BÖLÜM 49 ⚜ KAMP 54

Start from the beginning
                                    

Beni görmeyen ve kendi aralarında tartışan Eslem ve Mirza'nın konuşmalarına şahit oldum.

"Abi ne dedim ben şimdi ya? Niye kızıyorsun? Utandın değil mi? İtiraf et." Sonra bu dediğine kısa bir kahkaha atıp elini kaldırarak konuşmak için ağzını açan abisini susturdu. "Utanmak ve sen? Pardon kendi dediğime kendim güldüm."

"Eslem farkında değil gibisin, o zaman ben sana söyleyeyim. Şu sıralar pek şaka kaldırabilecek psikolojimiz yok."

"İyi de abi gelip sana eşek şakası mı yaptım sanki, ne var bu dediğimde? Allah Allah! Sen de pek korumacı olmuşsun." Eslem cümlenin sonuna doğru alınmış gibi kaşlarını kaldırmış, yüz ifadesi düşmüştü. Bilmediği için onun tavrını anlamıyordu, Mirza ben söylemek istemediğim için söyleyemiyordu, araları bozulsun istemezdim. Söyleyecektik, bir ara...

Eslem abisinin yanından geçip koltuğa otururken Mirza da sıkıntıyla bir nefes verip elini saçlarıyla alnının arasındaki yere koydu. Tüm kasları gerilmişti, bedenini çevirdiğinde benimle karşılaştı. Bakışları anında yumuşarken yüz ifadesini öyle masum bir şefkat ele geçirdi ki o an kendi bakışlarımı görmek istedim.

Yanıma gelirken ellerini kaldırıp başımın iki yanına koymuş, yüzünü de yüzüme yaklaştırmıştı. Kaşlarını hafifçe çatmış ve yüzündeki sorgu dolu ifadeyi destekleyen bir biçimde havaya kaldırarak alnının kırışmasına sebep olmuştu. "Ne oldu sana güzelim benim?"

Ağzımı açmak için bir hamle yapmamla ağlayacağımı hissedip dudaklarımı birbirine bastırmaya karar verdim. Bakışlarımı ondan çektiğimde dudaklarını alnıma bastırıp ellerini yüzümden omuzlarıma götürdü ve beni yürüterek bir odaya soktu. Kapıyı ardımızdan örtüp omuzlarımdaki elleriyle bir yere oturmamı sağladı.

Anlatmak istemiyordum. Bir sandalye bulup dizlerimiz birbirine değecek yakınlıkta tam karşıma oturmuş, soru işaretleri dolu bir yüz ifadesiyle benden cevap bekliyordu. Anlatırsam üzerdim onu, çaresiz bırakırdım, elini kolunu bağlardım. İstemiyordum, zaten yeterince üzülüyor, kendini suçluyordu. Üzerine tuz biber ekmeyi istemiyordum.

"Neyin var?" Ilık avuç içini yanağıma yaslayıp başparmağını gözümün bitiş kısmında hafifçe gezdirmeye başladı.

"Ağlayasım geliyor arada. Özel bir şey yok."

"Şura..." Öyle bir tonla söylemişti ki adımı, inanmadığını anında anlamıştım.

Ağlamıyor, kendimi tutuyordum. Şu sıralar o kadar duygusaldım ki. İtiraf ediyordum artık, duygusaldım. Bunun bir sürü sebebi olabilirdi. Bedenim kendindeki eksikliğin farkına vardığı için bana bu hormonları gönderiyor ve bu şekilde yas tutuyor olabilirdi ya da içine edilen psikolojimin ruh sağlığımı korumak için kaldırdığı bir kalkan da olabilirdi bu gözyaşları. Ve en kesin olanı ise ne zaman Kapanın Sahibi'nin yanında olsam içimden gelen ağlama isteğiydi. Uzun zamandır birbirimizden uzak kalışımız gözyaşlarımın içimde birikmesine sebep olmuştu belki de?

Dudaklarımı yalayıp oturduğum yerden kalktım. Bir adım bile atmadan ellerimi boynuna dolayıp kucağına oturdum. Başımı da boyun girintisine yerleştirmiş, boynuna küçücük bir öpücük bırakmıştım. "Biraz böyle dursak, konuşmasak?"

O da bir elini belime, diğerini de sırtıma koymuş şakaklarımdan öpüp "Peki." diyerek uzatmamıştı çünkü anlamıştı. Yaramı görmüş, öpmüş, gözyaşları akıtmıştı o da. Yan yana durmuş, aynı acıyı farklı bedenlerde hissediyorduk. Ama biliyordum ki acının sızısı tamamen aynı da olsa şiddeti, keşkelerimiz ve çaresizliğimizle doğru orantılı bir şekilde artıyordu.

Yedi Saniye Virüsü | TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now