14. Bölüm • Savaş Sanatları

4.2K 299 78
                                    

"Yeter artık!" diye bağırdı karşısında buz mavisi gözleriyle ona bakan adama. Gözleri akıtamadığı yaşlarının cilvesini çekiyormuş gibi kıpkırmızı, gözlerinin altı Londra sokaklarında gezen bir keş gibi mora çalmıştı.

"Neye yeter Elizabeth?" Karşısında duran gamsız adam öyle soğukkanlıydı ki Elizabeth'i bile gölgesinde bırakabilirdi. Gözlerinin önünde işkence etseler adam utanmadan bir fincan çay ister ve keyifle izlemeye devam ederdi.

Elleri yara içinde olan Elizabeth elinde tuttuğu iki yönlü bıçağı güçsüzce yere bıraktı. Onca yıldır bu bıçaklarla eğitim görmesine rağmen her seferinde ellerine acı verici yaralar açmaktan vazgeçmiyordu. "Bilmiyormuş gibi yapma!" Az önce yere attığı bıçağı onun yüzüne saplamamak için büyük çaba sarf ediyordu. "Eğitilmesi gerekilen bir sirk maymunu gibi ne söylerseniz yapmaktan o kadar bıktım ki." Yerde duran bıçağı ayağıyla tekmeleyerek daha ileri gitmesini sağladı. Savaş atölyesinin beton zeminine sürünen bıçak iğrenç bir ses çıkararak durdu.

Elizabeth on beşinci yaşını kutluyordu. Geçmesi gereken bir sınavla... Bu onu öylesine incitiyordu ki Elizabeth bununla nasıl baş edeceğini bilmiyordu. Öyle gurursuz ve haysiyetsiz bir şekilde buraya gelmişti ve normal bir şekilde sınavı geçmesini bekliyorlardı. Elizabeth kendine itiraf edemese bile üzüldüğünü hissediyordu. Kemiklerini sızlatacak bir üzüntüydü bu.

"Yapamam." Hüzünlü gözlerle ellerinden sicimle yere damlayan kanlara baktı. Köşede onu izleyen annesinin şaşkınlık içinde nefesini tuttuğunu duydu. Babası ise öfkeli gözlerle ona bakıyor olmalıydı. "Benden ne istiyorsanız artık yapmayacağım."

Efendisinin yüzünde beliren o soğuk ifadeye dudaklarındaki sinsi gülümseme de eklenince Elizabeth vücudundaki titremeyi söz geçiremedi. "Bana meydan mı okuyorsun küçük kız?"

Elizabeth artık bazı şeylerin kıyısından döndüğünü ve dönüşün olmayacağını biliyordu. Bu yüzden kafasını dikleştirdi ve tıpkı onunda dediği gibi ona meydan okuyan gözlerle baktı. Adam tıslamaya benzer bir ses çıkardı. "Bu zamana kadar asilce savaştın Prenses Elizabeth. Öyle de bitmesini isterim." Elizabeth'in kalbi şimdi ritminden bir iki kat daha hızlı atıyordu ama bunu karşısındaki adama göstermeye niyetli değildi.

"Bize iki kılıç getir." diye seslendi duvar dibinde duran bir askere. "Düello yapacağız."

Elizabeth önce duyduklarını idrak edemedi, daha sonra yerinden bir hışımla kalkan annesini fark etti ve işte ancak o zaman karşısındaki adamın onu ölümcül bir oyuna soktuğunu anladı. Korkmaya vakti yoktu. O yalnızca sevdiklerini elinden alacak olan ölümden korkardı. Ölüm, ölen kişi için bir şey ifade etmezdi. Ölüm, geride kalanların yasına verdikleri bir isimdi.

Kurumuş kandan büzüşen eline çelik saplı bir kılıç tutuşturuldu. Yumuşak çimleri çıplak ayağının altında, kavurucu olan güneşi teninde hissedebiliyordu. Ne zaman dışarı çıkartılmıştı en ufak bir fikri bile yoktu. Annesi ve babası normal bir seyiri izlemek için oradaymış gibi beklediklerini görünce daha da perişan hissetmekten kendini alamadı.

"Ölmek için güzel bir gün." dedi adam. Üzerindeki ince gömleği çıkartmıştı ve Elizabeth'i korkutan yamalı gövdesi hayal gücüne yer bırakmayacak kadar aydınlıktaydı. İzler o kadar netti ki sanki bilerek açılmış gibiydiler. Her kurban için birer çentik... Acaba o çentiklerde Elizabeth'e yer var mıydı?

Gül ve Hançer Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin