39. Bölüm - Misafir

En başından başla
                                    

"Bu sürede seni burada yalnız mı bıraktı?" derken ses tonundan anladığım kadarıyla sinirlenmeye başlıyordu.

Cevap vermemi ise beklemedi. "Ne kadarlığına yalnız bıraktı seni Eva?" diye sordu.

Önemi yokmuş gibi omuz silkerek, "Muhtemelen sadece birkaç hafta." dedim.

"Lanet olası kadın!" diye kükrerken, yumruk olmuş elleriyle sanki vuracak bir şeyler ya da birilerini arıyormuş gibi etrafa bakıyordu.

Sonra bir anda sanki bir aydınlanma yaşamış gibi durdu ve sırıtmaya başladı.

Aklından neler geçirmiş olabileceğini tahmin bile edemeyeceğimi biliyordum.

Yakışıklı yüzünde içimi titreten bir gülümsemeyle bana döndü. "Burada yalnız kalamazsın."

Ben de bıraktığı etkiyi umursamadım. "Kalabilirim." dedim tek kaşımı kaldırıp meydan okuyan bir ifadeyle.

Dudakları seğirdi, gidip Saya'nın sandalyesine oturdu ve ayaklarını masanın üzerinde atıp çapraz bir şekilde birleştirdi ve tembel bir gülümseme oturttu yüzüne. "Maalesef kalamayacaksın." 

Tek kaşını kaldırarak itiraz etmemi bekler gibi bana bakmaya başladı. "Çünkü o gelene kadar ben de burada kalacağım."

Sonra oyuncu bir ifadeyle sağ elini kalbinin üzerine koydu. Yüzüne yapmacıktan üzgün bir ifade vardı. "Beni evinden kovmayacaksın değil mi Eva?"

Güldüm, elimle etrafı gösterip, "Keyfine bak." dedim.

Biliyordum ki onun standartlarına göre burası bir ahırdan farksızdı. Ancak, benim evim ve yuvamdı. Bu yüzden eğer yüzünde en ufak bir küçümseme görürsem onu gerçekten kovacaktım.

Fakat Lance etrafına bakmadı bile. Gözleri tembel tembel üzerimde gezindikten sonra bakışları benimkilere kenetlendi ve dudakları kıvrıldı. "Bak işte bu gerçekten güzel bir elbise." dedi, üzerimdeki havluyu kastederek. Yüzündeki alaycı ifadenin yerini; şehvetle keskinleşmiş ve iyice belirginleşmiş yüz hatları alırken, sesi ise şakacı tonunu kaybetmiş ve yerini; tüm bedenimi ürperten boğuk ve hırıltılı bir tona bırakmıştı.

Bana hissettirdiklerine rağmen, bu kez oyuncu bir ifade takınan bendim. "Kesinlikle." derken bedenime sardığım ve beni tam olarak kapatmaktan aciz havlumla etrafımda yavaşça dönüp, her açıdan beni görmesini sağladım. "Belki de mütevazı gardırobuma birkaç tane eklemeliyim."

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım ve "Sen ne dersin?" diye ekledim.

Gözleri parladı. "Tabi... Neden olmasın? Elbette, seni gören her dişi sineği bile öldürmemi istiyorsan." diye karşılık verdi.

Gözlerimi devirdim ve yavaşça yanına gidip, avucumu yanağına koydum. "Lance, gerçekten başımın çaresine bakabilirim. Burada kalmak zorunda değilsin."

Bir bakıcıya ihtiyacım yoktu. Eğer burada kalmak istiyorsa benimle birlikte kalmak istediği için kalsın istiyordum. Bir çocukmuşum gibi bana göz kulak olmak için değil.

Kafasını hafifçe kaldırıp bana baktı, yüzündeki ifade ciddiydi. "Kalmak istiyorum."

Ehh... Kendi bilirdi, madem kalmak istiyordu...

Hafifçe geri çekilip, "O zaman rica etsem, bir işe yarayıp şu leğeni arka bahçeye döker misin?" diyerek elimle banyo suyunun bulunduğu leğeni işaret ettim.

Tek kaşını kaldırarak kuşkuyla bana baktı. "Eğer beni vazgeçirmeye çalışıyorsan, çok beklersin tatlım." duraksadı ve bir şey düşünüyormuş gibi kafasını yana eğerek kararmış bakışlarını üstümde gezdirdi. "Sonuçta senin, sadece çıplak olarak dolaşmana izin vereceğim birkaç haftadan bahsediyoruz burada."

Homurdandım ancak bacaklarımın arası karıncalanmaya başlamıştı bile. Lance gülerek hiçbir ağırlığı yokmuş gibi leğeni alıp giderken, "Üstüne bir şeyler giymek gibi bir hata yapma." dedi ikaz eder gibi.

