Kalp İkizi (Umut Serisi 6)

By seyma_demir

195K 17.5K 6.5K

İnsan gördüğüne mi aşık olur, hissettiğine mi? Kader mahkumu olan Musa evvelden beri aşık olduğu Yüsra'dan me... More

1. Musa
2. İsa
3."Çelişkili Duygular"
4."Çıra ve Koca Meraklısı"
5. "Arsız"
6. "Baykuş"
7. "Suç Ortağı"
8."Kümes""
10-"Görünen Yol"
11. "Buldum Seni"
Bana Öyle Bakma Satışta!
12. "Paratoner"
13. "Pinokyo/1"
13.Pinokya\2
14. "Sakar"
15. "Prangalar"
16. Sır
Duyuru
17. "Kibar"
17 "Beyefendinin Çiftliği"
18. "Selamet"
19. "İlk Adım"
20. "Kahve"
21. "Leyla"
Geçici Final

9."Şüphe"

7.1K 766 265
By seyma_demir

Arkasında bir çatırtı işiten Musa, elinde ki bitki makasıyla döndü. Bir elini havaya kaldıran kız teslim olunca, Musa istemsizce gülümsedi.

Bu rutine alışabilirdi. Midesi de, aklı da buna alışmıştı. "Yemek getirdim." diyen kız sefer taslarını bahçe masasına koydu. Evin asıl sahibiymiş gibi içeri girdi, sofra bezi ve tabakları toplayarak geldi. Ona, annesininkini anımsatan sıcaklıkta sofraya yanaşırken, Musa'nın boğazında bir düğüm oluştu.

"Bugün bana ne gibi güzellikler getirdin?" diye sordu. Kelimeler, eskisi kadar zor çıkmıyordu ağzından. Onunla konuşmak çok kolaydı. Yağ gibi akan muhabbetleri, sıcacık yaz güneşinin eşliğinde, hafif saman ve buğday kokusuyla şenleniyordu. Önünde uzanan uçsuz bucaksız sarı tarlalar, sanki onların sesine eşlik ediyormuş gibi hışırdayarak, sadece ikisinin anlayacağı melodiler çalıyordu. Musa, suçlulukla onunla kalben arkadaşı, dostu olduğunu kabul ediyordu.

"Ninem..." dedi üstüne bastırarak. "Bugün bize yardım etmen karşılığında, sana keşkek yaptı. Ben de naçizane tatlı."

Önüne koyduğu keşkek o kadar çoktu ki, Musa gülümseyiverdi. "Tabağı her defasında bu kadar doldurursan, Kayseri'ye göbekli, kapılara sığmayan bir adam olarak döneceğim."

Sözleri bir süre sessizlikle karşılandı. Musa ne dediğini fark etti. Gidecekti. Elbette bu belli bir şeydi. Gitmeden nasıl hayatını düzene sokabilirdi? Bu güzel köy yerinde, doğaya daha ne kadar saklanabilirdi? İnsanların onun etlerini koparmayacağına, onu kabul edeceklerine nasıl inanabilirdi?

"Korkma..." dedi kız alayla. "Türkiye erkek nüfuzunun yüzde 17'si göbekliymiş zaten. Araya kaynar gidersin."

Musa, yemeğini yerken kahkaha attı. Kızın karşısına, ama epey uzağına oturmasını izledi. Elinde, kendi için getirdiği ağzı kapaklı termos bardaklardan vardı.

"Cidden, her gün kafanı böyle lüzumsuz bilgi kırıntılarıyla doldurursan, ilerde alzaymır olursun."

Rana, ince omuzlarını silkti. Öyle zayıftı ki. Güçlü oluşu zayıflığını gölgelese de, göz altları ve yanakları koyu renk duruyordu. Neden bu kadar zayıftı?

"Fark ediyordum da, öğlen saatlerinde, yemek yemen gerekirken sen hep o içeceğini içiyor ve öğününü atlıyorsun."

"Yemediğimi nereden biliyorsun?"

Musa kaşlarını kaldırınca Rana iç çekti. "Midemde... Bir tür ağrı var."

"Nasıl bir ağrı?"

"Yemek yememi zorlaştıran. Küçüklüğümden beri var ama son zamanlarda şiddetlendi."

"Doktora gittin mi?"

Rana ona, sorduğu soru aptalcaymış gibi baktı. "Annem ayrı, babam ayrı, ninem ayrı götürdü. Her birinde farklı ilaçlar alsam da faydasını pek görmedim. Psikolojik olduğunu düşünüyor doktorlar."

"Fazla içe dönük olmanın zararları, ha?"

Rana iç çekerek kabul etti.

"Söyle bakalım, ninenin bugün ki eziyet planı ne?"

Kızın gözlerinde daha önce de gördüğü eğlenceli bir parıltı belirdi. "Görmeden anlayamazsın."

"İpucu ver ki, kendimi hazırlayayım."

" Sadece enerjini toplamak için o doldurduğum tabağı ye, yeter."

"Demek bilek kuvveti istiyor?" Musa, kıza gösteriş yaparcasına masada ki küçük arpacık soğanına yumruğunu indirdi.

Rana suratını ekşitti. "Şimdi, yeşil çam filmlerinde ki Erol Taş gibi kahkaha ata ata o soğanı yemeyeceksin değil mi?"

Musa kıza göz kırptı ve soğanın bir kısmını ağzına attı. Bu sırada gülmeye devam ediyordu. Rana iğreniyormuş gibi şakadan suratını buruşturdu. "Ben de seni, gözlüklü, elinde kitapla elit takılan bir edebiyatçı gibi hayal ediyordum."

"Demek beni hayal ediyordun." Musa, kızın kelimeleri canını yaksa da bunu sakladı ve alayına devam etti. Böylece, sesinin titremesine bile engel oldu. "Hangi sıklıkla?"

Kız kızardı. Aniden ayaklandı. "Böyle alay edeceksen ben önden gideyim."

Musa geriye yaslandı. İleri gittiğinin farkındaydı. Daha önce kadınlarla nasıl konuşması gerektiğini iyi bilirdi. Böyle kalbini kırdığı iki kadın vardı. İlki ağabeyinin eşi Selnur yengesiydi. Onu çok sevmişti sonradan ama ilk başlarda kelimeleriyle sıkça incitmişti. Şimdi bir de bu kız vardı. Onda kelimelerini dizginlemesini engelleyen, ona sataşması için zorlayan bir şeyler vardı. Muhafazakar, kendi halinde, hatta oldukça içe dönük bir kızdı. Neden onu zorluyordu?

"Affet beni." Musa bu sefer sesinin titrediğini fark etti. "Üç senedir insanlıktan nasibimi almıyorum."

Rana, ona hem merak etmiş, hem de her şeyi biliyormuş gibi bir bakış atınca, Musa günlerdir konuşmadıkları o konuya gireceklerini hissetti. "Yengemin arkadaşıysan eğer, işitmişsindir. Ondan duymadıysan da, Ece'den..."

"Ece ketumdur." Rana kısık gözlerle ona baktı. "Ama haklısın. İşittim."

"Ve bu... Önemli değil mi?"

Rana, ayakta ona bakarken Musa kendini savunmasız hissederek uzakta bir dağa gözlerini dikti.

"Hayatta ki tüm zorluklar, senin önemsediğin kadar zordur. Onlara bu anlamı biz yükler ve yüceltiriz."

"Ne kadar... Senlik bir laf." Musa artık onu tanıyor gibiydi. Ne diyeceğini az çok tahmin ediyordu. Garip bir şekilde tanıdık gelen kelimeleri, beyninde devamını nakış gibi işliyordu.

"Pekala, yemeğin bittiyse yola koyulalım. Ninem peşime köpeğimi göndermeden önce."

Masayı toplamaya girişen Musa ansızın durdu. Rana da ona hızla sırtını dönmüştü. Musa kalbi kaburgalarında atarken sordu. "Bir köpeğin olduğunu bilmiyordum."

"Var." Rana önemsizmiş gibi omuz silkti. "Genelde komşularımızı çok sever, sürekli onları ziyaret eder."

"Cinsi ne?"

"Kırma." Ellerini sallayarak tabakları içeri taşımaya başladı. "Hadi, acele et."

"Köpeğimi sormuştun geçen ay, yeniden mektup yazmasan da, köpeğimi merak edeceğini düşündüğüm için söyleyeyim. Sağlığı yerinde. Biraz daha tombullaştı ama onu yemeklerden uzaklaştıramıyorum. Arkamı döndüğümde herkes onu besliyor. Gerçi o hırsız köpek, kimse beslemese de kendine aşıracak bir şeyler buluyor."

Musa kendi kendine kızarak, neden iki kızın arasında benzerlik aradığını düşündü. Birbirinden tamamen farklı görünüyor ve farklı davranıyorlardı, neden Musa kendi suçluluk duygusunu, onları benzeterek hafifletmeye çalışıyordu?

..

Rana, tebessümünü saklamaya çalışarak lastik botlarını giydi. Adam ekşi bir suratla lastik ayakkabılarına ve eldivenlerine bakıyordu. Kafasına babasının şapkalarından birini giymiş, aynı şekilde üstüne de babasının eski elbiselerinden geçirmişti.

"Bir an babam geldi sandım." diyen Rana, burnundan güldü. "Ölçüleriniz pek benzemese de..."

Babası zayıf ve kısa boylu bir adamdı. Musa'nın giydiği uzun kollu bluz üstünde yırtılacak gibi duruyordu. Neyse ki ninesi acımış, ona erkek şalvarı vermişti. Neyse ki mi? Maalesef demeliydi. Kıkırtısını bastırmak için elinin arkasına güldü. Kendimi tutmaktan gözleri yaşarmıştı.

"Gül bakalım hanımefendi."

Rana, bu sözcüğü sanki sevgi sözcüğüymüş gibi tüm hücrelerinde hissetti. Ninesinin azarlayan sesi, "Ne lak lak ediyorsunuz?" diye azarladı. "Hadi, işinizin başına!"

Rana teslim olmuş bir asker gibi ilerledi ve gübre kokusuyla buluştu. Yapış yapış gübreyi çiğnedi, çembere yerleştirdi ve kusursuz bir oval çekil çıkardı. Adam ona hem hayretle, hem de merakla bakınca Rana, adamın elinde ki çemberi yere koydu. "Şimdi şu yaş gübreyi ayaklarınla çiğne." diye bildirdi. Adam, hiç bir iğrenme belirtisi göstermeden çiğnedi. Azmi Rana'yı her defasında daha çok şaşırtıyordu. "Ellerine al."

Azim buraya kadarmış, diye düşündü Rana. Adamın kaşları seğirdi. Yine de genç kızı şaşırtarak, kürek gibi elleriyle çamurumsu gübreyi avuçladı. Lastik eldivenler konusunda pek becerikli sayılmazdı ama elinden geleni yapıyordu. Rana ona acıyarak, "Sen çiğne, ben şekil veririm." dedi.

"Neden bana yardım ediyorsun?" Onları seyreden ninesine yan gözle baktı, iki ezeli rakip gibiydiler. "Beni öldürecekmiş gibi bakıyor. Ama bir yandan da iyi besliyor. Anlayamıyorum bu kadını." diye homurdandı. Sonra yeniden Rana'ya döndü. "Senin girmene gerek yoktu."

Rana, "Zaten sen olmasan ben yapacaktım." dedi.

Genç adam ona hayretle baktı. "Tüm bu dağ gibi gübreyi tek başına mı yapacaktın?"

Rana hafifçe öksürdü. Açlıkla, gübre kokusu pek iyi bir kombinasyon değildi. "Bak işte, yemek yemediğin için böyle oluyorsun. Yığılıp kalacaksın bu pisliğin içine. Bırak ben yaparım."

Kızın elinden çemberi çekmeye çalıştı. Rana izin vermedi. "Bir yemek için bunca iş yaptırmaz sana ninem. O da benim girmemi istedi, şimdi ben girmezsem seni de çıkarır içinden. Sonra bir başına sıvar kolları. Geçen sene öyle çok uğraştı ki hastanelik oldu."

"Şimdi anlaşıldı..." Musa nefesini verdi. "Yani inatçı cadı kendine zarar vermesin diye, sen ona göz kulak oluyorsun."

Rana kızgınlıkla, "Şu kadına cadı demeyi keser misin?" dedi. Onlara cidden kazan kaynatan cadılar gibi bakan ninesine yan gözle baktı ve alayla güldü. "Öfkelidir, biraz aksidir ama kalbi pamuk şeker gibidir."

"Kırmızı pamuk şeker var mıydı?" Musa'nın sözlerine gülen Rana, bir öksürük daha atlattı ama işine çabucak devam etti.

"Yani hayatın böyle..."

"Nasıl?" diye sordu kız.

"Tüm ömrünü köyde geçirmeye niyetli misin? Bu şekilde?"

Sanki çok zorlu bir hayatmış gibi eliyle etrafını gösterdi. Rana oraya, onun gözüyle baktı. Sulanması gereken çiçekler, her ilk bahar temizlenip ekilen bahçe, beslenmesi gereken tavuklar, süpürülen toprak zemin, ayıklanması gereken çekirdekler, yemlenmek isteyen hayvanlar, temizlenen ahır, tamir bekleyen bir dolu yer... Rana düşünürken bile sayamayacağı kadar çok iş vardı. Ancak yaparken Rana'ya hiç de zorlu gelmiyordu. Doğduğundan beri meşgul olmayı sevdiğini düşünüyordu. İki saniye dursa, aklı yerinde durmuyordu. Kendini hem insanlardan soyutlayacak kadar yorgun, hem de tüm dünyaya yetecek kadar dinamik hissediyordu.

"İnsanın olmadığı, doğanın olduğu her yerde mutluyum," dedi Rana. Bunu kendine korkarak itiraf ediyordu. Sesli söylemek ise daha korkunçtu. Hem de hayranlık duyduğu tek adama. Sadece hayran olsa, yine iyiydi. Düpedüz kara sevdaya tutulmuştu. Kendini herkesi, Musa'yı bile aldatıyormuş gibi hissetti. Ansızın içi bir tuhaf oldu. Yüsra'nın yüzü gözlerinin önünde belirdi ve benzi attı. Geriye çekildi. Bedenen değil ruhen.

Bunu nasıl yapmıştı? Bencilce adamdan koparabildiği kadar anı koparıyor, onunla gülüyor, mektuplarında ki gibi dostça muhabbetler ediyordu. Amacı onu biraz hayata döndürmekti ama şimdi, düpedüz bu amaçtan sapmıştı. Neredeyse parmağında bir yüzük hayal ediyor, adamı yanında ömrü boyunca tutacakmış gibi ona bu hayatı öğretiyordu. Şurada iki tane çocuk koştursa... Rana genzi yanarak bu acı veren fikirleri savuşturdu.

Sessizliğe gömüldü. Adam da bunu fark etti ama inatla, onu deşmeye devam etti. Sorular soruyor, geçmişini, ailesini araştırıyordu. Rana konuştukça bir falso daha vermekten daha çok korkuyordu. Sessiz kalması bu yüzden de önemliydi. Adama mektup yazmaya karar vermişti. Dilde söyleyemediği ne kadar doğru varsa, kalemle dökecekti. Yine ismini vermeyecekti. Veremezdi. Adam ona acıdığını düşünür, büsbütün o karanlığa gömülürdü. Ona, bir yabancı olduğunu, mektuplarıyla ona hayranlık duyduğunu söyleyebilirdi. Bu yalan sayılmazdı. Daha önceleri birbirlerine yabancıydılar.

Peki Yüsra ile ne olacaktı? Kızın ona yazmadığını öğrenince yıkılacak mıydı? Rana, korkuyla sızlandı. Yüsra ile bizzat konuşmak zorundaydı. Yüz yüze, ona günahını anlatmalıydı. Kimsenin hayatına müdahale etmeye hakkı yoktu. Kızın sahtekarlığını öğrenip onu affetmesi olanaksızdı ama en azından kalbi hazırlıklı olurdu. Kararını verdi, ama hafiflemedi. Adeta bedenini tartamadı. Zorlukla işi bitirdi, ninesinin getirdiği yorgunluk ayranını içtiler. Musa, temizlenmek istediğini söyleyerek o halde sağlık ocağındaki evinin yolunu tuttu.

Muhtemelen beni ruh hastası sanıyordur, diye düşündü Rana. Bir gülerken, bir sessizliğe gömüldüğü için. Böylesi daha iyi, diye teskin etti kendini. Daha fazla kapılıp gitmeden ket vurmak zorundaydı. Erkenden gitmiş olması da işini kolaylaştırdı. Yıkandı. Yazlık, efil efil bir elbise giydi. Üstünde yeşil çiçekler vardı. Uzun saçlarını hafif nemiyle topladı.Başına da oyalı, koyu yeşil yazma taktı.

Eline kitabını ve termosuna koyduğu bitki çayını aldı ve çardağına gitti. Şu hayatta en sevdiği anlardan biri buydu. Aşırı yorgun, uyumak için çıldıran bedeninin aksine, kendine vakit ayırmak için sabırsız aklıyla ortak yolu tuttuğu bu saatler, huzurun saatleriydi.

Kitabını araladı ve arasından bir kağıt parçası düşünce hayıflandı. Mektuplardan birini daha bu kitaba saklamak zorunda mıydı? Bu sefer ki adamın sadece not olarak karaladığı kısa bir mektuptu.

"İhtimalleri düşünüyorum da, milyonlarca insanın yaşadığı memleket topraklarında seninle karşılaşabileceğim ihtimalini... Seni tanırdım Hanımefendi. Yüzünü bildiğim için değil. Ruhunu tanırdım. Bana kilometrelerce öteden göz kırpan ruhun şimdi bile, atalarımızın yaktığı gaz lambaları gibi hoş, tanıdık bir koku yayıyor etrafıma... Yangının kokusu. Ruhum yanıyor Hanımefendi. Senin alevden ruhun onu yakıyor ama rüzgarda savrulan eski bir gazete gibi, sana doğru hızla geliyorum. Küllerimi avuçlarına döküyorum. Hadi üfle, içine nüfuz edeyim."

Bu samimi sözlerin ardından ona kızdığını anımsıyordu Rana. Sınırı aşıyorlardı. Günahın ve yasağın sınırını...

Köpek havlama sesi geldi. Rana ıslık çalarak ona yerini belli etti. Uslu köpeği onu elbet bulurdu. Yattığı yerden doğrulmadan, hışırtı sesleri çıkaran köpeğine homurdandı. "Seni koca göbekli anne, yine nerede doyurdun karnını?"

Üstüne bir gölge düştü. Yanı başında asılı duran hafif loş ışıkta oynaşan bu gölge, bir köpeğe ait olmayacak kadar iriydi.

"Yorgunluk kahvesi için gelmiştim." dedi o aşina olduğu ses. "Ve bu yemek koca köpekle karşılaştım."

Rana hızla yerinden doğrulunca, eşarbı kaymaya başladı. Uygunsuz halini düzeltmek için üstün bir çaba sarf etti. Adamın inceleyen gözleri her yanındaydı. Kaçınması gerekmez miydi? Neden izinsizce içeri girip, ona böyle kolayca bakıyordu?

Rana doğrulduğunda bir şey fark etti. Adam rahat değildi. Daha çok, meraklı, öfkeli ve tarif edemediği başka duygularla sarmalanmış gibiydi. Çenesini oynattı ve sordu.

"Ona neden anne dedin?"

Rana ciğerlerinde ki havanın çekildiğini sandı. Mektubunda ona şöyle yazmıştı: "Bahçeye yeni bir yuva yaptım. Bu yaz yavrulamasını umuyorum. Veteriner imkansız olduğunu düşünüyor ama ben şimdiden yavru köpeklerin hasretiyle hayaller kuruyorum."

Mektubunu hatırlamasına olanak yoktu. Her satırı onun gibi ezberlemiş miydi?

"Böyle habersizce bekar bir kızın evine giremezsin."

Adam öfkeyle ona bakmaya devam etti. Sırtında duran lamba yüzünü net görmesini engelliyordu. Bir gölge gibi orada dikiliyor, köpeğe ve Rana'ya bakıp duruyordu.

"Bu adam, senin bildiğin medeni adamlar gibi değil. Ona neden 'anne' dedin."

Adamın şüphelendiğini anlayan Rana, doğruları söylemekle inkar etmek arasında gidip geldi. Şimdi söylerse onu ebediyen kaybedecekmiş gibi hissediyordu. Hem Rana ne bekliyordu? Kendini onun yerine koysa, Musa yerine başka bir adamın kendine yazdığını düşünse... Midesi ağzına geldi. Böyle bir şeye asla katlanamazdı. Ondan nefret ederdi. Kendinden de...

İşte sorun buydu. Musa kendinden nefret ederse, gösterdiği tüm o çaba boşa gidecekti. Kendinden nefret etmesini engelleyerek, gerekirse bu uğurda kendini harcayarak ona izah etmeliydi. Bugün değildi. Şimdi olmazdı. Tatlı sabahın sızısı halen kalbindeyken onu kendinden uzaklaştıramazdı.

"Çünkü... anne olacak." Her dişi köpek bir dönem anne olurdu. Bunu alelade bir tevafuk olarak görebilirdi.

Köpeğin koca patilerine baktı. "Kırma dediğini sanıyordum ama bu safkan kangal..." Kocaman köpeğe baktı. Neredeyse insan boyutundaydı.

Rana, "Öyle mi?" derken aptal gibi davranıyordu. Veteriner olduğunu şuan hatırlıyor olması ne ironikti. "Ben kediden bahsettiğini sanmışımdır."

Ter döküyordu. Yalancının tekiydi. Allah onu asla, asla affetmeyecekti. Bu adam da öyle.

"Kedin de mi var?"

Konuştukça batıyordu. Ona neden kedisinden bahsetmişti ki? İsmi yalan olsa da, yazdığı her şey gerçekti. Gerçek kendisiydi. Adam yanında kaldıkça bunu nasıl fark etmezdi?

"Benim değil aslında, herkesin. O da köyün kedisi."

"Öyle mi..." Adam sakalını kaşıyarak yanına gelmeye ve hamağa oturmaya başladı. Rana hızla doğruldu ve karşısında ki tabureye geçti. "Ne yapıyorsun?" diye azarladı adamı. "Öyle teklifsizce yanıma oturmamalısın."

"Sana söyledim. Üç senedir görgü kurallarını hiçe sayarak yaşıyorum. Yanına oturmamın sakıncalı olacağını unuttum."

"Sakıncalı..." dedi Rana öfkeyle. Biraz daha uzağa çekilmek istedi. O ve adam yeterince kural çiğnememiş gibi, şimdi başbaşa, karanlık bir ağaç gövdesinde muhabbet mi edecekti?

"Belki de ninemi çağırmalıyım." dedi.

"Uyuyor mu?" diye sordu adamın derin sesi. Rana başıyla onayladı. "Bırak, uyusun."

Rana büsbütün kıvranarak etrafına bakınmaya başladı. "Sen... farklı görünüyorsun." dedi adam bir süre sonra. Rana anlamayarak adama baktı. Kafasıyla üstünü gösterdi.

"Daha önce böyle bir elbise giydiğini hiç görmedim. Eşarbında yakışmış."

Rana kızararak üstüne baktı. Zayıftı ama arkadaşları ona elbise giymeyi yakıştırırdı. Eskiden, biraz daha kiloluyken her giydiği üstüne kalıp gibi otururdu. Şimdi de hoş duruyordu ama adamın övgüsüyle, Rana daha iyi görünmediği için hayıflanmak istedi.

"Teşekkür ederim."

"Seni hatırlamadığım anlar için kendime kızıyorum." dedi adam. "Hoş sohbet, tatlı ve arkadaş canlısı bir kızsın. Sanki evvelden beri tanışıyormuşuz gibi..."

"Ben hatırlıyorum." deyiverdi Rana.

Musa burukça gülümsedi. "Hadi bana hatırladığın o toy Musa nasıl biriydi, ondan bahset."

"Ego kontrolü?" Rana kaşlarını kaldırıp alayla güldü. "Yeterince egonu besleyen yok mu senin?"

Musa somurttu. "Şu aralar en son düşündüğüm şey egom. O eski ahmağı hatırlayıp, canımı sıkmak istiyorum diyelim."

"Ahmak değildi." diye onu tersledi. Sanki eşine, sevgiline laf etmiş gibi saldırması, genç adamın da hoşuna gitmişti. Gülerek, "Peki, ne o vakit?" dedi.

Gözlerini kürkünü genç kıza dayayan Hamur'a çevirdi. Hamur, koca, beyaz, yumoş yumoş köpeğiydi. Karnı kocaman olduğu için yan yatmıştı. Boynunu okşayarak mırıldandı. Anılarda kendini kaybettiği her an olduğu gibi, eski Musa'yı andı.

"Bir kere onu ilk gördüğümde gözlerinde daha önce hiç bir erkekte görmediğim hayat ışığı vardı. Gergin bir ip gibi omuzları, tutmasan fırlayacakmış gibi duran ayakları vardı. Atikti. Herkese, her şeye koşuyordu."

"Bunu sadece bir kaç dakikada mı fark ettin?" Adamın şüphe dolu sesi Rana'yı kızarttı.

"Sana söylemediğim bir ayrıntı var." dedi. Adam merakla öne değildi. Yüzü tehlikeli bir hal aldı. İsa'nın dediklerini hatırladı genç kız. Yalandan nefret eder, demişti. Bir kalemde siler...

"Daha doğrusu fırsat bulamadığım. Seni daha sonra bir kaç kez görmüş olabilirim."

"Olabilirsin?" Musa kaşlarını kaldırdı.

"Her defasında beni görmediğin, bir iki kere aynı arkadaş ortamında buluştuğumuz anlar."

Musa beynini zorluyormuş gibi kaşlarını çattı. "Zorlama." dedi kız aksice. "Hatırlamazsın çünkü yüzümü sana göstermedim. Ben seni görsem de, sen pek beni göremeyecek durumdaydın. Dikkatini dağıtan başka... faktörler vardı."

Musa o faktörü hatırlamış gibi sırtını dikleştirdi. Rana cesaretle konuya girdi. "Öyleydi değil mi? Şu kız. Güzel, ela gözlü kız. Yusuf'un kız kardeşi."

Musa ona ansızın bakışlarını çevirdiğinde, Rana'nın içi üşüdü. Adam buz tutmuştu sanki. "Affet beni, deşelemek değil amacım." derken kendi kalbini neden bu kadar acıtmaya zorladığını anlamıyordu. Neden adamı zorluyordu? Yalanını öğrenince onu büsbütün silmesi için mi?

Hayır, dedi kalbi. Kıskançlıkla kıvrandığın için...

Kavruluyordu. Onun gözleri bir başka kıza öyle aşkla baktığı için hep kavrulmuştu. Şimdi, mektuplarda en azından ona aitken daha beter kıskanıyordu. Ah, bu ne cehennemden çıkma bir histi. Ne beter, ne çirkin, ne kara... Kalbi buz kesti bu sustu. O susunca, adam gider sandı. Ama adam konuştu.

Ah, ne konuşma. Ne zehir, ne zemberek, ne yangın... Sus, demek istedi. Ne olur sus...

"Genç bir çocukken gördüm onu ilk. Yusuf ağabeyin kardeşini, Yüsra'yı..."

Rana boğazı yanarak, boğuk bir sözle şu cümleyi kurdu: "Bir kaç kere onun ismiyle seslendin bana."

Sitemkar mı çıkıyordu sesi? Engelleyemezdi. Sitem göğsünden taşıp bedene bürünmek üzereydi.

"Öyle mi?" Şimdi neydi? Utanıyor muydu? Rana ona bakmayı reddetti. Adamın kendini izlediğini hissediyordu. "Üzgünüm."

"Olma." Rana nefesini çekerek kafasını gökyüzüne kaldırdı. "Ne güzeldir insanın sevdiğinin ismini anması..."

Adam hırıltılı bir nefes verdi. Sesi sertti. "Bu hissi bilir misin?"

Rana acımasızca, "Ciğerlerime kadar." dedi.

Adamın doğrulup dirseklerine yaslandığını hissetti. Ufacık çardakta kocaman gözüküyordu. Rana gözlerine bakmayı reddediyordu ama sanki göz bebekleri birer öfke mıknatısıydı ve ona bakması için genç kıza zorbalık ediyordu. Rana bakınca, içini utanç ve mahcubiyet kapladı. "Bunu sana söylememem gerekir."

"Aksine." diyen adam kelimeleri haykırsa ancak bu kadar etkili oldu. "Merak ediyorum bu ciğerlerine nüfuz eden ismi. "Sen benim derdimi öğrendin. Ben de seninkini öğrenirsem, bizden sağlam sırdaş olacak."

"Biz sırdaş olamayız." diye öfkeyle ayaklandı Rana. "Seninle sırdaş olmam."

Adam da doğruldu. Öfkeli bir at gibi şaha kalkmıştı sanki. Birazdan Rana'nın kalbine çifte atacaktı.

"Neden? Yoksa, ismini ciğerine kazıdığın adam erkeklerle sırdaş olmanı yasakladı mı?"

Rana, Musa'nın ona yazdığı mektubun o dizesini, o an anımsadı. "Tek sırdaşın benim mektupdaşım. Sakın ola, erkek sineğe bile anlatma derdini. Dişi köpeğine anlatabilirsin. Ya da kız arkadaşlarına. Gerçi, onlara bile bana anlattıklarını anlatma. Bunlar benim, bana özel."

"Öyle..." dedi Rana gerçeklikle.

Adam, sanki çok kötü bir laf edecekmiş de, kendini tutuyormuş gibi dudaklarını ezdi. "İyi!" dedi haykırır gibi. Rana da aynı öfkeyle, "İyi!" diye karşılık verdi.

"Kahve kalsın." dedi adam küskünlükle. "Ciğerparen erkeklerle kahve içmeni de istemez."

"O benim ciğerparem değil. Beni görseydi eğer, şimdi burada, seninle bu kavgayı yapıyor olmazdık."

"Ne yapıyor olurdun? Evlenmiş, kocanın yemeğini pişiriyor mu olurdun?"

"Evet!" dedi Rana ağlayarak. Rüzgar başlamıştı. Yanaklarından süzen gözyaşlarını adamın kollarına döküyordu. "Evet!" diye yeniden bağırdı Rana. Kendini iyi hissettiği için bağırmaya devam etti. "O benim ciğerparem olsaydı, bu sefil hayatımı onunla yaşar, onu kendi çekilmezliğime boğar, kendim kadar beter çocuklarımla ona hayatı zindan ederdim! Neyse ki, beni görmüyor da, bunlara katlanmak zorunda kalmıyor."

Hıçkırıklarını savuşturmak için elinin tersiyle gözlerini sildi. "Şimdi izin ver de, uyumaya gideyim. Yarın kabul görülmek için kendimi paraladığım Kayseri'ye döneceğim. Sen de bir süre rahatlarsın."

Hırsla arkasını döndü, adam onun elbisenin belinden tuttu. Rana geriye doğru devrildi, yere düşmedi. Sırtı adamın göğsüne değdi. Doğrulamadan adam kulağına doğru sordu.

"Neden gidiyorsun?"

Sesi, muhtaç bir çocuk gibi çıktığı için Rana kalbi ağrıyarak yerinden kıpırdanmadı. Bu belki de onunla son anısıydı. Cidden yarın gidecek, ona bir mektup yazacak ve veda edecekti. Umudu onun bu köyü terk etmesiydi. Böylece ömür boyunca ninesinin yanında, evde kalmış olarak yaşayabilirdi.

"Ailem de beni özledi. Her gün arıyorlar. Arkadaşlarım da öyle. Anlayacağın, onların, yani onun yanına gidiyorum." derken sesi boğuktu. "Y-Yüsra'nın." Bu ismi söylemek Rana'ya neden bu kadar zor geliyordu. Kızı çok severdi. İçinde ki kıskançlığın izin verdiğince, severdi. Altın gibi kalbi, saf ve temiz bir ruhu vardı. Musa'nın kalbi de ondaydı. Buydu işte Rana'yı zorlayan. Kızdan uzaklaştıran. "Söylememi istediğin bir şey varsa iletirim."

Doğrulmaya çalıştı. Adamın elbisesini tutan sıkı eli alsa bırakmıyordu. Daha önce hırkasını tutan eli gibi, bilinçsizce ona tutunuyordu. Bu bir alışkanlık mıydı? Yoksa Rana'ya özel miydi? Rana yine aptallaşan kalbinin kapaklarını kapattı ve gözyaşlarını sildi. "Söylediği hiç bir sözü işitmemiş gibi, "O... O adamda orada mı?" diye sordu. "Şu seni ağlatan dangalak."

Rana gülme krizi ve ağlama krizi arasında ki o ince çizgideydi. "Umarım orada olmaz. Umarım, mutlu ve istediği kişiyle olur."

Musa, burnundan soludu. "Onu bu kadar mı seviyorsun? Başka birine verecek kadar?"

Rana belini kurtardı ve ona yan döndü. Gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu. "Sevgi değil benimki. Kara sevda. Kara sevdalı kişi sevdiğine kavuşmak için sevmez onu. Sever çünkü buna engel olamaz. İçine siner o aşk ve kapkara, göğsünü hissizleştiren bir sevdaya dönüşür. Sonra da, kendi için mutlu olmaktan çok, onun mutluluğu için dua eder, dilenir. Bu, aşkının ellerinden kayıp gitmesini gerektirse de."

Rana, küskün gözlerini adama çevirdi ve onun da gözlerinin nemlendiğini görünce, zorlukla yutkundu. Adam aynı zamanda nefretle bakıyordu Rana'ya. Ona duyduğu nefret mi? Yoksa hislerinden mi tiksinmişti? Ah bir bilseydi... Bu aciz kızın kara sevdası kendisiydi.

"Ahmak..." dedi Musa hırsla.

"Ben mi?"

"Hem sen, hem o! Hak etmeyen kimse için dua etme Rana. Hele ki, seni böyle ağlatan bir adam için."

"Denerim." dedi Rana ama ağladı yine. "Sen de kendine dikkat et. Kalbinin sesini dinle ve mutlu ol."

"Kalbimin sesi mi?"

"Onu işittim." diyen Rana hüzünle gülümsedi. "Karmaşık, gürültülü ama güzel bir sesi var. Seni hep en doğruya götürecek."

Ona, "Giderken dış kapıyı çarp." diye bildirdi ve eve girdi.

Yatağına kıvrılarak, dış kapının sesi gelene kadar bekledi. Ses geldiğinde neredeyse bir on dakika geçmişti. Hıçkırarak ağlamaya, örtüyü üstüne çekmeye çalıştı. Sanki boğuluyordu. Sanki kanına ateş atılmış, bedeni can veriyormuş gibi çırpınıyordu. Ninesi içeri girdi. Işığı açmadı. Onun çaresiz bedenine sarıldı, sarıldı ve sarıldı.

Dualar ederek, sakinleşene kadar başında kaldı. Uykuya dalmadan önce fısıldadı.

"Kendine de, oğlana da yazık ettin..."

Rana rüyasında da aynı ateşe atıldığını gördü. Onu çekip kurtaracak kimse yoktu. Çok sevdiği ailesi bile çaresizdi. Kızları hem sevdaya, hem yalana bulaşmıştı. Bir daha onu hangi su, hangi sevgi, hangi adam paklardı?

Başka bir adam asla olmayacaktı. Sevgi desen, hissizleşmişti. Yanmaya ve yeniden yanana kadar köz olmaya devamdı. En azından... Hayvanları vardı. Onlar ona yarenlik ederdi.

Kedisi, o an sanki onu işitmiş gibi gerinerek yanına kıvrıldı. Yavrularının mırıltıları da ona eşlik etti. Ninesi sabah kediler için kızabilirdi, Rana şafak vakti bulduğu bu teselliyi kucakladı ve kedileriyle, yeniden uykuya daldı.





























Continue Reading

You'll Also Like

2.6K 381 18
"Neden mi? Çünkü senden kaçtıkça hakikate yaklaşıyorum. Ama hep engel olmaya çalışıyorsun. Yolumun üstünden çekil artık..."
554K 28.6K 61
Akşamın en sessiz zamanını bekledi Ateş, Eda' ya gitmek için. Kıştı, soğuktu, sokaklar boştu, evler karanlıktı. Herkes uykuya dalmıştı. Ateş, usulca...
719K 14.3K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
53.2K 4.5K 44
Ayakta durmakta bile zorlanıyordu ama ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam karşımda durduğunda, odadan içeriye sızan ay ışığı sayesinde gözlerini...