2

121 15 16
                                    

Sabah kapının tekmelenmesiyle uyanıyorum adeta. Uyanıyorum ama birkaç saat önce yattığımdan hâlâ uyuyor gibiyim. Yürürken masaya çarpıyorum, kül tablası yere düşüyor. Bir an eğilip onu yerden almak isterken, kapı hâlâ ısrarlı bir şekilde çalmaya devam ediyor. O sıra mutfak kapısının önünde kırılmış bir şarap şişesi görüyorum.

"Biz dün gece şarap mı içtik?"

Bir sağa bir sola derken kapının önündeyim. Anahtarı tam iki tur sağa çeviriyorum, üst kilit zaten açık ve kapıyı açıyorum. O an arkamdan bir kedi geçtiğine yemin edebilirim.

Birisi tanıdık, diğerlerini pek tanıdığımı söyleyemeyeceğim insanlar kapının önünde duruyorlar.

"Kim Jongin. Sen misin?"

Açıkça söylemeliyim ki adımın bu tonda söylenmesi beni biraz korkutuyor. Çünkü bunu söyleyen bir polis. Çok düzgün olmayan bir ses tonuyla cevap veriyorum. "Evet, " diyorum.
Bu şekilde dört polis neden sabahın köründe beni bir yere davet etsin ki diye düşünürken, gözüm kapıcının nefret dolu bakışlarına takılıyor.

"Dün gece karşı komşunuz öldürülmüş! İfadeniz için emniyete kadar gelmeniz gerekiyor."

Emniyet müdürlüğüne götürülüyorum. İçeride iki tane sivil polis beni bekliyor. Cinayet masasından olduklarını anlıyorum elbette, az sonra etrafım polislerle birlikte sarılıyor. Bileklerime oturmuş kelepçeyle, mavi üzeri dar şerit beyazla boyanmış uzunca bir koridordan geçiyoruz. İki kat aşağı sorgu odası denen odaya varıyoruz. İçerisi tıpkı filmlerdeki gibi. Bir masa, bir sandalye ve tepemde durmadan sallanan bir lamba. Karşımda duran aynadaysa, sol kaşımın üstünde kan pırtıları ve kulağıma doğru yatay uzanan bir şişlik duruyor. Çok tuhaf. Ama hiçbir şey hatırlamıyorum. Bu arada diğerine göre uzun olan polis arkama uzanıp kelepçeleri açıyor. Kan, kurumuş ellerime doluyor. Bu bana bir baraj kapağının yeni açılmış hissini veriyor.

"Neden buradayım?" diye sormak istiyorum. Ama anlamsızca susuyorum. Korku, tam olarak şu an beynimi ele geçirdi. Hareketlerimi kontrol bile edemiyorum. Adının Baekhyun olduğunu öğrendiğim polis "sakin ol!" diye bağırıyor. Saçmalıyorum ve bir suçlu gibi tedirgin davrandığımdan, bir an aklımdan "keşke kelepçeleri hiç açmasalardı" diye geçiriyorum..

"Jongin mi senin adın?" diyor uzun boylu olan polis.

"Hadi ama Chanyeol..Zaten ismini biliyordun. Biraz daha seri sorular sormalısın."

Adımdan eminler..Ama ben yine de hayır demek istiyorum. Çünkü bu isim dedeme ait. Bana ondan kalmış ama bana ait değil. İkinci el. Başka bir adım olmasını istemek için pek uygun bir zaman dilimi olmadığından çaresizce "evet, " diyorum.

"Sakin ol ve soru sorduğumda cevap ver, tamam mı?"

Bu kısa boylu polis oldukça kibar. Sorgu odasında geçireceğim vakit boyunca Baekhyun'u Chanyeol'dan daha çok seveceğimi anlıyorum. Fark ediyorum ki uzun boylu olan, yani Chanyeol durmadan göğsünü kaşıyor.

"Mantar olabilir.." diyorum.

"Ne?"

"Şey göğsünüz..Göğsünüz kaşınıyor ya. Mantar olabilir."

Sonra aniden gürlüyor. Korku beynimden tüm vücuduma yayılmaya başlıyor. Kanımın çekilmekte olduğunu morarmış ellerimden anlayabiliyorum. Aynada, o aptal ifadenin yüzümde olduğunu görüyorum.

"Ulan karşı komşun öldürülmüş dün gece, bir şey söylesene puşt! 73 yaşında doğum gününe üç gün kalmışken."

Derin bir nefes alıyorum..Uyuyor muyum? Yoksa uyanık mıyım? Ve eğer uyanıksam, acaba bir insan uyumazken bile kabus görebilir mi? Ve cevap evetse o zaman tam anlamıyla uyanık da sayılmam.

Crime and Fantasy || Sekaiحيث تعيش القصص. اكتشف الآن