7.Bölüm...

197 6 0
                                    

Ankesörlü telefonu; ankesör kısmını telaşla kaldırıp birkaç tuşa bastıktan sonra almayı unuttuğu derin nefesleri aldı. Deli gibi koştuğu için midesine kramp girmişti. Bu yüzden telefon çalarken iki büklüm olmuş ağrısını bastırmaya çalışıyordu. Telefonun açılıp “Efendim…” sözünü duyması üzerine hızla doğrulup “Benim” dedi.

Heyecandan kalbi durmak üzereydi. Bir süre telefonda sessizlik olsa da şaşkın bir ses doldu kulaklarına. Buda chin ho’nun derin bir nefes almasını sağlıyordu. Elini cama yaslayıp “Acil buluşmalıyız young jea” dedi. Kalbi göğüs kafesini yarıp geçecek şekildeydi.

Ailesinin başını belaya soktuğunun farkındaydı ama birinden yardım istemeliydi. Young jea şaşkınlıkla “Buluşmak mı? nasıl?” dedi. Abisinin Amerika da olduğunu sanıyordu hala.

“Dinle beni. Annemlere belli etme. Kore’ye döndüm. Jessica’nın başı belada. Bu yüzden bir miktar paraya ihtiyacım var. Telefonum yok sakın beni arama.”

Sözleri hızlı hızlı söyleyip saatini kontrol etti. Neredeyse bir dakikayı doldurmak üzere olduğunu fark edip young jea’nın ne cevap vermesini beklemeden hızla telefonu kapattı. Nerede buluştuklarını ve ya her zaman ki yer gibi bir şey diyemezdi. Young jea’nın telefonunun dinlenme ihtimaline karşı kelimelerine saklamıştı buluşma yerini.

Young jea’nın zeki olduğunu bildiği için içi rahattı. Hızla bulduğu yerden ayrılıp elindeki elbiseyi bir çalının üstüne attı. Tek amacı Hye su’yu takip etmelerini engellemekti. Kızın ceketini ise yine kızın çantasına tıkıp geldiği yönün aksi tarafına doğru yürüdü. Siyah bir şapka ve siyah bir güneş gözlüğü takmıştı ve başı önde dikkatlice ilerliyordu.

Aklındaysa hye su vardı. Telefonunu ona vermekle hata yapmıştı. Biran önce ondan kurtulması gerektiğini söylemeliydi. Young jea ile buluşacakları yere doğru ilerlerken etrafına bakınmayı da ihmal etmiyordu. Young jea’nın kendisinden bile zeki olmasına ilk kez mutluydu. Tam bir saat sonra ulaşması gereken yere ulaştı. Burayı çok severdi. Sırtını ağaca yaslayıp han nehrinin güzelliğine baktı. Kore’ye döndüğü an buraya gelirdi ve yine buraya geliyordu. Bu sefer young jea ile buluşmak için.

Başını ağaca yaslayıp gözlerini kapadı. Öylesine yorgundu ki birkaç saatlik uyku bile yorgunluğunu alabilirdi. Arkasında duyduğu sesle düşüncelerinden kurtulup ağacın arkasından çıktı. Young jea elinde küçük bir çantayla huysuz bir şekilde yüzüne bakıyordu. Çantayı ona uzatırken “Arabanı iki sokak geriye park etmen çok zekiceydi.” Dedi. Diğer yandan da parmağıyla arka tarafı gösteriyordu.

Chin ho onun huysuzca suratını buruşturmasına gülerek baktı. En azından arkasını kollayacak biri vardı. Uzatılan çantayı alıp içine baktı. İçinde Gri bol bir kapüşonlu ve rahat bir kot vardı. İstemeden içindekilere gülüp “arabamı mı karıştırdın sen?” dedi. Valizinin hala arabanın içinde olduğunu hatırlamıştı.

Young jea bir ayağına ağırlığını verirken “Eve iki sokak uzaklığa bıraktığın arabayı görmeyeceklerini mi sandın? Beynini nerede aldırdın sen?” diye çıkıştı abisine. Ne olduğunu bilmese bile abisinin beladan bahsetmesi saçmalıktı.

Hele de hye su deniyorsa kesin babasıyla alakalıydı. Aslında eve gelen düğün davetiyesini görmüş ve bayağı bir şaşırmıştı ama sevgili abisi Kore’ye gelmiş ve beladan bahsediyorsa bu da demek oluyor ki sevgili ablası hye Su’yu kaçırmıştı.

Chin ho kardeşinin çıkışmalarına gülümseyerek baktıktan sonra “sen ne güne duruyorsun?” dedi. Onun varlığı sayesinde şuan bu kadar rahat duruyordu. Düşüncelerini geri itip aniden ciddileşti. Elindeki çantayı yere bırakıp birkaç adımda yanına geldi.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin