11. Bölüm • Yara Açan Dikiş

3.9K 312 20
                                    


Nefsimin sığındığı ahlak yapısı iyiden iyiye bozulurken acıdan kıvranan bedenim bana işkence ediyordu. Çok kan kaybetmiştim. Zihnim baş edemediği sanrılar ile meşgulken ne kadar bilincimi yitirip tekrar uyandım en ufak fikrim yoktu. Göğsümün inip kalktığını artık hissetmiyordum. Nefes almak bile canımı acıtırken ne kadar daha hayatta kalabilirdim?

Ay ışığı, küçük pencereden içeri sızarak tam gözlerimi vuruyordu. Bu beni rahatsız etse de ne kalkıp yer değiştirecek gücüm vardı ne de elimle gözüme siper yapacak. Şu an ölüden tek farkım nefes alıyor oluşumdu. Elimi yaradan hiç çekmesem bile acı bedenimi ilmek ilmek dikiyordu.

Soğuktu.

Çok soğuktu.

Titrek nefesimden çıkan buhar ay ışığında parlayarak gri bir renk alıyordu. Kapımın önünde duran iki gardiyan bile üzerlerinde kürklü paltolar ile titrerken benim nasıl ısınacağım meçhuldu.

Kapıdan duvara üç, pencereden duvara dört adım... Tam sekiz yüz doksan üç tane, duvarları kaplayan taş... Havi bir sıcaklıkla acıya tutsak edinen bedenim bu kadar alanda hapisti.

Zihnim bir bir kararıp içine sıcak anıları birleştirerek beni ısıtmaya çalışsa da çok yeterli olmuyordu.

Sıcaktı. Belki de o gün Londra'da görebileceğim en sıcak gündü. Genelde her mevsim yağışlı olan Londra'ya yılda sadece bir iki kez güneş vururdu ve ben işte o zaman Thames Nehri'nin mavi sularını görebilirdim. Diğer günler her zaman gri bir renk alırdı.

Anılar birbirine girerken kendimi aniden Westminster'ın kuzey kanadında buldum. Üç küçük kardeş bu güneşli günü asla kaçıramazdık, işte tam da bu yüzden saraydan kaçmaya karar vermiştik.

"Tekrar ediyorum." William'ın sesi daha yeni yeni oturuyordu. Yüzündeki o çocuksuluk silinmeye başlamış yerini daha güçlü bir simaya bırakmıştı. "Bu yaptığımız çok yanlış, her an birisi bizi yakalayabilir."

Çıplak ayaklarımla ılık mermerde yürüyordum, içim tarifi anlatılmaz bir heyacanla kaplanmıştı. "Daha cesur olduğunu düşünmüştüm." Ona dönüp güneşte ışıldayan ve normalde sarı olan ama şimdi beyaza dönen saçlarına baktım. Onu kışkırtmak her zaman işe yarardı.

"Elbette cesurum." dedi omuzlarını dikleştirerek.

"Willy," William'ın arkasından gelen cılız sesin sahibi James'ten başkası değildi. Daha on yaşına bile ulaşmamıştı. Tıpkı abisininki gibi saçları güneşte bembeyaz görünüyordu. "Elizabeth, niye çıplak ayak dolaşıyor?"

Elimi ağzıma kapatıp hafifçe kıkırdarken cevap vermesi için William'a baktım. "Çünkü kendisi tam bir kaçık."

James gözlerini büyüterek "Büyük dedemiz Kral George gibi mi yani?" dedi. Gülmemek için yanaklarımı ısırıyordum.

"James," dedi William hafifçe kızarak. "Böyle şeyler söylememelisin."

"Ama Elizabeth bana onun oyuncaklarla konuştuğunu söylemişti." Bu masumluğuyla onu kucaklayıp havalara atmak istiyordum.

"Lizzy," dedi bu sefer bana dönerek. Sinirden çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. "James'e bir açıklama borçlusun."

James'in yanına gidip onunla düzgün iletişim kurabilmek için önünde diz çöktüm. "Çıplak ayak dolaşıyorum çünkü," göz ucuyla William'a baktım. "Evleneceğim gün şapelin koridorunda, senin kolunda damada yürürken nasıl çıplak ayak yürüyeceğimin provasını yapıyorum."

William oflayarak kafasını geriye attığında ciddi kalmak için kendimi zorladım. James yüzüme dikkatlice bakarak "Neden düğününde çıplak ayak yürüyorsun ki?" dedi.

Gül ve Hançer Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin