~32~

2.7K 187 115
                                    

Medya:Alp

Giden gelen hastalar, doktorlar, hemşireler, insanların bağırış çağırışları, ambulans sesleri, yapılan anonslar ve belki daha da fazlası... Hastaneleri hiç sevmezdim. Çocukken de hasta olduğumda gitmemek için hep kaçardım ama bana bakan dadım hep kızardı. Bir süre sonra hastanelere alışmıştım çünkü çok sık geliyorduk. Sorunlu bir çocuktum. Çok fazla hastalanırdım. Bağışıklığım yoktu ve o zamanlar kilo da alamıyordum. Başımda bana kızan doktorlar, koluma yediğim serumlar filan derken bu hastane korkusu ben de artmıştı. Aslında fazla da korku değildi ama sevmezdim işte...

Tabii o zamanlar sadece kendim için gelmek zorunda kalırdım hastaneye. Hiç bir zaman bir sevdiğim veya yakın olduğum biri için gelmemiştim geldiysem de hatırlamıyordum.

Ama bugün buradaydım. Kendim için değil... Eski bir dostum için buradaydım. Yoğun bakımın önünde yere oturmuştum. Yığılmıştım sanki... Beni kaldırmak istiyorlardı buradan ama kalkamadım daha doğrusu kalkamazdım. Ellerim de kurumuş kanlar vardı. Nasıl olduğunu bilmiyordum ama bacaklarım da kandı hatta kıyafetlerim bile...

Yine her şey zihnimdeydi... Unutamıyordum işte... O kızı o hâlde görünce sanki geçmişteki beni görmüş gibi olmuştum. Tek fark onun karnından kanlar akarken benim bacağım kan içindeydi. Yani çoğu zaman öyle olurdu.

Gözlerimi silmek için sürekli yüzüme dokunmuştum şu an da yüzümün de kanlar içinde olduğuna emindim. Karşımdakilerin konuşmalarına kulak vermiştim en sonunda.

"Ailesi güçlü, oğullarını demir parmaklıklar ardına bırakmazlar. Bahane üretir para verir hallederler bu işi ama..." Bora Enis'in lafını kesti.

"Ben olmadı abimleri işin içine sokarım ama onu oradan çıkarmam." Daha fazla onları dinlemek istemedim. Yamaç'ın bana üçüncü kez elini uzatmasıyla ona baktım.

"Güzelim, lütfen hadi gel. Ellerini filan yıkayalım." Başımı sağa sola salladım.

"Ölmedi değil mi?" Kafamı kaldırınca Yamaç'ın gözleri ile buluştum.

"Ölmedi, ölmeyecek." Çağla'nın elini omzumda hissedince ona döndüm.

"Adel hadi biz tuvalete gidelim bi." Bu sefer itiraz edemeden kalktım. Yanımda sadece Çağla vardı. Koridor sakindi. Fazla sakindi veya benim beynim sesleri algılamıyordu.

Sanki yerlerde de kan varmış gibi geliyordu. Ama yoktu. Beynim bana oyun oynuyordu. Birine çarpınca tam özür dileyip geçecekken gördüğüm yüzle ayaklarım durdu.

Yüzünde yaralar vardı ama hâlâ oydu işte, aynıydı. Yanında Gökhan ile Kuzey de vardı. Şaşırmamıştı. Yüz ifadesi donuktu. Dönük ifadesi yerini sırıtmaya verdi. Sanki ona baktıkça yine bacaklarımdan kan akıyordu. Yine aynı şeyler yaşanıyordu sanki. Yine ve yine oluyordu her şey...

Çağla'nın bana seslenmesiyle kendime gelebilmiştim.

"Adel, iyi misin?" Tabii ya o Alp'i bilmiyordu ki. Kafamı sallayıp önüme döndüm. Daha fazla sorgulamamıştı. Tuvalete girdiğimizde kimse yoktu. Hızlıca musluğu açıp ilk ellerimi yıkadım. Daha sonra da yüzüme su çarpmıştım, kendime gelmem lazımdı şu an olmazdı. Şu an olmamalıydı. İyiydim, tamam. Her şey yolundaydı. Hiç bir şey yolunda değildi ki oysaki...

"Adel, istersen kafeteryaya inelim. Kahve filan alalım." Başımı 'hayır' anlamında salladım. Çağla'nın telefonu çalınca o ona yöneldi.

Aynaya baktığımda gördüğüm kişiyle şoka uğramıştım. Gözlerim kıpkırmızıydı. Çağla sevinçle konuşmaya başladı.

"İdil'den haber almışlar. Durumu iyiymiş. Sadece dinlenmesi lazımmış."

Bir hafta sonrasından...

ÇıkmazWhere stories live. Discover now