Kafes

Από SnowYuki_

82.2K 4K 1.7K

Gönlü olmadan evcilleştirdikleri şahinin kafesine bir serçe göndermişler. ~~~~~~ *Bu hikâyedeki kişiler, olay... Περισσότερα

1. Serçe
2. Şahin
3. Koku
4. Eşarp
5. Kıvırcık
6. Işık
7. Kısas
8. Misafir
9. Körebe
10. Dilek
11. Rüya
12. Pusula
13. Anahtar
14. Saadet
15. Kader
16. Rica
17. Hazan
18. Hüküm
19. Şehzade
20. Hatun
21. Gönül
22. Kardeş
23. Sabır
24. Ceylan
25. Yuva
26. Ceza
27. Anlaşma
28. Kuruntu
29. Emanet
30. Teklif
32. Sevgi
33. Nişan
34. Vazife
35. Nikâh
36. Veliaht
37. Zehir
38. Feryat
39. Padişah
40. Veda
41. Sultan
42. Vali
43. Evlat
44. Zaman
45. Huzur

31. Kıymet

1K 79 119
Από SnowYuki_

Şehzade Şahin yolun ortasında durup etrafında sıralanan evlere baktı öylece. Çınarbaşı denen yer, gözüne güzel görünmekle birlikte büyüklüğünden de biraz çekince duymuştu. Bir de bu büyüklüğün içinde düzenini kurup işlerini tıkırında yürüten bir çeteyi bulacaktı. İşte bu kısım biraz korku duymasına da sebep oluyordu.

Açık bir alana vardılar. Tezgâhlar sıralanmıştı, geride dükkânlar vardı, kahvehanenin önü kalabalıktı. Sakin bir semtti burası. Şu ana kadar olumsuz hiçbir şey çarpmamıştı gözüne.

''Samanlıkta iğne aramak, deyimini duydun mu Köse Ağa?''

''Duydum, şehzadem.''

''Bizim yaptığımız tam da bu!''

''İlk günden gözünüz korkmasın. Elbet bir ipucu bulacağız.''

Benzer bir desteği de diğer tarafında duran Yadigâr'ın gözlerinde gördü Şahin. Yadigâr'ın aklının, Köse Mustafa Ağa'nın da bileğinin kuvvetinden faydalanacaktı bu vazifede. Ağır adımlarla yollarına devam ettiler.

Yanından geçen çocuğa takıldı Şahin'in gözü. Sıradan bir çocuktu, etrafta onun gibi koşuşturanlar çoktu. Ama telaşlı bir hal fark etti bu çocukta. Ayrıca bir elini koynuna sokmuş, bir şey saklıyor gibiydi. Biraz sonra bir adam yanlarından rüzgâr gibi geçti ve çocuğu ensesinden yakaladı.

''Seni soysuz it! Yakaladım seni! Kesem nerede?''

Adamın yükselen sesi ve çocuğun gözlerindeki korku ifadesi Şahin'in hoşuna gitmemişti. İleri atılacağı an arkasında bir ses duydu.

''Karışmayın, şehzadem.''

Şahin sese dönünce Kasım Paşa'yı buldu karşısında. Başını eğerek selamladı onu adam. Demek ki, mıntıkasına gelişi hemen kulağına gitmişti.

''Adamın el kadar çocuğa ettiği lakırdıları beğenmedim, paşa. Söyle adamlarına bir şey yapsınlar.''

''Bana kalırsa bırakalım, kendi aralarında halletsinler. Hırsız da, mağdur da karşı karşıyadır.''

''Birbirlerine denk olsalar, dediğin olurdu. Bir hata da yapmış olsa küçücük çocuğu koca adamın insafına...''

Arka taraftan ani bir uğultu yükseldiğinde sustu Şahin. Dönüp baktığında çocuğu yere düşmüş ve yüzünü tutar vaziyette gördü. Adamsa üzerine eğilerek, elini tehditkâr sallayarak bir şeyler söylüyordu ona. Şahin yumruğunu sinirle sıkıp o tarafa doğru yürüdü. Oraya varana kadar oluşan kalabalığı yarıp adamın yanına vardı. Omzundan tutup kuvvetle geri itti.

''Ne yapıyorsun sen be adam? O elini kırmadan indir hemen!''

''Sen kimsin? Ne karışıyorsun?''

Adam, Şahin'in üzerine yürüdüğünde Köse Ağa girdi araya. Bu kez o elini vurdu adamın omzuna, gözlerinden ateş saçarak baktı yüzüne.

''Bre gafil! Eceline mi susadın?''

Kasım Paşa işin büyüyeceğini anlayınca lafa karıştı. ''Şehzademiz, semtimize teşrif etmiştir. Ey ahali, ne durursunuz? Şehzademizi selamlayın.''

Yine bir uğultu oluştu. Sonrasında herkes sırayla Şahin'i selamdı. Az önceki adam ise mahcup olmuştu, selamlayışına özürlerini de ekledi. Şahin elinin tersini sallayıp uzaklaştırdı onu. Yere oturan çocuğu kaldırdı.

''Bu adamın kesesi sende mi?''

''Hayır.''

''Yalan söylüyor.'' diye atıldı adam. Şahin onu bir kere daha durdurdu.

''Korkma! Sende ise ver.''

Çocuk küçük bir tereddüdün ardından elini koynuna soktu ve çıkardığı keseyi Şahin'e uzattı. Şahin de keseyi sahibine verdi.

''Bu adamın kesesini neden çaldın? Aç mısın, açıkta mısın?''

''Değilim.''

''Nedir o halde sebebi? Söyle!''

''Kulaksız öyle istedi.''

Şahin kaşlarını çatarak Kasım Paşa'ya baktı. ''Ne diyor bu çocuk? Kulaksız kim?''

''Namlı bir suçludur.''

''Ve babasının çiftliği gibi at koşturur burada öyle mi?'' Çocuğu gösterdi. ''Çocuklara hırsızlık yaptırır? Sen de durup seyreder misin paşa? Neden bir şey yapmıyorsun?''

''Eli kolu uzundur. Kuvvetimiz yetmez.''

Şahin inanamaz gözlerle baktı adamın yüzüne. ''Senin de arkanda koskoca cihan padişahı var!'' Öfkesinden hem dişlerini, hem yumruğunu sıktı. Ya sahiden ite kopuğa bulaşmaya korkuyordu ya da işine geldiğinden bulaşmıyordu. Her iki halde de bu adam devleti içten çürütenlerden biriydi. ''Neresidir bu adamların meskeni? Beni derhal oraya götür.'' Yanındaki ağalarına ve çocuğa gideceklerine dair bir işaret verdi.

''Ancak şehzadem...''

''Derhal, dedim paşa!''

Şahin başını dikleştirip kalabalığın içinde ilerledi. Üzerinde dolaşan umut ve hayranlık dolu bakışları fark etmemişti.

*****

Mehsa'nın gözlerinin dalıp gittiği yerde Melike vardı. Etrafına toplaşmış cariyeler onun kucağındaki küçük şehzadeyi seviyordu. Bebek onların neşeli seslerine uyarak gülüyor, ellerini ve ayaklarını aralıksız sallıyordu.

''Neye bakıyorsun öyle?''

''Hm?'' diyerek döndü yanında oturan arkadaşı Zuhal'e. ''Ne dedin?''

''Neye dalıp gittiğini soruyorum.''

''Şehzadeye bakıyorum. Çok tatlı, değil mi?''

''Öyle, maşallah. Biz de gidip yakından bakalım mı? Biraz da severiz.''

''Sonra.'' dedi Mehsa, yine dalgınlaşan bakışlarla. Önüne döndü. Zuhal bu kez elinin üzerine dokunarak onu kendine doğru çevirdi.

''Neyi dert ettiğini anlıyorum. Ama üzülme, sabırlı ol.''

''Sabrediyorum. Ama... Neden Zuhal? Şimdiye çoktan gebe kalmam gerekirdi. Şifacı kadının her dediğini yapıyorum. Ee, biliyorsun, muhabbetimiz de yerinde! Ama neden hâlâ Allah bana bir bebek nasip etmiyor?'' Bir an duraksadı. ''Kafesteyken... Gebe kalamayacağımı sanırken... Bunu Şahin'den saklamıştım. Benimle bir ömrü orada geçirmeye razı olan adama bundan bahsetmemiştim. Bunun için mi cezalandırılıyorum?''

Zuhal'in yüzüne anlayış dolu bir ifade yayıldı. ''Olur mu hiç öyle şey? Her şeyin bir vakti var Mehsa. Esas şimdi böyle yaparak Allah'ı gücendirirsin. Gör, bak, çok yakında o mutlu haberi alacaksın.''

''İnşallah, Zuhal, inşallah!''

Mehsa içindeki sıkıntıyı bu temenniyle hafifletmeye çalıştı. Yine Melike'nin tarafına baktığında gülümserken gördü onu. Melike iyi huylu bir kadındı, kimseyi kendinden aşağı görmezdi. Ama şimdi oğlunu kucağında tutarken koca hanedana bir şehzade vermiş olmanın gururu vardı yüzünde. Bunun yanında sevdiği adama bir evlat vermiş olmanın mutluluğunu da yaşıyor olmalıydı.

Melike'nin gözlerinde o pırıltıyı görmüştü, Sultan'a âşıktı. Öyle riyakârlık taşıyan bir sevgi değil, saf ve samimiydi duyguları. Karşılığı olduğunu düşünüyordu bu hislerin. Sultan'ın Zühre'ye duyduğu şey saygıydı, Melike'ye ise sevgiyle bakıyordu. Bir vakitler saraydaki en talihli kadınlar olarak kendisini ve Zühre Hatun'u düşünmüştü. Ama esas talihli olan Zühre değil, Melike'ymiş.

Tebessüm ederken aniden idrak ettiği şeyle Mehsa'nın yüzü değişti. Zühre Hatun biri şehzade olmak üzere üç evlat vermişti Sultan'a. Hatta Hüma'ya analık etmişti. İlk hatundu. Sonrasında ise Sultan'ın başka cariyeleri olmuştu, işte Melike de onlardan biriydi. Dört çocuğa, onca yıllık emeğe karşın şimdi başka bir kadına aşkla bakışını izliyordu bir köşeden. Elini karnının üzerine götürdü. Kendisi daha bir evladın müjdeli haberini bile verememişti Şahin'e. Gözü o an, biraz ilerisindeki cariyelerin arasında olan Firuze'ye takıldı. Sonra da bir düşünceyi aklından atmak ister gibi başını sağa sola salladı.

*****

''Yine kapandın buraya!'' dedi Hatice, sinirle. Semiha'nın yatağına doğru gidip yanına oturdu. ''Şu hale bak! Yine mi ağladın sen?''

''Rahat bırak beni!''

''Bırakmıyorum! Ne bu halin? Gören kocaya değil de, ölüme gidiyor sanır.''

''Keşke!''

''Sus!'' deyip kızdı Hatice. ''Nasıl laf o öyle?''

''Söylediklerimi beğenmiyorsan, deme bana bir şey!''

Hatice daha yumuşak konuşmaya gayret etti. ''Ee, ama biliyordun. Bir gün gelecek evlendireceklerdi bizi.'' Onu neşelendirmek için şakayla karışık konuştu. ''Gerçi ben hepinizden önce evleneceğimi sanırken sen de, Cemşah da geçtiniz beni.'' Güldü ama Semiha'yı güldüremedi. ''Elbette ayrılmak zor geliyordur. Gittiğin yer de yabancı... Ama alışacaksın. Kendi yuvan, çocukların olacak. Hanım olacaksın, hanım! Kimsenin hizmetkârı değil.'' Semiha'nın ıslanmış yanaklarını sildi. ''Hadi, ağlama artık! Her şey çok güzel olacak.''

Hatice ayağa kalkıp kapının yanına gitti. Orada bir sandık vardı. İçeri girdiğinde getirdiği yeni çeyizlikleri sandığın üzerine bırakmıştı. Sandığı aldıran, çeyizleri yaptıran da Handan'dı tabii. Dilber Sultan bu işi de ona verip gitmişti. Bunu bir emir ya da mecburiyet saymadı Handan, seve seve yapıyordu. En iyilerini, en güzellerini seçiyordu Semiha için. Hatice yeni getirdiklerini kucağına alıp Semiha'nın ayaklarının dibine bıraktı. Bunların onu heveslendireceğini düşünüyordu. Ama odadan çıktıktan sonra Semiha hepsini odanın ortasına savurdu.

*****

Parmağını ileri uzattı çocuk, bir dükkânın girişini işaret etti. Şahin teşekkür eder gibi okşadı çocuğun saçlarını. Kasım Paşa'nın adamlarından birini çağırdı yanına, çocuğu paşanın konağına gönderdi. Yolda gelirken kimsesi olmadığını öğrenmişti. Buradaki işi bitince onunla etraflıca konuşup güvenli bir yere yerleştirecekti.

''Önden ben gidip bakayım, şehzadem.'' dedi Köse Mustafa Ağa. Geldikleri sokağı pek tekin bulmamıştı.

''Beraber gidelim, ağa. Yanımdan bir an olsun ayrılma.'' Yadigâr'a baktı Şahin. Cesaretinin yanında ufak da olsa bir korkusu vardı. Yadigâr için de endişeliydi. Bir şey çıkarsa Köse Ağa ikisini koruyabilir miydi? ''Gözün, kulağın açık olsun Yadigâr Ağa! Kendini koru!''

''Esas vazifem sizi korumak, şehzadem. Bunun için elbette gözüm de, kulağım da açık olacak.''

''Ne diyorsam onu yap Yadigâr!''

Şahin emir verir gibi sert bir ifadeyle konuşmuştu. Dükkâna doğru döndü yüzünü. Yavaş adımlarla ilerledi diğerleri onu takip ederken. Dükkânın önüne vardığında ellerini belinin üzerinde birleştirip başını dikleştirdi ve varlığını içeri duyurmak için yüksek sesle öksürdü.

Burnunu çeke çeke, sallana sallana bir adam geldi içeriden ve tam Şahin'in karşısında durdu. Gözleri Şahin'in üzerindeydi ama sanki diğerlerini de görüyor gibiydi. Gözleri bazen dalıp gidiyor, göz kapaklarını ağır bir hareketle kapatıp açarken burnunu tekrar çekiyordu. Kasım Paşa'yı fark edince hemen selamladı.

''Hoş geldiniz, paşam! Buyurun!''

Kasım Paşa adamı umursamayıp eliyle verdiği bir hareketle Şahin'in konuşmasına müsaade etti. O sırada adam da tekrar Şahin'e baktı.

''Buyur efendi! Ne istersin?''

''Kulaksız... Onu arıyorum. Burada bulabileceğimi söylediler.''

''Kim arıyor?''

''Şehzade Şahin!'' dedi Şahin, gür bir sesle. Bir an içinden gülmek geldi kendi sesini duyduğunda. Beklediğinden korkusuz çıkmıştı.

Adam bu kez telaşla Şahin'i selamladı. Meydanda karşılaştığı adam gibi özürler sıralamaya başladı. Şahin elini havaya kaldırıp bıçak gibi kesti sesini

''Uzatma! Söyle! Kulaksız denen adam nerede?''

''Onu neden arıyorsunuz?''

''Sen biraz fazla soru soruyorsun. Üstelik benim sorularıma da cevap vermiyorsun.'' Yanındaki Köse Ağa'ya gözünün ucuyla bakarak konuştu. ''Kes şunun dilini ağa! Madem bir işimize yaramıyor. Bu da dilsiz oluverir.''

Adam sanki bir şey yapsın ister gibi Kasım Paşa'ya baktı. Paşa başını sağa sola salladı, ondan medet gelmeyeceğini belli etti.

''Şehzadem, affedin. Hemen çağırıyorum.''

''Evvela oturmaya bir şey getir!''

İki iskemle alıp geldi adam. Üzerleri minderliydi. Birini Şahin'in ayaklarının dibine koydu. Diğerini de Kasım Paşa için getirmişti elbette. Bunu tahmin etmek zor değildi. Paşa oturmak için hamle yaptığında Şahin ondan önce davranıp ayaklarının birini iskemlenin üzerine uzattı, elini de bacağına koyarak dikleşti.

''Hadi, bir an evvel çağır şu adamı! İşimiz gücümüz var.''

Adam işaret parmağını burnunun ucuna sürterken tekrar çekti burnunu. Dükkâna girdi. Biraz sonra uzun boylu, kara sakallı, zayıfça bir adam gelip karşısına dikildi. Verdiği selam mecburiyet diye bağırıyordu, zerre samimiyet yoktu. Gözleri cin gibi bakıyordu. Bir kulağının yarısı yoktu, bu da namının nereden geldiğini belli ediyordu.

''Kulaksız dedikleri demek sensin.''

''Evet, şehzadem. Beni aradığınızı duydum.''

Şahin avucunu bacağına bastırıp ileri geri hareket ettirdi. Direk konuya girecekti. ''Küçücük çocuklara hırsızlık yaptırıyormuşsun. Kimsesi olmayan garibanları kandırıp sırtlarından para kazanıyormuşsun. Söyle bakalım şimdi! Bunlar doğru mu?'' Ayağını iskemleden indirip bu kez iki elini birden dizlerinin üzerine bastırdı.

Yadigâr karşılarındaki adamı dinlemeyi bırakmıştı, Şahin'in ikazını da unutmuştu. Dikkati Şahin'in üzerinde ve bir adım gerisindeydi. Ellerini önünde birleştirmiş dururken yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı. Çok aşina olmadığı bir duygu kapıyordu içini onu izlerken ve dinlerken. Gurur dedikleri bu olmalıydı. Şahin karşısındaki adamı sıkıştırıyor, arada sesini yükseltip onu susturuyor, sinirle yumruklarını sıkıyordu. Etrafındakiler bazen onu sakinleştirmek istiyor ama hiçbirine müsaade etmiyordu. Ağzına geleni söylüyordu adama. Üstelik adam hiçbir suçlamayı kabul etmemişti, ısrarla namuslu bir esnaf olduğunu yineliyordu. Buna aldırış etmeden iğneleyici lafların sıraladı ardı sıra Şahin. İkazını yaptı, gözdağını verdi. Gözünün üzerinde olacağını ve bir açığını yakaladığında ensesinde biteceğini bildirdi.

Dükkândaki işleri bitince geldikleri yoldan yürüyüp bekleyen arabalara doğru ilerlediler. Şahin bir şey elde edememiş gibi görüyordu, yani Kasım Paşa öyle olduğunu sanıyordu. Ama şahin gibi keskin gözleriyle süzmüştü dört bir yanı. Herkese, her harekete, her söze vermişti dikkatini. Gördüklerini derlediğinde elbette bir şeyler bulacaktı.

Arabaya bindiler. Yadigâr ve Köse Ağa onunla aynı arabadaydı. Nihayet üçü baş başa kaldığında kahkahayla gülmeye başladı Şahin. Arkasına yaslanmıştı, gülerken aralıklarla dizlerinin birini dövüyordu.

''Şehzadem, iyi misiniz?''

''İyiyim! Çok iyiyim Yadigâr!'' Biraz öne doğru geldi. ''Orada yaptığım şeyi gördünüz mü?'' Sonra ''Ah be Şehzade Şahin!'' derken tekrar arkasına yaslandı. ''Bir vakitler duvardaki gölgenden korkardın. Şimdi de yürek yemiş gibi tehditler savuruyorsun. Allah bu işin sonunu hayretsin.'' Karşısındaki adamlar da onunla aynı temennideydi.

*****

Şahin yatağın içinde dönüp elini yan tarafına uzattı. Gözlerini açmadan yokladı orayı. Yanı boştu ve bu hoşuna gitmemişti. Gözlerini açıp yattığı yerden doğruldu. Odanın içinde de görememişti onu. Balkonun kapısının önündeki perdelerin havalandığını fark etti.

Yataktan çıkıp giydiği pijamanın üstünü aradı ayaklarının yanında. Gecenin körü olmalıydı, neredeyse zifiri karanlıktı. Aradığını bulunca üzerini giydi. Balkon kapısına esneyerek yürüdü. Neyse ki dışarısı içeriye nazaran bir nebze daha aydınlıktı. Mehsa'yı seçebildiğinde yanına yürüdü. Arkasından yaklaşıp beline sarıldığı için onu biraz ürkütmüştü.

''Uyandığımda neden seni yanımda bulamıyorum?''

''Hemen dönecektim.''

''Ne vakittir buradasın?''

''Çok olmadı.''

''Bir şey mi oldu Mehsa ben yokken? Ne kaçırdı uykunu?''

Mehsa elini geri atıp Şahin'in yüzünü okşadı. ''Hayır, sakin bir gün geçirdim.'' Karanlığa bakarak tebessüm etti. ''Küçük şehzadeyi sevdik bütün gün.''

''Her gün daha da büyüyor, değil mi? Bazen öyle çok göresim geliyor ki onu... Neredeyse emredip çağırtacağım. Yeğenlerimin hiçbirini birbirinden ayıramıyorum, hepsi çok tatlı.''

''Öyleler.''

''Mehsa!'' dedi Şahin, bir şey fark etmiş gibi. ''Neyin var senin Allah aşkına?'' Onu kendine doğru çevirdi. Yüzünü net göremiyordu ama sesindeki tondan canının sıkkın olduğu belli oluyordu.

''Bir şeyim yok.''

''Sen bana yalan mı söylüyorsun? Henüz kızmaya başlamamışken ne olduğunu anlat.''

Mehsa ellerini yüzüne kapadı. Gözleri dolmuştu. Gözyaşlarının akmasına mani olamadı, ağlamaya başladı. Bu hali Şahin'i iyice endişelendirdi.

''Mehsa! Mehsa, yüzüme bak!''

''Şahin.'' diyerek çekti ellerini yüzünden Mehsa. Bir yardım ister gibi çıkmıştı sesi, sanki yalvararak. ''Bugün şehzadeyi kucağıma aldığımda... Melike Hatun'un mutluğunu gördüğümde... Ben de hissetmek istiyorum aynı mutluluğu.'' Dudakları titredi. ''Başkasının çocuğunu değil, kendi çocuğumu sevmek istiyorum.''

Şahin meseleyi anlamıştı. Mehsa'nın kollarını sıkıca tuttu. ''Mesele bu muydu hatun? Ben de kötü bir şey oldu sandım.''

''Bu yeteri kadar kötü değil mi? Onca vakit geçti. Ama ben hâlâ...''

''Mehsa!'' deyip sözünü kesti Şahin. Aslında kızmaya başlamıştı. Ama hatunu hassas bir vaziyette olduğu için bu kızgınlığını saklamaya çalıştı ondan. ''Seneler geçmiş gibi konuşuyorsun. Demek ki vakti henüz gelmemiş. Bekleyeceğiz.''

''Herkes aynı şeyi söyleyip duruyor.''

''Çünkü doğru olan bu! Ben böyle isyan eder gibi konuşsam, bana kızardın Mehsa. Şimdi neden böyle yapıyorsun?''

Mehsa gözlerini, yanaklarını sildi ve yüzünü çevirdi. Balkonun duvarına paralel bir adım atıp yine karanlığa doğru baktı.

''Sıkıntımı sordun, söyledim.''

''Darıldın mı sen?'' diye sordu Şahin, şaşkınlıkla. Yaklaşıp kolunu tuttu ama Mehsa kolunu çekti ve yine uzaklaştı.

''Biraz yalnız kalmak istiyorum.''

''O yatağa yalnız dönmem Mehsa.''

''Ben de, beni anlamayan adamla girmek istemiyorum o yatağa!''

''Seni anlamadığımı da nereden çıkarıyorsun? Anlıyorum. Aynı şeyi ben de çok istiyorum.'' Muzip bir ifadeyle devam etti. ''Ayrıca elimden geleni yaptığımı da biliyorsun. Gerisi nasip işi... Allah ne vakit nasip ederse o vakit olacak.''

''Biliyorum, tamam! Ama beklemek işkenceye döndü artık.''

''Esas böyle yaparak sen kendine işkence ediyorsun Mehsa.''

''Şahin, lütfen!'' derken onu susturmak ister gibi elini havaya kaldırdı. ''Gidip uyu sen. Yalnız kalmalıyım. Hatta ben bu gece kendi yatağıma gideyim.'' Balkonun kapısına doğru hareketlendi. Aynı anda da büyük bir adımla önüne geçti Şahin, onu durdurdu.

''Dur bakalım hatun! Öyle kafana estiğinde çıkıp gidemezsin bu odadan! Hele beni anlayışsızlıkla suçlayıp lafımı ağzıma tıktıktan sonra hiçbir yere gidemezsin!''

''Şahin, müsaade et. Sonra konuşuruz, ikimiz de sakinken.''

''Şimdi konuşulacak!''

''Bağırma bana!''

''Bağırtma sen de! Hem çocuk iste, hem yatakları ayır! Bu nasıl iştir?''

''Beklemek kolaymış ya, sen de benim keyfimi beklersin işte!''

Mehsa, Şahin'in yanından geçip odaya girdi. Dışarı çıkarken üzerine alacak bir şeyler aradı. Geceliğini değişmeye üşenmişti çünkü. Peşinden gelen Şahin odanın içinde dolaşan bir gölge görüyordu sadece. Gözleri karanlığa iyice alıştığında yakınına gitti, bileğini tuttu.

''Son sözü söyledim hatun! Hiçbir yere gitmeyeceksin.''

''Mani ol da görelim, şehzade!''

Mehsa hırçınlaşıp bileğini çekmeye çalıştı, o sırada kapıya doğru bir iki adım yaklaştılar. Şahin'in sabrı taştı taşacaktı. Ama yine de sakin bir sesle konuşup onu durdurmaya çalıştı. Mehsa'yı ise keçi inadı tutmuştu. İçindeki sıkıntı yüzünden yoluna kim çıksa sataşacak gibiydi. Kendini kurtarmayı başaramadığını görünce hırçınlığı arttı. Dili de aklına geleni söyleyiverdi.

''Yalnız yatamıyorsan yerime başkasını gönderirim! Belki o ilk seferden verir kucağına çocuğu!''

Karanlığın kasvetini bastıran bir sessizlik oldu o an. Söylediklerine çoktan pişman olmuştu Mehsa. Ama iş işten geçmişti.

''Şahin, ben aslında öyle...''

''Sus!'' deyip kesti sözünü Şahin. Kolunu da bırakmıştı. Elli kere söylemişti ama demek ki birinde dahi inandıramamıştı onu samimiyetine. Bu sefer alttan almayacaktı. ''Çık! Nereye istiyorsan git!''

''Lütfen Şahin, özür...''

''Çık diyorum hatun!''

Mehsa'nın gözleri dolmuştu pişmanlığından. Karanlık olduğu için görmedi o yaşları Şahin. Görse bile yumuşar mıydı, belli değildi. Çünkü bu kez fazlaca kızmıştı. Bunu fark eden Mehsa başka bir şey söylemeden çıktı odadan. Şahin de kapanan kapıya bir süre bakıp pijamasının üzerini parçalar gibi çıkardı üzerinden. Yatağa doğru yürüdü.

*****

Ferhat Paşa söyleyeceklerini bitirmiş ve Sultan'ın huzurundan çekilmek üzeriydi. Ancak Sultan henüz onu göndermeye niyetli değildi. Çünkü soracakları vardı.

''Şahin'in dersleri nasıl gidiyormuş paşa?''

''Hocaları ondan çok memnun, Sultan'ım. Zeki ve meraklı olduğunu söylüyorlar. Ayrıca hızlı da öğreniyormuş.''

''Peki talimler?''

''Hiçbirini aksatmıyor.''

Sultan tahtından kalkıp ellerini belinin üzerinde birleştirdi. ''Âlâ!'' derken odada turlamaya başlamıştı. ''Çınarbaşı'na da gitti.''

''Ve orada iyi iş çıkardı.''

''Öyle, öyle!''

Sultan birkaç tur daha attı. Düşünceli görüyordu onu Ferhat Paşa. Bu ifadeden anladığı üzere canını sıkan bir şey vardı. Öğrenmek için çok beklemedi.

''Şu yanından ayırmadığı cariye var ya...''

Ferhat Paşa dikkat kesildi. ''Evet, Sultan'ım?''

''Onu nikâhına almayı düşünüyormuş.'' dedi Sultan ve Ferhat Paşa'nın tam karşısında durdu. ''Bu işe mani olmalıyız.''

Bir süre bir şey diyemedi Ferhat Paşa. ''Neden?'' diyebildi sonra, şimdi onun canı sıkılmıştı. ''Fazlaca kıymet verdiğine kendi gözlerimle şahit oldum.''

''Kıymet verdiği aşikâr, gözümüze sokuyor! Ancak bu kıymetin karşılığını alamıyor. Henüz bir müjdeli haber aldığımız yok.''

''Bir bebekten mi bahsediyorsunuz?''

''Evet, paşa! Bir de başka hatun istemem diye tutturuyormuş! Gerçi kucağı böyle boş kalmaya devam ederse fikri değişir.''

''Olur... Yani erken... Endişe duyacak kadar vakit geçmedi.''

Sultan şaşkınlıkla açılan gözlerle baktı Ferhat Paşa'ya. Bu konuda da onunla hemfikir olacağını ve onu destekleyici sözler söyleyeceğini sanmıştı.

''Ben endişe etmeye başladım, paşa. Demek ki yeterli vakit geçmiş. Şu inadını bir kırsa... Tek hatunlu şehzade ne vakit görülmüş?''

''Sultan'ım, haddimi aşmaktan korksam da birkaç şey söylemek isterim. Anladığım ve gördüğüm üzere, o tek hatunu bir harem dolusu cariyeye değişmez. Bir harem dolusu cariye de o hatun gibi mutlu edemez onu zaten. Mühim olan mutlu olması mı yahut bir an evvel evlat sahibi olması mı? Paşanız olduğu kadar dostunuz da sayarsınız beni, iyi bilirim. Bu sebeple size bir dost tavsiyesi vermek istiyorum. Hep yaptığınız gibi, bu sefer de bu meselelere siz karışmayın. Çok şükür, üç tane aslan gibi şehzademiz var. Allah onlara uzun ömürler versin.''

Ferhat Paşa lafını bitirince bir karşılık gelip gelmeyeceğini bekledi. Sultan bir şey söylememiş ama kaşları çatık bakmıştı ona. Başını eğip kaldırarak ayrıldı huzurundan. Uzun vakittir yumruğunu sıktığını avuç içindeki acıyı hissettiğinde fark etti.

*****

Ahsen artık usanmıştı dil dökmekten ve bir işe de yaramıyordu söyledikleri. Ablasının çelik gibi inadını bir türlü kıramıyordu.

''Evden çıkmama mani olamazsın! Yetti artık! Esir miyim ben bu evde?''

''Esir değilsin, sözlüsün. Evleneceğin güne kadar gözümün önünden ayrılmayacaksın.''

''Abla!''

Nihan istifini bozmadan elindeki nakışı işliyordu. Tepesinde dikilen kardeşinin sözleri bu kez onu yumuşatmayacak ve asla ikna olmayacaktı.

''İstediğin gibi bekledim Ahsen. Ama ne gelen oldu ne giden! Adını bile söylememiş sana adam. Sen de onun bir sözüne inandın.''

''İşte müsaade et, gidip göreyim. Neden ailesini göndermediğini sorayım. Elbette bir izahatı vardır.''

''Hayır Ahsen! Dizimin dibinden ayrılmayacaksın. Kimin nesi olduğu belli olmayan adamlarla tek bir kelime daha konuşmanı istemiyorum. En tez vakitte Dilber Sultan'a haber göndereceğim. Hem gelen görücüler çok övdüler Cemşah Efendi'yi. Öyle senin duyduğun dedikodulardaki gibi değilmiş.''

''Adı batsın!''

''Doğru konuş!''

''Elbette övecekler! Kız istiyorlar neticede. Siz de iki kadının lafıyla beni veriyorsunuz o serseme!''

''Öyle iki kadının lafıyla değil, ben de sordum soruşturdum. Her genç gibi birkaç büyütülmeye değmeyecek vukuatı olmuş. Ancak şimdilerde kendini çok düzelttiğinden bahsediyor herkes. Ben kararımı verdim Ahsen. Dilber Sultan'ın gelini olacaksın. Dahası Güllü Ali Paşa'nın hanesine gelin gideceksin. Şimdi odana git ve kendini bu hakikate alıştır.''

Ahsen ayaklarını yere vurup çocuk gibi tepindi olduğu yerde. Sinirinden dudaklarını kemirdi. Ablasının yanından ayrılıp odasına gitti. Yatağının kenarına oturduğunda ağlamaya başladı. Cemşah dedikleri o adama demediğini bırakmadı.

*****

Şahin yakalarını çekiştirerek giymişti kaftanını. Haremden çıkmayacağı için başlığını almadı yanına odadan çıkarken. Yemeğini de yarım yamalak yemişti. Yadigâr'ın yüzüne anlık bakıp koridor boyunca yürüdü. Nereye gittiğini bilmiyordu, sadece yürüyordu. Bahçeye gidebilirdi. Sonrasında belki talim alanına giderdi.

Harem dairelerinin önünden geçerken özellikle birinin önünde yavaşlayacağını emindi Yadigâr. Çünkü Şahin hep öyle yapardı Mehsa'nın dairesine vardıklarında. Ama bu sabah hiç duraksamadan yürümesi Yadigâr'ı bir hayli şaşırtmıştı.

''Şehzadem! Mehsa Hatun'un dairesini geçtik.''

''Biliyorum.''

''Ama siz... Ah, daha sonra mı çağırtacaksınız?''

''Mehsa Hatun bir vakit yalnız kalmak istiyormuş. Kendisini rahatsız etmeyeceğiz.''

Yadigâr hiçbir şey anlamamıştı. Şahin'in adımlarına ayak uydurup peşinden gitti. Biraz sonra Dilber Sultan çıktı önlerine, keyifli görünüyordu.

''Ah, hala! Hayırlı sabahlar.''

''Sana da, aslanım.''

''Nasılsın?''

''Bu aralar çok iyiyim.''

''Öyle ya! Nihayet Cemşah'ı evlendiriyorsun.''

''Çok şükür!'' deyip mutlulukla gülümsedi Dilber Sultan. ''Seni görünce Mehsa da yanındadır sandım. Ona söyleyeceklerim vardı. Neyse sonra yanıma çağırtıp söylerim.''

Şahin'in kaşları merakla büzüştü. ''Ne söyleyeceksin ona hala?''

''Endişe etme, kötü bir şey yok. Aksine güzel bir havadisim var. Allah'ın izniyle Semiha'yı da evlendiriyoruz.''

''Konaktaki kızların küçüğü?''

''Evet.''

Yadigâr gözlerini Dilber Sultan'a dikmişti duyduklarından sonra. Kadının yüzündeki gülümseme nasıl artıyorsa Yadigâr'ın kalbine saplanan sızı da aynı hızla artıyordu.

''Yakın vakitte inşallah gelin edeceğiz. Mehsa'yı yanlarında isterler muhakkak. Handan'a da yardımcı olur. Tabii sen de müsaade edersen.''

''Elbette, hala. Gidebilir.''

Yadigâr bir adım gerilerinde olsa da, sanki geçen her an uzaklaşıyor gibiydi onlardan. Sesleri azalıyor, görüntüleri bulanıklaşıyordu. Nasıl bir ıstıraba sebep olduklarını bilmeden nasıl da sevinçle konuşuyorlardı. Dilber Sultan yoluna devam etti, Şahin de ilerledi. Ama Yadigâr çivilenmiş gibi kaldı olduğu yerde. Ne yapabilirdi? Hiç. Ağzını açıp tek kelime dahi edemezdi. Şahin'in ona seslendiğini geç de olsa duydu. Kendini toplamaya çalışarak yanına doğru yürüdü.

*****

Mehsa dün geceyi arkadaşına anlattıktan sonra ileri gittiğini bir kere daha anlamıştı. Zuhal onu dinledi, olayı iyice kavramaya çalıştığından konuşmaya başlamadan evvel biraz bekledi.

''Mehsa, sana inanamıyorum.''

''Ağzımdan çıkıverdi işte.''

''Öyle de... Şehzadenin sana olan düşkünlüğüne çok mu güveniyorsun? Deli divane aşığı bile bezdirir böyle şeyler. Senden başkasını istemiyorum diyen adama, yerime başkasını göndereyim demişsin. Oldu olacak kendi elinle seçiver.''

''Deme şimdi sen de öyle.'' deyip hayıflandı Mehsa. ''Nasıl söyledim ben bunu? Ya, tamam, gönder, deseydi... Ne yapardım ben o vakit Zuhal?''

''Neyse ki o kadar kızmamış.''

''Bir şey yapmam lazım.''

''Ee, ne duruyorsun? Yanına git. Bu vakitte odasındadır.''

''Gideyim, değil mi?''

''Git, hiç durma. Sonra araya soğukluk, mesafe girer. Mesele sıcakken hallet bu işi, gönlünü al.''

Mehsa içine dolan umutla kalktı yerinden. Şahin ona kızar ama asla kıyamazdı. Kafesteyken de uzatmamıştı hiç gönül koymalarını. Hepsinde işi kısa sürede tatlıya bağlamışlardı. Şimdi de kendini affettirmeyi başarırdı. Dairesinden çıkıp çabucak Şahin'in odasına gitti.

Kapının önünde Yadigâr'ı göremeyince anladı odada olmadığını. Bekleyen ağalara da sorup emin oldu, onu kaçırmıştı. Öğleden sonra dersi vardı ve bugün saray dışına çıkmayacaktı. Dün gece başlarına ne geleceğinden habersiz, beraber bahçede gezeriz diye plan yapmışlardı sabah için. Şimdi ise birbirlerinden haberleri yoktu.

Mehsa bahçeye gitti planlarına sadık kalarak. Ama Şahin'i orada da bulamamıştı. Bahçenin ön kısmında yoktu. Cariyelere sordu, gören olmuştu, gittiği tarafı işaret ettiler. Bahçenin içlerine doğru yürüdü. Ağaçların arasından geçip ilerledi. Biraz sonra onu görmüştü. Küçük bir açıklıkta Yadigâr ile birlikteydi.

''Adamın vaziyetini sen de gördün Yadigâr. Hele elleri! Nasıl da titriyordu. Avni Paşa'ya sormuştum belirtilerini... Birkaçını o adamda yakaladım. Sana diyorum, Yadigâr! Beni dinlemiyor musun?''

Yadigâr düşüncelerini toplamaya çalıştı. ''Dinliyorum... Hakkınız var, şehzadem. Benim de gözüme benzer şeyler ilişti.''

''Çocuğun anlattıklarını da duydun. O Kulaksız denen adam alelade biri değil. Tek kabahati de, çoluk çocuğu avucunu düşürmek değil. Bu adam bizi daha ileriye götürebilir.''

''Esnafın şikâyetlerini Sultan'a bildirecek miyiz peki?''

''Şikâyetleri, ortadan kaldırdığımızda Sultan'a bildireceğiz. Madem bana verdi tüm idareyi. Her meseleyle ben alakadar olacağım. Aslında benim de...''

Şahin aniden sustu, gözü ağaçların arasına dalıp gittiğinde. Yaklaşan Mehsa'yı görmüştü. Mahcup ve pişman görünüyordu, iyi bilirdi bu ifadeyi. Yakınına gelmesini ellerini belinin üzerinde birleştirerek bekledi.

''Şehzadem.'' dedi o sıra Yadigâr. ''Ben müsaadenizi isteyeyim.'' Aslında yalnız kalıp biraz evvel aldığı haberi hazmetmek istiyordu.

''Kal, Yadigâr. Konuşmamız bitmedi... Hoş geldin, Mehsa Hatun.''

''Hoş buldum. Odana gittim, bulamayınca ben de buraya geldim.''

''Söyleyecek bir şeyin mi vardı?''

Mehsa ellerini karnının üzerinde birleştirdi. Her zaman yaptığı gibi tırnaklarını birbirine sürttü. Şahin'in yüzünde onu konuşmaya teşvik edecek hiçbir mimik yakalayamıyordu.

''Dün gece... Konuşmamız yarım kalmıştı.''

''Ben yarım kalan bir şey hatırlamıyorum.''

''Şahin...''

''Mehsa! Dün gece söyleyeceklerimden daha fazlası yok. Tavrımı belli ettiğimi düşünüyorum. Eğer özür dileyeceksen de buna lüzum yok.''

''Lüzum var, Şahin. Son söylediklerim... Öfkeyle öyle konuştum. Kafamın içi tek bir şeyle doluydu, ondan başka bir şey düşünemiyordum. Seni kırabileceğimi hesaba katmadım. Yemin ederim, o sözlerde samimi değildim.''

''Belki... Ama öfkeyle bile söylenmiş olsa senin ağzından o lafları duymak istemezdim. Haklısın, biraz yalnız kalmalısın. Kalmalıyım. Vakte ihtiyacımız var. Ayrıca benim dikkatimi vermem gereken çok mühim bir vazifem var, biliyorsun.''

''Vazife.'' dedi Mehsa, dalgın bir bakışla. ''Tabii, anlıyorum.'' Arkasına dönüp geldiği tarafa doğru yürüdü.

Şahin peşinden gidecekmiş gibi ileri atıldı ama sonra vazgeçip yüzünü başka tarafa döndü. Az önce neden bahsettiğini hatırlamaya çalıştı.

*****

Yadigâr aynı şeyi belki üçüncü keredir okuyordu. Hava karardığında Şahin'in odasına kapanacağını ve Mehsa'yı çağırtacağını sanmıştı. Yalnız kalabilmek için sabırsızlıkla beklemişti o anı. Ama onu da peşine çağırmıştı Şahin. Duvarın dibindeki minderlere oturmuşlardı. Yadigâr, kendisi de bir türlü kafasını veremiyorken okuduğuna, Şahin de aynı durumda olunca çalışmaları pek verimli olmuyordu.

''Deli olacağım!'' dedi Şahin, aniden. Belli ki sabrı taşmıştı. Önündeki kitabı sertçe kapattı. ''Bir akıl ver bana Yadigâr! Ne yapayım? Haremi mi boşaltayım?''

''Şehzadem, anlayamıyorum.''

''Tek bir cariyeye gözümüm ucuyla baktığım yok. Ama yine de her meselenin sonunu oraya bağlıyor.''

Yadigâr alnını kaşıdı, bir süre düşündü. Kendi nasıl bir derdin içinde kıvranırken bunlar da her zamanki manasız kıskançlıkları ediyordu demek ki.

''Sizden yana bir endişesi yoktur. Belki cariyelerden laf eden olmuştur.''

''Yok, Yadigâr! Hepsini ikaz ettim, biliyorsun.''

''Hassas bir dönemde olabilir.''

''Geçti derken geri geliyor hep o hassas dönem!''

''Lütfen, siz her vakit olduğu gibi anlayışlı olun. Kalbini kırmayın.''

''Benim kalbim ne olacak peki?''

Yadigâr gözlerini yumdu. Derin bir nefes alıp verdi. ''Yeter!'' dedi, gözlerini açtığında, usanmış bir sesle. Şahin ona şaşırarak baktı. Başta bu çıkışı düzeltmek istedi, ama sonra olacakları umursamadan konuştu. ''Sevdiğim kadın yanımda, aramızda en ufacık bir mani yok, deyip sevineceğiniz yerde söylenip duruyorsunuz. Şimdi çağırtabilirsiniz, hemen gelir. Ya da siz gidersiniz yanına. Kimse karışamaz. Dokunursunuz, sarılırsınız, öpersiniz... Buna da hakkınız var.'' Avucuyla alnını sıvazladı. ''Neden bunun kıymetini bilmiyorsunuz?''

''Yadigâr, sen iyi misin?''

''İnsan sevdiğinin nazını biraz olsun çeker, değil mi?''

''Yeteri kadar çekmedim mi?''

''Biraz daha çekin, yine siz alttan alın! Ne kaybedersiniz? Ne eksilir sizden? Hiç!'' Oturduğu minderden kalktı. Sesini daha yükseltti. ''Esas böyle meseleyi uzattıkça kaybınız büyük olacak!''

Şahin dişiyle dudağını kemirerek fırladı yerinden. ''Sen bana sesini mi yükseltiyorsun ağa?''

''Belki böylelikle daha iyi anlarsınız. Ne kadar talihli olduğunuzu görürsünüz.''

''Sen benim ağamsın! Benim tarafımı değil de, Mehsa'nın tarafını mı tutuyorsun? Yani o mu haklı?''

''Haklı haksız aramıyorum. Siz de aramayın. Sevdiğiniz kadına sarılın ve ne olursa olsun onu bırakmayın. Küstürmeyin. Boynu bükük, mahcup ayrılmasın yanınızdan. Sizin yerinizde olabilmek için...'' Sizin yerinizde olabilmek için her şeyi yapardım. ''...her şeyi yapabilecek insanlar var. Tekrar söylüyorum, bunun kıymetini bilin.''

''Elbette kıymetini biliyorum... Ayrıca benim yerimde başkası olsa bu kadar sabır göstermezdi.''

''Ne yapacaksınız yani?'' Üzerine yürür gibi bir adım attı, bu hareket de Şahin'i şaşırtmıştı. ''Gözünüzün içine bakan kadını üzmeye devam mı edeceksiniz?''

''Hayır! Söylemek istediğim o değil.''

''Ne o halde? Ne sizin meseleniz?''

''Çocuk istiyor! Hem de hemen olsun istiyor. Belki vakti değildir, biraz bekleyelim, diyorum... Sonra da anlayışsız oluyorum.''

Yadigâr biraz tereddüt etti bu sözlerin üzerine. Meselenin sandığı kadar basit olmadığını anladı. ''Onunla da böyle mi konuştunuz? Bağırarak?''

Şahin bir şey söyleyecek oldu ama dün geceyi hatırlayınca vazgeçti. Evet, biraz bağırmıştı. Yine de kabahatin hepsi onda değildi.

''Yadigâr Ağa! Kaybol gözümün önünden!''

''Nihayet!'' dedi Yadigâr, yine asabi çıkan bir sesle. Tek istediği buydu. Başını eğip kaldırdı, kapıya doğru yürüdü. Bir an durup Şahin'e baktı. ''Mehsa Hatun'u göndereyim mi?''

Şahin de Yadigâr'a baktı bir süre. Sessiz kaldı. İnat etmeyi düşünüyordu. Bu sefer erken yumuşamak istemiyordu. Ama haddini bilmeden ona sesini yükselten bu ağanın sözleri beyninin içinden dönüp dolaşmaya başlamıştı.

''Ben gider alırım!''

Kararını veren Şahin bir an duraksamadan kapıya doğru gitti, Yadigâr'ın yanından geçip dışarı çıktı. Koridorda ilerledi. Yadigâr bu sefer peşinden gitmeye niyetli değildi. Az önceki sözleri için de, şimdi onu yalnız bıraktığı için de ceza almaya razıydı. Kendi odasına doğru yürüdü.

Şahin harem dairesinin kapısından içeri dalar gibi girmişti. Yatma hazırlığında olan cariyeler telaşa kapıldı. Üstlerini başlarını düzelttiler, toparlandılar. Şahin onlara dikkat etmiyordu. Doğruca Mehsa'nın yatağına yürüdü.

Mehsa, Zuhal'in saçlarını tarıyordu o sırada. Zuhal çabucak önünden kalkıp gidince elinde tarakla öylece kaldı oturduğu döşekte. Şehzade Şahin'in bu destursuz gelişleri artık onun da canına yetmişti.

''Mehsa Hatun!''

Yavaşça kalktı Mehsa, çarıklarını giymek için kerevetin üzerinden indi, Şahin'in karşısına geçti. Bir eliyle omzunun üzerindeki saçı geri atıp başını dikleştirdi.

''Şehzadem!''

''Seni almaya geldim, gidelim.''

Şahin elini Mehsa'nın bileğine uzattı ama Mehsa kendini geri çekti. ''Affınıza sığınarak, bu gece beni mazur görün. Kendimi iyi hissetmiyorum.''

''Yanımda olunca iyi de olursun.''

''Sanmıyorum. Zira sabah bunu çok güzel tecrübe ettim.''

Şahin dişlerini sıktı. ''Mehsa!'' Yaklaştı, iyice yakınında durdu. ''Ayağına geldim. Beni pişman etme!''

''Gelmeyeceğim.''

''Zorla mı götüreyim?''

''Size yakışmaz, Şehzade Şahin.''

''Ona ben karar veririm.''

Mehsa tedirginlikle geri gitti, bir hamle geleceğini anlamıştı. Eğildi Şahin, kolunu beline sararken bileğini tuttu, sonra da onu çuval gibi omzuna attı.

''Şahin! Ne yapıyorsun? Bırak!''

''Bir de bunu görsünler!''

''Bırak! İstemiyorum!''

Şahin kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Mehsa geriye, arkadaşlarına bakarken boştaki elini onlara uzatmıştı. Onlardan yardım istiyor gibiydi. Birazcık aklı olan karışmaması gerektiğini iyi bilirdi. Zaten hiçbirinin de böyle bir niyeti yoktu. Büyük bir keyifle izleyip sessizce gülüyorlardı.

Daireden çıktıklarında etrafa bakındı Mehsa. Tenhalığı görünce bu kez Şahin'in sırtına yavaşça vurdu.

''İstemiyorum! Bırak! Seni şikâyet edeceğim.''

''Kime? Sultan olan abime mi, beni aslanım diye seven halama mı?''

''Bu nasıl iştir? Zorla güzellik olur mu? İndir beni!''

Şahin, Mehsa'nın kalçasına avucunun içiyle vurdu. ''Sus!''

''Ne yaptın? Biri görecek!''

''Susmazsan er ya da geç biri görecek.''

''Beni odandan kovan sen değil miydin?''

''Şimdi de geri götürüyorum işte!''

Odaya vardılar. Kapıdaki ağalar çabucak kapıyı açtı. Şahin doğruca yatağa gitti. Pek de nazik davranmadan yatağın üzerine bıraktı Mehsa'yı. Yatağa düşünce sırt üstü yavaşça geri çekildi Mehsa. Şahin'e kızarak baktı.

Şahin ise gülümsedi. Yatağın kenarına oturup ayağındaki çizmeleri ve kaftanını çıkardı. Sonra da Mehsa'nın ayaklarından birine uzandı. Hemen geri çekti ayağını Mehsa ama bileğini tutup ona mani oldu. Ayağındaki çarığı çıkardı, diğer ayağındakini de aynı şekilde aldı.

Mehsa dirseklerinden aldığı destekle duruyordu yatağın içinde, hepten uzanmamıştı. Ama Şahin'in işini bitirip yüzüne baktığını görünce başını yastığa düşürdü, kollarını iki yanına doğru uzattı. Şahin dizlerini yatağa çıkarıp ilerledi, Mehsa'nın sağ tarafına uzandı. Omzunun üzerine yatmıştı. Bir süre o vaziyette birbirlerine baktılar.

Mehsa hareketlenip Şahin'e doğru döndü, bu sefer yanağını yasladı yastığa. Elini yakalarına doğru uzattı. ''Bu gömleği giymişsin.'' derken yakadaki nakışı okşadı.

''En üstte o vardı.''

Gülümseyerek yüzünü yaklaştırdı Mehsa, çenesinin biraz üzerinden Şahin'i öptü. ''Yalancı!''

''Anlayışsızdan sonra bir de yalancı oldum!''

Mehsa bu kez sevdiği adamın yanağını okşadı. ''Özür dilerim. Biraz ileri gittim.''

''Biraz?''

''Tamam, ileri gittim. Öyle söylememem gerekirdi. Bahane de bulmayacağım. Tüm kabahat benim!'' Gözlerini yavaşça yumdu. Tebessüm ederek dudaklarını ileri çıkardı. ''İstediğin cezayı verebilirsin.''

Şahin bu güzel manzarayı izledi. İnat etmeyi sürdürse yine yalnız girecekti yatağa. Bu güzel yüze değil de karanlığa bakacaktı. Bu sıcak beden yerine yorgana sarılacaktı. Ne kadar talihli olduğunu sahiden unutuyordu bazen. Yadigâr'ın ısrarla tekrarladığı gibi, bunun kıymetini bilmeliydi.

Yattığı yerden doğruldu Şahin. Beklediği öpücüğü alamayan Mehsa gözlerini açtı. Şahin'in yatağın içinde oturduğunu görünce dönüp yine sırt üstü yattı. Biraz sonra gömleğini çıkardı Şahin, Mehsa'nın üzerine doğru eğildi.

''Demek bir an evvel anne olmak istiyorsun.''

''İstiyorum... Ama daha çok senin baba olmanı istiyorum.''

''Peki, hatun!''

Mehsa güldü. Şahin de ona eşlik ederek dudaklarına yaklaştı.

*****

Ferhat Paşa elindeki kalemi masanın üzerine atıp kalktı. Odasının içinde turladı biraz, sonra pencere yaklaştı. Gökyüzünü izledi. Uykusuz gecelere alışmıştı. Bu gece de öyle olacak gibi görünüyordu.

''Ferhat... Bu kızı üzecekler, Ferhat.''

Kendi kendine böyle mırıldandı. Tüm gün aklında bir tek bu vardı. Gözünün önünde belki de eziyet edeceklerdi ona. Hiçbir şey yapmadan öyle duracak mıydı?

''Olmaz, müsaade etmemeliyim. Koskoca Ferhat Paşa'yım ben, bu devletin sadrazamıyım. Kendi kanımdan olan çocuğu ezmelerine sessiz kalmamalıyım. Şimdi bana mani olacak kimse de yok.''

Kapı vuruldu. Dadısı gelmişti. Bir ihtiyacı olup olmadığını sordu kadın, belli ki yatacaktı.

''Biraz içeri gel, dadı.''

Yaşlı kadın odanın ortasına doğru yürüdü. ''Buyurun paşam, sizi dinliyorum.''

''Geçenlerde gelen adamı hatırlarsın?''

''Evet, iyi hatırlıyorum.''

''Bana bir haber getirmişti.''

''İyi bir haberdir, inşallah.''

''İyi.'' deyip duraksadı Ferhat Paşa. Sonra daha emin bir sesle tekrarladı. ''İyi, çok iyi... Ancak bu haber... Bu sır bundan sonraki hayatımızı biraz değiştirecek. Tabii ben bir sır olarak kalmasına müsaade etmezsem.''

Kadın pek bir şey anlamamıştı. Ama sorup irdelemek onun huyu değildi. ''En iyisini siz bilirsiniz, paşam. Gönlünüzden ne geçiyorsa onu yapın.''

Gönlünden geçen... Gençliğinde, bir kere daha böyle konuşmuştu dadısıyla. Üstü kapalı laflarla ondan bir tavsiye almaya çalışmıştı. O zaman da gönlünden geçeni yapmasını söylemişti ona bu kadın. Onu dinlememiş, kalbinin sesini değil, babasının dediklerini dinlemişti. Ama bu kez yapabilirdi. Sevdiği kadına sahip çıkmamıştı. Ondan kalan emanete sırtını dönmeyecekti.

''Hayırlı geceler, dadı. Çekilebilirsin.''

Kadına gülümseyip onu gönderdi. Yine gökyüzünü izledi. İçine huzur veren bir his yayılırken bu sefer yıldızlara bakarken gülümsedi.

*****

Mehsa kısa süreli bir ayrılığın ardından konağa tekrar gelmişti. Bunun mutluluğunu yaşarken geride mızmızlanan bir adam bıraktığı için aklı biraz da onda kalmıştı. Ama iki gecelik bir ayrılığın ardından yine yan yana olacaklardı.

Konakta tatlı bir telaş vardı. Karşılandıktan sonra Mehsa'ya da hemen bir iş buyurulmuştu. Bu gece kına yapılacak, yarın da gelin uğurlanacaktı. Her şeyi tamam edilmişti. Bir sandık doldurulmuş, yanı sıra bohça bohça başka çeyizlikler hazırlanmıştı. Kıyafetler de cabasıydı. Hepsini Handan almış, Hatice de elleriyle katlayıp kaldırmıştı. Çünkü Semiha alınan hiçbir şeye bırak elini sürmeyi, gözünün ucuyla bile bakmıyordu.

Nikâh elbisesini Dilber Sultan özel diktirip önceden göndermişti. Kına elbisesi de bugün geldi. Buna da bayılmıştı Hatice. Belki bu sefer heyecanlanır umuduyla Semiha'yı peşine çekiştirip odalarına götürdü. Yatağın üzerine bıraktığı elbiseyi alıp üzerine tuttu. Yakaları dantelli mor bir elbiseydi.

''Sana çok yakışacak Semiha!''

''Tamam, gördük. Gidelim.''

''Ay öldürürsün sen insanı Semiha, ha! Kaç defa daha söyleyeceğim sana? Bak, iyi olacak her şey. Mutlu olacaksın.''

''Söyleme Hatice! Zaten hiçbir şey duymak istemiyorum. Benden başka herkes mutlu... Öyle olsun.'' Yine gözleri doldu. ''Sesimi de çıkarmıyorum. İstediğiniz oluyor işte! Rahat bırak beni.''

Hatice, Semiha'nın ellerini tuttu. ''Semiha bugün değilse, yarın. Elbet evlenecektin. Biliyorum endişelerin var, anlıyorum. Ama ne kadar vakit geçerse geçsin, yine aynı böyle gelin olacaksın. Dilber Sultan'ın seçtiği ve yüzünü hiç görmediğin bir adamla evleneceksin.'' Bir eliyle yüzünü okşadı, yanaklarındaki yaşı sildi. ''Ağlama, kurban olayım! Sen böyle yapınca çok üzülüyorum... Neden bu kadar yıpratıyorsun kendini? Adamın çocuğu var diye mi? El kadar bebedir o, ne olacak? Anası bırakıp gitmiş garibi. Sen olursun anası işte, ne var? Cemile abla da bize analık etti. Dilber Sultan, Güllü Paşa'ya... Handan Hanım, Cemşah'a... Bu hanenin kadınlarının kaderi buymuş. Hatta Zühre Sultan da öksüz kalan Hümacığı kendi kızı gibi büyüttü. Sen de bir garibi ana sevgisinden mahrum bırakmamış olursun.''

''Mesele çocuk değil.''

''Ee, ne peki mesele? Bizden ayrılacağın için değil herhalde bu kadar gözyaşı? Kardeş değil miyiz biz? Ben ablan değil miyim? Kalbindekini saklama benden.''

''Artık bunun bir ehemmiyeti kalmadı.'' deyip yatağın üzerindeki elbiseye baktı Semiha. ''Bu gece bana bu elbiseyi giydireceksiniz. Bundan kurtuluşum yok.''

Hatice bu kez Semiha'nın çenesini tutup yüzünü kendine doğru çevirdi. ''Söyle bana Semiha! Evlenmek istememendeki asıl sebep ne?''

''Hatice...''

''Söyle!''

''Benim... Benim sevdiğim biri var.''

Hatice bir süre Semiha'nın yüzüne baktı. Sonra da endişeyle bir elini ağzına kapadı.

''Cemşah deme sakın!''

''Hayır! Değil!''

''Oh, çok şükür!'' derken elini göğsüne bastırdı Hatice. ''Kim o halde? Senin gördüğün başka kimse yok ki!''

''Söyleyemem.''

''Söyleyeceksin Semiha!''

''Söylersem ne değişecek? Bilseniz ne olacak? Dilber Sultan vaz mı geçecek? Bu kızı sevdiğine mi verelim diyecek? Hayır! O yüzden söylemeyeceğim.''

Hatice üsteleyip öğrenmeye niyetliydi ama Mehsa yanlarına geldi. O da Hatice'nin az evvelki hali gibi oldukça neşeliydi içeri girerken. Semiha onun gelişini fırsat bulup kaçar gibi gitti.

''Nesi var?''

''Hiç.'' dedi Hatice. Zoraki gülümsedi.

''Elbise çok güzelmiş.''

''Evet.''

Mehsa elbiseyi incelerken Hatice açık kapıya doğru bakakalmıştı.

*****

Kına eğlencesi için davet edilen kadınlar gelmeye başlamıştı. Bu sebeple konağın tüm erkekleri geceye kadar dışarıda olacaktı. Dansözler eğlenceyi erken başlatmıştı, çalıp, söyleyip, dans ediyorlardı. Misafirler de oturdukları yerden eğlenceye katılıyordu. Küçük kızlar da Melek ile birlikte oraya buraya koşturuyordu.

''Mehsa, seni biriyle tanıştıracağım.'' dedi Handan, yanındaki genç kadını işaret ederek. ''Nihan Hanım. Tüccar Kenan Efendi'nin büyük kızı. Müstakbel gelinimizin ablası. Sağ olsun, davetimizi geri çevirmemiş.''

''Ah, memnun oldum Nihan Hanım. Hoş geldiniz.''

''Hoş bulduk.''

Handan'ın yaşlarında görünüyordu, belki daha da büyük. Çok güzel bir kadındı, Mehsa onu çok beğenmişti. Bir süre sohbet ettiler ayaküstü. Sesinin tonuna, konuşmasına, gülümsemesine, kısaca her şeyine bayıldı. Handan gibi, bir gelin yanında bir de yeni bir arkadaş sahibi olmuştu.

Dilber Sultan geldiğinde kına için hazırlıklar da başladı. Kınayı yakmak için onu beklemişlerdi. Mehsa ve Handan çağırmak için Semiha'nın odasına gittiler. Onlar yokken bir köşede oturup elbiseye bakmıştı Semiha. Bir başka köşedeki Hatice de gözlerini Semiha'ya dikmişti. Kapı açıldığında ikisi de o tarafa döndü.

''Hatice! Bu kız hâlâ hazır değil mi?''

Handan çabucak yatağa gidip elbiseyi aldı. Bir eliyle de Semiha'yı kaldırıp odanın ortasına getirdi. Semiha'nın dudakları titremeye başlamıştı.

''Hadi, ne duruyorsunuz? Yardım edin! Ah, deli kız! Bu vakte kadar neden giyinmedin üzerini?''

Handan, ondan üzerindekileri çıkarmasını beklerken Semiha hiç oralı olmuyordu. Yaşları yanaklarından süzülmeye başlamıştı. Handan tam bir şey söyleyecek olduğunda Hatice ona doğru geldi ve kolunun üzerindeki elbiseyi aldı.

''Sen mi giydireceksin Hatice? Ee, güzelim, neden bu kadar beklediniz o halde?''

''Elbiseyi ben giyeceğim, Handan Hanım.''

''Anlamadım. Ne demek istiyorsun?''

''Dilber Sultan, bir gelin sözü vermiş. Bu sözü bozmayacağız, yerine getireceğiz. Ama gelin Semiha değil, ben olacağım.''

Mehsa ve Semiha şaşkınlıkla bakıyordu Hatice'ye. Oldukça kararlı görünüyordu. Handan ise biraz kızmış gibiydi.

''Nedenmiş o?''

''Semiha evlenmek istemiyor. Onun yerine ben evleneceğim.''

''Validem, seni değil de, Semiha'yı seçtiyse demek ki bir bildiği vardı. Onun sözünün dışına çıkamayız.''

''Özür dilerim, Handan Hanım. Ya bırakın ben gelin olarak çıkayım bu evden ya da ikimizi de kapı dışarı edin.''

''Hatice!''

Hatice, Semiha'yı kolundan tutup yanına doğru çekti. ''Ben söyleyeceğimi söyledim. Gerisi size kalmış.''

Handan bu kararı kendisi veremezdi. Odadan çıktı ve çok geçmeden de Dilber Sultan'la birlikte geldi.

''Ne oluyor burada Hatice? Duyduklarım doğru mu?''

''Doğru, sultanım.''

''Siz kendi kafanıza göre iş mi çeviriyorsunuz? Ben ne diyorsam o olacak! Şimdi hazırlayın şu kızı!'' Parmağıyla Semiha'yı işaret etti. ''Hemen getirin! Misafirler bekliyor.''

''Sultanım, lütfen.''

''Hatice!''

''Bunca yıllık emeğimizin hatırına, yalvarıyorum.''

Semiha bir şey söyleyemeden ağlıyordu. Hiçbir şey yapamamalarındaki çaresizliklerine ayrı, Hatice'nin kendini feda edişine ayrı akıtıyordu gözyaşlarını. Dilber Sultan üzerlerine doğru yürüdüğünde korkuyla Hatice'nin arkasına saklandı. Ama Mehsa da aynı anda Hatice'nin önüne geçti.

''Dur, Dilber Sultan! Ne yapıyorsun?''

''Sen karışma!''

''Karışacağım. Karışmak mecburiyetindeyim. Bir köşede durup da bu gaddarlığınızı seyredemem.''

''Hatun!''

''Size bir gelin lazım, o gelini alacaksınız.'' Omzunun üzerinden geriye doğru, Hatice'nin yüzüne baktı hüzünle. Keşke ikisini de kurtarabilseydi. Ama bu kadarına onun gücü yetmezdi. ''Neyin öfkesi bu? Zaten birisi sizin verdiğiniz söz için kendini feda ediyor... Artık uzatmayın, lütfen.''

''Handan! Çek şunu önümden!''

''Validem...''

''Ne Handan, ne? Dediğimi duymuyor musun?''

''Belki de... Onların istediğini yapmalıyız. Zorla olmaz bu işler.''

''Hepiniz bir oldunuz, öyle mi?''

''Kimseyi üzmeyelim. Kızlarınız sayılır, günahtır.''

Dilber Sultan sırayla hepsini süzdü. Korkutmak ister gibi bakıyordu ama diğerleri pek aldırmadı ona. Bir hışımla odadan çıkıp gitti. Semiha da hıçkırarak ağlamaya başladı o sıra ve Hatice'nin boynuna sarıldı.

''Sakın benim için ağlama!'' dedi Hatice. Semiha'yı kendinden uzaklaştırıp gözlerindeki yaşı sildi. ''Sandıkları gibi senin için kendimi feda etmiyorum. Neden daha evvel gelmedi ki aklıma? Kız, ben evlenmeye can atıyordum ya!''

''Hatice...''

''Ağlama!'' diye yineledi Hatice. ''Ablan evleniyor. Gül biraz!''

Mehsa yanlarına gelip bir kolunu Hatice'nin omzuna sardı. Semiha'nın da yanağını okşadı. Biraz öyle kaldılar. Sonra Handan uyardı onları. Hatice'yi giydirdiler, saçını taradılar. Kırmızı bir başörtüsünü de başının üzerine atıp onu hazır ettiler.

*****

Cemşah bir ayağını yere vurarak bekliyordu mutfak masasının başında. Kınadan sonra eve gelmiş ve yaşanan gelin değişikliğini abisiyle aynı anda öğrenmişti. Annesi kızıp söylenip kalmaya niyetliyken saraya dönmüştü. Yarınki nikâha da gelmeyecekti.

''Buyurun Cemşah Efendi.'' diyerek mutfağa girdi Hatice. Cemşah'ın onu çağırdığını Cemile ablasından öğrenmişti.

''Gel, Hatice, gel!''

''Ne oluyor? Gecenin bir vakti ne isteyeceksiniz Allah aşkına?''

''Bir şey istemeyeceğim.'' Masayı gösterdi. ''Otur şuraya!''

Hatice masaya yaklaştı. Karşılıklı oturdular. Cemşah sesini alçaltarak konuşmaya başladı.

''Nereden çıktı bu Semiha yerine gelin olma işi?''

''Biz öyle olmasını istedik.'' dedi Hatice, kendinden emin bir sesle. Cemşah'ın kaşları çatık, yüzü keyifsiz gibiydi. ''Peki, sizin bunu bu kadar dert etmenizin sebebi ne?''

''Ne dert edeceğim? Sadece merak ettim.''

''Ah, yok! Üzüldünüz.''

''Hatice neden üzüleyim? Aksine seviniyorum. Kurtuluyoruz senden!''

''Ay, esas ben seviniyorum be! Kurtuluyorum senin ayak işlerine koşturmaktan. Bir de gelin getirecektin başıma! Onunla ayrı uğraşacaktım.''

Biraz birbirlerinin yüzüne öylece baktıktan sonra ikisi de gülmeye başladı. Son kez böyle karşılıklı duruyorlardı belki de. Bunda bile kavga ediyorlardı. Cemşah daha yumuşak bir sesle konuştu.

''Konağa geldiğin günü hatırlıyorum.''

''Ben de hatırlıyorum. Sümüklü, demiştin bana!''

''Yalan söyleme!''

''Öyle, dedin!''

''Dediysem de, demek ki öyleydin!'' Bir anlık sesini yükselttikten sonra yine güldü Cemşah. ''Tamam, bunları bir kenara bırakalım. Kavga etmeyelim. Zaten onun için çağırmadım seni... Semiha için de endişelerim vardı. Ama bilirsin Semiha'yı, kendi âleminde. Bir şey isteyecek olsan, öyle ürkek bir kuş gibi bakar insanın gözlerine, eli ayağı birbirine dolanır.''

''Yani ben değil de, o gidecek diye sevindin.''

''Sevinmek değildi... Ancak Hatice, şimdi senin gideceğini duyunca... Tamam, inkâr etmeyeceğim. Biraz üzüldüm. Alışmıştım sana, zor gelecek.''

''Gelecek ya güzeller güzeli gelinin, hah, işte ona bağırırsın öyle avaz avaz.''

''Ondan bir şey isteyemem. Ona kıyamam.''

''Hatice'nin canı yoktu zaten!''

Cemşah bu seferki gülümsemesinde sevgiyle bakıyordu. ''Hakkını helâl et Hatice. Doğru, çok çektirdim sana. Ama senin de dilin pabuç kadardı, benimle uğraşırdın.''

''Eğlenceliydi. Kendime mani olamazdım.''

''Eğlenirdik sahiden. Bunu da özleyeceğim.'' Cemşah'ın gözlerine hüzün yerleşti. ''Ama bundan sonra söyleyeceklerimde eğlenmeyeceğim, ciddiyim... Şahin'in bir sürü kız kardeşi vardı. El bebek gül bebek bakarlardı ona, üstüne titrerlerdi. Şahin de gider kucaklarına yatar, onlarla oynardı. Kıskanırdım, hem de nasıl! Bir gün seni getirdi validem. Sonra da Semiha geldi.''

''Kardeşlerim, demiştin bizim için, Şehzade Şahin'e.''

''Ah, evet! Lafta gibi görünse de, öyle değildi be Hatice. Ben pek göstermedim ama sizi kardeş bildim.''

''Biz de seni, tüm eziyetlerine rağmen, abi bildik Cemşah. Hastalandığımızda kapıya kadar gelir bize bakardın. Gece de gelmiştin. Bizi öpmüştün.''

''Siz bunu biliyor muydunuz?''

''Ben seni görmüştüm.''

''Ben de yakalanmadım sanıyordum.''

Bir süre sessiz kaldılar. Hatice'nin gözleri dolmuştu. ''Ev içinde, aile içinde her şey olur. İyi gün de, kötü gün de yaşanır. Ama geriye baktığında hep mutlu anları hatırlar insan. Ben burayı, sizi düşündüğümde... Mesela bizi öptüğün o geceyi hatırlayacağım. Oynadığımız oyunları, bize gizli gizli verdiğin yemişleri, dışarıdan gelenlere karşı bizi koruyuşlarını... Handan Hanım'ın saçımızı okşayışlarını, bize yaptığı tatlıları, neşeli sohbetlerimizi hatırlayacağım. Güllü Paşa'nın masallarını anlatacağım ben de çocuklarıma. Cemile abladan öğrendiğim yemekleri pişireceğim. Remzi Kâhya'nın nasihatlerini getireceğim hatırıma. Emir'in bilmişlikleri, Melek'in tatlı yaramazlıkları gülümsetecek beni. Semiha'nın arkadaşlığını, kardeşliğini özleyeceğim... Ben burada çok mutlu oldum Cemşah. Her şey için çok teşekkür ederim. Hakkım helâl olsun. Sen de hakkını helâl et.''

''Var mı ki edeyim?''

''Elbette var.''

Cemşah'ın gözleri dolmuştu. ''Helâl olsun.'' Gülümsedi. Masaya eğilerek konuştu. ''Bak, eğer istersen, mani olurum. Hâlâ geç değil.''

''Sağ ol ama hayır.'' derken tebessüm etti Hatice. ''Ancak senden bir dileğim var.''

''Söyle, ne istersen.''

''Semiha'yı tekrar evlenmesi için zorlarlarsa, işte o vakit mani ol Cemşah. Yalvarıyorum sana! İstemediği biriyle evlenmesin. Kendi gönlünden geçen adamla evlensin. Lütfen, ona arka çık, koru. Burada bir kardeş bırakıp gideceğim. Ama biliyorum ki, sen de abisi sayarsın kendini. Kardeşimize sahip çık Cemşah.''

Cemşah önce kafasını olumlu anlamda salladı. ''Peki, Hatice. Söz! Onun kaderini validemin eline bırakmayacağım.''

''Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim!''

''Etme. Aslında en başında yapmalıydım bunu. Ama kendimle o kadar meşguldüm ki. Esas ben çok özür dilerim Hatice. Gittiğin yerde mutlu olman için hep dua edeceğim. Burada bir evin ve ailen olduğunu sakın unutma. Kendini sakın ezdirme. Senin arkanda iki tane kapı gibi abin var.''

Hatice yaş dolu gözleriyle gülümsedi. Sonra da burnunu çekerek sildi yanaklarını. O da burada kalanların iyiliği için hep dua edecekti.

*****

Sandıklar, bohçalar kapıda bekleyen arabaya taşındı. Sıra aile üyeleriyle vedalaşmaya geldi. Handan, Cemşah ve Cemile Hanım eşlik edecekti Hatice'ye, bu yüzden kenarda duruyordu onlar. Hatice ilk olarak Güllü Paşa'nın elini öptü, sonra ona babalık etmiş olan Remzi Kâhya'nın elini öptü, hayır duasını aldı. Çocuklar atıldılar hemen, Hatice'nin eteklerine sarıldılar. İkisinin de yanaklarını öptü Hatice, aynı anda sarıldı onlara. Boynunu sıkmış ve zor ayrılmışlardı ondan. Mehsa'ya da uzun uzun sarıldı. Sıra Semiha'ya geldi.

Semiha çok gözyaşı dökmüştü gece boyu. Hatice ile beraber uyumuş, sabaha kadar konuşmuşlardı. Kendini feda edişine kızmış, ama Hatice de ona kızmıştı. Yaptığı şeyden pişman olmadığını yinelemişti. Şimdi Semiha ona sarıldığında yine yaş doluydu gözleri. Tüm ısrarına rağmen dün gece ona söylemediği ismi, ona sarıldığında kulağına fısıldadı. Hatice'nin gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. Bundan sonra mutlu olacağını umarken kalbine bir kıymık batırıp yolcu ediyordu onu Semiha. Birbirlerine bakıp bir süre sanki gözleriyle konuştular ve Semiha ondan özürler diledi bakışlarıyla. Sonra Güllü Paşa bir kere daha yaklaştı Hatice'ye ve dualar ederek duvağını kapadı.

Gelin yola çıktı. Arabaya eşlik eden muhafızlar vardı. Seyranlık'ın girişine kadar sakin bir hızda ilerlediler. Damadın, Seyranlık'tan olduğunu Hatice de, Cemşah da arabaya bindiklerinde öğrenmişti.

Seyranlık'a vardıklarında mahallerinin içlerine girmeden durduruldu araba. Karşılama alayı vardı. Arabadan inen Hatice bir ata bindirildi. Handan, Cemşah ve Cemile Hanım da düğün alayına katılıp yürüdüler. Eşyaları peşlerinden araba getirdi.

Düğün evinin önü kalabalıktı. Kadınlar eve girerken erkekler sokağın bir köşesindeki açık alanda toplanıyordu. Eğlence iki ayrı yerdeydi. Handan ve Cemile Hanım, Hatice ile birlikte eve girdi. Hatice'nin kaynanası ve nikâhı daha yeni yapılmış görümcesiyle tanıştılar. Bir köşeye oturtuldu Hatice. Duvağının arkasından izledi içerideki kadın kalabalığını ve onların kendi aralarındaki eğlenceyi. Heyecanlı değildi, öyle çok büyük bir korku da duymuyordu. Sadece çok küçük bir endişesi vardı. Bir anda yabancı insanlarla yaşayacak olmaktan duyduğu endişeydi. Biraz sonra, ayaklarının dibine gelen küçük bir çocuk bu endişeyi içinden çekip alacaktı.

Küçük erkek çocuğu sağa sola iyice bakındıktan sonra eteklerinin dibine oturduğu gelinin duvağının ucunu kaldırdı. Gelin hemen ona dönmüştü ve göz göze gelmişlerdi.

''Sen o ablasın!''

''Selim?'' dedi Hatice, şaşkın gözlerle. Daha evvel bu semte geldiklerinde, tek başına gezerken pencerede gördüğü çocuktu karşısındaki.

''Evet! Sen de beni hatırladın, değil mi? Seni çok bekledim.''

''Gelemeyeceğimi söylemiştim. Çok özür dilerim.''

''Geldin ama! Geldin!''

''Selim!'' dedi o ara başka bir ses, çocuğu kolundan çekip kaldırdı. Kadın ''Sen değil evladım, baban açacak o duvağı!'' diye neşeyle konuşup çocukla birlikte uzaklaştı.

Evleneceği adamın bir çocuğu olduğunu biliyordu Hatice. Demek ki, Selim'di o çocuk. Pencerelerde annesini bekleyen o mahzun çocuğun annesi olacaktı artık. Kalbindeki tüm ağırlık uçup gitti, kendini hafiflemiş hissetti. Bu çocuk için her şeye katlanılırdı.

Biraz sonra nikâhı kıyıldı. Yanına gelen bir kadın ona rızası olup olmadığını sormuş ve aldığı cevaptan sonra da odadan çıkıp gitmişti.

*****

Ahsen, arkadaşı Selvi'nin hatırına gelmişti onun abisinin düğününe. Nihan da zaten Selvi ısrarcı olunca çıkarmıştı kardeşini evden. Gözünün önünden ayırmıyordu onu. Handan'la karşılaştıklarında yüzü iyice asıldı Ahsen'in. Müstakbel eltisinin sorularına kısa cevaplar vermiş ve alakasına zoraki tebessümler etmişti. Oysa içinden çok başka şeyler yapmak geçmişti. Bir ara, ablasının dikkat dağınıklığını fırsat bilip dışarı çıktı. Günlerdir eve kapatılmıştı, biraz nefes almak istiyordu. Evin karşısındaki topluluktan erkek kahkahaları yükseliyordu, keyifleri yerindeydi. Sesleri geride bırakıp yol kenarındaki bir ağaca doğru yürüdü. Omzunu ağaca yaslayıp karanlık gökyüzüne baktı. Yıldızlar bu gece görünmüyordu.

''Ahsen?''

Ardındaki sese dönerken eşarbının ucuyla yüzünü kapattı. Ama ona seslenenin Cemşah olduğunu gördüğünde elini yüzünden çekti. Bir şey söyleyecek, hesap soracak oldu. Ama en fazla dudakları titremişti öfkeden. Geçip gitmek istedi, Cemşah önüne doğru hareketlendi.

''Dur! Nereye? Ne işin var senin burada? Düğüne mi geldin?'' Cemşah sorularına cevap alamadı. Sonra bunları merak etmeyi bıraktı. Nihayet görmüştü onu, mühim olan buydu. ''Günlerdir göremiyorum seni. Biraz konuşalım.''

''Seninle konuşacak bir şeyim yok benim!''

''Neden? Ne oldu? Baban mı yasakladı?''

''Bilse kesin yasaklardı! Çekil önümden!''

''Ahsen, ne oluyor? Hiçbir şey anlamıyorum.''

''Bir de karşıma geçmiş utanmadan konuşuyorsun... Ama kabahat sende değil ki, bende! Bir iki kere gördüğüm adamın sözüne güvendim. Şimdi çekil! Seninle konuştuğum görülürse iyi olmaz. Başkasıyla sözlüyüm ben!''

''Ne?'' dedi Cemşah, sesini yükselterek. ''Olamaz böyle bir şey!''

''Sen benimle hâlâ eğleniyor musun? Yeter artık!''

''Hayır, Ahsen! Ben böyle bir şeye müsaade etmem.''

''Ettin, efendi, ettin! Anneni göndermeyerek kendi ellerinle verdin beni başkasına! Şimdi rahat bırak beni!''

Cemşah anlamaz gözlerle baktı bir süre Ahsen'in yüzüne. ''Nasıl olur? Yengem, görücüleri gönderdim, dedi. Yakında iyi haberlerinizi bekliyoruz.''

''Yengen kandırmış seni! Bizim eve gelen giden olmadı.''

''Yengem yalan söylemez.'' diye mırıldandı Cemşah. Yine düşüncelere daldı. ''Validem!'' dedi sonra dişlerini sıkarak. O mu bir işler karıştırmıştı? Sağa sola bakınırken Ahsen'in hareketlendiğini gördü. Kolunu tutarak durdurdu onu ama hemen elini çekti. ''Gitme! Benden habersiz bir şey yapmış olmalılar. Yengemle konuştum, ona seni anlattım. Ama... Hayır, yengem beni kandırmış olamaz.''

''Belki başka bir kızın evine gitmiştir sizin görücüler, ha?''

Ahsen alay eder gibi konuşmuştu ama Cemşah onun için seçilen kızı anımsadı. Yoksa onu kandırıp kendi bildiklerini mi okumuşlardı? Sinirden dudaklarını kemirdi. Bu sefer uygun olup olmayacağına bir kenara bırakıp Ahsen'in bileğini tuttu.

''Benimle gel!''

''Bırak!'' derken bileğini çekti Ahsen. ''Nereye götüreceksin?''

''Seni verdikleri adamla evlenmek istemiyorsun, değil mi? Benimle evlenmek istiyorsun?''

''Senin gibi adamla...''

''Ahsen!'' deyip sözünü kesti Cemşah. ''Kızgınlıkla konuşma. Kalbinden geçeni söyle!''

''Evet!''

''Öyleyse sen benim gelinimsin! Başkasıyla evlenemezsin!''

Aynı anda etrafa bakınıyordu Cemşah. Aradığını bulunca Ahsen'i peşine yürütüp o tarafa gitti. Hatice'yi getiren atın yanına varmışlardı. Ahsen bir kere daha bileğini çekmek istedi.

''Ne yapıyorsun?''

''Seni kaçırıyorum. Benimle gelecek misin?''

''Ama...''

''Gelecek misin?''

Ahsen kem küm etti, bir şey söyleyemedi. Cemşah onu bıraktı ve ata bindi. Sonra da elini ona uzattı. Elini tutarsa onu alıp götürecekti. Cemşah'ın eline baktı Ahsen, biraz da düğün evinin tarafına. Ablası yüzüne bakmayacak, babası belki de evlatlıktan reddedecekti. Ama sevdiği adamla evlenmek, onun elini tutmak istiyordu. Cemşah'ın elini tuttu. Onun yardımıyla bindi atın sırtına. At hareketlendiğinde Cemşah'ın beline sıkıca sarıldı.

*****

Mehsa ve Semiha mutfaktaki masada karşılıklı oturuyordu. Güllü Paşa biraz evvel gelmiş ve çocuklarını da alıp yatmaya gitmişti. Konakta derin bir sessizlik vardı. Mehsa ve Semiha da öyle pek konuşmuyor, Semiha'nın yaptığı kahveleri içiyorlardı.

Kapı vurulduğunda düğüne gidenlerin geldiğini düşündüler. Peş peşe çıktılar mutfaktan. Semiha kapıyı açtı. Tahminlerinin biri doğruydu, gelenlerin biri Cemşah'tı. Ama yanında yabancı biri vardı. Tedirgin görünen genç kız, Cemşah'ın ardından eve girdi. Mehsa ve Semiha şaşkınlıklarından bir şey söyleyememişlerdi.

''Abim evde mi Semiha?''

''Evet.''

''Uyanık mı?''

''Sanmıyorum... Bu hanım kim?''

''Anlatacağım.'' dedi Cemşah, Ahsen'i önüne katıp salona doğru yürüdü. Sessiz olmaya gayret etti. Dördü birden salondaki koltuklara dizildiler. ''Bu hanım, Ahsen.''

''O Ahsen mi?'' diye sordu Semiha, gözlerini aça aça. Bu ismi Hatice'den duymuştu. ''Ama burada ne işi var?''

Ahsen ismi Mehsa'ya da tanıdık geldi. Bir yerden duymuştu. ''Yani kim?''

''Ahsen, benim sevdiğim ve evlenmek istediğim kadın. Yalnız sanırım arkamdan bazı işler çevrilmiş. Ben de onların yaptığı gibi yapıp kendi bildiğimi okudum. Bu işi kökünden hallettim.''

Mehsa ve Semiha birbirlerine baktı. İkisi de Cemşah'ın sevdiği kızla yakında evleneceğinden başka bir şey bilmiyordu. Her şey usulüne göre yapılıyordu. Ama şimdi bu kızın, daha nikâhı kıyılmadan bu evde ne işi vardı?

''Cemşah Efendi!'' diyerek söze başladı Mehsa. ''Tam olarak ne olduğunu anlayamadık.''

''Ne?'' dedi o sıra Ahsen, araya girip. ''Ne dedi sana? Senin adın ne?''

Kızlar yine şaşkınlığa büründü. Cemşah da ona bir türlü adını söyleyemediğini hatırladı. ''Evet, sen benim adımı hâlâ bilmiyorsun.'' derken gülümsedi. ''Adım Cemşah.''

Ahsen fırlar gibi kalktı yerinden. Ellerini ağzına kapadı. Ama sonra güldü. ''Canım, tesadüftür herhalde, isim benzerliği. Aynı kişi olamazsınız.''

''Anlayamadım.''

''Sen... Burası... Kimin evi burası? Kimin oğlusun sen?''

''Ah, doğru! Ben sana bunları hiç anlatmadım.'' Cemşah da ayağa kalktı, Ahsen'in karşısında durdu. ''Dilber Sultan'ın oğluyum ben. Güllü Ali Paşa'nın da kardeşiyim.''

Ahsen düşecekmiş gibi oldu, bir adım geriledi. Mehsa hemen hareketlenip kolunu tuttu. Koltuğa oturttu onu tekrar. Cemşah da endişelenmişti.

''İyi misin Ahsen?''

Ahsen ellerini iki yana açarak konuştu. ''Değilim! Sen nasıl Cemşah olursun?''

''Ahsen, korkutuyorsun beni!''

''Ben günlerdir beddua ediyorum sana! Cemşah denen o serseri, gözü dışarıda, sersem sultanzade ile evlendirecekler beni diye kendimi kahrediyorum.''

''Gözü dışarıda mı?''

''Evet! Öyle bahsediyorlar senden! Öyle misin? Anlattıkları gibi misin?''

''Ahsen biz bu meseleyi en başından, bir sakince konuşalım.''

''Evvela soruma cevap ver!''

''Değilim! Kim uyduruyor bunları?''

Ahsen ve Cemşah kendi aralarında tartışmaya tutuldular. Kenardan izleyen Mehsa ile Semiha olanları anlamaya çalışıyordu. Kapı aniden vurulunca telaşa kapıldılar. Semiha sessizce gidip pencerenin kenarından baktı. Rahatlayarak döndü peşinden gelen Mehsa'ya. Şahin'in geldiğini bildirdi.

Mehsa hemen kapıyı açtı. ''Hayırdır Şahin?'' diyerek aldı onu içeri. Yadigâr da peşinden girdi. Yüzünden düşen bin parçaydı Yadigâr'ın. Ama Mehsa'nın gerisindeki Semiha'yı görünce öylece ona bakakaldı.

''Hatunumu çok özledim. Bir gece ayrılık kâfi gelir diye düşünüp seni almaya geldim. Evde kim var?''

Mehsa bir şey söylemeden baktı Şahin'in yüzüne. Sonra da neredeyse püskürerek güldü. Bu hali Şahin'i şaşırtmış ve aynı zamanda meraklandırmıştı.

''Ne oluyor Mehsa?''

''İnan, ben de hiçbir şey anlayamadım. Bu konakta iki gündür tuhaf şeyler oluyor. Evvela gelinler yer değiştirdi. Şimdi de eve gelecek gelin önden teşrif etti. İçeride oturuyor.''

Mehsa bir kere daha güldü. Şahin hiçbir şey anlamamıştı ama onun neşeli haline kapılıp onunla gülmeye başladı. Semiha ile Yadigâr ise bakışıyor ve çekingen gülümsüyordu birbirine. İçeridekiler de ortadaki karmaşayı çözmekle meşguldü.

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

2.1M 66.7K 32
Hayatı boyunca sevgi görmemiş asi bir kız,bir anda bir adamı her şeyden çok severse; Sevgiyle büyütülmüş, eğlenceli ve neşeli bir adamken hayatı alt...
AŞIK CİNİM Από Gece....

Ιστορικό φαντασίας

51.9K 2.4K 32
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...
1.5K 188 9
Üçünün arkasında yer alan adam ise beni en fazla etkileyendi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde tüm hücrelerime kadar irkilmiş ve garip bir şekilde korku...
Dijital Kocam Από Semra İmamoğlu

Γενικό Φαντασίας

19.7K 468 3
Bir dileğin kabul olur ve hayallerinin gerçeğe döndüğü yerden vurulursun. Bedelini ödemediğin dileğin sahibi olamazsın... Çok şey söylemeye gerek yok...