Cesurca Sev ! (Tamamlandı)

By esincee

327K 14.9K 273

Bir kitap çevirmeninin hayatı ne kadar tek düze olabilir ki? Emin olun Zeynep'in hayatı herkesten daha fazla... More

Cesurca Sev! -Tanıtım
Cesurca Sev ! 1. Bölüm
Cesurca Sev ! 2.Bölüm
Cesurca Sev ! 3.Bölüm
Cesurca Sev ! 4. Bölüm
Cesurca Sev ! 5.bölüm
Cesurca Sev ! 6. bölüm
Cesurca Sev ! 7. Bölüm
Cesurca Sev ! 8. Bölüm
Cesurca Sev ! 9. Bölüm
Duyuru...
Cesurca Sev ! 10. Bölüm
Cesurca Sev ! 12.bölüm
Cesurca Sev ! 13.bölüm
Cesurca Sev ! 14. Bölüm
Cesurca Sev ! 15.bölüm
Cesurca Sev ! 16.bölüm
Cesurca Sev ! 17. Bölüm
Cesurca Sev ! 18. Bölüm 1. Kısım
Cesurca Sev ! 18. Bölüm 2. Kısım
Cesurca Sev ! 19. Bölüm
Cesurca Sev ! 20. Bölüm
Cesurca Sev ! 21. Bölüm
Cesurca Sev ! 22. Bölüm
Cesurca Sev ! 23. Bölüm
Cesurca Sev 24. Bölüm
Cesurca Sev ! 25. Bölüm
Cesurca Sev ! Final

Cesurca Sev ! 11. Bölüm

10.2K 468 11
By esincee

Herkese iyi akşamlar...

Ve de iyi okumalar...

 Bölümü bu şarkı ile yazdım şarkının tınısı o kadar çok keyif veriyor ki buradada paylaşmadan edemedim umarım sizinde hoşunuza gider :)

Sıcaklık güzel bir histi. Özellikle yüzüme vuran sıcaklık.  Hissettiğim bu sıcaklıkla gözlerimi aralıyorum. İlk fark ettiğim belimdeki kolların olmayışı. Yanımda soğukluk hissetmiyordum. Çünkü üstüme örtünen battaniyeye sıkıca sarılmıştım. Odayı hem ısıtan hem de aydınlatan şu küçücük şeye minnettardım. Isıtıcı. Oda ısıtıcının turunculuğu ve varlığının kaynağı neresi olduğunu bilmediğim sarı bir ışıkla aydınlanıyordu. Başımı biraz oynatıp odaya tamamiyle baktığımda onu görüyorum.

Sabah ki taburenin burada olmadığını fark ediyorum. Onun yerine salondaki sandalyelerden birinin üzerinde oturuyordu. Sandalye her ne kadar büyük olsa da bu sefer de masa küçük kalıyordu. Onun bedenine göre. Gülesim geliyor. Ama beni fark etmesini istemiyorum. Biraz daha izleyeyim onu.

Önündeki kağıtlara o kadar yoğunlaşmıştı ki sanki bu dünyadan soyutlanmış gibi. Özlemle bakıyorum ona. Normalde dengesizdim ama onunla daha da dengesizleşiyordum. Ne düşüneceğimi ne diyeceğimi şaşırıyorum. Ona aşık olmaktan korkuyordum. Ama bir gün içinde ona hem aşık olduğumu hem de sevdiğimi kabullendim. Bu kabullenme ile ne yapacaktım? İçimdeki aşk ve ya sevgi… kalbimin hızlı çarpmasını da sağlıyor aynı zamanda durmasını da. Seviyorum nasıl olduğunu bilmezcesine, bilemezcesine. Bugün olanlar ise…. Ne düşüneceğimi bilemiyorum. Mesele öpücük değildi. Sonrasıydı benim için çözümlenemez olan. Beynimdeki kargaşaya son verip gözlerimi yeniden ona dikiyorum.

Olabildiğimce sessizce yataktan çıkıyorum. Beni fark etmemesini umuyorum. İçimde sessizce bir merak dallanıp budaklanıvermişti. Yeni kitabın ilk satırlarını mı yazıyordu? Minik adımlarla arkasına doğru geçiyorum.

adamın yaptığı işe konsantre olduğunu sanıyordu kız. Bu yüzdende sessiz adımlar atarak arkasına geçip yazdıklarına bakıyordu. Oysa.. “

bilmiyordu ki uyandığı ilk andan beri biliyordu adam…”

Hih!

“sen yazdıklarımı mı okuyorsun?” kaşları çatılı bir halde bakıyordu bana bu benim her iki şekilde de korkmamı sağlıyordu ama yine de içimdeki susmazı durduramayarak soruyorum.

“sen ben mi yazıyorsun?”

“senin yazdıklarımı okuyacağını düşündüğümden beri evet”

Zekasına hayran kaldım! Hayır  neden bunu yapıyordu ki hani ortalama bir insandı! Tamam ortalama bir insan da tehlikeleri önceden sezer ve ona göre önlem alır. Ancak şuan neredeyse savunmasız zamanlar değil miydi? İnsanın kendiyle baş başa olduğu zamanlar. Bocalıyorum dediği karşısında

“sen benim benim… neden sesli okudun ki korktum!”

“çevirme lafı. Ayrıca korkmanı istediğim için olabilir mi?”

Şu kaşlarını düzeltsem harika olacaktı. Gerçekten korku salıyordu bu bakışlarla. Sanki suç işlemişim gibi!

“bir yazar olarak yazdıklarının herkes tarafından, her zaman merak edilen şeyler olduğunu bildiğin üzere, yaptığım bu davranışında yersiz olduğunu söyleyebilir misin?” güzel bir cümle kurduğumu hissediyorum.

“evet”

Evet mi?

“nasıl?”

“şöyle, yazdıklarım ben yayınlamadığım sürece bana özeldir.” Haklı olduğu en yegana şeylerden biri!

“Sibel’in ahını mı aldım acaba?”

“Sibel?” ağızımın içinde mırıldandığım şeyi duymuştu ya pes. Sibel’e çevirileri okutmadığım  zamanları hatırlıyorum da yok canım benim arkadaşım ah etmez bana! Gerçi Sibel’den bahsediyorum.

“bir arkadaşım…. Peki bana gösterebilir misin? Yani gerçek yazdıklarını…”

“belki… çıkmaya yakın”

“pislik!”

Saman alevi gibi parlayıp gidiyordum işte. Peşimden gelir miydi acaba? Peşimden gelmek? Ömer? Kendimi kandırabilmekte üstüme yok galiba Ömer kiim gelmek kim?

Paşa paşa giderim suyumu içerim giden uykumu geri getirmek için o odaya yeniden girerim.

Dediğimi de yaptım.

Sıcacık yatağın üzerinde oturmuş dik dik Ömer’e bakıyordum. Bir satır bile okutmaz mı ya? ukala yazar! Bir kez olsun benden yana başını çevirip bakmadı bile.

“gözlerini üzerimden çekersen daha rahat çalışacağım.”

“bir tek satır bile okutmazsan çekmeyeceğim”

“iyi o halde!”

Kalkmış. Odadan çıkıp gitmişti. Artık onun da tescilli bir dengesiz olduğuna karar verdim. Sanki çok büyük bir şey söylemişim gibi kapıda çıkıp gitti. Bir tarafımı devirir yatarım bende o halde !

Tescilli dengesiz!

***

Sabaha kadar küçücük yatakta dört dönmüştüm niye? Ömer beyefendi yüzünden! Yataktan çıkıp aşağı kata doğru iniyorum. Ev sessiz. Gerçi sabahın yedisinde ne ses bekliyorsam? En iyisi mutfağa geçip bir şeyler hazırlamak. Mutfağa girdiğimde, çayın çoktan hazır olduğunu görüne. Kendime bir bardak çay alıp salona geçiyorum. herhalde çayı demleyen bu kişilik bir sofrada kurmuştur.

Kurulmuştur dedim değil mi? Yanlış bir sözcük seçtiğimi salona geldiğimde anlıyorum. Ömer bu sefer tekli koltuğa turmuş ayaklarını önündeki sehpaya uzatmış kitap okuyordu. Bu adam hiç mi normal davranmaz?

 Bende ikili koltuğa geçip  Ayaklarımı altıma toplayıp oturuyorum. Onu izlemeye başlıyorum. Kitap çok çekici olmalı ki geldiğimi fark edememişti. Veya geceki gibi fark etmişti ama benden bir hareket bekliyordu. Sadece göz dikmekte bir hareketti değil mi?? Dün geceden tespit ettiğim kadarıyla evet! ne kadar baktığımın farkında değilim gözlerim o kadar çok acıyordu ki uykusuzluktan yeniden kapandığını hissediyorum.

 "Zeynep güzelim uyan hadi akşam oldu.... Zeynep" kulağımdaki ses ninni gibi geliyordu. 

"Zeynep kalk hadi" 

Kalk hadi, kalk hadi… huzurla dolan uykumu sona erdirmek için sanki elinden geleni yapacak.

Uykulu halde mırıldanıyorum. " Sibel bugün pazar neden başımdan çekilmiyorsun zaten sinirden uyuyamadım!" kulağıma hoş bir kahkaha çalınıyor. Bir kaç kıpırtıdan sonra yine dün geceki gibi hissediyorum. Beni sarıp sarmalayan bir koruyucu varmış gibi daha da çekiliyorum sıcağına. Kulağımın hemen altında kor gibi yanan bir şey hissediyorum. Bu beni daha fazla büyüsüne kaptırtıyor. Daha da çekiliyorum demiştim değil mi daha fazlasını istercesine dönüyorum minicik yatakta. Ellerimi koyacak bir yer ararken biri belini biri göğsünü buluyor. Sıcaklığına sokuluyorum. Boynunda onun kokusunu soluyorum. Dudaklarım mutluluğun merkezini bulmuşcasına kıvrılıyor...

Koskoca bir cumartesiyi ve de gecesini uyuyarak geçirmiştik. Onunla koyun koyuna  hem de tüm gün kokusunun solumak tarifi mümkün olmayan bir şey. Normalde bu kadar uyumazdım ben. Ama… galiba şu geçirdiğim bir hafta beni yormuştu duygusal açıdan o kadar çok şeyi yoğunca yaşamıştım ki… aslında şu anda bile  o yoğunluğun içindeyim onun kolları tarafından sarılıyor olmak. Ona bu kadar yakından bakıyor olmak. Kalbime olmayacak duygular yüklüyor. Ağlama hissi uyandırıyor bende. Çünkü hareketleri öyle tutarsız ki daha birkaç gün öncesinde sanki çok normal bir şeymiş gibi kitabı getirmesi onun öncesi öpmesi ve hiçbir şekilde bahsini açmaması, bakışları, bakmayışları.

İlk aşkını yaşayan genç bir kız değilim. Ama kim hayatında belirsizlik ister ki? onunla olmak çok güzel rüya gibi. Ama her an uyanacakmış gibi olmak.. belki de en iyisi onunla olduğum her anı son an'ımmış gibi yaşamak olacak….

Neden yanımda yattığını bilmiyorum. İlk başta ben ona demiştim. Çünkü yanımda olmasını istemiştim. Ellerinin belimde olması değişik bir duyguydu. Onun kokusunu kesintisiz duymak. Onunla uyumak harika bir şeydi. Aynı zamanda olağan.

Elimi kaldırıp saçlarını okşamaya başlıyorum. Belki de ona bir daha bu kadar yakın olamayacağım. Elim sonradan yüzüne geliyor. O da sanki bilirmiş gibi yüzünü avucuma yerleştiriyor.

Neden yanımda yattığını bilmiyordum değil mi?  Bunu daha sonra öğrenebilirdim şimdi ise tadını çıkarmam gereken bir koku vardı. Burnumu boynuna dayıyorum. O ise beni daha fazla sarıyor. Bir bütün gibi oluyoruz.

Yeniden uyandığımda onun hala uyuduğunu görüyorum. Yataktan yavaşça kalkıp aşağı iniyorum. Güzel bir kahvaltı sofrası hazırlıyorum. Çayı da demledikten sonra salonda olan boydan boya kütüphaneye çeviriyorum adımlarımı.

Bu ev daha doğrusu konak o kadar güzeldi ki herkese hitap ediyordu. Evin minik bir köşesi plaklar için ayrılmıştı. Denize bakan tarafında iki tane tekli koltuk ve fiskos masası. Bir duvarı kitaplık. Ve o dönemi yansıtan oturma grubu yemek masası. Her şey o kadar düzenli ve yerindeki…

Bir kitap alıp cam kenarındaki fiskosun üzerine koyuyorum. Demlenmiş çaydan almak için mutfağa geçerken Ömer’in merdivenlerden indiğini görüyorum. Fazla uykudan eli yüzü şişmiş. O kadar tatlı ki!

“Günaydın masaya geç istersen çayı getiriyorum”

“günaydın” diyor sadece  iç çekip çayı alıp içeri geçiyorum.

Kahvaltımız  kadar sessiz geçiyor ki ne oldu bu adam diye şaşırmıyor değilim. İşte ben bundan bahsediyorum. Bende dengesizdim ama onun dengesizlikleri beni yaralıyordu.

Tüm gün de böyleydik. Sinirlenmemek elimde değildi. O kadar yakın davrandıktan sonra neden on adım geri çekiliyordu ki! inat değil mi bu sefer bir kez olsun dönüp bakmayacaktım. Mutfağa geçip kendime bir kahve yapıyorum. Beyefendi her şeyi de düşünmüş. Kahvemi hazırladıktan sonra sabah seçtiğim kitabı da alarak en üst kata çıkıyorum. Kendimi odaya kapamıştım resmen akşam saat yediye gelirken odadan çıkıyorum. Bardağımı mutfağa bıraktıktan sonra vestiyere gidip paltomu giyiniyorum.  Çantamı ve giysilerimin olduğu çantayı da elime aldıktan sonra salona geçiyorum. en son Ömer’i orada bırakmıştım. Bıraktığım gibi de buluyorum.

“ben gidiyorum”

Oturduğu yerde dikleşip gözlerini bana dikti.

“nereye?”

“evime… yarın ilk iş günüm geç kalmak istemem”

“bu havada gidemezsin ki?”

“nesi var ki iki gündür böyle yağmaz merak etme!” dememle göğün gürlemesi bir oluyor.

Bakışlarımı tavana doğru çevirip konuşmaya başlıyorum

“gerçekten mi? sende mi ondan yanasın!”

Çok mu komiğim acaba gülüp duruyor bir de! Sinirlerim iyice bozulmuştu doğa bile ondan yanaydı sabah nasıl yetişecektim ki işe. Cama doğru yaklaşıp dışarıya bakıyorum.

Demin ki gök gürültüsünden sonra sanki hava delinmiş gibi yağmur yağıyordu. Birkaç dakika ya! Sadece bir kaç dakika, kaç günden beri yağmayan yağmur sanki benim lafımı bekliyormuş gibi yağmaya başladı. Koltuğa oturup umutsuzca yağmuru izliyorum.

"hadi sıkma canını sabaha kadar diner yağmur."

"bende bu şans varken sabaha kadar sürer hatta bir hafta boyunca aralıksız yağar"

Dememle beraber yıldırımın düşmesi bir oluyor. Tabii benim yerimden sıçramam da. Şimşekten, gök gürültüsünden pek fazla korkmuyordum da şu yıldırım ödümü patlatıyordu. Acaba nereye düşmüştü. Buralarda da fazla ağaç vardı. Acaba yangın çıkmış mıydı??

"korkma" demesi kolay!

damağımı çekip ona kötü kötü bakıyorum.

"tamam kork"

Korkak!

Kapıya doğru yürüyordu.

"nereye?"

"odunluktan yakacak almaya burada oturacaksak şömineyi yakacağım soğukta oturamayacağımıza göre"

"gitmesen" diyorum. Dışarıda düşmüş olan bir yıldırım vardı ve nereye düştüğünü bilmiyorduk gitmesi nedense içime bir korku salıyor.

"donmak mı istiyorsun?"

 Aslında ev o kadarda soğuk değildi….

"yukarıdaki ısıtıcıyı buraya getirsek?"

"öyle olsun bakalım"

O yukarı çıkarken bende üzerimdeki paltoyu çıkartıyorum. Elimdeki çantaları ve paltoyu vestiyere bırakıp kapalı bir terlik arıyorum. Aradığımıda buluyorum. Pembiş tüylü bir terlik. Ayaklarıma geçirip oturma odasına geçiyorum.

Salona bir elinde ısıtıcı bir elinde battaniye ile geliyor. Battaniyeyi bana verip ısıtıcıyı kurmaya başlıyor. Bir süre sonra salonda ılık bir hava oluşuyor. İkili koltukta oturduğumdan battaniyeyi uzunlamasına açıyorum.  Yanıma oturuyor o da battaniyeyi beni gibi örtüyor.

“neden bana öyle bakıyorsun?”

“nasıl?”

“aşık gibi!”

“ne!”

“aşık, böyle biraz baygın, biraz karşındakinin yüzünü ezberlemek ister gibi ve sanki….”

“ben öyle bakıyorum? Beni kendinle karıştırmış olamayasın? Hayır yani bir bakıştan bunları çıkarman biraz ne biliyim…”

“zor mu?”

“değil mi?”

“karşımdaki sen olunca belki?”

“ne yani ben mi çok karışık bir insanım? Sen asıl kendini tanımamışsın ben karışıksam sen  tarifi çözümlenememiş adının anonim olduğu bir tatlı gibisin!”

“tatlı!”

“tanımların sana uygun olmayabilir ama evet öyle!”

Yine saçmalamaya başlıyorum bu adamla neden fazla uzun konuşmaya başlayınca açık veriyordum ki tatlı dedim ya!

“ben acıktım!”

Söylenebilecek olan en alakasız kelimeler yine çıkmıştı dudaklarımdan.

***

Saat gece on ikiye vurduğunda yukarı çıkmak için ayağa kalkıyorum sonuçta sabahın altında kalkacaktım.

Merdivenlerden yukarı çıkarken birkaç dakika sonra onun da peşimden geldiğini anladım ben üçüncü katın merdivenindeyken oda ikinci katı çıkıyordu. Odaya girip kapıyı kapatacağım anda onun ayağa engel oluyor buna.

“ne!”

“yatacağım!”

“burada mı?”

“son iki geceden beri olduğu gibi evet”

“iyi” kapıyı açık bırakıp  iki gecedir yattığım yatağa geçip uzanıyorum. Oda elindekileri – ısıtıcı ve battaniye- bir kenara koyup ısıtıcıyı buraya kuruyor. Kurduktan sonra yanıma geliyor.

Kafamı kaldırıp ona bakmaya başlıyorum

“köşeye geçersen bende yatacağım”

“neden? Başka yatak mı yok?”

“dikkat edersen ısıtıcıyı bu taraf doğru kurdum. Sıcaklık böyle yoğun oluyor.”

“iyi!”

Deyip yataktan kalkıp iki katlı ranzaya geçiyorum.  oradaki battaniyenin altına girip uyumaya çalışıyorum. Dün tüm gün uyumama karşı uykuya dalmam zor oluyor. Uyku yerine düşüncelerine dalıyorum. Bu sefer ki çıkışım anlamsız değildi. Tüm gün neredeyse soğuk ve ulaşılmazmış gibi duran ben değildim.  Onunla konuşmam veya gülmem bunu unutturacak değildi. Ben dengesizim doğrudur. Ama dengesizliğimin bile kendi içinde tutarlılığı vardı

Düşüşlerim hep böyle olsaydı keşke. Tabii bu benim korkudan üç buçuk atıp bağırmadığım anlamına gelmiyor. Orta yollu bir çığlık koparmıştım bile!

“harika bir uyandırılış!”

“bizde böyle!”

Hem adamın üstünde duruyorum ki müsait olmayan bir biçimde birde dediklerinin altında kalmıyorum!

Gözlerim ela gözlerine dalmıştı. Bir bakışı ile ormanın içine girmiş gibi hissediyorum. İlk önce koyu yeşile bulanmış gözleri nedenini anlamadığım bir biçimde kararmaya başlıyor. Gözlerine bakmaya devam ederken dünyamın alt üst olduğunu hissediyorum bu sefer o üstümdeydi. Ve yüzü daha yakındı. Bir öpücük daha… dudaklarımın titrediğini hissediyorum. Kalbim çarpıyordu. Gözleri ise koyununda koyusu olmuştu. Derinliğine çekiyordu beni…

“geç kalıyoruz…” dedi…

Neye? Nereye? Nasıl?

“vapur… vapura… eğer işe geç kalmak istemiyorsan…”

Üstümden kalkması ile kalakalıyorum. Vapur… iş… ilk gün… kelimeler zihnimde dolanıyor ama daha deminki andan dolayı oturmuyorlar hiçbir yere o ise ayağa kalkmış elini bana uzatıyordu. Kalbimin düzene girmesini beklemeden elini tuttum. Biliyordum ki elini tuttuğum an rotasız bir biçimde atmaya devam edecekti kalbim.

“gitmeliyiz” diyordu. Ve o an kafamda şimşekler çakmaya başladı desem yeridir.

Bugün benim ilk iş günüm!

“saat kaç geç mi kaldım yoksa! Off hayatımda en önemli şeyi nasıl unutabilirim ben böyle!”

Ömer’i de peşimden sürüklediğimi anlamadan hızla odadan çıkıp merdivenlere doğru koşuyorum.

Düşünmeye. Beklemeye. Vaktim yoktu. Uyumuştuk. Yine beraber ama neden? İki gündür neden beraber yatıyorduk ki doğru ya ısıtıcı benim oturduğum taraftaydı? o ısıtıcı nasıl oldu da benim yattığım yere dömüştü Ömer ile birlikte, büyük şaşkınlık sebebimdi. Düşünmeye vaktim yok muydu? Beyin bu kadar hızlı çalışırken düşünmemeye ne hacet.

Adımlarımdan birini hesaplayamayınca tam düşecekken Ömer tutuyor beni. Bu adam beni her düştüğümde tutmaya mı  gönüllü?

“dikkatli ol birkaç dakika gecikme ile bir ay gecikme arasında senin bu hızlı koşuşların var”

“peki”

Diyebiliyorum yalnızca ellerini belimden çektiğinde yavaş olmasa da hızımı azaltmış bir biçimde merdivenleri iniyorum. Ömer evdeki elektriği keserken bende paltomu ve ayakkabılarımı giyiniyordum. Çantamı da elime aldığımda ben hazırdım ve Ömer’i bekliyordum.  İşini bitirip hızlıca oda giyindiğinde evden çıkmamız bir oluyor ancak doğanın bize daha doğrusu bana harika bir süprizi vardı. İki gündür yağmaya hazır olan hava dün tam benim gideceğim zamanı bulmuştu şimdi ise yağmaya hala devam ediyordu. Ama dün geceye göre azalmış bir biçimde umuyorum ki sis olmasın denizde yoksa vapur seferleri iptal olmuş olur ben ilk günden hem iş yerine hem de beni tavsiye eden engin beye mahcup olurdum. Unutmuş değilim hiçbir şeyi sadece bazen onunla bir olunca aklımdan bazı sorunlar uçup gidiveriyor. Onun yüzünden işten çıkartılmam gibi. Ama artık bazı şeylerin farkındayım ondan hoşlanmak veya onun sevmek bir hata değildi. Onu sevmek bazı şeyleri göze alabilmekti.

Evden çıkıp koşturarak iskeleye geçiyoruz. Evin Kadıköy de olması benim büyük şanslarımdan biri oluyor. Vapur geldiği gibi biniyoruz.  Sisin olmaması yağmurun azalması galiba şansım dönüyordu.

Vapura bindiğimizde Ömer atkısı ve şapkası ile duruyordu bu seferki amaç etrafa tanınmamak içindi belki de tehlike hala devam ediyordu bilemiyorum. Bense ne sadece paltomlayım. Birden bir şeylerin boynuma dolandığını hissediyorum.

Başımı eğdiğinde atkısını boynuma doladığını anlıyorum.

“Teşekkür ederim “

Kadıköy iskelesine indiğimizde etrafımıza ilk başta bakıyoruz sonrada birbirimize. Alt dudağımı dişlemeye başlıyorum. Ayrılık vakti miydi? Acaba onu bir daha bu kadar yakından ne zaman görebilecektim. Artık Yerküre’de de değildim. Bunun düşüncesi ile bir hüzün sarıyor beni ne yaptığımın farkına varmadan parmaklarımın ucunda yükselip dudaklarımı yanağına doğru hedefliyorum.

Dudaklarım tam hedefini bulacaktı ki minik bir hedef aşması ile onun dudaklarını buluyor. Tabii benim geri çekilmem de bir oluyor.

Bu hareketime gülümsüyor. Ondan cesaret alarak bende gülümsüyorum.

“kendine iyi bak!” diyor.

“sende kendine iyi bak” benimkisi bir dilekten çok dua.

“görüşürüz” diyor.

Umarım… gülümseyip yanından ayrılıyorum.

Hızlı adamlarla eve yürüyorum. Saat sekize geliyordu. Apartmana girip asansöre binmek yerine hızlı adımlarla merdivenleri çıkıyorum bu sırada da çantamdan evin anahtarlarını çıkarmaya çalışıyorum. Nihayet evin önüne geldiğimde zafer kazanmış gibi anahtarımı çıkardım. Evin sessiz oluşu ile Sibel’in erken çıktığını anlıyorum. Üzerimdekileri çıkartıp duşa giriyorum. Dolabımın karşısına geçip kumaş bir pantolon ve gömlek çıkartıyorum aklımda Cuma günü giydiğim ceketi giymek vardı.

Aklıma o an düşüyor adada giysilerimin olduğu çantamı unuttuğum. Elimi dolaba daldırıp bir kazak alıyorum. Gömleğin üzerine giyiniyorum. Yüzüme hafif bir makyaj yaptıktan sonra hızlıca evden çıkıyorum. Kalmıştı kırk beş dakika  bu sefer kalın topuk çizmelerimi giyinmiştim hızlı ve rahat yürüyordum.

Yayınevine geldiğimde hızlıca metin beyin yanına çıkıyorum. Sekreterine geldiğimi haber verdikten birkaç dakika sonra  metin bey odasından çıkıp benimle konuşmaya ve nerede çalışacağımı göstermek için beraber aşağı iniyoruz bir kat aşağıda genişçe bir bölüme yönlendiriyor. Aynı yerkürede olduğu gibi buradaki tek fark ise orada gözetimde olduğum için direk genel yayın yönetmenine çıkıyordum burada ise tek muhattabım baş editör olacaktı.

Metin beye iyi günler dileyip baş editörün yanına gidiyorum.

“iyi günler Gülşah hanım  ben yeni çevirmen Zeynep Dalkır”

Başını işinden kaldırıp gülen bir suratla bana bakıyor.

“hoş geldin canım… bize de geleceğin bildirilmişti zaten “ masanın sağ tarafından bir doysa alıp bana uzatıyor.  “bu yapacağın çeviri, girişten üçüncü masa senin için ayrıldı. Çeviri için bir haftalık bir süren var. Bir şey olursa bana gelebilirsin.” Bunların hepsini o kadar güler bir yüzle söylüyor ki içimden bir şeyler geçirmeye gönlüm varmıyor. Dosyayı elime alıp yerime geçiyorum. akşama kadar başımı kaldırmadan çeviriye yoğunlaşıyorum. Ama ne yoğunlaşmak. Aklımda Ömer fink atarken o kadar zor oluyor ki. akşamı zor ediyorum. Saat yediye doğru gelince hazırlanıp çıkmak için Gülşah hanıma bakıyorum. Olur işareti verdikten sonra herkese kısaca iyi akşamlar dileyip yayın evinden çıkıyorum. Yorgunluktan ölüyorum şu anda tek isteğim eve gidip biraz uyku çekebilmek. Eh Sibel bu saatte evde olmayacağına göre o gelene kadar kestirebilirim galiba.

Evin kapısını açıp içeri girdiğimde Sibel’in sesini duyuyor ve de kendisini görüyorum.

 

“iki günün yorgunluğunun ardında kız bir de işe gitmişti. Yorgun argın eve dönmüştü tek isteği uyumaktı. Adamsa kitabının içine bir not yazmıştı

İlk imzam hep senin olacak…”

 

umarım beğenmissinizdir...

oy ve yorumlarınızı merakla bekliyorum :D

bu arada 1000 okunmaya ulaşmışız çok mutluyum herkese Teşekkürler :D

güzel bir editle yeniden karşınızdayım...

çok sevdiğim bir hikayeyi sizlerle paylaşmak istiyorum...

Seninle Bir Gece

hikayenin biricik yazarı ise @CagriB

O kadar güzel yazıyor ki okurken zamanı unutuyor insan.  hikayedeki karakterlerin duyguları.. birbir hisseddebilirsiniz.Dili ve akıcılık mı? dedim ya okurken zamanı unutuyor insan. 

bu arada bu hikayeyi beklemeden okumanızı öneririm çünkü kitap olma yolunda son hız ilerliyor... :D

hikayenin linkini yorum bölümünde paylaşıyorum

Continue Reading

You'll Also Like

76.8K 7.6K 48
Tek yumurta ikizleri Alya ve Arya'nın hikayesi. tanıtım yakında paylaşılacaktır. Farkında olmadan hocasıyla dedikodusu çıkan Alya, bu haberi magazin...
13.1K 1.7K 60
"İnsan adını yaşarmış derler ya hani, bu yüzden miydi gözümden akan yaşın hiç dinmemesi?" Bir sır... Bir miras... Bir aşk... Hayatı 14 yaşında altüst...
8K 865 10
Güz Çiçeği Kurgumda olan Fatih ve Saklı Masal kurgumun tatlı kızı Masal'ın yolları kesişirse ne olur? Peki Güz Çiçeği kurgumun kelebeği Safir ve Sakl...
445K 21.3K 29
Ben annesinin eteğine tutunmuş küçük bir kız çoçuğu iken, en çok anneme ihtiyacım olduğu zamanlarda, haşin bir rüzgar tarafından bir yaprak misali or...