10.Bölüm...

243 7 0
                                    

“Sen deli misin?” diye bağırdı kadın. Bir süredir kızı iteleyip duruyor bir cevap alamadığı için iyice çıldırıyordu. Hye su öfkeyle başını kaldırıp “Ne!” diye bağırdı. Sinirden elleri titriyor bu yüzden İl sung’un canını yakıyordu. İl sung bir inlemeyi daha dudaklarının arasına sıkıştırmaya çalıştığında bakışlarını tepesinde endişeyle dikilen kadına çevirdi. Onu bir daha görmeyi düşünmemişti ama işe bakın ki şuan onun evindeydi.

Onun endişeyle dudaklarını ısıran halini önemsememeye çalıştı. Tek gecelik ilişkilerinden biriydi karşısında duran kız ve her defasında bunu dile getirmiş olmasına rağmen anlamamıştı.

Hye su bir kez daha iğneyi etine batırıp pensle çekerken “Bu sefer gerçekten bitti.” Dedi. Tıptan yeni mezun olduğu için beceriksizce attığı dikişler yüzünden zavallı adamın göğsünde ve kolunda izler kalacaktı.

Bakışlarını hafif bronz tenden çekip adamın acıyla kasılan yüzüne baktı. Hemen diplerinde kendi çapında söylenen kızı gram umursamıyorlardı.

Gözlerindeki koyulaşmadan canının ne kadar çok yandığını görebiliyordu. Yakışıklı yüzü birçok şeyi perdelese bile bu acıyı saklayamıyordu. İl sung kızın mahcup bakışlarıyla buluştuğunda yavaşça gömleğini kapattı. En azından onun sayesinde yaşamıştı.

Gömleğinin düğmelerini kapattıktan sonra odanın en ucra köşelerinde kapıya yaslanmış adama baktı. Kayıtsız bakışları; hafif kızıla boyalı saçlarıyla gerçekten sinir bozucu duruyordu.

Adam kayıtsızca yaslandığı kapıdan doğrulduktan sonra “Eşyalar sende kalsın abla. Artık gerekli olmayacak…” dedi. Konuşurken hye su’ya bakmaktan çok huzursuzca kıpırdanan adama bakıyordu.

Hye su Çöktüğü yerden kalkıp “seni geçireyim o halde…” dedi. O oturduğu yerden kalkarken başında dikilen kadın onu itelercesine oturduğu yere kurulmuştu bile. Kız biraz derin nefesler alıp sakin olmaya çalıştı. Tıpkı bir sülük gibi İl sung’un koluna yapışıyor olması fazla rahatsız edici gözüküyordu gözüne. Aldırmamış gibi davranıp Young jea’nın peşi sıra yürüdü. Onu görmek Chin ho’yu görmek gibi gelmişti.

Endişeyle kabaran yüreğini biraz olsun sakinleştirmişti. Kapının yanına geldiklerinde Young jea; hye su’ya döndü. Abisini ikna edemediği için belki Hye su’yu ikna edebileceğini düşünmüştü ama gözlerinde gördüğü minnettar ifade sözlerini geri yutmasına sebep olmuştu. Hye su onun incecik beline kollarını doladıktan sonra yumuşacık göğsüne başını yasladı.

Ona sarılmak Chin ho’ya sarılmak gibi rahatlatıcıydı. Ama young jea’nın ki bir başkaydı. O küçük erkek ona huzur veriyordu. Young jea bir süre Hye su’ya tepki bile vermedi.

Ablasının endişeli ve korkan halini gördükten sonra tek çare ailesini kaçırmak olurdu. Kızın omuzlarından tutup kendinden uzaklaştırdı young jea. Yapabileceği tek şey kaçmasına göz yummak olurdu.

Başta korkuyla arayan kızın nerede olduğunu öğrendiğinde abisi için kızı ele vermeyi düşündü ama hayatı tehlikede olan adamı duyduktan sonra bundan vazgeçti. Dolu dolu olan gözlere dikkatle baktı. Kayıtsız görünüşünün altında yatan iyi kalpli young jea’yı en iyi hye su bilirdi. Derin bir nefes alıp “Endişelenme abla. Biz iyi olacağız.” Dedi.

Kızın cevap vermesini önemsemeden kendini dışarı atacaktı ki hızla kıza dönüp gülümseyerek “Sarı saçlar yakışmış…” dedi. Böylece biraz olsun hye su’yu güldürebilecekti. Ve başarmıştı da. Hye su sarı saçlarını öne atıp hafif bir tebessümle “Biliyorum.” Dedi.

Donuk olan gözlerini güldüremese de iki dudağının gerilmesini sağlamıştı young jea. Onun gülümseyişine içtenlikle gülümseyip arkasına bakmadan evden uzaklaştı. Bu kız için ancak elinden gelen ortadan kaybolmasına izin vermek olurdu.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin