Sonra derin bir iç geçirerek, elini uzatıp kitabımı aldı ve çevirip tekrar verdi. Lanet olsun! Kitabı ters tutuyormuşum.

Göz ucuyla olsa bile ukala bir tavırla omuz silktiğini görebilmiştim. "Belki böyle daha rahat okursun." derken ise hâlâ ona bakamıyor olsamda, şu an o kahrolası dudaklarının gülmek üzereymiş gibi seğirdiğinden emindim.

Ayrıca, gözlerinin akına kadar kızarmak böyle bir şey olsa gerekti. Utancımdan kafamı kaldıramadım, bakışlarımı o aptal kitaptan çekemedim. Cevap olaraksa sadece homurdandım.

"Kızardın." dedi nazik bir ses tonuyla. 

Elbette fark edecekti değil mi?

O an için; artık hayattan ve gelecekten tek beklentim, beni utancımla yalnız bırakıp gitmesini istemekten başka bir şey değildi. Ancak o şakacı bir tavırla omzuyla, omuzumu dürttü.

Homurdanır gibi, "Kes şunu." dedim.

Keyifli bir ses tonuyla, "Varlığım, seni rahatsız etmiş gibi görünüyor. Ben de daha çok üstüne gelip bunun tadını çıkarayım diyorum." dedi.

Tekrar homurdanmama ise, yine omzuyla omzumu dürterek karşılık verdi.

"Biliyor musun? Utanınca acayip sevimli oluyorsun." 

Yüzümü buruşturmaktan kendimi alamadım ve bu sefer kafamı gömdüğüm kitaptan nihayet kaldırdım. Ardındansa doğruca, o muzip parıltılarla parlayan  gözlerine bakıp, "Sana kes şunu diyorum." deyip duraksayarak cesaretlendirici olacağını umduğum derin bir nefes aldım. "Beni rahat bırak. Seni görmek istemiyorum, seninle konuşmak istemiyorum, var olduğunu bile unutmak istiyorum. Anlıyor musun?" diyerek yine elimi sanki onu kışkışlar gibi sallayıp, "Git buradan artık." dedim.

Bir tepki, ya da cevap vermesini beklemeden, ciddi bir tavırla tekrar kitaba odaklanmaya çalıştım. Hemen sonra omzuyla beni tekrar dürtünce, ona yandan ters bir bakış attım. Yüzünde gülmek üzereymiş de kendini zor tutuyormuş gibi hafif sırıtarak baktığı, o mükemmel ifade vardı. Dişlerini alt dudağına geçirmişti. Hay lanet, mükemmel mi?

Elini kalbinin üstüne koydu ve oyuncu bir ifadeyle, "Bu sözlerinle gerçekten kalbimi kırmayı başarırdın ama..." deyip duraksayarak küstahça göz kırptı. "Bir keresinde, bilge bir kızın bana; Söylenen sözlerin değil, yapılan eylemlerin önemli olduğunu söylediği için şanslısın." dedi.

Kafasıyla kitabımı işaret etti ve sırıttı. "Şu kitabı ters tutmuyor olsaydın; belki de bana, gerçekten beni umursamadığını düşündürebilirdin."

Panikle kafamı çevirip kitaba baktım. Yine ters tutmuyordum değil mi? Hayır, tutmuyordum.

Kahkahalarla başını geriye doğru attı. Hatta ben bile sırıtmak üzereydim. Ona karşı yumuşamak istemiyordum. Sinsice aklıma giriyor ve aramıza örmeye çalıştığım duvarları yavaş yavaş yıkıyordu. Bu konuda inatçı ve ısrarcıydı. Niye beni bu kadar zorluyordu? Kalkıp gidebilirdim ama yapamıyordum da... Neden?

Ben de o an için yapabileceğim tek şeyi yapıp ona arkamı dönerek oturmaya başladım. Muhtemelen bu, yapabileceğim en saçma ve çocukça tepkiler arasında üst sıralardaydı ancak gerçekten umurumda değildi.

Ancak hemen sonra umursamaz bir tavırla omuzlarımı silkmem ve "Sen bilirsin. Neye inanmak istiyorsan ona inan." demem bence nihayet aklımın başıma gelmeye başladığının ispatı gibiydi.

Derin bir nefes aldığımdaysa, tüm hücrelerime kadar baş döndürücü kokusuyla sarmalandım sanki. Kahretsin çok güzel kokuyordu. Üst notalarda nane, alt notalarında amber izleri, vanilya ve sanki ona özgü bir koku daha vardı. Neydi bu? Mis gibi temiz bir kokuydu, yeni yıkanmış çarşaflar gibi...

EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kitap)Where stories live. Discover now