Gül ve Hançer

By leilaxgrim

282K 18.9K 7.7K

❗️Yetişkin ögeler içermektedir.❗️ Adım Elizabeth. Bir prenses olarak doğduğum Westminster Sarayı'nda ruhumun... More

1. Bölüm • Osmanlı Sarayı
2. Bölüm • Taş Duvar
3. Bölüm - Ay'a Aşık Olan Güneş
4. Bölüm • Dilsiz Kalan Bülbül
5. Bölüm • Kırılmış Kadehler
6. Bölüm • Kanayan Zaman
7. Bölüm • Kan Söken Şafak
8. Bölüm • Bronz Şamdan
9. Bölüm • Altın Kafes
10. Bölüm • Cehennemde Yeşeren Yasemin
11. Bölüm • Yara Açan Dikiş
12. Bölüm • Şarap Rengi Gece
13. Bölüm • Haliç'e Yanaşan Kader
14. Bölüm • Savaş Sanatları
15. Bölüm • Gerçekleş(e)meyen Kehanetler
16. Bölüm • İktidar Savaşları
17. Bölüm • Geçmişi Taşıyan Hayaletler
18. Bölüm • Vazgeçmek
19. Bölüm • Uzaklara Seslenen Ağıt
20. Bölüm • Pür-Ateş'ü Hevl
21. Bölüm • Sinsi Gölge
22. Bölüm • Esir-i Çah-ı Bela
23. Bölüm • Mail-i İnhidam
24. Bölüm • Ateş-i Seyyal'i Memat
25. Bölüm • Enin-i Hafi
26. Bölüm • A'mak-ı Ezar
27. Bölüm • Cuşiş-i Efkâr
28. Bölüm • Ateş-i Ter
29. Bölüm • Fecr
birtakım sorular
30. Bölüm • Bad-ı Saba
31. Bölüm • Hevaperest
32. Bölüm • Şem'i Şebistân-ı Hakîkat
33. Bölüm • Dil-i Zâr
34. Bölüm• Hicran-ı Lâ Yezalî
35. Bölüm • Dide-i Giryân
36. Bölüm • Sehâb-î hadise
37. Bölüm • Desâis-i Harbiye
38. Bölüm • Mest-i Hab-i Naz
39. Bölüm • Aşiyân-ı Mürg-ı Dil
40. Bölüm • Sad-pâre
41. Bölüm • Bedbin
42. Bölüm • Şeb-i Hicran
43. Bölüm • Dûd-i Dil-i Pürâteş
Q&A
44. Bölüm • Ravza-i Kûy
45. Bölüm • Dil-i Mecruh
47. Bölüm • Kurb-ı Kenar
48. Bölüm • Takat-i Visâl
49. Bölüm • Semere-i Şecere-i Hilkat
50. Bölüm • Perdedâr-ı Harem
51. Bölüm • Gubârı-ı Râh
52. Bölüm • Asl-ı Hayâtı-o Dâreyn
53. Bölüm • Büt-i Perîveş
54. Bölüm • Nâle-i Derd-nâk-i 'Uşşak
55. Bölüm • Zehrü'l Katil
56. Bölüm • Nişân-i Tîr-i Sitem
57. Bölüm • Girye-i Sûrûr
58. Bölüm • Kilid-i Genc-i Hikem
59. Bölüm • Terâzû-yı Adâlet
60. Bölüm • Dem-i Vasl
61. Bölüm • Sidretü'l-münteha
62. Bölüm • Zevk-i Tiğ
63. Bölüm • Aşık-ı Bîkarâr
Sahtekâr ve Oyunbozan
64. Bölüm • Çeşme-i Pürhûn-ı Belâ
65. Bölüm • Mahkeme-i Rûz-ı Cezâ
SON SÖZ

46. Bölüm • Ser-efrâz

3K 238 204
By leilaxgrim

Merhaba hanımlar, beyler..:)

Nasılsınız, hayat nasıl gidiyor?

Bu zamanlarda bu soruyu sormak biraz gereksiz gibi ama işte alışkanlık skdkksksd

Öncelikle yeni yılınız kutlar bu yılın hepimiz için daha sağlıklı ve geçen seneye göre daha heyecan dolu geçmesini diliyorum. <3

Acaba şarkı önermemi ister misiniz bunu merak ediyorum açıkçası. Genelde dinlediğim tarz belli oluyor, bazen Gül ve Hançer için yepyeni istisnalar dinliyorum ama hepsinden ayrı zevk alıyorum. Size şarkı önersem mi, ya da spotifydan listlerimi mi paylaşsam bilemedim. Böylece siz de bana yeni şarkılar önerebilirsiniz..:))

Lütfen bölüm için görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın :))

Seviyorum sizi 🤍


46. Bölüm • Ser-efrâz

Ser-efrâz: Başını düşürmeyen, yüceltilen

Elizabeth elbisenin bağcıklarını sıktığında arkasından bağlanamayacağı için belinde bir tur döndürüp karnının üzerinde güzel bir düğüm attı. İki gündür Cihangir'in odasında kalıyordu ve geç kalkmasına, odada dolaşıp miskinlik yapmasına rağmen kimse ona karışmamıştı. 

Dün sabah yine geç kalktığında Huricihan'ı merak ederek onun odasına gitmişti lakin Amiran onun ablası Ayşe Sultan'ın yanına gittiğini söylemişti. Elizabeth, Huricihan'ın ne yaptığının farkındaydı. Kaçıyordu; bu sarayda sorunlarıyla yüzleşemeyeceğini biliyor, Hatice'yi görmemek için kaçıyordu lakin bu ne zamana kadar sürebilirdi ki? Ona biraz zaman vermeyi seçti. Böylece biraz da kendine vakit ayırabilirdi. Cihangir'in kitaplığını karıştırıyor, okumadığı için utandığı kitapları okuyor ve bundan mutluluk duyuyordu. Belki de hicranın içinde yarattığı boşluğu bu şekilde doldurmaya çalışıyordu.

Bugün kahvaltı yapacak durumda olmadığı için Amiran'dan kahvaltı istemedi. Zaten yeterince geç kalkmışken bir de mutfaktakilerini bu yüzden yoramazdı. Biraz hava almaya ihtiyacı varmış gibi hissediyordu, iki gündür Cihangir'in odasına tıkıldığından beri başı dönüyordu. Sanırım bu kadar kapalı alanda kalmak ona iyi gelmemişti. Cihangir'in kürklü bir pelerinini alarak omuzlarına geçirdi ve onu boynundan bağladı. Yanında duran taraklı tokayı da yarım yamalak topladığı saçlarına taktı.

"Bu benim isteğim değil, hünkarımız böyle istediler."

Tam kapıyı açıp çıkıyordu ki duyduğu seslerle kapıyı biraz aralayıp arkasına saklandı. Konuşan Giray'dı ve sesindeki gerginliği çok kolay bir şekilde sezebiliyordu Elizabeth.

"Tamam da ben nasıl kimsenin haberi olmadan yapayım bunları ağam? Elbet biri görür." Nizar'ın paniklemiş sesi Elizabeth'in kaşlarını çatmasına neden oldu. Şu an onların yüzlerini göremiyordu lakin ses tonları her şeyi açıklıyordu. Cihangir kimsenin ne tür bir şeyden haberi olmasını istemiyordu ki?

"Eğer çok fazla dikkat çekersen Valide Sultanımıza söyleyebilirsin lakin başka kimsenin haberi olmayacak Nizar, anladın mı? Bunu birinden duyarsam hünkârımızın seferden dönmesini beklemem tek bir çizikle keserim nefesini. Özellikle prensesin duymaması için elinden geleni yapacaksın."

Elizabeth'in kendi ismini duymasıyla olduğu yerde dikleşti. Çattığı kaşları daha da indi gözlerinin üstüne. Onun haberi olmaması gerekiyordu lakin Elizabeth yine tüm talihsizliğiyle duymuştu bunları. Duymaması gerekiyorsa kötü bir şeydi ve bundan uzak durması gerekiyordu lakin bir kez acımasız merakın pençesine düşmüştü. Öğrenmeden de onu rahat bırakmayacaktı.

Daha fazla beklemeden kapıları açtı ve dışarı çıktı. Konuşan iki adam ona dönerken Nizar paniklese de Giray hiç istifini bozmadan prensese selam vermişti.

"Burada olduğunuzu bilmiyordum, prenses," dedi Giray prensese bakarken. Onun tüm bu konuşulanları duyup duymadığını merak ediyordu. "Rahatsız ettiysem kusura bakmayın."

Elizabeth iyi bir oyunculukla gülümsedi. "Hayır rahatsız olmadım. Biraz hava almaya çıkacaktım sadece."

Giray'da Elizabeth'in gülümsemesine bakarak gülümsedi. "Keyfinizin yerinde olması çok iyi prenses."

Elizabeth tek kaşını kaldırarak Giray'a baktı. "Keyfim için endişelendiğini bilmiyordum, Giray." Nizar Ağa prenses ile Giray'a baktıktan sonra selam vererek hareme döndü lakin Giray şu an Elizabeth'le yalnız kalmak istediğine emin değildi. "Zira," diye devam etti Elizabeth. "En son senin yanına geldiğimde yüzüme bile bakmadın. Yaralandığında seni ziyarete geldim zira garip bir suçluluk duygusu içerisindeydim lakin sen beni odana bile almadın."

Giray, Elizabeth bunları söylerken sadece ona bakmış ve yüzüne herhangi bir ifadeyi işlememişti. Elizabeth üzülüyordu zira yaptığı evliliğin Giray'ı ondan uzaklaştırmasını istemiyordu. Cihangir'in olmadığı zamanlarda, delirmenin kıyısında dolaştığı zamanlarda Giray ona destek olmuştu. Şimdi sırf evlendi diye Giray'ın ondan uzak durması haksızlık gibi geliyordu.

"Bir şey demeyecek misin?" Elizabeth, Giray'a bakarak üstelese de  Giray ifadesizliğini korumakta kararlıydı.

En sonunda gözlerini kapattı ve yeniden açtığında daha sakin duruyordu. "Beni düşünüp ziyaretime geldiğiniz için çok teşekkür ederim, prenses lakin bu durumun uygunsuz olabileceğini düşünmüştüm."

Elizabeth her zaman katı kurallarla büyümüştü lakin bu hanedanın mahremiyete verdiği kuralların daha katı olduğunu biliyordu. Bu yüzden Giray'ı anlamaya çalıştı. Gülümseyerek, "Dışarı çıkacağım," dedi. "Bana eşlik etmeni rica ediyorum."

Giray şaşırdı lakin bir şey demeden Elizabeth'e koridoru işaret etti. Elizabeth en azından onu reddetmediği için sevinerek koridora çıktı. Giray derin bir nefes alarak Elizabeth'in yanında aralarına mesafe koyarak yürümeye başladı.

Uzun bir süre aralarında süregelen sessizlik dışarıya çıktıklarında Elizabeth'i rahatsız etti ve konuyu başka yerlere çekmeye karar verdi. "Sen neden gitmedin?"

Soru kabaca ve yanlış anlaşılmaya müsait bir şekilde sorulsa da Giray prensesin ne demek istediğini net bir şekilde anlamıştı. "Burada bana daha çok ihtiyaç olacak."

Elizabeth kafasını iki yana sallayarak yanında yürüyen Giray'a baktı. "Çok iyi bir askersin, Giray. Cihangir'in seni yanında götürmemiş olması büyük kayıp."

"Payitahtın boş kalması daha tehlikeli bir durum olurdu. Çoğu paşa hala burada. Sadece Alemdar ve bir kaç paşa gitti."

Elizabeth kıstığı gözleriyle Giray'a baktı. Aklına gelen şey onu biraz rahatsız etmişti. "Cihangir seni burada bana bakıcılık yap diye bıraktı, değil mi?"

Giray, Elizabeth'in söyledikleriyle aniden durdu. Elizabeth de onunla birlikte durdu ve kızgın bakışlarını Giray'a çevirdi. Giray bir şey söylemeden sözlerinin devamını getirdi. "Bir bakıcıya ihtiyacım var gibi mi duruyor?"

"Bu sarayın ne kadar tehlikeli olabileceği karşısında bir fikriniz yok. Sadece size göz kulak olacağım."

Elizabeth alayla gülerek Giray'a bir adım attı. "Beni tanımıyorsun. Bir sarayın ne kadar tehlikeli olabileceğini tecrübe ederek öğrendim. Beni haremdeki diğer kadınlarla karıştırma."

Giray onun kızacağını tahmin ediyordu lakin bu kadar hiddetleneceğini düşünmemişti. Elizabeth arkasını dönüp ondan uzaklaşmaya başladığında arkasından giderek "Prenses," diye seslense de Elizabeth ona dönmedi. Giray dişlerini birbirine bastırarak kendine küfrederken yeniden seslendi lakin Elizabeth yine durmadı.

"Elizabeth!" Giray hiddetle ismini söylediğinde Elizabeth aniden durdu. Ona ismiyle seslenmesi yasaktı lakin Elizabeth'in dudaklarında minik bir gülümseme oluştu zira Giray'ın ondan uzak kalmasını istemiyordu. Ciddiyete bürünerek Giray'a döndüğünde Giray sinirlenmiş gözüküyordu lakin bunu umursamadı.

"Bakıcıları nasıl korkutup kaçırdığımı bilmek ister misin? Tüm hayatım boyunca onları nasıl alt edeceğim ile ilgili bir sürü tecrübe kazandım."

Giray derin bir nefes alarak prensese yaklaştı. Sultan Cihangir'in ona gitmeden önce söylediği her şey aklındaydı. Prensesi canı pahasına koruyacak ve onu gözünün önünden ayırmayacaktı. Şu an Elizabeth'le arasını bozarak bunu daha zor bir hale getirmek istemiyordu zira bu Sulan Cihangir'in güvenini boşa çıkarırdı. "Tamam," dedi kabullenmiş bir şekilde. "Sana söylediklerimi unut. Sadece bir yere gideceğin zaman benim de haberim olsun. Bahçeye çıkıyor olsan bile..."

Elizabeth kaşlarını çattı. Elbette Giray'ı, Cihangir'in karşısında kötü bir duruma düşürmek istemiyordu lakin duymaması gerektiği halde duyduğu konuşmadan sonra tedirgin olmuştu. "Giray bir sıkıntı mı var?"

Giray sorgularcasına prensese baktı. "Ne gibi bir sıkıntıdan bahsediyorsun?"

Elizabeth, Giray'ın ifadesinden bir şeyler anlamak istiyordu lakin Giray ifadelerini gizlemekte ustalaşmıştı. "Sarayda ya da başka bir şeyde bilmemem gereken bir sorun mu var?"

Giray kaşlarını çattı. "Bunu nereden çıkardınız?"

Elizabeth umursamazca omuz silkse de kapıdayken duyduğu konuşmayı çok detaylı bir şekilde hatırlıyordu. "Bilmiyorum," dedi doğruları söyleyerek. "Manastırda yaşanan olay her ne ise bana bir şey söylemediniz. Sorgulara girmeme de izin vermediniz lakin çözüme ulaşmadığını biliyorum."

Giray, Elizabeth'in endişelerini anlıyordu lakin ona iyi hissettirmek için gülümsedi. "Hayır," dedi kendinden emin bir şekilde. "Bir sorun yok. Ben sadece size karşı çok korumacıyım. Hünkârımızı hayal kırıklığına uğratmak istemem."

Elizabeth derin bir nefes aldı lakin rahatlamış değildi. Son iki gündür rahat hissetse de sanki yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Bu Elizabeth'in sürekli içini tırmalıyordu. "Tamam lakin bir konuda anlaşalım. Bu konuda ufacık bir gelişme bile olduğunda bana söylemeni istiyorum."

Giray, Elizabeth'i tanıdığını düşünüyordu. Bir konuya kafayı takmışsa eğer izinli ya da izinsiz o konunun peşinden gidiyordu. Bu inatçılığı kendine zarar verse de bundan vazgeçmiyordu. Bu yüzden ona bazı şeyleri söyleyecekti. Böylece Giray'ın kontrolünde bunu yapabilirdi. "Tabii," dedi Giray gülümserken. Elizabeth onun hemen kabul etmesine şaşırmıştı. "Lakin siz de bana bir sorununuz, ufacık bir sorununuz olunca söylerseniz neden olmasın."

Elizabeth eğlenerek tek kaşını kaldırdı. "Bana şart mı koşuyorsun?"

Giray da ona uyarak gülümsedi ve elini uzattı. "Anlaşmalar bu şekilde olur, prenses."

Elizabeth gülerken Giray'ın eline baktı ve soğuktan üşüyen elini uzattı. "Tamam," dedi. "Anlaştık o zaman." Lakin her ikisi de biliyordu ki sözlerini tutmayacaklardı.

Giray ile sohbet ederek bahçeyi dolaşmışlar ve Elizabeth içini saran o sıkıntıdan kurtulmuştu. Aklı hala bugün sabah duyduğu konuşmada olsa da şimdilik Giray'ı bununla sıkıştırmamaya karar vermişti. Böylece kendi de sıkıntıdan uzak bir gün geçirebilirdi.

Bahar çoktan kapılarını çalmıştı fakat dışarıda hala varlığını sürdüren sert bir soğuk vardı ve Elizabeth kendine itiraf edemese de üşüyordu. Ellerini pelerininin içine alarak kendine sardığı sırada Giray onu fark etti. Anlattığı şeyi yarıda keserek Elizabeth'e döndü. "Üşüyor musunuz siz?"

Elizabeth Giray'a bakınca kızardı. Bunu fark etmesini beklemiyordu. Tam ağzını açıp cevap vereceği zaman sarmaşıkların bir duvar gibi ördüğü çalılığın ardından duyduğu sesle kafasını oraya çevirdi. Giray da seslerin olduğu tarafa döndüğünde sarmaşıkları aşarak ilerledi zira o sesleri tanıyordu.

Sarmaşıkları kenara çekip bahçedeki iki kaçağa bakarken o iki kaçak şaşkınlıkla ne yapacaklarını şaşırdılar. Osman elindeki kılıcı arkasına saklamaya çalışsa da elinde tuttuğu kılıç zaten boyu kadar olduğu için apaçık belli oluyordu. Osman'ın yanındaki çocuk daha soğukkanlıydı lakin Elizabeth onun da paniklediğini görebiliyordu.

"Giray," dedi diğer çocuk sanki açıklama yapmak istercesine. Gözleri sanki bakıp bakmamak arasında kalmış gibi Elizabeth'e tutundu.

"Açıklama istemiyorum." Giray kızgın bir şekilde ilerleyerek Osman'ın elinde duran demir kılıcı almak istediğinde Elizabeth gülerek, "Giray," dedi. "Bırak oynasınlar."

Giray inanamaz bir şekilde Elizabeth'e döndüğünde Elizabeth gülüşünü gizlemek için elini ağzına kapattı. "Osman bence bunun üstesinden gelebilir, değil mi?"

Elizabeth'in sözlerinden sonra Osman'ın yüzündeki değişim öyle hızlıydı ki hepsi şaşırdı. Osman kızmalarını beklerken böyle bir tepki alınca sevinçle arkasına sakladığı kılıcı gösterdi. Hevesle, "Alperen bana nasıl gerçek bir kılıç kullanacağımı anlatıyordu." dedi.

Elizabeth, Alperen'e baktı. Lahza Sultan'ın ortanca çocuğuydu ve garip bir şekilde annesine benzemiyordu. Babasına benzediği kesindi. Alperen'den aldığı gözlerini bu sefer Giray'a çevirdi. Giray, Elizabeth'e olan kızgınlığını göstermekten çekinmiyordu ve bu garip bir şekilde Elizabeth'in hoşuna gidiyordu.

Biraz ısınma vakti geldi, diyerek Alperen'in elindeki kılaca uzandığında Alperen ikiletmeden hemen elindeki kılıcı prensese verdi. Giray, Elizabeth'e itiraz edemeden Elizabeth elindeki kılıcı Giray'a çevirdi. Bu onun dilinde uzak dur demekti.

Elizabeth eline bir kılıç almayalı çok uzun zaman olmuştu ve şimdi elindeki kılıcı garipsemişti. Osman'a dönerek, "Hadi," dedi. Osman hevesle kılıcı kaldırdı lakin cılız kolu kılıcı taşımakta çok zorlanıyordu. Elizabeth bu yaşta bir çocuğun kılıç almasına karşıydı ve Osman'ın da bunu anlamasını istiyordu. Elindeki kılıçla Osman'ın kılıcının ucuna dokundu, Osman'ın kılıcı tutmakta zorlanan kolu bu güçle hızla yere düştü. Alperen gülmemek için dişlerini sıksa da bunda başarılı olamamıştı. Osman Alperen'e kötü kötü bakarak yeniden yere düşen kılıcı aldı, Elizabeth Osman'ın bir daha denemesine izin verdi lakin yine ilk darbede onu yere düşürdü. Osman yeniden yerdeki kılıca uzanacağı sırada Elizabeth kılıcını yerde duran kılıcın üstüne koydu.

"Osman," dedi çocuğun ona bakmasını sağlayarak. "Bu kılıçları nereden buldunuz bilmiyorum lakin bunlar için yaşın daha çok genç." Çocuğun bunları anlamasını istiyordu. "Eğer şimdi bunlar için hırslanırsan bir yerine kalıcı bir zarar verebilirsin. Her şeyin bir zamanı olmalı."

Osman, Elizabeth'in dediklerini anlıyordu lakin içindeki his yine de gitmek istemiyordu. O bir an önce her şeyde ustalaşmak ve babasıyla birlikte savaşlara gitmek istiyordu. Yine de üzülerek kenara çekildi. Ona gülen Alperen'e kötü kötü bakmayı da ihmal etmedi.

Elizabeth Osman'ın yere attığı kılıcı eğilip alarak onu Giray'a uzattı. Giray ona uzatılan kılıca kaşlarını çatarak baktı. Elizabeth ısrarla ona uzattı kılıcı. "Hadi," dedi onu ikna etmek istercesine. "Sana meydan okuyorum."

Giray sinirle gülerek kafasını diğer tarafa çevirdi. Bu kız ne yapmaya çalışıyordu? Tekrar Elizabeth'e döndüğünde Elizabeth'in de kaşları çatılmıştı. "Sizinle talim yapmayacağım, prenses."

Elizabeth ısrarla ona elindeki kılıcı uzattı. "Yoksa seni hemen yenerim diye karşıma dikilmeye mi koruyorsun?" Amacı onu kışkırtmaktı ve başarmışsa benziyordu.

Giray tek kaşını kaldırdı ve eğlenerek güldü. "Benim karşımda çok şansınız yok gibi prenses." Giray aynı şekilde ona karşılık verdi zira Giray Elizabeth'in gücüne, cesaretine çok önceden şahit olmuştu.

"Bunlar çok cüretkar sözler Giray."

Giray gülerek Elizabeth'in elindeki kılıcı aldı ve ondan sonraki saatlerde ikisi de hiç usanmadan birbirilerine saldırmaya başladılar. Alperen ve Osman kenarda onları hayranlıkla izliyordu lakin açık ara prenses her zaman farklı taktikler uygulayarak Giray'ı alt etmeyi başarıyordu. Giray ise hiç usanmadan düştüğü yerden kalkıyor ve yine prensesin karşısına dikilerek ona meydan okuyordu.

Bu yorucu vakitlerden sonra Elizabeth terden ensesine yapışmış saçlarını nemli parmaklarıyla havalandırarak odasına doğru gitmeye başladı. İki gündür odasına uğramıyordu ve garip geleceğini düşünüyordu lakin yıkanması gerekecekti zira terlemişti, bu yapış yapış ter onu çok rahatsız ediyordu. Gözleri koridorlarda Amiran'ı arasa da onu ortalıkta bulamamak  sinirini bozmuştu. Normalde her zaman kuyruk gibi peşinde dolanan kız bugün ortalıktan yok olmuştu.

Hamama doğru gidecekti lakin Amiran'ı ortalıkta bulamayınca odasında olmasını umut ederek oraya yönelmişti. Terinden dolayı taş koridorda esen sert rüzgar tenine yapışıyor ve Elizabeth'i üşütüyor, irkiltiyordu lakin onu irkilten tek şey o değildi. Normalde çok kalabalık olmayan koridoru kalabalıktı ve elleri dolu olan cariyeler, ağalar oradan oraya koşturuyordu. Elizabeth kaşlarını çattı. Her ne oluyorsa onunla ilgiliydi ve içinden bir ses iyi bir şey olmadığını söylüyordu. Kaşları istemsizce çatıldı ve daha hızlı adımlarla odasına adımladı. Tam bir ağa dışarı çıkıyorken kapıyı tuttu. Ağa onu gördüğü anda kafasını eğerek geri çekildi. Elizabeth ter kokusunu da kirli olmayı da önemsemiyordu şu anda zira odasındaki eşyalar kaldırılmış kimi de bohçalara koyulmak üzere toparlanmıştı. Olduğu yerde durdu ve ne olduğunu anlamaya çalıştı. Etrafta sorabileceği kişilerin hiçbirini tanımıyordu. Sonra Hafsa Kalfa elinde çizimleriyle resim odasından çıktığında Elizabeth içini fetheden sıcaklığın önce göğsüne sonra da kafasına yayıldığını hisseti zira Hafsa Kalfa'nın elindeki kağıtların en üstünde bir seher vakti Cihangir'i çizdiği resim vardı. Hızlı adımlarla ona ilerlese de onu fark etmeyen Hafsa elindeki çizimleri yanan şöminenin içine hiç acımadan attı.

"Sen," dedi Elizabeth şoka girmiş bir halde. Gözlerine dolan yaşları, içine sinen öfkeyi hissedebiliyordu. "Sen ne yaptın?" Gözü hiçbir şeyi görmezken Hafsa Kalfa'nın yaşını önemsemeden elinin tersiyle ona hızlı bir tokat attı. Bunu beklemeyen yaşlı kadın hızla yeri boylarken Elizabeth harlanan ateşe telaşla baktı ve yandan aldığı bir demiri bahtsız bir edayla kağıtları kurtarmak için alevin içine soktu lakin çok geçti. Kenarlı yanan kağıtları çekip çıkardığında kararan kağıtlardan  çizimlerin hiçbiri anlaşılmıyordu ve Elizabeth sırf bu yüzden ağlamak istiyordu. Çizimleri onun için değerliydi. Özellikle o güne ait olan Cihangir'in çizimi onun için çok değerliydi lakin o kağıtlara bakarken içini dolduran tek şey üzüntü değildi. Elizabeth üzüntünün arkasında duran öfkenin daha büyük ve şiddetli olduğunu biliyordu.

Elizabeth hızla yerinde doğrularak yerde ağzından akan kanı silen kadına ilerleyecekti ki arkasından onu tutan Afitap'la olduğu yerde kaldı. Aslında Afitap'ı tek bir hareketle savurabilir ve ne yapmak istiyorsa kadına onu yapabilirdi. Eski Elizabeth'in zihninden bin bir türlü kötülük geçiyordu ve Elizabeth aklından geçen korkunç fikirlerle kendini şaşırttı. "Neden yaptın bunu?" diye bağırdı kadının yüzüne lakin kadın sadece tiksinmiş bir edayla Elizabeth'e baktı.

"O ecnebi işlerini bu sarayda tutamayacaksın." Kadının ağzından zehir gibi dökülen sözlerle Elizabeth neye uğradığını şaşırdı. Çattığı kaşlarıyla hareket etmeyi bırakarak yerden cariyelerin yardımıyla kalkan kadına baktı. Sadece bir kaç çizimdi, kime ne zararı olabilirdi ki?

Yerden kalkan Hafsa Sultan Elizabeth'e baktı. "Bu daireyi valide sultanımız Hanzade Hatun'a tahsis edilmesini istedi."

Elizabeth önce duyduklarıyla şaşkınlıkla bir adım geriledi. Sonra bozulan sinirleriyle beraber gülmeye başladı. Odadaki herkes ona delirmiş gözüyle baksa da Elizabeth gülüşünü durduramadan onlara baktı. "Niye?" diye sordu Hafsa Kalfa'ya. "Niye böyle bir şey yapıyor ki?"

Hafsa Kalfa inanamaz bir şekilde prensese bakarken cevap vermeyi biraz geciktirdi. "Bu odanın bebek doğduktan sonra onun için daha uygun olacağını söylediler."

Elizabeth yüzünden gülüşünü eksiltmeden Hafsa Kalfa'ya yaklaştı. "Tabii bebek doğarsa," dediğinde kadının yüzündeki dehşet onun hoşuna gitti. Tek kaşını kaldırarak devam etti. "Buna karar vermek için oldukça erken, öyle değil mi?"

Elizabeth içinden geçen uçuk düşüncelerle dehşete uğramıştı lakin geçmişinin ruhunda yarattı o dibi karanlık kuyuyu yok sayamazdı. O dibi karanlık koyu onu böylesi bir canavara dönüştürmüştü.

"Bebeğime dokunamazsın." Elizabeth kapıdan gelen titreyen sesle oraya döndüğünde Hanzade'nin dolan gözleriyle karşılaştı. Elini sanki korumak istercesine karnına sarmıştı. Elizabeth onun mağduru oynadığını düşünmek istiyordu zira aklındaki fikirlere en uyan düşünce buydu. Hızla ona doğru yürüdüğünde Hanzade bir adım geri çekildi ve prensesin yapacaklarından korkan Afitap ikisinin arasına girerek etten bir duvar ördü. "Prenses," dedi Elizabeth'e onu durdurmak için. "Lütfen sakin olun."

Elizabeth gülerek önce önündeki Afitap'a daha sonra arkasındaki Hanzade'ye baktı. "Benim yerimi alabileceğini mi düşünüyorsun o nohut kadar aklınla?"

Hanzade korkmuş gözlerle prensese baksa da dik başlılılığından ödün vermeyerek kafasını kaldırdı. "Benimle düzgün konuş."

Elizabeth tek kaşını kaldırdı. Bu kızın güvenini yok etmek istiyordu. "Mahvederim seni. Duydun mu beni Hanzade? Bunu öyle kolayca yaparım ki kimse senin yardımına koşamadan mahvolmuş olursun."

Hanzade'nin gözleri doldu lakin olduğu yere mıhlanmış gibiydi. Ne geri gidebiliyor ne ileri gidebiliyordu. "Beni tehdit mi ediyorsun? Buna cüret edemezsin. Karnımda hünkârımızın çocuğunu taşıyorum."

Kıskançlık Elizabeth'in içini topraktan yeni filizlenen bir çiçek gibi yararak fethetti. Daha ne olduğunu anlayamadan boğazından gelen bir hırlamayla Hanzade'nin üzerine yürüdü. Hanzade onun yüzündeki dehşeti fark ettiğinde kaçmak istedi lakin ayaklarına dolanan eteği buna izin vermedi ve kafasını kapıya çarparak yere düştü. Elizabeth sanki bu anı ruhundan soyutlanmışçasına yavaşça izledi, etrafında dinmek bilmeyen kargaşa sanki alev almış gibi daha da şiddetlendi ve Elizabeth bilmediği bir el tarafından geri çekildiğini hissetti.

Hanzade'nin etrafını saran onca kalabalığın ardından onun anlından süzülüp yanağına akan kanı fark etti. Elizabeth'i asıl dehşete sokan şey ise bundan zerre üzüntü duymamasıydı. Afitap onu geride tutmak istiyordu lakin Elizabeth zaten olduğu yerde mermerden bir heykel gibi duruyordu.

Hafsa Kalfa, Hanzade'yi kucağına aldığında Hanzade'nin kafası bilinçsizce geriye savruldu ve o an anlından akan kanlar, kahverengi saçların uçlarına akarak yeri al rengi noktalarla doldurdu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki şimdi Elizabeth odasında Afitap ile yalnız kaldığında olayı daha yeni kavramıştı. Sanki yakılan resimler yıllarca geçmişte kalmış gibiydi.

Afitap temkinlice prensese yaklaştı. "Prenses iyi misiniz?" Aslında o da Hanzade'nin peşinden gitmek istiyordu lakin prenses yalnız bırakamayacak kadar şoka girmiş gözüküyordu.

"O," dedi Elizabeth hala yerdeki kanlara bakarak. "Öldü mü?" Dilinden akan kelimeler öylesine normal şekilde dökülmüştü ki Elizabeth bile şaşırdı. Sanki Hanzade şu an ölse hiçbir şey hissetmezdi.

Afitap bilmediği bu soruya cevap veremezdi. Bunun yerine Elizabeth'e bir adım attı. "Prenses," dedi üsteleyerek. "Siz iyi misiniz?"

Elizabeth yerdeki kan damlalarına bakarken sanki o alışkın olduğu lakin şu anda ona iğrenç gelen kanın ekşimsi kokusu burnuna sinmiş gibi hissediyordu. Elini karnına bastırarak derin bir nefes almayı denedi, bunun yerine kan kokusu daha ağır geldi. "Sadece," dedi ve gözlerini Afitap'a çevirdi. "Sadece midem bulanıyor."

Afitap telaşla etrafına bakındı, daha bakınırken bile ne aradığını unutmuştu. Bu odadan çıkıp Hanzade'nin iyi olup olmadığına bakmak istiyordu. "Size bir kap getirmemi ister misiniz?" Elizabeth'in olumsuz anlamda kafa sallamasına rağmen yine de eteklerini topladı. "Size bir kap getireyim."

Afitap odadan çıktıktan sonra Elizabeth'in gözleri yeniden yerdeki kan damlalarına düştü. Midesi daha fazla bunu kaldıramazken elini ağzına kapattı ve istifra etmemek için kendini çok zorladı. Odasındaki dolapları hafif bir telaşla karıştırdı ve sonunda diğerlerine göre biraz daha eski bir geceliğini alarak yerdeki kan birikintilerinin üzerine çöktü. Beyaz geceliği yere hırsla bastırarak silmeye başladığında Elizabeth'i rahatsız eden koku artmış lakin zihni bambaşka bir yerde olduğu için buna aldırmamıştı zira zihni şimdi bir idam sehpasının önünde ağabeyinin kanıyla ıslanan yerdeydi. İdam sehpasının köşesinden akan kan tıpkı şimdiki gibi yerde izler bırakıyordu ve Elizabeth'in elbisesi elindeki gecelik gibi kızıla boyanıyordu.

Küçük bir çığlık atarak elindeki kanlı geceliği daha sert bastırdı, zihnindeki acı veren görüntüleri silmek istiyordu zira korku kimsenin yanaşamadığı kıyısına hayaletli bir gemi gibi çarpmıştı. Hanzade'ye o zarar vermemişti. Eteğine takılıp kendi düşmüştü ve eğer şimdi ölürse tüm suç Elizabeth'e kalacaktı. Cihangir geldiğinde Elizabeth ona aşkla bakan adamı değil, hayal kırıklığıyla bakan bir adam görecekti. Tek korkusu buydu ve Cihangir düşünüldüğünde hiçbir zaman Elizabeth'in tek sözüne güvenmeyeceğini biliyordu.

Yerdeki kanlar çıksa da Elizabeth elindeki geceliği yine de sürterek döşemeyi temizlemeyi sürdürdü. Afitap gelip onun elindeki kanlı geceliği alana kadar buna devem etti, Afitap'ın elinde tuttuğu geceliğin üzerindeki kanlar kurumuş hafif kahverengi bir renge bürünmüştü.

"Prenses," dedi Afitap onun yerden kalkmasına yardımcı olarak. "Valide sultanımız sizi çağırıyorlar." Elizabeth beklediği şey üzerine yalnızca Afitap'a kafa salladı zira bu karşılaşmayı o da en az Efruz Sultan kadar çok istiyordu. "Hanzade iyi," diye devam etti sözlerine. "Eğer merak ediyorsanız."

Elizabeth'in biraz olsun içi rahatladı lakin bunu hissettiği için biraz kendine kızdı.

Afitap'la birlikte Efruz Sultan'ın dairesine girdikleri anda Afitap selam verse de Elizabeth artık o nezaketi kendinde bulmuyordu. Efruz Sultan sinirli bir şekilde otururken Afife Sultan da onun yanında endişeyle Elizabeth'e bakıyordu.

"Sen," diyerek ayağa kalktı Efruz Sultan. "Nasıl böyle bir şeye yol açarsın?" Sesinden akan nefret somut bir varlık gibi prenses ile arasına dikilmişti. Efruz Sultan, Elizabeth'e vurmak için elini kaldırsa da daha karşısında kim olduğunu bilmiyordu. Elizabeth bunun geleceğini daha Hanzade odasının kapısında belirdiği an anlamıştı ve yıllardır gelişen refleksleriyle Efruz Sultan'ın havaya kalkan elinin bileğini zincirden prangalar gibi sımsıkı tuttu. Efruz Sultan'ın yüzünden canının acıdığı belli oluyordu.

"Bana bu şekilde dokunabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" Kısık sesle sorduğu bu soru Efruz Sultan'da istediği etkiyi yaratmışa benziyordu. Elizabeth'in durmayacağını anlayan Afife Sultan onu uzaklaştırmak için onun kolunu tutarak geriye çekti lakin Elizabeth gözlerini Efruz Sultan'dan çekmedi. "Bir daha bana karışmayacaksınız. Böyle bir şeye kalkışırken on kez düşüneceksiniz zira kim olduğunuz umrumda olmaz sizi merhametim için yalvartırım."

Efruz Sultan elini gerdanına koyarak sakinleşmeye çalıştı lakin karşısında böylesine hırçın bir kız dururken bu çok zordu. "Çıkarın şunu buradan," diye seslendi kapıdakilere. "Sana kimse edep, saygı öğretememiş." Yükselen sesi Elizabeth'i gerdi lakin konuşmasına izin verdi. "Aslanım tez zamanda döndüğünde ilk işim seni bu saraydan attırmak olacak. Senin gibilere benim hanemde yer yok."

Elizabeth sinirle güldü. "Öyle mi? Umarım buna gücünüz yeter." Afife Sultan onu tutsa da yine bir adım atarak Efruz Sultan'a yaklaştı. "Zira ben sizin gibi gücümü birilerinin yokluğunda göstermiyorum."

Efruz Sultan bir şey söylemek üzere ağzını açtı lakin daha sonra kapattı. Elizabeth gülümseyerek bir adım geri çekildi. "Ben de öyle düşünmüştüm." Elizabeth bir daha arkasına bakmadan dışarı çıktığında Afitap onu kapının önünde bekliyordu. Son zamanlarda yaşananlar onu yorgun düşürmüştü ve şimdi de son zamanlarda daha da yoğunlaşan hisleri bu yorgunluğu arttırmıştı.

"Afitap," dedi bir omzunu duvara yaslarken. "Amiran'a söyle benim için hamamı hazırlasın." Tam bunu söylediği sırada Afife Sultan, kapıdan çıkarak onların yanına geldi.

"Hanzade?" dedi Afitap'a bakarak.

"İyi sultanım," dedi Afitap ve daha sonra ekledi. "Bebek de Hanzade de iyi. Hekim kadın bir k gün dinlenmesi gerektiğini söyledi."

Afitap, Elizabeth'in emri üzerine Amiran'la hamamı hazırlamaya giderken Afife Sultan Elizabeth'e döndü lakin Elizabeth sanki demek isteyeceklerini tahmin etmiş olacak ki Afife Sultan dudaklarını açmadan konuşmaya başladı. "İçeride yaptıklarım için pişman değilim, olmayacağım da. Nezakete uygun olup olmaması umrumda bile değil. Benden uzak durmayı öğrenmek zorunda ve öğrenecek de."

"İçeride yaptıkların hoş şeyler değildi," diyerek söze başladı Afife Sultan. "Lakin sana söyleyeceklerim bunlar değil."

Elizabeth şaşırdı. "Öyle mi?"

Afife Sultan kafasını salladı. "Şimdi biraz kafanı dinle. Yarın müsait bir vakitte yanıma gelirsin." Elizabeth kafasını sallayarak Afife Sultan'ı onayladığında Afife Sultan daha fazla orada beklemeyerek uzaklaştı.

Elizabeth de yılmış bir tavırla ve hala midesini bulandıran ter kokusuyla Amiran'ı bulmaya çalıştı lakin kız gerçekten ortada yoktu. Büyük ihtimalle bugün olanlardan dolayı Elizabeth'in gazabından korkuyor ve ondan kaçıyordu. Elizabeth sonunda onu bulamayınca daha da körüklenmiş öfkesiyle hamama doğru ilerledi lakin gözüne bir şey takıldı. Nizar Ağa elinde tuttuğu üzeri bir bezle örtülmüş hasırdan sepetle telaşla bir yere gidiyordu.

Elizabeth'in aklına bu sabahki konuşma geldiğinde teninde arsız bir ürpertiyle onun peşinden gitmeye karar verdi. Cihangir, Elizabeth'in bir şeyden haberi olmamasını istiyordu. Bu yüzden sıkı tembihler almıştı ve bu Elizabeth'i daha da kışkırtıyor biraz da öfkelendiriyordu. Elizabeth'in hala Cihangir'e söylemediği sırlar gibi Cihangir'in de Elizabeth'e söylemediği sırlar vardı lakin Elizabeth bencil bir istekle tüm bu sırları bilmek istiyordu.

Nizar soğuk ve diğerlerine göre daha da karanlık bir koridora saptığında çoktan haremden çıkmışlardı ve bu nem kokan duvarlar Elizabeth'e artık çok daha tanıdık geliyordu. Baharın temiz soğuğu hafif bir rüzgarla içeri dalgalanırken Nizar koridorun sonundaki taş merdivenleri inmeye başlamıştı. Elizabeth burada geçen zamanlarını asla unutmayacaktı. Yaralı halini, onu sürekli yalnız bırakmayan seraplarını, kör edici kabusları, arsız soğuğu... Hepsini sanki yine yaşıyormuş gibi ürperdi. Elizabeth bu zindanlarda zihnini çürütecek kadar çok vakit geçirmişti.

Sonunda Nizar küften parmaklıklı bir mahzenin önünde durduğunda parmaklığın altındaki boşluktan sepeti içeriye itti. Nizar hiçbir şey söylemedi lakin karanlığın içinden bir kaç hışırtı duyulduktan sonra Elizabeth bir kızın kıkırdadığını duydu.

Tırnakları avuç içini delerken Elizabeth artık içinde başka bir egemenlik kuran öfkeyle başa çıkamayacağını biliyordu zira o karanlığın içindeki sesin sahibi gülerek Nizar'a bakan Sevda'dan başkası değildi.

*

Bölüm sonu...

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi alayımm??

Geldi yine hikayenin ortasına düştü djsjsjsjs

Giray ile Elizabeth'in kısımlarını yazarken Giray için hep üzülüyorum..:( yavrukuşum

Bir dahaki bölümde görüşmek üzere ballı çöreklerim ;)

Hepinizi deli gibi seviyorum.

🧸

xoxo

Continue Reading

You'll Also Like

249K 34.5K 50
Geçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız? On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğunda Eda artık bir gerçeği kabul etmek zor...
Hırsız By Zeliha Eren

Historical Fiction

996K 7.5K 3
1800'lerin İngiltere'sinde asi, güçlü ama kalacak yeri olmayan bir kızın, İngiltere'nin en çapkın, en sevilen ve en tasasız Marki'si ile karşılaşması...
AlGon🌼🤍 By okuyanladyy

Historical Fiction

55.9K 2.9K 49
"Aklına pek güvenme yani Alaeddin, bir güzelin gülüşüne bakar yitirmen" Diyen Orhan'a baktı Alaeddin... Etrafı kasıp kavuran Moğol, gözünü bu defa da...
33.1K 1.5K 13
En sevdiğiniz yazarların röportajları