Avukat

By __clarence

350K 15.6K 4.7K

Hiç bir şeyden korkmayan birini ne kadar tehdit edebilirsiniz ki? "Beyefendi burası dağ başı değil, bir hu... More

Avukat
Avukat 1.bölüm
Avukat 2.bölüm
Avukat 3.bölüm
Avukat 4.bölüm
Avukat 5.bölüm
Avukat 6.bölüm
Avukat 7.bölüm
Avukat 8.Bölüm
Avukat 9.bölüm
Avukat 10.bölüm
Avukat 11.bölüm
Avukat 12.bölüm
Avukat 13.bölüm
Avukat 14.bölüm
Avukat 15.bölüm
Avukat 16.bölüm
Avukat 17.bölüm
Avukat 18.bölüm
Avukat 19.bölüm
Avukat 20.bölüm
Avukat 21.bölüm
Avukat 22.bölüm
Avukat 23.bölüm
Avukat 24.bölüm
Avukat 25.bölüm
Avukat 26.bölüm
Avukat 27.bölüm
Avukat 28.bölüm
Avukat 30.bölüm
Avukat 31.bölüm
Avukat 32.bölüm
Avukat 33.bölüm
Avukat 34.bölüm
Avukat 35.bölüm
Avukat 36.bölüm
Avukat 37.bölüm
Avukat 38.bölüm
Avukat 39.bölüm
Avukat 40.bölüm
Avukat 41.bölüm
Avukat 42.bölüm
Avukat 43.bölüm
Avukat 44. Bölüm
Avukat 45. Bölüm FİNAL
Avukat özel bölüm

Avukat 29.bölüm

2.8K 189 33
By __clarence

Boş sokakta sadece adamın ayak sesleri duyuluyordu. Yavaş ve ritimli. Acelesi yoktu, hiç bir zaman olmamıştı. Yanında, onu takip eden küçük kızın ise çıtı çıkmıyordu. Beril daha fazla sessiz olmak için elinden geleni yapıyordu. Ne kadar sessiz olursa o kadar görünmez hissediyordu.

Ne kadar yürüdüklerini bilmiyordu. Karanlığın iyice gök yüzüne hakim olduğu zaman gelebilmişlerdi kurbanın evinin önüne.
Beril onların birer kurban olduğunu biliyordu. Deneyler başladığından beri çaldıkları kapılar değişirdi ama doktorun gözlerinde ki ışıktan hiç bir şey eksilmezdi.

"Ben bir bilim insanıyım." diyerek tanıtmıştı bu adam kendisini. Fakat Beril onun sadece bir canavar olduğunu görebiliyordu. Çünkü gözlerine bakması yeterliydi. Bu gözler korkunç bir delilik ile parlıyordu.

Adam ne hissediyordu? Heyecan? Zevk? Tatmin? Birazdan olacakları düşündükçe yüzünde "o herkesin korktuğu" şeytani gülümseme belirdi.
Beril bu gülümseyi gördüğünde olacakları tahmin edebiliyordu.

Evet doktor yine can almaya gelmişti.
Fakat öldürmek için öldürmüyordu bu adam. Bir amacı vardı.
Amacı Beril'di.

"Hatalı olan, kusurlu olan sen değilsin. Ben değilim. Onlar. Toplum, insanlar ve koydukları doğaya aykırı kurallar. Bizler hayvanlar gibi yaşamalıyız. Sadece hayatta kalma iç güdüyse varlığımızı sürdürmeliyiz bu gezegende. Ama bunu başaramadık. Kendimizi doğadan üstün zannettiğimiz bir ilizyonla kandırdık."

Beril onun bütün açıklamalarını, saatlerce anlattığı dersleri kelime kelime hatırlıyordu.

"Hasta olan ölmeli, yaşlı olan ölmeli, güçsüz olan ölmeli ki doğanın dengesi bozulmasın. Fakat biz! Biz hastaneler yaparak, şehirler kurarak gezegene en büyük ihanetimizi ettik! Bizden başka hiç bir türün doğayı katlettiğine şahit olamazsın. Milyarlarca insan hiç durmadan gezegeni tüketiyoruz. Neden?"  Doktor kendi sorduğu soruları cevaplamayı severdi. Kendisini daha zeki hissediyor olmalıydı.
"Etçil bir hayvana diğer hayvanları öldürmesini yasaklayabilir misin? Bir kuşun bir topraktan başka bir toprağa göçmesine engel olabilir misin? Bir ayıya bir mağarayı kiralayabilir misin? Bir sırtlanı başka bir hayvanın avını çaldığı için yargılayabilir misin? Bir akbabayı ceset ile beslendiği için ayıplayabilir misin?"

"Buna bir çözüm bulmak zorundayız. Bir kağıt parçasına değer yükleyip onun uğruna savaşlar çıkartmak, doğayı zehirlemek asıl delilik. Senin gibi olmalı herkes. Duygulardan arınmalı. Objektif düşünmeli. Doğal ortamında bir hayvanın davranacağı gibi davranmalı. Etik dediğimiz, yasa dediğimiz, toplum kuralları dediğimiz zincirlerden kurtulmalıyız. Sen ve ben yeni bir düzen getireceğiz. İnsanların duygularından arınıp tekrar ilkel hayvanlara dönüşmesini sağlayacağız. Sen ve ben dünyayı kurtaracağız."

Bir doktor olduğunu iddia eden adam Beril gibi çocukları gözüne kestirmişti. Yeni bir toplum, yeni bir ırk yaratmak istiyordu. Fakat hiç bir çocuk uzun süre ona dayanamamış ve sonunda Beril'in henüz çözemediği bir şekilde kaybolmuşlardı. Beril ise hayattaydı. Bu adamın yanında kalmıştı. Çünkü ayak uydurmayı, adapte olmayı iyi biliyordu. Adamın gözleri dönmüştü. Doktor kimdi? Beril onu tanımıyordu. Adam Beril'e de asla isimi ile seslenmemişti.

O bir Sadist miydi? Psikopat? Hayır. Bu cümleler öylesine hafif, öylesine masum kalıyordu ki onun yanında...

O bu şehrin en büyük kabusuydu. Kimse kapısının önüne gelene kadar bu adamın varlığından haberdar değildi. Beril deneklerini nasıl seçtiğini, neden seçtiğini bilmiyordu. Her seferinde ona eşlik etmek zorundaydı. Doktor ona kendisinin yardımcısı olduğunu söylemişti. Baştan aşağı kötü bir insan olduğunu düşündü Beril bu adamın. O bir katilden çok fazlasıydı. Cinayet işlediğini düşünmüyordu. Dünyayı kurtardığını zannediyordu. Amacına öylesine bir inançla bağlıydı ki Beril onun ne zaman bu deliliğe kapıldığını merak ediyordu.

Adamın ona emir vermesiyle Beril bulundukları evin etrafını kolaçan etti.
Kimi arıyordu? Yada kimden korkuyor, kimden çekiniyordu ki?
Burada bir ordu bile bu evi korusa biliyordu, ikisi de biliyordu, doktor deneyini bitirmeden bu evi terk etmeyecekti.
Yine de Beril'e etrafı kontrol ettirmeyi hiç bir zaman es geçmemişti.

Beril birazdan kapılarını çalacağı deneklerin öleceklerini biliyordu. 'Öldürmek...' Ah, hayır. Zavallılar bunun için Tanrı'ya şimdiden dua etmeye başlasalar iyi olurdu. Azrail, doktorun işine bulaşmazsa eğer onları öldürmeden önce yapacakları, deli gibi ölümü arzulamalarına sebep olacaktı.

Etrafa biraz daha bakındı. Neyi uzatıyordu ki? Ama cevabı iyi biliyordu. Her zaman doktor onu bilerek gönderiyordu.

Beril'in geri dönüp dönmeyeceğini test etmek için.

Kaçmaya çalışacak mı diye onu deniyordu.

Ve Beril her seferinde. Her zaman. Geri dönüyordu.

Doktorun birazdan alacağı zevk şimdiden kanını kaynatmaya başlamıştı. Şu anda evinde rahat rahat oturan deneği düşündükçe tatlı bir heyecan sarıyordu vücudunu. Deney yapmaktan bu kadar hoşlanması hiç profesyonel değildi ama amacına yaklaştığı her adım onun için bir zafer demekti.

"Umarım karısı ve çocukları vardır." diye geçirdi içinden. Ne kadar çok denek olursa o kadar iyi bir sonuç elde edebilirdi.
Aynı kana sahip olan aile bireylerinin ölümü onun için her zaman farklı bir macera olmuştu. Son nefeslerinde bir birine bakmaları, annenin çocuklarını çaresizce korumaya çalışması ya da en güzeli babanın artık karısının ve çocuklarının ölmesini dileyecek kadar acizleşmesi.

Artık daha fazla dayanamayacaktı.
Sakin bir şekilde zili çaldı.

Yüzünde sabrı kalmamış bir gülümse yayıldı. "Hazır mısın?"
Beril bu soruyu kendisine mi yoksa ona mı sorduğunu önemsemedi. Nasıl olsa cevap vermeyecekti. Nasıl olsa doktor ondan bir cevap beklemiyordu.

Bu deneyleri o kadar çok tekrarlamışlardı ki artık bir rutin haline gelmişti.

40-45 yaşlarındaki adamın kapıyı aralamasıyla doktorun sırıtışı neredeyse kahkahaya varacaktı.
Şimdiden eğlenmeye başladığı belliydi.
"Buyurun?"
Adam önce karşısında tımarhaneden kaçmış gibi duran adama daha sonra yanında ki küçük kıza baktı.

Doktor her zaman Beril'in cevap vermesini beklemişti.

Beril biliyordu.

Denekleri uyarıp uyarmayacağını test ediyordu.

Ve Beril asla. Asla onları uyarmamıştı.

"Yolumuzu kaybettik." dedi Beril.

Yolumuzu kaybettik.

Doktor ise ilgisini kapıyı açan adama vermişti. Kulaklarını dolduran bu sesin birazdan acıdan atacağı çığlıkları düşündü. Gülümsedi.
"Bizi tanımadın mı?" diye sordu.
Zevkten dört köşe olmuş bu ses ev sahibini iyice kuşkulandırdı. Daha iyi görebilmek için kapıyı biraz daha araladı. Ne bu kızı ne de bu adamı daha önce gördüğünü hatırlamıyordu.

Bir kaç saniye onları izledi. Birden beyninde bir şeyin patladığını hissetti. Ve o an bu ikiliyi tanıdı.

Doktoru ilk defa görenlerin, onu daha önce hiç görmemiş olmalarına rağmen hemen tanıdığı söylenirdi. Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki size neler yapacağını bir bir anlatıyordu sanki. Bir delinin kapı kapı gezip insanlara işkence ettiği efsanesi dolaşırdı bu tip sokaklarda. Ev sahibi bunun bir efsane olmadığının farkına dehşetle vardı.

Doktorla göz göze gelen herkes gibi dudağından şaşkınlık ve korku dolu bir çığlık yükseldi. Kapıyı kapatmak için hızlı davrandı fakat başarısız oldu. Doktorun bir eli sıkıca kapıyı kavramıştı. Adam onun ne kadar güçlü olduğunu tahmin edememişti.

Ev sahibinin bu haline kahkaha atan doktor, onun şaşkınlığından yararlanarak adamı itip içeri daldı. "Davetsiz misafirler." dedi Beril'e bakarak. Arkasından içeri giren küçük kız ellerini cebinden çıkardı.
Beril kapıyı kapatma işinin kendisine düştüğünü biliyordu. Doktor ona her zaman kaçmak için kullanabileceği fırsatlar veriyordu sanki. Ve Beril her birini bilerek kaçırıyordu.

Cebinden o meşhur bıçağını çıkardı.
Ucu tırtıklı bir bıçaktı, kabzasında bugüne kadar kimsenin anlam veremediği şeritler vardı. Bıçak saf gümüştü. Sivri ucu hafif aydınlık evde parlıyordu. Beril bıçakla tanıştığı ilk günü düşündü.

Adam onun canını yakarak eğitebileceğini düşünmüştü. Başarısız olunca başka bir şey denemek zorunda kalmıştı. Çünkü Beril kanamaktan korkmuyordu.

Doktor kurbanını duvara yaslayıp bıçağı boynuna sürttü. "İşte başlıyoruz!" dedi heyecan dolu bir sesle.

Beril bu görüntüye tanıklık ettiği için ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu.
Korkmalı mıydı? İğrenmeli miydi? Yoksa normal mi bulmalıydı? Bilmiyordu. Bir cevabı yoktu.

Zavallı adam başına gelecekleri tahmin ettiği için yüzü beyazın tüm tonlarını zorluyordu. "Hayır!" diye isyan etmeye zamanı oldu sadece. Çünkü aynı anda kafasına yediği ölümcül olmayan darbe, onu karanlığa sürüklemeye yetmişti.

Doktor yere yığılan adama bakarken dişlerini göstererek sırıttı. Beril onun bu yüz ifadesinden nefret ediyordu. Çabuk bitmesini diledi içinden, adamın çabucak ölmesini. Bu da onu en az doktor kadar kötü biri yapardı.

Doktor güçlü ve iri yarı bir adamdı. Beril bunun her zaman farkında olmuştu. Karşısındaki çelimsiz kurbanının ona karşı hiç bir şansı yoktu. Adamı bayıltmasının sebebi eşyalarını hazırlamaktı.

Kurbanın kafasından tutarak içeriye sürükledi. Beril de onu takip ederek içeri girdi. O derin bir nefes alırken doktorun abartılı hayal kırıklığı dolu sesi gecikmedi. Evde başka kimse yoktu. Başka kurban olmayacaktı. Başka denek olmayacaktı. Ev sahibi tek başına yaşıyordu. Küçük evde ne bir kadından iz vardı, ne de bir çocuktan. Doktor sıkıntıyla nefes verdi. Çok daha kapsamlı bir test uygulayabilirdi ama elinde sadece bir kişi olduğunda bunu yapamıyordu.
Yerde yatan adama bir tekme attı.
Genellikle kurbanlarının büyük bir ailesi olurdu. Bu da çoğunlukla işlediği cinayetleri daha katlanılabilir kılardı.

Beril onunla kalabalık evlerin kapılarını da çalmıştı. Çığlıkları, yalvarışları hatırlıyordu. Kendisine bakan yaşlı gözleri, kendisinden medet uman insanları unutmamıştı.

Doktorun kurbanları kimdi?
Ya da onları nasıl seçiyordu?
İşte bu bugüne kadar kimsenin cevabını bulamadığı bir soruydu. Beril onun gerçekten bir hastanede çalışmadığını biliyordu. Ve Beril bu adamın zayıf halkaların yok olmasına karşı saplantılı olduğunu bildiği için, kurbanların listesinin hastalardan oluştuğunu tahmin ediyordu. Bu yüzden doktor lakabını almış olmalıydı.

Kurbanlarının hastalıktan başka hiç bir ortak noktası olmazdı. Çoğu kendisini tanımıyordu bile! Bazıları da onun sadece bir şehir efsanesi olduğunu düşünüyorlardı...
Ta ki onların da kapıları çalınana kadar.
Doktorun cinayetlerinin peşine neden kimse düşmüyordu?

Beril dışarda ki dünyadan hiç bir haber alamadığı için kendisine sürekli bu soruları soruyordu. Neden kimse onları durdurmamıştı?

Doktor evsizleri, uyuşturucu tacirlerini, hayat kadınlarını vs hedef alarak kimsenin aramaya tenezzül etmeyeceği kişileri ortadan kaldırıyordu.

Gözünü kan bürümüş katil yerdeki adam ayılmadan onu bir sandalyeye bağladı. Beril'e ip getirmesini söyledi. Adamın önüne bir sehpa koydu ve üzerine eşyalarını teker teker büyük bir özenle yerleştirdi. Beril için de bir sandalye getirdi. Fazla keyifli olduğu için bir melodi mırıldandı. Beril tanıdığı bu melodiyi duysa bile tepkisiz kalmak için kendini tuttu.

Beril ve denek karşılıklı oturmalılardı. Doktor bunu Beril'in kurbanın gözlerinde ki her bir ifadeyi görebilmesi için yapıyordu.

Ve bekledi. Sabırla. Adamın ayılmasını bekledi, kendine gelince vereceği tepkiyi düşündükçe inanılmaz bir haz aldı.

Beril için zaman sanki yavaşlamıştı. Tekrar tekrar bu kabusa dönmek onu değiştirmişti. Tekrar korkunç olaylara şahit olacağını biliyordu, fakat zaman dursun ve o anları tekrar yaşamak zorunda kalmasın istiyordu. Beril'in duaları cevapsız kaldı, bir süre sonra kurbanın iniltilerini duyuldu.
Adam kendine gelmeye başlamıştı.

Hafifçe gözlerini aralayan adam biraz önce yaşadıklarının bir kabus olması için sessiz ama yürekten bir dua etti. Hem o, hem Beril farklı şeyler için dua ediyorlardı fakat ikisini de hiç kimse dinlemiyordu.
Belkide ilk defa böylesine yalvarıyordu adam, daha önce varlığına bile inanmadığı Tanrıya.
Doktorun böyle bir yeteneği vardı işte. İnsanların yardımlarına gelecek bir Tanrıya inanmalarını sağlıyordu.

Adamın karşısındaki bulanık görüntü netleşince kalbini inanılmaz bir panik ve korku sardı. Karşısına neden bir çocuk oturtulmuştu? Ve neden bu çocuk hiç bir şeye tepki vermiyordu?

Debelendi, çığlık attı, yardım istedi, ağladı, bağırdı, tehdit etti, yalvardı. Çaresizce sinir krizleri geçirdi. Fakat karşısındaki adam onun tüm bu yakarışlarına sakin ama zevk dolu bakışlarıyla cevap verdi.
Küçük kız ise sıkılmış gibi duruyordu.

Doktor adamın yalvarışlarının son bulmasını bekledi. Kaderine razı gelmesini. Tabi içten içe adamın bu aciz yakarışlarının daha uzun sürmesini istiyordu. Daha uzun, daha uzun.

Karşısındaki bu acizlik, bu güçsüzlük onda inanılmaz duyguları uyandırıyordu. Çünkü o sadece zevk için öldürmüyordu. O bir bilim adamıydı. Bilim icra ediyordu. Tarihte bilim uğruna bundan çok daha korkunç suçlar işlenmişti. Bilim kutsaldı. Uğruna kurban edilmek ancak bir onur olabilirdi.
O güçlü hissetmenin peşindeydi.

Zavallı adam karşısındaki ruh hastasının bu kadar sakin ve rahat oturmasına karşın sakinleşmeye çalıştı. Onları ikna etmek, serbest bırakılmak istiyordu. Eski hayatına geri dönmek için her şeyi yapabilirdi.
Şansını denedi.
"Ne istiyorsun?!" dedi bağırarak.
Cevap almadı.
"Neden buradasın?!" daha yüksek bir sesle bağırdı.
Cevap yok.
"Bana ne yapacaksın?" bu sefer sesi fısıltıyla çıkmıştı.
Cevabı ise koca bir sırıtış oldu.

Karşısında korku filmlerinden çıkma gibi duran adamın sürekli alay eder gibi ona bakması tüm vücudunu panik dalgaları yayımasına sebep oldu.
Bu ruh hastası hakkında o kadar çok şey duymuştu ki!
Bazıları inanamayacağı şekilde korkunçtu. İnsanların abarttığını düşünürdü hep. Ama adamın yüzündeki bu sırıtış o kadar çok şey vaat ediyordu ki... Duyduklarından çok daha kötü olduğundan emin oldu.

Artık bir sandalyede oturan kızın varlığını bile unutmuştu. Sessizce put gibi duran çocuğun sorunu neydi düşünmeye zamanı yoktu. Debelenmeye devam etti.
Yalvarmalıydı. Bir yolunu bulmalıydı.
Tekrar çırpındı, kaçmak istedi, koşmak, bu deliden olabildiğince uzaklaşmak.
"Bakma bana öyle!" diyerek kükredi.
Adamın bakışları onu sanki, biri etini doğruyormuşçasına rahatsız ediyordu. Neydi bu bakışlardaki ifade? Sapıklık? Öfke? Zevk?
Hayır daha başka bir şey. Çok çok farklı bir bakışı vardı bu adamın. Sanki, sanki onun şimdiden derisini yüzmeye başlamış gibiydi.

Ağladı, hüngür hüngür hemde. Sonra sakinleşmeye çalışarak çok kısık bi sesle "Neden ben?" diyebildi.

Evet. Doktor buna alışıktı. Çoğu kurbanı ona bu soruyu soruyordu. Nedenini hiç bir zaman anlamadı. Neden onları seçtiğinin ne önemi vardı ki? Bir kere seçmişti işte. Dönüşü yoktu.

Doktor gayet rahat bir şekilde karşısında çırpınan adamı izledi.
Gözleri Beril'e ve ifadesiz yüzüne kaydı.
Ahh gördüğü şey onu öylesine tatmin ediyordu ki... Dünyadaki hiç bir şey ona bu kadar zevk veremezdi. Adamın gözlerindeki paniği, korkuyu, endişeyi elle tutulabilecek kadar net görüyordu. Ama en güzeli o gözlerde gördüğü umuttu.
Sanki bir anda bir şey olacakmış da ondan kurtulacakmış gibi umutla bakıyordu adam. Azdı ama yinede hissedebiliyordu. Son nefeslerine verecekleri anda bile kurbanlarında hep bir umut olurdu. Bu umut onun ruhunu beslerdi.

Umut ederlerdi çünkü Beril vardı. Beril küçük bir kız çocuğuydu onların gözünde. Ondan kötülük beklemiyorlardı. Bir şekilde çocuğun onlara yardım edeceğini düşünüyorlardı her zaman. Beril onları her seferinde yüz üstü bırakıyordu. Her cinayette biraz daha hissiz birine dönüşüyordu. Her gece biraz daha büyüyordu.

Zavallı adam başına ne geleceğini anlayamamıştı.
Önünde ki kesici aletlere ve şırıngalara baktı.
Zihni neler olup bittiğini algılamaya başladığında korkuyla matkap ve testere gibi aletlerin de bulunduğu sehpayı inceledi.

Bu psikopat neyin peşindeydi?
"Ne istiyorsun?!" dedi hiddetle.

"Ben bir bilim adamıyım." dedi doktor buz gibi bir sesle. "Deney yapmaya geldim." adam yutkundu. "N-Ne?" diyebildi kekeleyerek.

Doktor Beril'e oturduğu sandalyeden kalkmasını işaret etti. Beril'in deneylere aktif olarak katılması onun için önemliydi.
Kurbanına doğru yaklaştı. "Korku bizim deneylerimizin besin kaynağı. Hissettiğin korkuyu ölçüyoruz. Öleceğini anladığında vereceğin tepkiyi ve geliştireceğin refleksleri.
Beyninin hayatta kalabilmek için nasıl önlemler aldığını, hangi taktiği kullandığını araştırıyoruz."  Adama bir doktor edasıyla yaptığı açıklama kan donduru değil de sanki basit bir işlem gibiydi.

"Nereden kesmeye başlasam acaba?" diyerek bıçağını çıkardı. Beril doktorun önlüğünü giymesine yardımcı oldu. Onun takması için ameliyat eldivenlerini çıkardı.
Bütün bunları izleyen adam tekrar bağırdı, debelendi elindeki iplerden kurtulmaya çalıştı. Bağlı olduğu sandalye yere düştüğümde Beril onu kaldırdı. Adam yalvarmaya devam etti. Ama bütün çabaları boşaydı...

Son çare küçük kızdan yardım dilenmeye başladı. "Yardım et bana! Çöz ellerimi, eğer bu psikopattan korkuyorsan korkma! Yardım çağır yalvarırım! Yardım et!"

Beril bu çığlıklara kulaklarını tıkamayı öğrenmişti.

Adam düşüncelerinde tek bir soru asılıydı, nasıl birer ruh hastaydı bu karşısındakiler? Ondan ne istiyorlardı?
Gerçi bu yaptıklarının bir sebebi olmadığına yemin edebilirdi. Bilim diye bir şeyler zırvalamışlardı. Peki bu deney hikayesi de neydi böyle? Hayır dedi içinden geçen teorilere... Hayır! Sonra adamın lakabını düşündü. 'Doktor'. Lanet diye geçirdi içinden, bu lakabı sadece bu adam kurbanlarını vahşi şekilde öldürdüğü için aldığını sanıyordu! Zihni korkunç görüntüler ile dolup taşarken
omuzunda hissettiği el le tiz bir çığlık attı. Bu ses ondan mı çıkmıştı? Doktorun suratını görünce emin oldu. Bu ses ondan çıkmıştı.

Omuzundaki el ile bedeni kasıldı. Gerilim bütün vücudunda dolaşıyordu. Korkudan titrediğine yemin edebilirdi. Daha adam hiç bir şey yapmadan bu haldeyse sonu hiç iyi olmayacaktı! Bir kurtuluş yolu olmalıydı!
Tekrar küçük kıza ağlayarak baktı. Ondan başka bir umudu kalmamıştı. Bir çocuktu sonuçta, o da bu doktor denilen yaratıktan korkuyor olmalıydı.

Bir çocuk bu vahşete bile isteye katılıyor olamazdı öyle değil mi? Hangi çocuk o kadar kötü olabilirdi ki?

"Çocuk, çocuk beni dinle! Bak, bak bu kötü adam bana zarar verecek! Beni öldürecek! Yardım et bana! Yardım çağır! Durdur onu!"

Beril hiç bir şey duymuyormuş gibi önüne bakmaya devam etti.

"Yalvarırım sana çocuk! Çok korkuyorum! Bana yardım et!"

Doktor hiç bir yakarışı umursamadan elinin altındaki ete baktı. Adam kendini oldukça kasıyordu. Sonra bıçağını omuzuna sürtüp keseceği yerin etrafını çizdi. Başlamak için küçük bir parça yeterliydi. Bıçaklarını iyice temizledi. O bir doktordu ve hastasının mikrop kapıp can vermesini istemezdi. Bir amaç için ölmek başkaydı, iltihap kapıp ölmek başkaydı.

Bıçağını sert ete batırdığında kulağı adamdan çıkan çığlıklarla doldu. Aldırmadan devam etti. Adamın omzundan bir parça et kopardı. Yüzünü bile buruşturmadan kendisini izleyen Beril'e baktı.

Beril bu bakışın ne anlama geldiğini, şimdi yapması gerektiğini biliyordu.
Bir pamuğun üstüne dezenfektan boşaltıp doktora uzattı. Burnuna dolan kan kokusunu unutmaya çalıştı. Adamın dehşet dolu yüz ifadesini, çığlıklarını, acıyla çırpınışlarını hafızasından silmek istedi.

Zavallı adam şoka girmiş tir tir titreyip çığlık atıyordu. Omzundaki acı dayanılmazdı. Kıpırdadıkça daha çok canı yanıyordu. Boğazını yırtarcasına bağırdı. Fakat doktordan gelen kahkaha sebebiyle irkilerek durdu. Göz yaşları akmaya devam ederken sesi boğazında tıkılı kaldı.
Anlından terler su gibi akıyordu. Derin nefesler alıp vermeye çalıştı.

Adam açtığı yarayı temizledikten sonra bir şeyler dökmeye başladı. Ne olduğunu bilmiyordu fakat yandığını hissediyordu. Ev sahibi şu an ne yapması gerektiğini çözemiyordu. Ve delirmek üzereydi. Tek istediği buradan sonsuza kadar kaçmaktı. Bir daha bu manyak adamın ve yanında ki kızın ifadesiz yüzünü görmemek.

"Acıya olan dayanıklılığını test ediyoruz." dedi doktor omuzunu işaret ederek.
Adam ona şok olmuş bi şekilde baktı. Bu başına gelenlere inanamıyordu, daha çok, inanmak istemiyordu. "Acıdan ölecek misin ona bakıyoruz." diyerek ekledi, bu sefer bıçağı adamın omzundaki açık yaraya saplayarak.

Yüksek bir çığlık atan adam acıdan uyuşmuş haldeydi. Beyni artık durmuş çalışmayı red ediyordu. Kalbi hala panik ve korkuyla çok hızlı atıyordu. Doktor denilen manyak aynı yaraya bir çok sıvı enjekte etmişti. Her biri farklı renkteydi. Doktorun ona ne yaptığını bile takip etmekte zorlanmaya başlamıştı. Öleceğini kabullenir gibiydi.

Zavallı adam çaresizce bir yandan ağlayarak, bir yandan omuzundan sızan sıvılara bakmaya çalıştı. Yaranın olduğu kolununun ağırlaştığını hissediyordu. Derisi sararmaya başlamıştı. Panik yüzünden dilini yutacak kıvama gelmişti.

"Az kaldı!" diye bağıran sesi duyunca kafasını kaldırıp neler olduğuna bakmaya çalıştı. Fakat boynu kafasını taşıyamayacak kadar güçsüzleşmişti. Adam tüm enerjisinin çekildiğini hissediyordu. Ne kadar süre bekledi farkına varamadan doktor el çırparak "İşte gerçekleşti!" dediğinde tekrar gözlerini aralamak zorunda kaldı.
"Şanslı günündesin. Temiz bir iş oldu."
Doktorun onunla konuştuğunu anladığında bilincini yavaş yavaş kaybetmeye başladığını fark ediyordu. Göz kapakları ağırlaşırken aklında takılan tek şey neyin gerçekleşmiş olduğuydu.

Gözlerini açmak, konuşup küfürler etmek istedi ama kılını bile kıpırdatacak hali kalmamıştı.

"Sen hastasın" dedi bağırmaktan kısılmış ve boğuk çıkan sesiyle. Sonra düzeltti.
"Siz hastasınız."

Gözlerinin kapandığını hissediyordu.

Bedeninde hissettiği elektrikle girdiği transtan çıkan adam uyanır gibi oldu.
Şu an kesinlikle kendinde olmadığı için tamamen zaman kavramını yitirmişti.

Gözlerini ilk açtığında önce şoktan ve acıdan bir şey hissedemese de saniyeler geçtikçe omzunun yandığını ve çok şiddetli bir acının bedeninde yayıldığını hissetti. Her şeyin bitmiş olması için dua ederken göz kapakları aralandı. O boş bir ev görmek için içten içe yalvarırken görüş açısına giren şeyle çığlık attı.
Bu olamazdı!
Ama kolunu hissetmiyordu!
"Kolum!" diye bağırıp panik ve korkuyla etrafına baktı. Doktorun baktığı yere gözleri indiğinde yerde yatan kolunu gördü. Bütün kemikleri depremde kalmış gibi sarsıldı.
Biraz önce bedenin bir parçası olan kolu, doktorun açtığı yaradan itibaren kopmuş ve yere düşmüştü.

Hayatında böyle bir şey yaşayacağını hiç aklına getiremeyen adam "Bana ne yaptınız?"  cümlesini defalarca tekrarlayıp ağlamasına engel olamıyordu. Zangır zangır titriyordu. Geçirdiği şok onun sağlıklı düşünmesine engel oluyordu.
Üç saniye boyunca boş bakışlarla kendisinden bağımsız yerde duran elini izledikten sonra acı ve boğuk bi çığlık atıp şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı.
Göz yaşları anlından akan terlere karışıyor ve göğsüne akarak kayboluyordu.

Ve o an ölüm hiç ulaşamayacağı kadar huzurlu gözükmüştü.
Çaresizlikle kıza baktı.

O bir çocuk değildi.

Bu adamdan hiç bir farkı yoktu.

O kızın gözlerinin içine baktı orada en ufak bir insanlık aradı.

Ama yoktu.

"Tedavi ediyoruz." diyen Doktor eline matkabı aldığında adam hiç ayılmamış olmayı diledi. Ne yazık ki ağlayacak kadar bile gücü kalmamıştı.

Kafasına vurulan darbeler ile yüzünden aşağı akan kanı hissetmek kalp krizi geçirmesine sebep olacaktı. Artık bu her ne ise bitmesini istiyordu. Artık bitmesini istiyordu! Bitmesini istiyordu!

Doktor tekrar bir şırınga alıp bir sıvıyı beynine açtığı delikten içeri boşalttı.

Bilincinin hâlâ açık olmasına şaşıran adam konuşamıyordu bile.

Göz bebeklerinin yandığını hissetti. Ağzının içinde dili bile şişmişti. Bütün hisler birer birer bilincini terk etti.
Biraz sonra sonsuz karanlığa gömülü buldu kendisini. Hiç bir şey göremiyor ve hiç bir şey duyamıyordu. Ne olduğunu, kim olduğunu unutmuştu.

O neydi?

Yaşıyor muydu?

Varlığını bile şaşırmıştı.
Canı acıyordu ama bir canı var mıydı?

Acıdan ve korkudan düşünce yeteneğini kaybeden adam yorgun ruhunun bir an önce bedenini terk etmesi için yalvardı içinden.

Bedenine neler olduğunu anlayamıyordu. Dehşet içinde öleceği anı bekledi fakat ölüp ölmediğini anlayamıyordu bile.

Şu an hayatta olamazdı öyle değil mi?

Bir şeylerin yandığını hissediyordu.

Yanıyordu.

Bu yanan kendisiydi.

Bedeninin parça parça döküldüğünü kavrayabiliyordu. Hiçe dönüşüyordu. Bir hiç oluyordu. Bu saniye öncesine kadar ne olduğunu bile unutmuştu.

Nasıl bir hayatı vardı önceden?

Bir hayatı var mıydı?

Bir isimi var mıydı?

Sadece bir kaç saat öncesine kadar hakaları olan, düzgün bir hayatı olan sıradan bir insandı.

Şu an ise hiçten ibaretti.

Düşünceleri karışıp gürültülü bir şelale sesine dönüşmeye başladığında insan olarak geçirdiği son saniyelerin bu saniyeler olduğunu fark etti. Hissettiği son şey korkuydu. Onu en son korku terk etti.

Gördüğü en son şey ise masum zannettiği bir çocuğun soğuk bakışlarıydı.

Doktor biraz önce karşısında sürekli çığlık atan adamı soğuk kanlılıkla izlemişti.
Beril ses çıkartamayan adama baktı. O artık ölmüştü. O bil ölüydü. Nefes almaya devam ediyordu ama bu onun ölmüş olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Doktorun deneylerine devam edeceğini biliyordu.

Asla durmayacaktı.

Asla bitmeyecekti.

Işığa çarpıp yere düşen böcekler gibi ölüp gitmeye devam edeceklerdi.

Ve Beril sadece izleyecekti. Hiç bir şey yapmadan, hiç tepki vermeden sadece izlemekle görevliydi. Doktor Beril'in karşısında insanlığını kaybetmiş canlıyı izlediğini fark ettiğinde, ondan etrafı toplamasını istedi.
Ortalığı kan gölü götürüyordu. Beril her zaman yaptığı gibi, temizlik malzemelerini bulup tanımadığı adamın evini, tanımadığı adamın eşyalarıyla, tanımadığı adamın kanını temizledi.
Doktor sabırlı bir şekilde onun temizliği bitirmesini bekledi. Halıdaki lekeleri var gücü ile silen çocuk bir an önce yaşananları aklından silmek istiyordu. Adamın çığlıkları dindiği için rahatlamıştı.

Yanlış olduğunu biliyordu.

Beril farkındaydı.

Kaçması gerektiğini, doktoru durdurması gerektiğini biliyordu ama bunlar büyük cesaret istiyordu ve Beril asla cesur biri olmamıştı.

İşi bittiğinde doktor onun eline bir silah tutuşturdu. "Seçim senin." dedi.
Nefes alan şey artık bir insan değildi. Beril bunu biliyordu. Ama yine de bu onu bir katil yapmaz mıydı?
"Seçim senin."
Beril elindeki silahla doktoru vurabilir ve bu kabus burda bitebilirdi.

Ama yapmayacaktı.

Bunu ikisi de biliyordu.

Beril nefes alan şeye karşı son vazifesini yerine getirdi.

Ve onu huzura kavuşturdu.

Evi terk ettiklerinde Beril arkasında bir ceset yığını biriktirdiğini biliyordu.
Ayakları nereye bassa ardında kan izi bırakıyordu. Bu cesetler bir saniye bile Beril'i yalnız bırakmıyorlardı. Gittiği her yerde onunlalardı. Baktığı her yerde onlar vardı. Beril her nefes aldığında ceset kokusu doluyordu ciğerlerine. Şimdi bu boş sokakta doktor ile attığı her adımda bacağına dolanmış cesetleri beraberinde sürüklüyordu.

Bir seçim şansı gerçekten var mıydı?

Unutmak istedi.

Kaçmak istedi.

Ama unutamazdı.

Ama kaçamazdı.

Ne kadar fırsat verilirse verilsin arkasını dönüp gidemezdi.

Çünkü doktor ile döndüğü bu evde hiç bir günahı olmayan çocuk onu bekliyordu.
Çünkü Beril ona bir söz vermişti. Onu terk etmeyeceğini söylemişti. Ve bu iğrenç evin, korkunç bodrumunda kilitli olan çocuğun kaçmasına imkan yoktu. Beril onu bırakırsa ölüme terk etmiş olurdu. Beril doktoru öldürürse bu çocuğun da katili olurdu.

Bu evden dışarı adım attığında güneş her zaman batmış oluyordu ve geri döndüğünde hiç bir zaman doğmuş olmazdı.
Yol boyunca Beril'in gözlerini bağlayan adam yön duygusunu karıştırması için onu saatlerce yürütüyordu. Dağlık bir alanda olduklarını biliyordu Beril.

Fakat kaçarsa burayı bir daha bulmayacağını biliyordu. Geri dönmezse bu çocuk için kimsenin dönmeyeceğini biliyordu.

Doktor onu döverek eğitemeyeceğini anladığında bir çocuk getirmişti. Beril'in işlediği her suç için onu cezalandırıyordu.
Beril'in umursaması için onun bütün bakımını zorla ona yaptırmıştı. Hem çocuğun karnını doyurmuştu, hem ağladığında yanına koşmuştu, hem de onu hayatta tutmuştu. Ve Doktor bu durumu Beril'e karşı nasıl kullanacağını çözmüştü.

Beril zeki bir çocuktu.

Kaçabilirdi.

Ama zindan gibi bir yerde kapalı tutulan çocuk çok hastaydı.
Dayanamazdı.

Onun için her gece bu kabus dolu eve geri döndü Beril. Her gece ona dışarda geçirdiği güzel bir günü anlattı. Her gece gördüğü kabusları unutması için ona bir şarkı mırıldandı.

Bir yandan doktor ile aralarında bir savaş başlamıştı.

Beril adamın zayıf noktasını arıyordu.

Ve her gün, her geçen gün insanlığını kaybettiğini biliyordu.

Zamanla yarışıyordu.

Sabretmeye, bu deneyleri yaşanmamış saymaya ve eve döndüğünde çoçuk ile vakit geçirmeye devam etti.

O çocukta onu insan kılan bir şeyler vardı. Beril o oldukça asla doktor gibi birine dönüşmeyeceğini hissediyordu.

Kapıdan her içeri girdiğinde çocuğun şaşkın bakışları karşılıyordu onu.
Her zaman geri dönüyordu ama çocuk onun geri döndüğüne her seferinde çok şaşırıyordu.

"Geri döndün Beril."

Beril ona susmasını işaret etti.

"Bana ismimle seslenme bir daha. Duymasın."

İsim kullanmak yasaktı. Bu yüzden bu çocuğun bir adı var mı bilmiyordu, olsa bile yaşı küçük olan çocuğun hatırladığını zannetmiyordu.

"Özür dilerim."

Beril ona hazırladığı tabağı yere yerleştirirken çocuğun ağlamaklı gözlerine baktı.

"Neden özür diliyorsun?"

Çocuk ayak bileğindeki zincirlere hüzünle baktı.

"Ben olmasam sen kurtulurdun."

Bir şey söyleme ihtiyacı hissetti Beril, ona hayır senin suçun değil demek istedi. Fakat hiç bir şey söylemeden karanlık yere biraz da olsa ışık girmesini sağlayan duvardaki çatlaklara baktı.
Yalan söylemeye devam etti.
"Birlikte kurtulabiliriz."

"Çok korkuyorum." dedi çocuk.

"Neden korkuyorsun?"

"Terk edilmekten."

Yalan söylemek artık çocuk oyuncağı olmuştu Beril için.

"Ben seni asla terk etmeyeceğim."

Ve çocuk onun her sözüne canı pahasına inanıyordu.
Beril'e hayranlık duyuyordu.
Onun gibi olmak istiyordu.

"Peki sen? Sen neden korkuyorsun?"

Daha fazla yalan söylemek istemedi Beril.

"Onun gibi olmaktan."

Çocuk Beril'in kimden bahsettiğini iyi biliyordu. Beril doktor gibi olmaktan, onun gibi bir canavara dönüşmekten korkuyordu.
Çünkü kendisini tanıyordu, neler yapabileceğini biliyordu. Hiç bir şey hissetmiyordu, ne kadar denerse denesin, ne kadar ağlamak isterse istesen hiç bir duyguyu barındırmıyordu kalbinde. Beril'in içi yalanlarla doluydu. Pusulası yoktu.

"Hadi ye yemeğini. Ben yanındayım." dedi annesinin onunla konuştuğu sesi taklit ederek.

Bu sözleri söylerken bile samimi değildi.
Hiç bir zaman samimi olmamıştı. Kendisi gibi olmaktan korkarak başkalarına benzemeye çalışıyordu. Ve bu çocuk için, o hayatta kalsın diye, Beril şimdi annesini taklit ediyordu.

Yemeğini bitiren çocuk sert zeminde uyuya kaldığında Beril sadece kendisinin kullanmaya izinli olduğu merdivenleri ses çıkarmadan çıktı.

Doktor onu bekliyordu.

Bu sefer diye düşündü, bu sefer onu öldürebilirim.

Doktor her zaman olduğu yerdeydi.

Ve Beril her zaman aynı savaşı veriyordu içinde.

"Bu gün ne öğrendin?"

Doktorun sesi her zaman fazla kaba gelmişti Beril'e. Adamın ses tonu da görüntüsü gibi kaba ve aksiydi.

"Hiç bir şey." diyerek cevapladı.
Hiç bir şey öğrenmedim.

Kaşları çatılan doktor Beril'i yanına çağırdı.
"Öğrendin. Kendin hakkında ne öğrendiğini söyle bana."

"Hayır."

Beril ısrarla karşı çıksa da birazdan doktorun galip geleceğini biliyordu. Hep öyle oluyordu.

"Kimi cezalandıracağımı biliyorsun. Söyle bana. Ne öğrendin?"

Tırnaklarını avuç içine geçiren kız pes ederek konuşmaya başladı.
"Deneyden sonra hayatta kalan deneklerin çoğu kadın olsa da bugün başarılı bir erkek denek işlemlerin sonuna kadar hayatta kaldı."
Doktor Beril'in kolunu yakaladı.
Canını acıtamayacağını biliyordu ama Beril'in dokunulmaktan hoşlanmadığı da bariz ortadaydı.
"Kadın mı? Ben sana bu tür terimleri denekler hakkında kullanmayacaksın demedim mi? Dişi denek diyeceksin."
Beril karşı çıkmadan kafasını sallayarak onayladı.
"Başka ne öğrendin?"
"Fiziksel acı hissetmeseler bile psikolojik olarak çektikleri acı yüzünden akli dengelerini kaybediyorlar."
"Başka?"
"Hayatta kaldı. Görme, duyma, hissetme ve tat alma duyularını kaybetse dahi nefes alıyordu."
"Başka?"
"Derisi renk değiştirmeye başlamıştı."
"Başka?"
"Başka bir şey yok. Bu kadar."
"Hayır var. Söyle bana. Başka ne oldu?"
"Bana baktı."
"Ve?"
"Yardım istedi."

Doktor memnun bir şekilde gülümsedi.
"Sen ne yaptın?"
Onun gülümsediğini gören Beril yutkundu.
"Hiç bir şey."

"Neden? Neden yaptın bunu?"

Beril daha fazla bu akıl oyunlarına sabredemeyecekti. Hamle yapma sırası ona geçmişti.

"Düşündüm."

Beril'in bakışları değişti. Biraz önce korkarak baktığı doktora şimdi kendisinden emin bir ifade ile bakıyordu. Onun soru sormasına gerek duymadan devam etti. "Bunu neden yaptığımızı. Bu adamın kim olduğunu düşündüm."
Ayakta duran adamın yüzünden eksilen gülümseme Beril'in hoşuna gitti.
"Sonra seni düşündüm. Ne kadar hevesli olduğunu."

Doktor Beril'in söylemek istediklerini anladığı için konuyu tekrar ona getirmeye çalıştı. Fakat Beril onun oyununu görebiliyordu. İkisi de bu oyunda karşılarındaki rakiplerini manipüle etmeye çalışan akıl ustalarıydı.

"Hiç acımadın mı? Merhamet hissetmedin mi?" diye sordu adam, kız çocuğunun zayıf noktasını bildiği için.

Doktor Beril hakkında çok şey biliyordu. Onun dosyasını okumuştu.
Fakat Beril'in o dosyada anlattığı şeylerin yalanlardan ibaret olduğunu da akıl edecek kadar zekiydi.

"Hayır. Hissetmedim. Çünkü ben de hastayım. Hasta olduğum için beni seçtiğine göre yine hasta olduğu için o adamı seçtiğini düşündüm."
Doktorun kararan yüzü Beril'in doğru yere bastırdığının habercisiydi.
"Sonra durdum. Kendime bir soru sordum. Hastalara bu kadar takıntılı bir adam kendisine doktor diyor."
Adam öfkelenmeye başladığında Beril kazandığını biliyordu.
Gerilen yüzünü toparlamaya çalışan adam onu susturmak için araya girdi.
"Bütün bunları, deneklerin sana attığı yardım çığlıkları arasında mı düşündün?"
Beril'in yüzünün düşmemesi doktoru biraz daha gerdi.
"Evet." dedi Beril duruşunu bozmadan.
"Bu adam kendine doktor diyor diye düşündüm. Belki de kendisi hariç hiç kimse onu doktor olarak görmediği içindir. Belki de doktor olabileceği tek yer davetsiz girdiği evlerde yaptığı anlamsız deneyler boyuncadır."

Doktor geriye doğru bir adım attı.

Beril susmadı.

"Hastalara takıntılı bir doktor. Hastaların ölmesi gerektiğini, kurtarılmayı hak etmediklerini savunan zavallı bir doktor diye düşündüm. Belki de bu adam gerçekten bir doktor olmayı istedi. Ama olamadı. Çünkü başarısızdı, çünkü yeterli değildi. Biliyorum ki, küçük insanların büyük hayaller kurması bazen felaketle sonuçlanabilir. Belki de kendisine asla yediremedi. Değersiz olmayı, hiç kimse olmayı kabullenemedi. Belki de insanlar onu ayıplamaya başladı. Başarısızlığını yüzüne vurmaya başladı. Ve bu doktorluk takıntısı doğdu. Doktor olmayı bu kadar saplantı haline getirmiş bu adam, kafasında bir ideoloji yaratmak zorunda kaldı. Sırf başarasızlığını kabul etmemek için. Sırf asla bir doktor olamayacağını kabul etmemek için, belki de bundan utandığı için böyle bir canavar yarattı. Ve ona sıkı sıkı tutundu. Onu delirten bu ideolojiyi bırakırsa gerçek hayatta sıradan başarısız bir hiç kimse olmaktan korkuyordu.
Belki de unutulup gitmektense delirip deli doktor olarak hafızalarda yer etmeyi tercih etti. Bu deney saçmalığı bir kamuflaj sadece. Ne kadar beceriksiz bir adam olduğunu saklamak için ardına saklandığı bir kamuflaj."

Adam ilk defa karşısında duran kızın gerçek bir okuyucu olduğunu fark etti. Beril insanları okuyordu. Her şeyin farkındaydı. Kandırılmıyordu. Bir köşede neler olup bittiğini izliyor ve bunu zekice yorumluyordu.

Karşılık vermesi gerektiğinin farkındaydı. O yenilemezdi. O bir doktordu. Ve amacı her şeyden daha kutsaldı.

"Deneylerimi saçma bulman beni hayal kırıklığına uğrattı. Halbuki en çok sen ne kadar işe yaradığını görmelisin. En çok sen fark etmelisin amacıma ne kadar yaklaştığımı."

Beril etkilenmediğini belli edercesine onun gözlerine baktı.

"İnsanların aklını kaybederek sakat kalması tam olarak nasıl bir başarı oluyor? Hangi kademeleri atlamış oluyorsun?"

Fakat doktorun yüzü tekrar aydınlandığında Beril onun oyunu kolay kolay kaybetmeyeceğini anlamıştı.

"Benim deneylerim ne için?"

Kolay bir soruydu.
Artık ezberlenmişti bunları.
"Toplumsuz bir dünya için. İnsanların bireysel yaşayarak tüm düzeni yıkması için."

Doktor gülümsemeye devam etti.

Beril ters bir şeyler döndüğünü fark ederek tetikte beklemeye başladı.

"Peki bunu nasıl başarabilirim?"

Neden bu adam böyle soruları sistematik bir şekilde kendisine soruyordu?

"İnsanları duygularından arındırarak."

Ve gerçek o saniye Beril'in kafasına dank etti.

"Evet."
Doktor Beril'e baktı.
"Evet."
Sesi kısılsa da sanki kulaklarına doğru bağırıyordu adam.

"Biri önünde can çekişse dahi kılı kıpırdamayacak bir nesil yetiştirmek istiyorum."

Beril anladı.

"O deneyler senin üzerinde yapılıyor. Sen beni başarıma ulaştırıyorsun. Her seferinde biraz daha boş bakan gözlerin, her seferinde biraz daha tepkisiz kalışın, her seferinde kulaklarını onlara tıkayışın benim başarım.
Sen deneksin, bütün deney senin üzerinde işliyor. Ve sen. Sen benim bu zamana kadar en başarılı işimsin."

Elleri titremeye başlayan Beril bildiği fakat düşünmek istemediği gerçeklerle yüzleşmek istemiyordu.

"Tanıklık ettiğin vahşet ne kadar dehşet verici olursa olsun sen her zaman benim yanımdasın. Her zaman geri dönüyorsun. Sadıksın. Emirlere itaat ediyorsun. Senin gibi bir ordu yaratacağım. Senin gibi hissiz, emirlere itaat eden, kılı kıpırdamayan bir ordu. Kurulu düzeni yıkıp yerine bireyselliği getireceğiz. Sadece güçlü olanın hayatta kaldığı bir dünya düşün. Sadece senin ve benim gibi insanların hayatta kaldığı bir dünya."

Beril reddetti.
"Hayır. Senin için geri dönmedim. Onun için geri döndüm. Çocuk için, o ölmesin diye."
Bunlar onun son çırpınışlarıydı.

Doktor kaba sesiyle gülmeye başladı. Karnını tutarak abartılı bir şekilde Beril'in sinirlerini daha fazla bozmak için gürültülü kahkahalarına devam etti.

"Onu senin için getirdim. Sana yanımda kalabilmen için bir sebep vermek için. O çocuk senin umrunda değil. Sen bir sebep istiyordun, yanımda kalabilmek için bir sebep. Ben de sana onu verdim. Kendini kandırabilmen için. Korkunç şeyler yapıp onun için yaptım diyebilmen için. Senin insanları taklit ettiğini, onlara benzemek istediğini hep biliyordum. Kendine yalan söyleyebilesin diye bir çocuk getirdim sana. Ama o çocuğu burda gözlerinin önünde kessem kılın kıpırdamaz. Söyledim ya, sen benim en başarılı projemsin."

Bu konuşan doktordu ama kulağına gelen bu ses Beril'in kendi sesiydi. Kendisine itiraf etmekten çekindiği her şey şimdi yüzüne çarpmıştı.

"Beril." dedi gözlerinin içine bakarak. Söylediği her bir harfi Beril'in akılına kazımak ister gibi bastırarak söyledi.
Her bir kelimesinin gerçek olduğuna inanıyordu çünkü. Emindi.
"Sen bensin."

Beril hırsla dolan gözlerini yumarak kafasını salladı.

Hayır diye düşündü.

Ben bu kadar kötü biri olamam.

Ben bu adam gibi olamam.

Hissetmek zorundayım.

Denemek zorundayım.

Beril'in aklı adamın cebinde taşıdığı gümüş bıçağa gitti.

Bu evde almaya başladığı ilk eğitim savunma eğitimiydi.
Doktor vahşi bir yaşama hazırlamıştı onu.
Kuralların olmadığı, bilek gücünün önemli olduğu bir dünyaya.
Bu yüzden Beril'e ilk önce vurmayı öğretti. Öldürmek için vurmayı, sersemletmek için vurmayı. Beril teoride öğrendiklerini pratiğe dökerek doktorun üzerine aynı onun istediği gibi yaralı bir hayvanın son çırpınışlarını andıran bir şekilde saldırdı.
Doktor kolay bir şekilde kendisinden kat ve kat güçsüz olan kız çocuğunu duvara savurdu.

Fakat hesap etmediği bir şey vardı.

Beril hiç bir şey hissetmiyordu.
Acı hissetmiyordu.
Yorgunluk hissetmiyordu.
Ve ne kadar düşerse düşsün, ne kadar ağır darbeler alırsa alsın her düştüğünde ayağa kalmaya devam edecekti. Ölene kadar savaşmaya devam edecekti.
Bedeni iflas edene kadar ayakta durmaya devam edecekti.

İkisinin savaşı uzun sürdü.
Beril fiziksel dezavantajını etrafındaki nesneleri kullanarak dengelemeye çalıştı. Doktor bütün gücünü onun üstünde kullanamazdı. Beril bunu iyi biliyordu. Onun en başarılı projesiydi. Ve Beril'in ölmesine izin vermeyecekti.

Kolunun kırıldığını duysa bile acı duymadığı için adama saldırmaya ara vermedi.
Ve en sonunda adam yorulmaya başladığında Beril onun bıçağını çalmayı başardı.
Nefes nefese kalan adam yere düşmüştü.
Beril onun tepesine çıktı. Adamın onu öldürmeyeceğini biliyordu.
Buna müsade edemezdi.
Fakat doktor da Beril'in onu öldürmeyeceğini düşünüyordu.
"Beni öldüremezsin." dedi boğazına gümüş bıçağı dayamış kıza. "Sen bensin."
Kızın duraksadığını anlar anlamaz haklı olduğunu biliyordu.
"Sen bu dünyada senden daha kötü birinin olmamasına dayanamazsın. Sırf senden daha kötü olduğum için, sırf benimle kendini karşılaştırdığında benden daha iyi biri olduğun için beni öldüremezsin. Sen en kötü olduğun bir dünyada yaşayamazsın."

Gümüş bıçak adamın boğazını kesmeden Beril'in ellerinden kaydı.
Son saniyede tekrar bıçağı kavrayan kız çocuğu parlayan bıçağı adamın diz kapaklarına geçirdi.
Bir insanı nasıl sakat bırakabileceğini doktor öğretmişti ona. Bıçağı saplandığı kemiği parçalarcasına geri çıkardı ve adamdan uzağa fırlattı.
"Evet. Seni öldüremem." diyerek itirafta bulundu adamın üzerinden kalkarken.
"Ama kaçabilirim!"
Yaralanan adam onun gideceğini anladığında tüm gücüyle Beril'in arkasından bağırdı.
"Benden kaçamazsın! Beni unutamazsın! Yine bana döneceksin, her zaman döndüğün gibi yine yanıma geleceksin!"

Beril o eve tek bir kez bile bakmadan dışarı çıktı. Kapıyı ardından kapattı ve yürümeye başladı. Gözlerini bastığı yerden ayırmadan saatlerce yürüdü. Kar yağmıştı. Kışın ortasıydı. Sert bir rüzgar fırtına çıkartacak gibi esiyordu.

Beril aldırmadan devam etti. Orada kalamazdı, çünkü artık kendisini kandıramazdı.

Doktoru, deneyleri, cesetleri unutmaya yemin etti. Ardında bıraktığı çocuk için bile durmadı. Yürüdü. Sonra koşmaya başladı. Ayağında ezilen karı hissedemeden koştu.
Kendisinden kaçıyordu. Hafızasından kaçıyordu. Gerçeklerden kaçıyordu.
Verdiği sözleri ardında bırakarak, masum bir çocuğu ölüme terk ederek koştu. Hiç durmadan koştu. Her adımda biraz daha çok unuttu geride bıraktıklarını. Her metrede daha çok şey sildi hafızasından. Kat ettiği her yolda daha başka biri oldu.

Beril o gün o evden kaçtı.
Yine birilerini ölüme terk ederek yaptı bunu.
Yine katil olarak.
Ve yine, yine unutarak başardı bunu.

Karlarla dolu bu dağdan kaçarken, o beyazlığa yüzlerce ceset gömdü. Gökyüzünü tamamen kaplayan ağaç dallarının arasında ilerlerken son kez baktı havaya. Son kez bulutları gördü. Son kez gökten yağan kar tanelerinin yüzüne damlamasını hissetti.
Çünkü bir daha başını asla topraktan kaldıramayacaktı.

Çünkü hayat acımasızdı. Beril'e bunun bedelini elbette ödetecekti.

Beril de korktuğu gibi bir yaratığa dönüşerek ödedi bu bedeli.

Aynı doktor gibi çok başarısız bir avukat oldu. Aynı onun başına geldiği gibi kimse Beril'i avukat olarak görmedi. Deli doktorun gizlendiği kamuflaj Beril için şeytanın avukatıydı. Saygı duyulmadı, nefret edildi.
Aynı o adam gibi başarısızlığını kabul etmemek için bir canavar olmayı tercih etmişti. Unutulmamak için bir ideoloji yaratmıştı. Ve bir korkak gibi onun ardına sığınarak aciz bir kadın oluverdi.

Beril en büyük kabusuna dönüştü.

Annesi gibi olmaktan korkardı çocukken.

Onun gibi aciz bir kadın oldu.

Sonra doktora dönüşmekten korktu.

Ve kendisini şeytana avukatlık yaparken buldu.

Her şeyi unuttu. Ama unuttukları Beril'in peşini bırakmadı. O evde arkasında bıraktıkları Beril'i bir gölge gibi takip etti.
Yeterince uzağa kaçamadı, yeterince hızlı koşamadı belki de.

Adalet bu şekilde mi tescil etmişti?

Beril yargılanmış ve cezası verilmiş miydi?

Bütün bunların bir sonu olmayacak mıydı?

Hatırlamak istemiyordu ama kaçışı yoktu.
Her şeyi Beril başlatmıştı ve yine o biterecekti.

Continue Reading

You'll Also Like

4.1K 177 7
#gorucu Beyza&Asaf Buğra Hayatları birbirine benzeyen ve bir o kadar da farklı olan iki insanın hikayesi Görücü usulü aşk mı olan diyenler bir daha...
50.2K 1.4K 31
Bi insanı cumartesiden daha çok sevebilirmisin? Bir oğlan..yaşamla ölüm arasındaki ince çizginin üzerinde yaşayan zengin bir çocuk...amacı olmayan bi...
29.1K 2.2K 12
"Neden ağlıyorsun?" diye tekrar sordu. Sesi biraz peltekti ve sarhoş olduğu belliydi. Muhtemelen ben uyuyakaldığım esnada o arka sıralarda sızmıştı. ...
342K 2.3K 5
Haddinden fazla saçmalayan laz kızı... Abisini kimseyle paylaşamayan, ablasıyla ise her dakika kavga eden anlaşamayan bir kız... Hayata hep olumlu...