu kadar mutluydum. "Babaanne uyudun mu? Sana çok sevinçli bir haberim var. Çok mutlu olacaksın biliyorum. Hadi aç kapıyı."
  
Yüzümdeki gülümse kaybolmak istemiyormuşçasına yavaşça yok oluverdi. Elimi uzatmak istemiyormuş gibi kapının koluna attım. Neden bilmiyorum ama içimde korkulu bir tedirginlik vardı. Babaannemin odasına girdim. Babaannem yatağında uzanmıştı. Çok rahatlamıştım.
  
"Sanırım uyumuş," dedim kendi kendime.
  
Yavaşça odadan dışarı çıktım. Galiba babaannem bütün gece uyumamıştı. Onu uyandırmamalıydım. Ne de olsa sonra bağıra bağıra anne derdim. Babaannem şimdi dinlenmeliydi. Tekrardan odama gittim. Sabah olmasına rağmen yerimden kalkacak hâlim yoktu. Yatağıma uzandım. Yüzümü annemin defterine döndüm.
  
"Hatırlayamadığım kokunu ne kadar da çok özledim anne. Keşke yanımda olsaydın. Gülmek isterdim seninle birlikte ya da gözlerine bakınca hissetmek isterdim kalbinde haykıran çığlıkları. Ama yoksun, yoksun işte. Yanımda değilsin. Seni göremiyorum, sana sarılamıyorum, seninle gülemiyorum. En acısı da bu zaten; seninle gülemiyorum, sana gülemiyorum, bana gülemiyorsun."
  
İnsan hatırlayamadığı şeyi özler miydi? Ben özlemiştim. Annemin kokusunu özlemiştim. En acıklı cümleydi sanırım özlemek. Özlemekle birlikte ölmek. İçten içe ölmek... Kendi kendime konuşurken uykuya dalmıştım. Uyandığımda saat on ikiye gelmek üzereydi.
  
"Babaannem acaba uyanmış mıdır?" diye düşündüm.
  
Yatağımdan kalkarak "Babaanne!" diye seslendim yüzümde kocaman bir gülümsemeyle. Koşar adımlarla babaannemin odasına gittim. Kapıyı açar açmaz, "Bak babaanne artık söyleyebiliyorum; anne," dedim.
  
Babaannem yüzüme bile bakmamıştı.
  
"N'oldu babaanne yoksa sevinmedin mi? Uyanmadın mı hâlâ?"
  
Endişeyle babaanneme doğru gittim. Omzundan tuttum. Kendime doğru çevirmeye çalıştım. Birden babaannemin bembeyaz olmuş yüzünü gördüm. Korku dolu gözlerle kendimi geriye doğru çektim. Titriyordum, az önceki gülümsememden eser kalmamıştı. Yaklaşık yarım saat kadar donuk bir vaziyette babaannemi seyrettim.
  
"Olamaz. Babaanne. Beni bırakamazsın."

BANA ÇOCUKLUĞUMU VERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin