2.5

18 8 5
                                    

🦋

Leyla Alvanoğlu

Geldiğimiz tatil beldesinde her şey sakin ve durağandı.

Üstümdeki salaş, mavi elbisem rüzgarın etkisiyle uçuşurken bir yandan da başımdaki hasır şapkayı tutmaya çalışıyordum. Diğer elimde de piknik sepetimiz vardı. Sert bir rüzgar daha çıkıp saçlarımı karman çorman ettiği sırada arkama dönüp kiraladığımız şemsiyeyi taşıyan Şafak'a seslendim.

"Fazla mı rüzgar çıktı sanki?"

Omzunu silkip yürümeye devam etti.

"Plaja gelmek isteyen sendin."

"Ha sen gelmek istemiyordun yani? Peki geri dönelim o zaman."

Adımlarımı geldiğimiz yöne doğru yönelttim. Onun yanından geçtiğim sırada elini bileğime sarıp beni dans eder gibi kendi etrafımda döndürdü ve yönüm tekrar plaja dönerken ellerimiz birleişti.

"Öyle mi dedim ben şimdi?"

Kafamı başka yöne çevirerek küskünce "Nasıl dedin ya?" diye sordum. Elli bir yaşımda olmama rağmen bugün kesinlikle şımarık kızı oynuyordum. Çünkü kafasının başka konular yerine benim şımarıklarımla meşgul olması daha iyiydi.

"Plaja gelmeyi sen istedin ben de bu fikri çok beğenerek hatta bayıla bayıla hatta ve hatta çok seve seve kabul ettim demek iste- "

Sözünü bitiremeden önümüzden dondurmasını yalayarak geçen küçük bir kızı gördü ve gözleri onda takılı kaldı. Bu sıralar her şey ona Giz'i hatırlatıyordu.

Burnumdan sıkıntılı bir nefes verirken elimi yukarı doğru kaldırdım ve çenesini tutarak yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Elimi kaldırdığım sırada bileğimdeki hasır sepet koluma doğru kaymıştı.

Öpücüğümle başını eğip ayaklarına bakarak yürümeye devam etti. Ben de yüreğimdeki sıkışıklığı kaşlarımın arasına hapsederek yanında yürüdüm. O sırada üç tane kelebek ilk başta birbirinden bağımsız olarak etrafımızda dönüp sonradan başlarımızın üzerinde birleşti ve gökyüzüne uçtu.

"Şunlara bak!"

"Bunlar.. neden bu kadar siyahlar?"

Şafak'ın anlam veremeyerek sorduğu sorunun cevabı bende de yoktu. Ama kesin olan tek bir şey vardı ki dünden beri etrafta siyah kelebekler uçuşuyordu. Belki de yüreğimizdeki sıkışmanın sebeplerinden biri de buydu.

Biraz sonra plaja vardığımızda Şafak kolunun arasına sıkıştırdığı şemsiyeyi açtı ve kuma sapladı. Ben de piknik sepetinden çıkarttığım kırmızı renk pötikareli piknik örtüsünü kumlara serdim. Plaj hâlâ kalabalıktı ama sert esen rüzgarın etkisiyle bazıları gitmişti. Bir ara biz de geri dönmeyi düşünmüştük ama zaten denize girmeyeceğimiz için rüzgarın o kadar rahatsız etmeyeceğine kanaat getirmiştik.

Piknik sepetinden limonlu gazozlarımızı da çıkardıktan sonra kumlara serdiğim örtüye yan yana oturduk. Deniz kıyısından beş, altı metre kadar uzaktaydık.

Şafak gazozların kapağını açtıktan sonra bir gazoz şişesini bana uzattı ve aynı anda limonlu gazozlarımızdan bir yudum aldık.

"Ah bu hissi özlemişim!"

Aynı anda konuşmamızla ilk başta şaşkınca birbirimize baksak da sonradan ikimiz de içten bir şekilde güldük.

Limonlu gazozun bizim için özel bir anlamı vardı. Ama marifet gazozun tadına değildi, marifet gazozumuzu yudumlarken yaptığımız sohbetin tadındaydı.

MariposaWhere stories live. Discover now