-BÖLÜM ON SEKİZ-

9 8 0
                                    

(Medya: Patra sarayı.)

Bölüm On Yedi Sonu;

"Karşımdaki asker bir talpinhum ani bir şekilde kılıcını bacağıma salladı. Karşı hamle yapamadan saniyeler sonra kendimi acı içinde yerde buldum.

Yenilmişliğin verdiği çaresizlikle sol gözümden bir damla süzüldü. Göğe baktım ve fısıldadım.

'Hayır, şimdi olmaz. Yaşamam gerekiyor.'

Karanlık gökyüzüyle arama bir talpinhumun hırslı suratı girdi. Kılıcını göğe kaldırdı ve sivri tarafını bana çevirerek bekledi. Burnundan soluduğunu görebiliyordum. Kılıç gözümü ısırırcasına parlıyordu. Kaçacak herhangi bir yerim, yapacak herhangi bir hamlem kalmamıştı. Bacağımda çok derin bir yaram vardı ve şimdiden kaybettiğim kan beni halsizleştirmeye yetmişti. Çevrem sarılmıştı ve belli ki halkımdan hiçbiri bana ulaşamıyordu.

Evet, sonum gelmişti. Bu gerçekle bir kez daha fısıldadım.

' Hayır... Şimdi olmaz...' "

-Bölüm On Sekiz-

*Yazar Anlatımı*

Talpinhum, kılıcını daha sıkı kavradı. Yerde yatan bir insandı ve gözlerini kapatsa sanki durum onun için daha kolay olacaktı. O ve arkadaşları doğdukları andan itibaren bir insanla savaşabilmek için eğitilmişlerdi. Ama yine de türünün bahşettiği bu içgüdü; karşısındaki kralla savaştığı kadar savaşıyordu kendisiyle.

Gözlerini kapatmak istedi ama yapamazdı. Bu, savaş için çok aptalca bir hareket olurdu. Kral ona karşı koyamayacak kadar halsizleşmişti ama onunla savaşabilseydi eğer her şey çok daha kolay olacaktı. Az önce bacağına ölümcül bir yara bırakan o değilmiş gibi tuttu nefesini ve acısına rağmen cesaretini ortaya sererek dimdik gözlerine bakan, nemli ela gözlerden kaçırdı gözlerini. Şimdi baktığı, kralın başının yanındaki topraktı. Evet... Tahmin ettiği gibi böyle daha kolay olacaktı.

Görmeden hedef aldı kralın kalbini ve hamlesini yapacağı an keskin bir acı hissetti bileğinde. Bakışlarını topraktan alıp acının yoğunlaştığı yere götürdü. Bir ok bileğine saplanmıştı.

Kılıcı elinden düştü ve acıyla çevresine baktı. Belli ki Pasin ordusundan birileri Kralı korumak konusunda başarılı olmaya kararlıydı. Ama kendini bildiğinden beri aşina olduğu eğitim arkadaşlarından başkasını göremiyordu. Saldırının ardından anında çevresine sarıp siper almaları da bunun bir sebebiydi.

Çevresinde ki hareketlilik arttı, arkadaşları onu ve kralı sarmış bir şekilde savaşıyorlardı. Acıyla tekrar baktı bileğine ve saplanmış bir okla savaşa devam edip edemeyeceği konusunda karar vermeye çalıştı.

Ama hata yaptığı bir konu vardı, savaş meydanının ortasında savaşan bir askerin herhangi bir yaralanma dikkatini bu kadar dağıtmamalıydı. Birkaç dakika içinde kalbine aldığı kılıç darbesi ise bu hatanın acı bedeli oldu.

Celladı; kazanmaya odaklanmış kraldı. Hedefi uğrunda alınacak canlar varsa eğer elleri daha fazla temiz kalamayacaktı. Yarasına ve kan kaybına rağmen bu başarılı hamlesinden sonra, talpinhum ondan daha iyi bir savaşçı olmadığını kabullendiğinde bu dünyaya gözlerini yummak üzereydi.

***

Kral dairesine kesinlikle girmemeleri konusunda emir almış talpinhumlar, dairenin siyah kapısını an geçtikçe daha da ısrarlı çaldılar. Ardı ardına tekrarlanan cümleyi duymamakta ısrarcıydı kral.

" Kralımız Gazel! Pasin ordusu Patra'ya girdi! "

Pasin ordusunun savaş haberini Yüce Divan'dan aldıklarından beri bu kapıyı aşındırıyorlardı. Ordunun her adımını haber verdiler. Ama Gazel ne kapıyı açtı ne de onlara cevap verdi. Kulaklarına ilişen tek ses Pasin ordusunun haberini verdikleri an daha da şiddetlenen kraliçenin yardım çığlıklarıydı. Belli ki içeride bir arbede oluyordu. Ama aldıkları emir devasa kapıyı açmamaları için geçerli bir sebepti. Çaresizce komutanlarına ihtiyaç duyduklarını haykırmaya çalıştılar ama ne yaptılarsa karşılık alamadılar.

Gazel iri bedenine rağmen, kraliçeye hakim olamıyordu. Hakim olamadığı her an hırslı solukları ciğerlerini deliyor, mümkünmüş gibi gözleri arzuyla daha fazla kararıyordu.

" Geldi işte Rüzgar, pislik herif!" diye haykırdı Ahles ve yırtılmış yakasının açılmasın aldırış etmeden bedenini gazelin hapsinden kurtarmaya çalıştı.

" Direnmezsen..." dedi Gazel soluk soluğa, ardından nefesini toplayıp devam etti. " kralının olursun."

Cümlesinin ardından Ahles midesinde beliren öğürme isteğini yüzünü buruşturarak bastırdı. Eteği sıyırılmış çıplak bacaklarında Gazel'in ellerini hissettiği an çaresizlikle bağırmaya başladı bir kez daha.

" Rüzgar!" diye defalarca bağırdı, boğazı acıyana kadar yükseltti sesini.

" Yardım edin!" diye bağırdı bu kez, muhatabı hala yumruklarla sarsılan kapıydı. Ama nafile çabasının farkındaydı.

Kral kraliçenin sonuçsuz çabasına o pis sırıtışını takındı tekrar soluklarının arasından. Karşısında kraliçesini böylesine güçsüz bırakmak hoşuna gidiyor, kendisini güçlü hissetmesine sebep oluyordu ve onun açısından durumu daha keyifli hale getiriyordu. Dokunduğu her yeri acıyla yakan elleri biraz daha kavradı bacağını bu düşünceyle ve Ahles'i daha fazla çaresiz bırakmak istercesine dokunulmaması gereken yerlerine biraz daha ilerledi.

" Bırak beni!" diye bağırdı bu kez kraliçe, sesi artık çatallanmaya başlamıştı ve titreyişinden ağladığı anlaşılıyordu. Bütün ağırlığını onun üzerine vermesine rağmen Ahles'in Gazel'i böylesine zorlamasına hayranlıkla baktı kral ve yırtık yakasından davetkar bir şekilde kendisine göz kırpan beyaz tene dudaklarını yaklaştırdı.

Ahles'e öldüğünü hissettiren göğsünde hayat bulan ıslak öpücüktü. Ellerini kralın omuzlarını koyup itelemeye çalışıyordu ama başarılı olamıyordu. Başaramadığı her an kalbi acıyor, sanki bedeni kor ateşlerde yanıyordu.

Ruhu acıyordu. Bir öpücük daha hissetti ve bu kez gizleyemeden sesli bir şekilde öğürdü ama kral duymadı, herşeye kulaklarını tıkamış gibiydi.

Çaresizce bir kez daha bağırdı kraliçe.

" Rüzgar!"

Onun titrek sesine elbisesinin boydan boya yırtılmasının ince sesi eşlik etti. Artık yalnızca iç çamaşırlarıylaydı. Direnmeye gücü kalmamış, kurtulacağına dair umudu tükenmişti.

Ama tam o an odayı dolduran camın kırılma sesi umutlarının yeniden dirilmesine sebep olmuştu. Gözü içeriye düşen bir taş parçası aradı ama bulamadı, Gazel ilk kez dikkatini kraliçenin bedeninden alıp cama verdiği an kraliçe bu anı değerlendirdi ve kralın iki bacağı arasında kalan bacağını hızla büküp bütün gücüyle krala sert bir darbe indirdi.

Zaten dikkati dağılmış olan kral bu darbenin üzerine acıyla inledi ve bedenini Ahles'in üzerinden kaldırıp yan tarafa bıraktı. Ne kadar acı çektiği yüzündeki ifadeden ve kıvranan bedeninden anlaşılıyordu. Ahles vakit kaybetmeden ayaklandı ve önüne gelen ilk cismi krala doğru savurdu.

Ancak kral bayıldığında, Ahles odaya parçaları dağılan tahta sandalyenin elinde kalan parçasına odaklanabildi.

Önce afalladı ama içinde bariz hissettiği rahatlamayla mırıldandı.

"Geber şerefsiz..."

Ardından vakit kaybetmeden, odadan çıkacak bir delik aradı. Gazel'in ceplerine baktı, odanın bütün çekmecelerini karıştırdı. Bakılabilecek heryere baktı ama anahtarları bulamadı. Her adımında hemen kendine gelecekmiş gibi Gazel'i kontrol ediyordu. Çıkış yolu bulamadıkça elleri titriyor, nefes alışverişleri sıklaşıyordu. Olduğu yerde dikleşti ve düşünceli bir şekilde çevresine baktı. Bir çözüm yolu düşünüyordu. Sıkıntıyla bir nefes verdi ve önüne düşen kızıllarının tutamlarını tek harekette geriye attı.

Ardından tekrar bir cam kırılma sesiyle kendine geldi ve odanın içinde bir hareketlilik hissetti. Dikkatini verdiğinde karşısında gördüğü bir çift ela gözdü.

- Bölüm Sonu -

Merhabalar ben geldiim. Kısa bir bölüm oldu ama etkili oldu bence :) iyi okumalar ve lütfen hala oy vermediyseniz oylarınızı bekliyorum. Tabii yorumlarınızı da...

Bir dahaki bölüm görüşmek üzere ❤️

ŞizofrenDonde viven las historias. Descúbrelo ahora