Bölüm 39

251 7 0
                                    

Her hikâyenin bir geçmişi bir de geçireni var!

Zaman dursun istediğim zamanlar oldu. Hayatın bana kötü şaka yaptığını düşündüğüm anlara da şahit oldum. Hatta hayal gördüğümü tüm bu olanların rüya olduğunu ve birinin beni silkeleyeceğini umduğum günlerde.
Dönüp baktığımda hepsinin gerçek olması biraz acı vericiydi lakin çoğu sevimli.
Birçok resim çizmiştim, tablolar boyamıştım ama hep bir eksik vardı. Fırçamın dokunmadığı, kalemimin ilerlemediği yerler. Mutlulukmuş, yetinmemekmiş, mücadele etmemekmiş adı.
Oysa ben daima mücadele ettiğimi sanmıştım. Mutluyum diye de kendimi kandırmışım yeni fark ediyorum.
İnsan yalnız yaşayabilirmiş, hayalleri ve hayatı olabilirmiş ama mutlu olmak için başkalarına da ihtiyaç varmış. Bu bir ağaçta olabilir, başka bir canlıda. Aşk ise kalbinin kalbine denk gelmesiymiş.
Yirmili yaşlarımın başında ele avuca sığmayan, çılgınlıklar yapınca mutlu olduğumu sanan biriydim. Yirmilerin sonundan bildiriyorum sakinlik en büyük mutlulukmuş. Tabii ben sakin değilim.
"Bu kim?"
Sercancım açıklamak isterdim gerçekten ama o konu çok uzun.
"Kim mi? Kocasıyım!"
"Eski kocası!" Dedim araya girerek. "Yani kocamdı!"
Çınar gözlerini öfkeyle yüzüme dikti.
"Yeni de sayılırım!" Asi bir tavır takındığında ağzının ortasına patlatmamak için zor tuttum kendimi. Denyo! Sen değil miydin beni kovup aşağılayan? Ne oldu şimdi?
"Çınar bak o gün hıncımı atamadım bugün koca kafanı kırarım!"
"Kır ya!" Bağırdı ellerini açarak. "Yeter ki sen kır! Benim yerime de döv beni!"
Kesinlikle kişilik sorunu var. Ya madem bugün gelip olay çıkartacaksın ne diye o gün havadan salladın?
"Leyda ben sizi yalnız bırakayım daha sonra görüşürüz."
Adamı da kaçırdı bak iyi mi? İyi aslında ya kalbini kırmadan ayrıldık.
"Bak görüşürüz diyor! Sonrası olmayacak aloo! Duydun mu beni?"
"Çınar yeter!"
Göğsünden itekleyerek durması gerektiğini anlatmak istedim.
"Yaptığın ya da yapacağın her şeye yeter! Ya sen demedin mi bitti diye! Hayatına bakıyordun yeniden doğmuştun! Ne oldu yine geldin? Senin derdin ne? Sen mutlu olacaksın da ben izleyecek miyim? Niye ya niye niye niye?"
Yerimde tepinmeye başladım. Bu gerçekten fazlaydı. Kim kimi kullanıyor şimdi açıkça görülüyordu.
"Seviyorum çünkü!"
"Sen sevme Çınar! Senin sevgin bile benim mutsuzluğumu istiyor! Benim sevgim senin mutluluğunla gururlanıyordu!"
"Aynı şey değil! Ben, senin bir başkasına bakmana tahammül edemiyorum!"
Masada duran büyük buzlu su bardağını alıp yüzüne doğru döktüm. Belki kendine gelir diyordum ama etki etmedi kendinden geçti.
"Aptal! Ben geldim sana! Sen benim gözlerimin içine baka baka başkasına baktın! Sen bana gülmediğin kadar güzel güldün başkasına! Sen neyin hesabını soruyorsun?"
Eliyle saçlarını karıştırdı, uzamış sakallarını sıvazladı. Yerinde duramıyordu, içi içine sığmıyordu.
"Mecburdum! Seni kendimden uzak tutmak zorundaydım."
"Bende öyleyim! Sevgi'ye sana yaklaşmayacağımı söyledim, karşınıza çıkmayacağımı anlattım! Beni rezil etme! Verdiğim sözü tutacağım!"
Daha fazla dinlemek istemiyordum zaten baktıkça içim gidiyordu.
Çantamı alıp arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Erken saatler olduğu için neyse ki çok fazla masa dolu değildi.
"Leyda.." bitkin bir şekilde seslendi arkamdan.
"Annen birdaha karşına çıkarsam seni tamamen kaybedeceğimi söyledi."
Donup kaldım yerimde. İşte şimdi takılı kalmıştı zaman. Hiç ummadığım bir cümle bu kadar düşündüremezdi.
"Senin yalan söylediğine rastlamadım ve bu ilk oluyor. Bunu yapma Çınar kendini daha fazla silme gözümde."
"Yemin ederim doğru söylüyorum. Annemle konuşmuş, sana zarar verdiğimi söylemiş. Annemde onaylamış. Birlikte hareket etmişler."
Gözlerine bakmamak için direniyordum. Bu ağır gelecekti. Gözlerine baktığımda doğrularla karşılaşmak daha çok yakacaktı canımı.
Tereddütler eşiğinde güçlükle hareket ederek döndüm.
"Ne saçmalıyorsun Çınar? Dürüst ol! Ben mutlu olmayı hak ediyorum sen etmiyorsun gibi bir şey söyle."
"Ben mutlu olmayı hak ediyorum ama seninle. Bu konuda yalan söyleyemem, sana söyleyemem."
"Ama söyledin!" Sertçe göğsünden ittim.
"Ama kandırdın!" Bu defa omzunu yumrukladım.
"Ama hayatımı mahvettin!"
Ne kadar vursam da sendelemekle kalıyordu. Tepki vermiyor, ses çıkarmıyor sadece izliyordu. En sonunda dayanamadığım için yumruk attım tam ağzının ortasına.
Şaşkınlıkla kaldığında elimin acıyla ben bağırdım.
Bu kadar sağlam çenesi olmak zorunda mıydı?
"Elon acoyor mo?" Homurdanarak çıktı sesi çünkü dudakları patlamıştı.
"Acoyor!" Onu taklit ettiğimde gülmeye başladı. Hep böyle yapıyordu işte onun yüzünden bende kahkahalarımı zapt edememiştim. Dakikalarca güldük, oturduk devam ettik. Garsonlardan biri buz getirinceye dek yaptığımız saçmalığın farkına varamadık.
"Anlat." Nefesimi düzene sokarak ilk konuşan ben oldum.
"Annenle annem benim buraya gelişimden beri konuşuyormuş. Bizim ipe sapa gelmez hallerimiz normal değilmiş falan filan. Evin berbat olduğu günden bir önceki gece annen yanıma geldi. Senin mutsuzluğundan, boş hayallere kapılmandan ve seni ne kadar üzdüğümden söz açtı. Benim gidip yeni bir hayata başlamam en doğrusu olurmuş. Sonra annem geldi aynı şeyleri tekrarladı. Dahası birbirimize çok zarar verdiğimizi aslında başka dünyalara ait olduğumuzu ve yürütemediğimizi söyledi." Başını çevirip gözlerimin içine baktı. Sanki ilk karşılaştığımız andaki gibiydi her şey.
"Ben önemli değildim Leyda ama senin mutsuzluğuna tahammül edemezdim hem de benim yüzümden olmasına. Benimle gelmeyeceğini zaten biliyordum. İşlerim çok yoğundu zaten bir yerine yetişsem diğer yanı kalıyordu. Sana anlatacaktım ama annem benden önce davrandı."
Dinledikçe zihnimde her şey daha net oldu. Annemin üzerime daha çok titremesi, sürekli bana teselli verirken kendini de sakinleştirmesi, Çınar konusu geçtiğinde yanımızdan kaçması.. hepsi zaten söylediklerini destekliyordu. Her şey bir yana annemi tanıyordum, yapardı ve yapmıştı da.
"Peki Sevgi? O da mı yalandı? Rol falan deme sakın bana! Onun sana nasıl baktığını gördüm ve seninde ona!"
Hepsi geçerdi fakat o bakış, o gülümseyiş. Nasıl geçebilirdi bunun acısı?
Omuzlarımdaki bu yük fazlasıyla ağırdı.
"Sevgi, uzun zamandır bana ilgi duyan biriydi. Senin hayatından uzaklaşırken yanıma geldi, destek oldu. Onun ilgisi vardı, karşılıksızdı."
"Palavra! Çınar haberlerde ona gülmüşsün! Bana öyle güzel gülmedin sen!"
Aniden uzanıp beni kendine çekti ve kollarının arasına aldı. Sıcaktı fazlasıyla ve kırk derece havada çekilecek bir samimiyet değildi. Yine de güzeldi.
"Çıktığımız mekanın önündeki billboarda senin serginin afişi asılmış onu görmüştüm. Hatta bak kayıtlarını göstereyim."
Telefonunu çıkarıp kayıtları gösterdiğinde şımarmıştım. Sahiden ilk çıktığı an yüzünde mimik bile oynamıyorken başını çevirdiğinde gülümsüyordu.
"Ama beline sarılmışsın Çınar!"
"Ayakkabısının topuğu kırıldığı içindi."
Hepsi nasıl böyle denk gelebiliyordu? Ya ben çok aptaldım ona kanıyordum ya da hayat tüm planlarını Çınar'ın ayağını kaydırmak için hazırlıyordu.
"Şirkette bana yaptığın?"
"Benden uzak durman içindi netice de aklımdan sana zarar verdiğim düşüncesi çıkmıyordu."
"Of Çınar! Ya çok profesyonel yalancısın ya da ben geri zekâlıyım! Hepsi mi seni buluyor bunların? Her şey mi sana denk geliyor arkadaşım?"
"İnanmıyorsan Fırat'a sor. Adam resmen görüntülü aramayla beni kontrol ediyordu. Konumumu falan da takip etti manyak gibi."
Ağzım açık kalmadı sımsıkı kapandı. İşte gerçek kardeşliğin adı Fırat'tı. Annem bile arkamdan ne işler çevirmişte elin oğlu arkamı kollamış.
"Şimdi ne olacak peki?"
Bedenini benden ayırdı ve cebinden büyük bir kutu çıkardı. Diz çöktü, kutuyu bana uzattı. İçinde beş pırlanta duruyordu.
"Dördü toplam ayrı kaldığımız süre için. Biri yeniden evlenmemiz için." Nefesini düzeltti, gülümseyişini yüzüne yerleştirdi.
"Benimle tekrar yeniden evlenir misin pırlantaların hanımefendisi?"

Pırlantaların HanımefendisiWhere stories live. Discover now