14.Bölüm...

251 6 0
                                    

Hye su öfkeyle arabanın kapısını çarpıp hızlı adımlarla ilerledi. Burundan soluyordu. Sinirleri deli gibi bozulmuştu. İl sung’un kolundan kavramasıyla durup yine öfkeyle yüzüne baktı ve tutulan kolunu çekti. Öfkeli bakışlarına karşılık ise sadece sevecen bir gülümseme görüyordu. “Eğlenceli olan nedir.” Diye söyledi hye su. Öfkeden bedeni bile titriyordu.

Chin ho’nun omuzlarını kavrayıp “Beni birazcık olsun sevemez misin?” sorusunun cevabı olarak onu orada bırakmak zorunda kalmıştı. İl sung kızın öfkeyle parlayan gözlerini aldırmadan kızın bedenini kendine çekip ipek yumağı saçlarını okşadı. Ona her sarıldığında gözüne hiçbir şey zor gelmiyordu. Bakışları uzakta bir yere kilitlendi.

Kız henüz evi görmemişti ama büyük arazinin tam ortasında kurulu evi gördüğünde bayılacağını biliyordu. Burası abisinin eviydi ve şuan abisi Amerika da nişanlısının yanında olmalıydı. Bakışlarını büyük evden ayırmadan “Sevgili arkadaşına vurduğum için bana kızgınsın dimi?” diye sordu. Aldığı derin nefeslerde farklı anlamlar vardı.

O an hiç düşünmeden Chin ho’yu kendine çevirip gelişine bir yumruk savurduktan sonra hye su yakaladığı gibi arabaya sürüklemişti. Tek iyi olan şey hye su direnmemişti ona karşı. En yakın arkadaşını arkasında bırakmıştı. Kız başını göğsünden kaldırıp “aslında kızamadım.” Diye itirafta bulundu. Sesi sessizlik içinde fısıltıyla dolmuştu kulağına.

Hep hayalini kurduğu erkek de böyle olmuştu. Kadınını sonuna kadar koruyan bir erkek… Bu düşünce ili yanaklarının yandığını hissetti hye su. Elleri utançla yanaklarını kavramış, hafif serin havada soğuyan avuç içleriyle yanağında ki sıcaklığı kovmaya çalıştı. Tabi ki de bu hareketini il sung’un dikkatinden kaçmamıştı. Hafif bir tebessümle kızın ellerini kavrayıp eve doğru yürüdü.

Alacakaranlığın içinde bir gölge gibi duran ev yavaş yavaş hye su’yun dikkatini çektiğinde kızın kaşlarının hayretle kalktığını az çok fark edebiliyordu. Evin verandasına çıkan basamakları geçerken “Burası ağabeyimin evi” dedi. Kapıyı açıp içeri süzüldü. Bir süre elini duvarda gezdirip ışığı aradı. Açılan ışıklarla birlikte bir cennet belirmişti hemen önlerinde.

Hye su ağzı bilmem kaç santimetre açık bir halde eve bakarken il sung hiçbir şey yokmuş gibi ceketini çıkarıp içeri süzüldü. Eve uyumlu olan yakışıklılığı ile nefes kesici gözükürken kendi haline baktı hye su. Bu haliyle sinir bozucu bile gözüküyordu. İl sung’un gel işareti ile kendine gelip ayaklarını sürüyerek yanına gitti. Tanıştıkları eve inat bu evin ağırlıklı rengi metal ve siyah renklerdi.

Siyah deri kodluğa oturduğunda bir an oturduğu yerden hızla kalkmak istedi. O kadar rahattı ki rahat battı kelimesi bu durum için geçerli olabilirdi ama il sung’un güçlü kolları bedenine dolandığında bu rahatlığın tadını çıkarmaya karar verdi.
**

“hana evine git artık!” diye gürledi Chin ho. Bundan birkaç dakika önce okkalı bir yumruk yemiş bir de üstüne hye su’yu kaptırmıştı. Hana ayağını yere vurup “Çok konuşmayı kes de yüzüne buz koy” dedi elinde ki buz torbasını uzatırken. Hemen birkaç sokak ötede ki marketin dolabındaki buzları kazıyarak almıştı ve adamla bu buzlar için bayağı bir kavga etmişti.

Chin ho öfkeyle kıza bakıp “Laftan anlamaz mısın sen?” diye çıkıştı. Ama yanında olması biraz olsun onu rahatlatıyordu. Kalbi kırılmıştı. Hye su’nun bırakmış olma gerçeği yüreğinin derinliklerinde bir yerlerin sızlamasına sebep oluyordu. Uzatılan buzu elmacık kemiğinin üzerine koyduktan sonra “Oldu mu!” diye söylendi. Aynı anda hana’nın yanına pineklediğini fark etti.

Bakışlarını umursamazca yanına bağdaş kurmuş bir şekilde oturan kıza çevirip “Evin yok mu senin!” diye çıkıştı. Bu durum artık canını sıkmaya başlamıştı. Hana dirseklerini dizlerine dayayıp somurtarak “Young jea’yı bekliyorum.” Diye itiraf etti. İşin aslı sevdiği adamın abisinden hoşlanmıyordu. Chin ho hep ona göre kötü espri yapan huysuz bir adamdı.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin