Yalanın gerçek adı...

689 27 6
                                    

Yalan söyleyen insanları; sonradan yalancı olanlar, doğuştan yalancılar, yalancı olmaya zorlananlar ve yalanın ta kendisi olanlar… Gibi birçok seçeneğe ayırabilirim. Ama benim bu seçenekler içinde kendi dedeme en uygun olan yalancı tipi ‘yalanın ta kendisi’ olurdu. Yemekten önceki çay saatinde, yemek boyunca ve şu anda ellerimizde çay fincanları ile ilk defa gördüğüm bir odada misafirlerimiz ile otururken, yalan söylüyordu, ama en tuhafı bu yalanları dinledikçe yalan olduğu gerçeğini unutmamdı. Öyle usta bir dille anlatıyordu ki, Pars, babası Ferit amca, hatta ben bile onu dinlemekten kendimi alamıyordum. Beynimizi ele geçiren bir tempoda, ne yüksek ne alçak sesle, oldukça dengeli bir ses tonuyla sıraladığı cümleleri ile beni kendine hayran bırakmıştı. Ferit amca ile iki ortak noktasının olduğunu düşünüyordum, bu ortak noktalardan biri babam diğeri ise uğruna ruhunu satacağı paraydı. Bu konular neredeyse altı saattir ortada dönüp dursa da dedemin etkileyici hitabet gücü sanki her seferinde farklı bir konuyu konuşuyormuşuz hissi uyandırıyordu. Özellikle babamla ilgili anlattığı şeyler bir an gerçekten babamı sevdiği düşüncesini uyandırmıştı. Babamı kendi oğlunu sevgi kelimeleriyle süsleyip anlattıkça,  öz babamı tanıyamadığımı bile düşündüm. Babamın ne kadar iyi bir öğrenci olduğunu,sözünden asla çıkmayan, her dediğini yapan bir evlat olduğunu en komiği de babamdan geriye kalan beni ne kadar sevdiğini anlattıkça acaba diye düşünmeme sebep oluyordu, acaba karşımda oturan kişi gerçekten dedem mi …

‘Hüma yanımda olmasaydı, o zor günleri atlatamazdım.’

Dedemle aynı anda bana dönen Ferit amcanın gözlerinde bu gün yüzlerce kez gördüğüm o acı dolu bakışı bir kez daha görmek sinirlerimi bozdu. Bu oyun daha ne kadar sürecekti, dedem Ferit amca ve Pars’ın gözünü neden boyuyordu, bunlar hem merak ettiğim sorulardı hem de bana ne diyerek boş geçmek istediğim gereksiz konulardı. Sırf yorgun olduğum için oyuna ayak uydurup, yüzümdeki sahte gülümsemeyi genişlettim. Bu gülümsemem üç erkeği de memnun etti, benim dahil olmadığım konuşma devam etmeye başladığında sıkıntıyla nefesimi dışarıya vererek, elimdeki fincanı sağımda duran fiskos masasına bıraktım. Dedem konuşmaya devam etti, gözlerimi kapatıp, oturduğum tek kişilik koltukta geriye yaslanıp bacak, bacak üstüne attım. En azından bir evin içindeydim, en azından bulunduğum odanın içinde beni öldürecek tek bir kişi vardı. Bu düşünce gülümsememe neden oldu, artık bu tür şeyler için bile şükredecek hale gelmiştim. Daha bir ay öncesine kadar uykuyu beyni tembelleştiren, boş zaman törpüsü olarak gören ben kısacık bir an bile olsa bir yerde oturup gözlerimi kapatabildiğim an için şükreder olmuştum. Zaman beni zorla değiştirmişti, dedemin yardımıyla…

‘Oğlum geride Hüma’yı bana bırakmasaydı şu anda ne halde olurum bilmiyorum’

Hani masallar vardır, gerçek olmadığını bildiğimiz halde inanmayı seçtiğimiz masallar. Her duyduğumuzda gerçekmiş hissi veren, ama asla gerçek olmayacak masallar. Dedemin anlattığı her şey bu masallara benziyordu. Anlatıyordu, acındırmaya çalışıyordu, o adama bir prens gibi gösterip, beni aciz bir insan yapıyordu. Bu masalın gerçek bir masal olmadığını sadece ben farkındaydım, gittikçe inanmaya başlasam da bir masalın sürüp gittiğini biliyordum.

‘Hüma babasını kaybettiğinde çok küçüktü, onunla ben ilgilendim, ama babasının yerini asla tutamadım’

Küçük olduğumu fark ettiğini bilmek bile bir onur diye düşündüm. Beni tek başıma annemin evine gönderirken, demek ki küçük olduğumun farkındaydı. Bunu fark ettiğinden bile şüpheliydim hâlbuki. Gülümsedim, sıkıcıydı, konuşmaları da kendisi de çok sıkıcıydı.

‘Oğlumu kaybettiğim için ne kadar üzgün olsam da Hüma’yı ihmal edemezdim. İşler yüzünden ona yeterince vakit ayıramadım, bu yüzden uzun bir aradan sonra tekrar babasının yaşadığı eve gelmesini istedim o da kabul etti.’

Aşkın Sessiz AdımlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin