Enin-i hafi: Gizli inilti
Genç adam bindiği atı daha da hızlandırarak rüzgara meydan okudu. Yüzüne hafif hafif çarpan yağmur damlaları derisine bir iğne gibi batıyordu lakin şu an içinde bulunduğu ahval onu o kadar meşgul ediyordu ki bunları düşünecek vakti yoktu.
Arkasında onu takip eden diğer atlılar da genç adam için epey endişeliydi lakin bu durumda onu asla yalnız bırakacak değillerdi.
Şehzade Cihangir, Manisa'dayken aldığı haberle her şeyi bırakıp yola çıkmıştı ve iki gün gibi kısa bir süre de cepheye varmış sayılırlardı. Hiç dinlenmeden gittikleri bu sürede atının yorulduğunu hissetse bile bir an için dinlenmeyi düşünmemişti zira babası yeniliyordu. Yaklaşık bir aydır süren sefer Osmanlı İmparatorluğu'nun uzun zamandır ilk yenilgisi olma yolundaydı ve Cihangir bunu düzeltmek için çok geç olmadan yola koyulmuştu. Manisa'da emrindeki birliklerini çoktan cepheye göndermiş olsa da bir komutan olarak Boğdan seferini yönetmekti amacı. Her ne kadar bu, babası için ihanet gibi gözükse de Şehzade Cihangir üç asırdır yenilmeyen bu devletin mağlubiyetle gölgelenmesine izin veremezdi. Bu canına mal olsa bile. Zira biliyordu ki babası Sultan Mustafa Han bundan hiç hoşlanmaz hatta onu sadakatine ihanetten tıpkı ağabeyi Yavuz gibi idam ettirirdi.
Bu düşünceyle atını daha da hızlandıran Cihangir atın artık yorulduğunu bile fark etmiyordu. Arkasında ona yetişmeye çalışan Alemdar ise ona sesleniyor ama sesi bir türlü kanı kaynayan şehzadeye ulaşmıyordu. O kadar hızlanmışlardı ki esen rüzgardan gözlerini açamaz hale gelmişlerdi. Gün daha yeni yeni aydınlanırken bu loşluk onların hiç de lehine gözükmüyordu zira karşıdan gelen atlıları fark etmemişlerdi ve eğer Cihangir atını son anda durdurmasaydı cepheyi kurtaracak bir şehzade kalmayacaktı.
Panikleyen atlar şaha kalkarken tepelerine inen yağmur daha da hızlanmıştı. Gelen askerlerin yüzünde yağmur suyuyla karışık kanı daha yeni aydınlanan gün yüzünde net görebiliyordu Cihangir. Alemdar ise şehzadeyi korumak için anında atından inmişti, diğer askerlerde onu takip etmiş keskin kılıçlarını büyük bir çınlamayla çekmişlerdi. Her an yalpalayıp düşecek gibi olan adam atından indiğinde arkasındakiler de onu takip etmişlerdi. Cihangir bu adamı tanımıyordu zira babası onu çok uzun zamandır pay-i tahta sokmuyordu.
"Şehzadem," diyen adam, Alemdar ve askerlerinin çekilmiş kılıçlarına aldırmadan onlara doğru yürüdüğünde Cihangir yavaş olduğu için adama küfredecekti neredeyse. Adam sadece tek bir an Cihangir'in gözlerine baktı ve daha sonra çamurlu toprağa aldırmadan dizlerinin üzerine çöktü. Ceketinin cebine uzandığı sırada gerilen Cihangir bir şey belli etmemişti.
"Ben Vezir-i azam Sadrettin Paşa'nın silahtarı Halil Ağa," diyerek deriye sarılmış mektubu önünde diz çöktüğü Cihangir'e uzattı. İçinde yenilgilerini okuyacağını sansa da gerçek çok farklıydı.
Mektubu her iki eliyle kavrayıp hızlıca açtı ve gökten düşen damlalar mektubun üzerindeki mürekkepleri birer birer dağıtırken o okudu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül ve Hançer
Historical Fiction❗️Yetişkin ögeler içermektedir.❗️ Adım Elizabeth. Bir prenses olarak doğduğum Westminster Sarayı'nda ruhumun en ufak kırıntısını soğuk taşların arasına saklamıştım. Yalnızlığımı o ufak kırıntılarla saklambaç oynayarak geçirmiştim. Tenime satır sartı...