Zaten istesem de giyemezdim çünkü gitmesiyle gelmesi bir olmuştu. Kapıda durup alev alev yanan gözlerini gözlerime dikti. Bakışlarını benden ayırmadan yavaşça içeri girip kapıyı kapattı ve kilitledi. Sesli bir şekilde yutkundum, o ise dişlerini göstererek gülümsedi.

Lance ile gece boyunca biraz meşgul olduğumuzdan, uyandığımda öğlen olmuştu. Her yerim ağrıyordu ve morluklarıma yenilerinin eklendiğine emindim.

Bir an geceden kalma anları düşündüm ve kızardım. Uyuyabildiğimde, daha doğrusu uyumama izin verdiğinde güneş doğuyordu. Üstüme çarşafımı dolayıp yataktan kalktım ve etrafıma bakındım. Lance yoktu ama masanın yanında ikisi büyük, biri küçük olmak üzere üç tane sepet vardı.

Yaklaşarak içlerine baktım. Vay canına! Görebildiğim kadarıyla büyük olan sepetler ağzına kadar yemek doluydu; Ekmekler, birkaç çeşit peynir, meyveler ve hamur işleri...

Bunlar ne zaman gelmişti?

Küçük olanında ise sadece bir kaç şişe vardı. İçlerinde şarap olduğunu düşünüp, şişelerden birini alıp kapaktaki mantarı çıkardım ve kokladım. Şarabın o ekşi kokusu burnumu yakar diye düşünmüştüm ama ekşi kokunun yerine şekerli ve mayhoş bir koku vardı.

Şişeyi dudaklarıma dayayıp yavaşça tadına baktım. Müthişti!... Daha önce köyde düzenlenen şenliklerde birkaç kez şarabın tadına bakmıştım. Kesinlikle iğrençti ve hiç buna benzemiyordu. Bu içtiğim neydi ki?

Omuzlarımı silkerek, bir çeşit meyve suyu olduğuna karar verdim ve şişeyi bırakmayıp ara ara içmeye devam ederek günlük rutinimi yapmaya başladım.

Önce yine iki damla olacak şekilde gebelik önleyici o ilaçtan içtim. Sonra hızlı bir banyo yaptım. Kendimle ilgilenmeyi hallettiğim an ilk işim, dün gece üstünde yaptıklarımızdan sonra masayı iyice silip, temizlemek oldu.

Sepettekileri masaya dizdim, evi toparladım, hayvanlara yemlerini verdim, masadaki yemeklerden yerken elimdeki şişeyi bitirdiğim için yenisini açtım ve içmeye devam ettim.

Lance hâlâ yoktu ve kalkalı henüz birkaç saat olmuş olmasına rağmen uykum gelmişti. Kesinlikle kendimi iyi hissetmiyordum. Yatağa yattığım an ise uyuyakaldım.

Vücudumda gezinen ıslak bir şeyler vardı. Bacaklarımın arasında hareket eden parmakları hissettim ve gözlerimi kırpıştırarak yavaşça açtım. Lance sonunda gelmişti, kendimi iyi hissediyordum ve uykumu da almıştım.

"Sonunda uyanabildin." dedi homurdanarak.

Sonra hafifçe kıkırdayıp, "Alkole olan düşkünlüğünden haberim yoktu." dedi. Onu göremesem de boynumda gezinen dudaklarından şu anda sırıttığını anlayabiliyordum.

Dudakları boynumla ilgilenmeye devam ederken, "Alkol mü?" diye sordum çatlak ve kısık bir sesle.

"Hımmm"

Alnım kafa karışıklığıyla kırıştı, "Ben sadece meyve suyundan içtim." diye itiraz ettim.

Kafasını kaldırarak keyifli bir ifadeyle bana baktı. "Tatlım o bir böğürtlen şarabıydı, meyve suyu değil."

Şaşkınlıkla kendi kendime söverek homurdandım. Sabah daha kahvaltı bile yapmadan, bir ayyaş gibi şaraba saldırmış ve birkaç saat içinde bir buçuk şişe içmiştim.

Küstah bir sesle, "Şanslısın ki, içtiğin şarap iyi kalitede bir şaraptı. Yoksa şu an baş ağrısından kıvranıyor olurdun." dedi ve dudaklarıyla yaptığı işe geri döndü...


Lütfen aklınıza takılan bir şey olduğunda yorumlarda benimle paylaşın, cevap vermekten mutluluk duyarım.

Olumsuz her eleştirinizle kendimi ve kitabımı geliştirmemi sağlarken, her olumlu düşüncenizle günümü aydınlatırsınız.

Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere...

EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin