Karantina Serisi

By beyzaalkoc

110M 4.4M 4.3M

''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' ... More

Tanıtım
1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.
2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!
3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.
4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.
5.Bölüm : Belanın Ta Kendisi...
6.Bölüm : Bela Mıknatısı
7.Bölüm : Ateşin Ta Kendisi!
8.Bölüm : Seni Bırakmayacağım.
Karantina Hakkında.
9.Bölüm : Evet, Komik.
10.Bölüm : Ela Gözlerin Ardında...
11.Bölüm : İyi Seyirler.
12.Bölüm : Sonunu Görmek.
13.Bölüm : Hepimiz Beyaz Atız!
14.Bölüm : Canım İstiyor.
Yeni Bölümler Hakkında
15.Bölüm : Ölüme Yakın.
16.Bölüm : Ay Benim, Gece Senin...
17.Bölüm : Onur'unki...
İletişim
18.Bölüm : Sevgilim Olur Musun Desem...
19.Bölüm : Kayboldum!
20.Bölüm : Gitme İhtimalini Yok Etmek...
21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!
22.Bölüm : Seninleyim!
23.Bölüm : İstediğim Her Şeyi Alırım.
24.Bölüm : Ayrılmayacağız.
25.Bölüm : Kayıp Kız
- Duyuru -
26.Bölüm : İntikam Vakti.
27.Bölüm : Hokus Pokus...
28.Bölüm : Perde Kapanıyor, Oyun Bitti...
29.Bölüm : Kısa Vadede Mahvolmak...
30.Bölüm : Dokunma Bana!
31.Bölüm : Aradığın Sendin...
32.Bölüm : Bu Filmin Son Sahnesi...
33.Bölüm : Bir Savaşın Başlangıcı
34.Bölüm : Oyun Başlıyor!
35.Bölümden Kesit
35.Bölüm : Paramparça Bir Duvar
36.Bölüm : Bir Katile Aşık Olmak
Özel Bölüm - Onur'un Sorgusu
37.Bölüm : Savaşın Sonu
38.Bölüm Fragmanı
38.Bölüm : Bir Şehir Yıkıldı.
Tanıtım Videosu + Karakterler
39.Bölüm : Bizimle Misiniz?
40.Bölüm : Yaşam Ağacı...
41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!
42.Bölüm : Hoş Geldin Onur Zorlu!
43.Bölüm : Öyle Güzelsin Ki...
44.Bölüm : Sonsuza Kadar.
45.Bölüm : O Evi Yıktık.
46.Bölüm : Ben Seni Bırakamıyorum.
47.Bölüm : Güneşin Parçaları - PART 1
47.Bölüm + Part 2
48.Bölüm : Şah Mat!
Karantina Kitap Oluyor! Bizimle Misiniz?
49.Bölüm : Hiç Kimsesizlik.
50.Bölüm : Sahne Onur'un.
Kitaba Doğru...
Kapak^^
Ayrıntılı Karantina İncelemesi!
Karantina Raflarda!
Karantina^^
KARANTİNA 2'den...
Karantina 2'den Alıntı + Çekiliş
Karantina - İkinci Perde - Tanıtım
İmza Günü + Duyuru
İkinci Perde : Giriş + 1.Bölüm
İkinci Perde - 2.Bölüm : Sevgilim
İkinci Perde : 3.Bölüm : Seni İçimde Tutabilmek.
İkinci Perde - 4.Bölüm : İki Küçük Kibrit Çöpü.
5.Bölüm : Vazgeçilmek.
İkinci Perde - 6.Bölüm : Koskoca Bir Şehir
İkinci Perde - 7.Bölüm : Enkaz Bölgesi.
İkinci Perde - 8.Bölüm : Kan.
İkinci Perde - 9.Bölüm : Benim Hayatım.
İkinci Perde - 10.Bölüm : İçimde Bir Dağ
İkinci Perde - 11.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
İkinci Perde - 12.Bölüm : Oturma Odası.
İkinci Perde - 13.Bölüm : Öpücük.
İkinci Perde : 14. ve 15.Bölüm
İkinci Perde - 16. Bölüm : Her Şey Daha Farklı Olabilirdi.
İkinci Perde - 17.Bölüm + 18.Bölüm
İkinci Perde - 19.Bölüm + 20.Bölüm + 21.Bölüm
Karantina - İkinci Perde : 22.Bölüm
İkinci Perde - 23.Bölüm
İkinci Perde - 24.Bölüm : Onur.
İkinci Perde - FİNAL - 25.Bölüm : Mahşerin Beş Atlısı
Kapak + İmza Günü + Ön Sipariş^^
Önemli, İkinci İmza Günü^^
Karantina İkinci Perde - Açıklama
Karantina 3 - Çok Yakında!
Karantina - Üçüncü Perde : Giriş + 1. Bölüm
Karantina - Üçüncü Perde - 2.Bölüm : Seni Çok Özledim.
Üçüncü Perde - 3.Bölüm : Bir Ağaç Mesafesi.
Üçüncü Perde - 4.Bölüm : Seni Bırakmam.
Üçüncü Perde - 5.Bölüm : Hikayedeki Eksik
Üçüncü Perde - 6.Bölüm : Ben Neredeyim?
Üçüncü Perde - 7.Bölüm : Darmaduman
Üçüncü Perde - 8.Bölüm : İncir Ağaçları
Üçüncü Perde - 9.Bölüm : Kalbim.
Üçüncü Perde - 10.Bölüm : Kafes.
Üçüncü Perde - 11.Bölüm : Bana Yardım Et.
Üçüncü Perde - 12.Bölüm : Aşık Olduğu Kız.
Üçüncü Perde - 13.Bölüm : Düşmek İçin Koşmak.
Karantina - Üçüncü Perde - 14.Bölüm : Anne
Üçüncü Perde - 15.Bölüm : Zeynep...
Üçüncü Perde - 16.Bölüm : Kaçıyordum.
Üçüncü Perde - 17.Bölüm : Kaçıyorsun...
Üçüncü Perde - 18.Bölüm : Ben Güçlüydüm.
Üçüncü Perde - 19.Bölüm : Bir Devrin Kapanışı!
Üçüncü Perde - 20.Bölüm : O Nokta... (FİNAL)
SELAM!
Son Perde - 1.Bölüm : Mucize.
Son Perde - 2.Bölüm : Ben Bir Kahramanım.
Son Perde - 3.Bölüm : O Gece.
Son Perde - 4.Bölüm : İçimde Büyüyor.
Son Perde - 5.Bölüm : Bir Mucize Olsun.
Son Perde - 6.Bölüm : Gece.
Son Perde - 7.Bölüm : Adil Bir Anlaşma.
Son Perde - 8.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
Son Perde - 9.Bölüm : Neredesin?
Dördüncü Perde - 10.Bölüm : Üç Kişi.
Dördüncü Perde - 11.Bölüm : Hayat Ağacı.
Dördüncü Perde - 12.Bölüm : Sıradan Bir Hayat.
Dördüncü Perde - 13.Bölüm : İşaret Parmağı.
Dördüncü Perde - 14.Bölüm : Güzelim.
Dördüncü Perde - 15.Bölüm : Ay ve Gece
Dördüncü Perde - 16.Bölüm : Bir Tek Ona...
Dördüncü Perde - 17.Bölüm : O Gece...
Dördüncü Perde - 18.Bölüm : 1 Mayıs.
Dördüncü Perde : 19. ve 20.Bölüm (Final)
-TÜYAP AÇIKLAMASI-
Karantina - Son Perde - Giriş Bölümü
Son Perde - 1.Bölüm : Başlıyoruz...
Son Perde - 2.Bölüm : Biz Yine Birbirimizi Buluruz.
3.Bölüm : Bir Felaketin Gelişi.
Son Perde - 4.Bölüm : O Fırtınalı Gecede...
Son Perde - 5.Bölüm : Karanlık.
Son Perde - 6.Bölüm : Hala Bizimle Misin?
Son Perde - 7.Bölüm : Çıkıp Sana Geleceğim.
Son Perde - 8.Bölüm : Söz Veriyorum.
9.Bölüm : Gece'nin Yükü.
10.Bölüm : Kar Yığını.
Son Perde - 11.Bölüm : Bebek.
Son Perde - 12.Bölüm : Yağmur.
Son Perde - 13.Bölüm : Mezar
Son Perde - 14.Bölüm : Atlı Adam.
Son Perde - 15. 16. ve 17. Bölümler
Son Perde - 23.Bölüm : Düğün
Son Perde - 24.Bölüm : Aydınlık.
Son Perde - 25.Bölüm : Karantina.
Özel Bölüm : Aile.

18.19.20.21.22.Bölümler!

724K 21K 121K
By beyzaalkoc


Selam Mahşerin Binlerce Atlısııı^^

Size bugün 5 bölümle geldim. İyi okumalar dilerim <3 


 18.Bölüm : Hep Vardım.
*Bazı imkansızlıklar sadece birini görene kadardır...*


"Düşünsenize, hepimiz aynı kreşte olsaydık ve öyle tanışsaydık nasıl olurdu acaba?" diye mırıldandı Burak.

Bu gece herkes bizde uyumuştu, saat gecenin 2'si olmasına rağmen Gece'nin annemlerin yanında uyuyor olduğunu bilmemin iç rahatlığıyla Burak, Mert ve Onur'la birlikte bahçede oturmuş sohbet ediyordum.

"Ben yine Zeynep'e onu görür görmez aşık olurdum..." diye mırıldandı Onur eğilip omzuma bir öpücük kondururken. Ona hayranlıkla baktım ve gülümsedim.

"Evet Sayın Öğrenciler, kimse oyuncaklarının başından ayrılmasın, kreşimiz karantina altına alınmıştır!" dedi Burak sesini bol disiplin sever bir kreş öğretmeni sesine büründürerek.

Üçümüz aynı anda kıkırdadığımız sırada derin bir iç çektim.

"Tüm bu acıların üzerine böyle espriler yapabiliyor olmamız size de garip gelmiyor, değil mi?" diye sordum.

"Hep böyleydik Zeyno..." dedi Mert, "Her şeyin yaşandığı o ilk gün bile böyleydik biz. Bazen ara ara o günleri düşünüyorum, hiçbir zaman tam olarak korkmadık. Hiçbir zaman hiçbir şeyi tam olarak ciddiye almadık. Bunu sorguluyorum."

"Çocuktuk..." diye mırıldandı Onur, "Çok gençtik..."

"Bunlar şu an yaşansa aklımı kaybederim sanırım." dedim, "O zamanlar hiçbir şey çok da gerçek gelmiyordu, sanki bir oyun gibi geliyordu."

"Şimdi ardımızda kalacak çok insan var..." dedi Burak, "Benim bir kardeşim oldu, Onur'un bir ailesi oldu, sonra Gece geldi aramıza. O zamanlar hiçbirimiz hayatlarımızı çok da sevmiyorduk zaten. Çok da mutlu değildik."

"Belki de tutunacak bir acı arıyorduk." dedim sessizce.

"Bir yanım o günleri tamamen unutmak istiyor, bir yanım ise o günlerin her saniyesini unutmamak için çabalıyor." dedi Onur gözleri boşluğa daldığında.

"O günlerdeki o saf, temiz, masum belki de aptal hallerimizi düşünmek beni çok duygulandırıyor." diye mırıldandı Mert. Kaşlarımı çattım.

"Aptal mı?"

"Aptal..." dedi Mert, "Düşünsenize, oradan oraya koştururken ve deli gibi çabalarken Ender Zorlu bizi birer kukla gibi izliyordu. Bazen korkuyorduk, bazen endişeleniyorduk, yaşananları çözmeye çalışıyorduk ve o bizi izleyip o hallerimize gülüyordu..."

"Ve en büyük cezayı çekti." dedi Burak gözlerini bana çevirerek.

"En büyük ceza mı? Neymiş en büyük cezası?" diye sordum.

"Sen." diye mırıldandı Burak, "Tüm bunları kendi kızına yaptığına bilerek öldü." Mert başını salladı.

"Acısını, üzüntüsünü, mahvoluşunu izleyip güldüğü insanlardan birinin kızı olduğunu öğrendi. Daha büyük bir ceza olabilir mi?"

"Ve kendini affettiremeden öldü..." diye devam etti Burak. Kısa bir sessizlik yaşandı.

"İntikam almaya çalıştığı Onur'a kendi elleriyle babasını verdi, annesini verdi, ona kızını verdi. Gözlerinin önünde kızına yaşattıkları, kızının ondan nefret edişi ve kızının en büyük düşmanlarıyla bir aile oluşunu izledi." dedi Mert nefretle gülerek.

"Biz en başta her şeyin kötüsünü yaşadık ama yaşadığımız şeyler bizi bir aile yaptı..." diye ekledi Burak, "Bunları buraya gelmeden önce Mert'le konuşuyorduk. Düşünsenize, bu adamın bize yaşattığı her şey bizi bir aile yaptı ve mahvolan tek isim o oldu." Onlar konuşurken içimde garip bir rahatlama hissediyordum.

"Eğer Ender Zorlu tüm bunları yapmamış olsaydı o lüks malikanelerinde zengin hayatına devam ediyor olacaktı, biz belki de Zeynep'le hiç tanışamayacaktık, siz hiç aşık olamayacaktınız. Onur anne ve babasını bulamayacaktı."

"Benim bir kardeşim olamayacaktı..." diye mırıldandı Burak. Gülmeye başladım.

"Ne alaka oğlum?" dedi Onur gülerek.

"Burak, senin kardeşinin olayla ilgisi yok. Karıştırma şimdi onu..."

"Yok mu?" dedi Burak kaşlarını çatarak, "Doğru ya. Saçma oldu, kafam karıştı. Kusura bakmayın ya, bu zamana kadar söylediğim en saçma şey buydu sanırım."

"Yok, daha saçmaları olmuştu..." dedim gülerek. Hep birlikte gülüştük ve Mert konuşmaya devam etti.

"Liseyi bitirecek, üniversiteye başlayacaktık. Muhtemelen ikiniz de ya evlenmeyecektiniz ya da aşık olamadan evlenecektiniz."

"Ve benim kardeşim olamayacaktı." dedi Burak gülerek.

"Burak bozma ya, çocuklara durumu açıklıyorum."

"Tamam tamam, oraya çok güzel denk geliyordu da söyleyeyim dedim. Devam et sen, hem bak ben her konuştuğumda gülüyorlar." dedi bizim gülen yüzlerimizi göstererek.

"Ruh eşlerinizi bulamayacaktınız, Gece'yi dünyaya getiremeyecektiniz. Yaşadığımız her şey ama her şey bizi bu güne getirdi, bizi şu ana acılarımız getirdi." Kısa bir sessizlik oldu. Onur ve benim gözlerim birkaç saniyeliğine birbirine değdi. Onun gözlerine her baktığımda gözlerim doluyordu, bu da o anlardan biriydi.

"İçeri girdiğinizde Gece'ye bir bakın." dedi Burak, "Tüm bu acıları yaşamasaydık Gece beşiğinde uyuyor olmayacaktı."

"Teşekkür ederiz..." dedi Onur sessizce, "Sizi hak edecek ne yaptım bilmiyorum, siz olmasaydınız hiçbir şey bu kadar kolay olmazdı."

"Kolay değildi zaten." dedi Burak gülerek.

"Çok daha zor olurdu... Atlatamazdık." diye devam etti Onur.

"Asıl siz olmasaydınız bugüne gelemezdik." dedim, "Bir arada kalamazdık, ayakta kalamazdık. Dağılırdık, mahvolurduk..."

"Aşk bizi güçsüz düşürürken bize hep siz güç verdiniz. Birinizin eli hep benim sırtımda, birinizin eli hep Zeynep'in sırtındaydı. Bizi siz ayakta tuttunuz." Onur konuşurken Burak burnunu çekti. Yüzüne gülerek baktım.

"İnanın bana, şu an şu hayattaki en büyük dileklerimden biri bir gün sizin de aşık olduğunuzu görmek. Şurada dört kişi oturuyoruz ya, altı kişi olmak en büyük dileğim..."

"Ah, nerede o günler..." dedi Burak gülerek.

"Vaktiniz olmadı ki oğlum..." diye mırıldandı Onur, "Fırsatınız mı vardı? Bin tane şey yaşadık, bizden başka kimseyi görmediniz ki..."

O sırada dışarıdan gelen cırcır böceklerinin sesi bana öylesine huzur veriyordu ki hamileliğin verdiği halsizlikle Onur'un yanına kıvrıldım, kolunun altına girip kafamı kucağına koydum. Onur kolunu boynuma sararken arkasına yaslandı ve saçlarımla oynamaya başladı. Bir yandan uyanık kalmaya çalışıyor, bir yandan da huzur içinde onları dinliyordum.

"Ben aşka olan inancımı kaybettim." dedi Burak, "Gerek yok, böyle iyiyim."

"Aynen, kesin kaybetmişsindir." dedi Mert gülerek, "İnanalım bari... Şaka bir yana, hakikaten ikimizin de böyle bir isteği ve dileği yok. O kadar çok şey yaşadık ki şu an tek istediğimiz sıradan, huzurlu ve stabil bir hayat. Sonra her şey hallolur zaten."

"Düşünsenize," diye mırıldandım, "Yirmi yıl sonra burada oturuyoruz. Gece ve isminin ne olacağını bilmediğimiz kardeşi içeride film izliyorlar, ve siz hala yalnızsınız..." Kendi kendime gülmeye başladım.

"On üzerinden onluk bir hayat. Dünyayı gezeriz kardeşimle." dedi Burak.

"Bizsiz mi?" diye sordu Onur.

"Maalesef kardeşim, siz artık birer anne babasınız... Şansınıza küsün." Kendi aramızda gülüştüğümüz sırada Mert içeriye girip çaydanlığı alıp geri geldi.

"Çay isteyen var mı?" diye sordu.

"Ben içmeyeceğim, biraz midem bulanıyor..." diye mırıldandığım sırada Mert Burak ve Onur'a çay koyuyordu. Onur bana doğru eğilip alnıma bir öpücük kondurdu.

"İyi misin güzelim? Doktora gidelim mi?"

"İyiyim sevgilim, ufak bir mide bulantısı..." O sırada gözlerim bir kez daha Onur'un gözleriyle buluştu. Gözlerindeki elanın içinde kayboldum. Gözlerindeki elanın içinde geçmişimi gördüm, şimdimi gördüm, geleceğimi gördüm.

"Bu konuşmalardan sonra kendimi çok rahatlamış hissettim, biliyor musun?" diye fısıldadım. Burak ve Mert karşımızda maç muhabbeti yaparlarken onlardan soyutlanmış gibiydik.

"Ben de güzelim. Ama şunu da bil ki, tüm bunlar yaşanmamış olsaydı ben yine gelir seni bulurdum... Seni kimseye bırakmazdım." dedi Onur bir yandan saçlarımı okşarken. Yavaş yavaş gözlerimi kapattım.

"Uykun mu geldi?"

"Biraz... Biraz değil... Çok..."

"Seni içeri götüreyim, hadi gel."

"Hayır Onur..." diye mırıldandığım sırada gözlerimi bile açamıyordum, "Burada uyumak istiyorum. Sizin konuşmalarınızı dinleyerek uyumak istiyorum..."

"Öyle mi? Tamam güzelim. Uyu bakalım... Ben buradayım..."

Gözlerim daha da sıkı kapandı o an... Onlarca çeşit rüya arasında dolaşıp birine tutunduğumda kendimi bir ormanda gördüm. Çiçeklerle dolu, rengarenk kuşların uçuştuğu huzur verici bir ormandaydım. İçten içe biliyordum ki artık her şey rengarenk olacaktı, mis gibi, tertemiz. Çamurdan bir kere çıktığınız zaman, daha fazla kirlenemezdiniz.

Ellerim Onur'un ellerini sıkıca tutarken kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum. Sanki onun yanında olmak kilitli bir kutuda olmak gibiydi. Sanki bizi kimse göremezdi, duyamazdı, bulamazdı. Onur benim kilitli kutumdu. Burada kimse bize zarar veremezdi.

"Vay be kardeşim..." diye mırıldandı Mert ben yarı uyur yarı uyanık halde gözlerim kapalı yatarken, "Hiç düşünür müydün bu kadar büyük bir aşk yaşayacağını? Kitabını yazsan tek kitapta bitmez..."

"Beni tanıyorsunuz." dedi Onur ben hala ilk günkü heyecanımla onu dinlerken, "Aşık olabileceğime inanmıyordum. Duygularım olduğuna inanmıyordum. Bir insan için aşkı bırakın sevgi hissedeceğime bile inanmıyordum. Bu kadar aşık olmam bana da sürpriz oldu..." Onur'un cümlesiyle gülüştükleri sırada derin bir nefes aldım. Onur'un ellerini daha sıkı tuttum.

"Ne yalan söyleyeyim, senin birine aşık olmanın imkansız olduğunu düşünürdüm." dedi Burak.

"İmkansızdı. Zeynep'i görene kadar... Bazı imkansızlıklar sadece birini görene kadardır..." Onur konuşurken kapalı gözlerimin dolduğunu hissediyordum. O sırada derin bir nefes alan Mert konuşmaya başladı.

"Her şeyin başladığı o gün sizi koridorda gördüğüm an anlamıştım, içimden demiştim ki 'Onur bu kıza aşık olacak... Hem de ne aşk...' Birbirinize bakışlarınız, yan yana duruşunuz bile her şeyi o kadar belli ediyordu ki."

"Senin gözlerinde ilk defa bir şaşkınlık görmüştüm o gün." diye mırıldandı Burak, "Sanki Zeynep'i gördüğün an şaşırıp kalmıştın. O gün hep senin neye öyle şaşırdığını merak edip durdum, soracaktım soramadım." O sırada Onur'un burnundan güldüğünü duydum. Elleri hala saçlarımda geziniyordu, bana baktığına emindim.

"Dağılmış gibiydin, şaşırmaktan öte şoka girmiş gibiydin. Sahi abi, neden öyleydin o gün? Aklından ne geçiyordu?"

"Bir insan nasıl olur da hayallerimdeki insana bu kadar benzer diye düşünüyordum... Onu gördüğüm an benim olacağını biliyordum..." Onur konuşurken kalbimin bile titrediğini hissediyordum.

"Ortaokul zamanlarımızda konuşurduk bunları. Nasıl biriyle olmak isteriz diye. Hatırladınız mı?" diye sordu Burak gülerek.

"Evet, sen bir doksan boyunda esmer kıvırcık saçlı bir kızı anlatıp duruyordun. Nasıl unutabilirim sen ve bir doksan boyundaki esmer kıvırcık saçlı yengemizi." Mert konuşurken Onur ufak bir kahkaha attı ve arkasına yaslandı.

"Ya abi onu demiyorum. Onur'un anlattığı tip tamamen Zeynep'e benzemiyor mu? Hatırlasanıza... Saçları, gözleri, her şeyden öte karakteri..."

"Şimdi hatırladım." dedi Mert, "Hepimiz o gün anlattığımız gibi tiplerle evleneceksek bir doksan boyundaki esmer kıvırcık saçlı yengemiz hayırlı olsun sana... Nerede acaba şu an? Ne yapıyor kim bilir?" Onur bir kahkaha daha attı.

"Senin gibi boş muhabbetler yapmadığına eminim. Basketbol filan oynuyordur."

Burak'ın cevabı Mert'i güldürürken uykum beni daha da derine çekti. Onlar konuşmaya, Onur saçlarımla oynamaya devam ederken artık söyledikleri birer uğultudan başka bir şey değildi benim için... Burası benim huzurlu yerimdi, burası benim cennetimdi.

Ağacından kopup uçuşan bir yaprak tanesinin, dönüp dolaşıp doğduğu ağaca geri dönmesi gibiydi yaşadıklarımız. Sanki hep onlarlaydım, sanki hep vardım, her şeyden öte hep olacaktım...


---

19.Bölüm : Romeo Juliet'i Öptü.
*Sen gün batımını izlerken gün batımı da seni izliyor aslında...*


"Zeynep, uyan sevgilim..." Onur'un sesiyle gözlerimi açtığımda sanki bir kabusun ortasındaymışçasına yerimden sıçradım.

"Korkma güzelim. Korkma, kabus mu gördün?" diye sordu sessizce.

"Kabus görmedim. Korktum. Bir şey mi oldu? Beni neden uyandırdın?" dediğim sırada telaşla sesim Onur'u güldürmüştü. Başımı pencereye çevirdim. Hava yeni aydınlanıyordu. Onur ise çoktan kalkmış, giyinmiş ve hazırlanmıştı.

"Bir yere mi gidiyorsun?" diye sordum.

"Sensiz bir yere gider miyim?" dedi.

"Bir yere mi gidiyoruz?" Başını salladı.

"Evet güzelim. Dün sen uyuduktan sonra çocuklarla bir plan yaptık. İki günlüğüne ufak bir tatil yapalım dedik. Gece'ye annemler bakacak."

"Nereye gideceğiz?" Konuştuğum sırada çoktan doğrulmuş ve yataktan kalkmıştım. Onur anlatırken ben banyoya doğru ilerliyordum.

"Sapanca'ya gidiyoruz."

"Önemli bir gün filan mı, ben mi kaçırdım?" Ben yüzümü yıkarken Onur bana gülerek bakıyordu.

"Tatile gitmemiz için önemli bir gün olması mı gerekiyor güzelim? Seninle her günüm önemli..." Gülümseyerek yüzümü kuruladım ve dolabıma yöneldim.

"Güzelim, sen giyinip gel. Ben çantalarımızı arabaya yerleştireyim. Seni kapıda bekliyoruz."

"Ama ben çanta hazırlamadım." dedim telaşla.

"Ben senin çantanı da hazırladım..."

"Öyle mi? Peki bir şey sorabilir miyim?" dedim ciddi bir yüz ifadesiyle. Onur yüzüme endişeyle baktı.

"Sor tabi."

"Ben seni hak edecek ne yaptım?" Onur'un yüzündeki ifade gülümsemeye dönüşürken bana doğru bir adım attı. Yanağıma ufak bir öpücük kondurdu ve kapıyı açtı.

"Var oldun." diye mırıldandı. Bir kez daha gülümsedim.

"Bugün çok romantiksin." dedim şaşkınlıkla.

"Her gün öyleyim sanıyordum. Hadi giyin, biz kapıdayız sevgilim." Onur telaşla elindeki çantalarla koridora adım attı.

"Tamam, beş dakikaya yanınızdayım." dedim ve Onur'un arkasından kapıyı kapatıp üzerime kırmızı elbiselerimden birini geçirdim. Evet, yine kırmızı giyiyordum...

"Günaydın bebeğim..." diye mırıldanarak elimi karnıma koydum. Karnım biraz da olsa belirginleşmeye başlamıştı, belki de sadece ben görebiliyordum.

"Bugün seninle ilk kez bir yolculuğa çıkacağız. Heyecanlı mısın?" Sonra makyaj masamın önüne geçip saçlarımı basit bir örgüyle topladım ve kulaklarıma iki küçük ince küpe taktım. Kolumda yaşam ağacı bilekliğimle parfümümü sıkarken parfümümün kokusu yüzünden öğürmeye başladım.

"Özür dilerim bebeğim, sanırım parfüm kötü bir fikirdi." Öğürerek tuvalete koştum fakat kusamıyordum. Birkaç saniyelik derin nefeslerden sonra kalktım ve yüzümü yıkadım. Şimdi kendimi daha iyi hissediyordum.

"Dokuz ay parfüm sıkmak yok diyorsun yani, anlaşıldı..." Tuvaletten çıkıp kol çantamı aldım ve odanın kapısını açtım. Gece'nin odasından gelen annemin sesleri beni oraya çekerken Gece'yi bırakacağım için üzgündüm. Kapıyı yavaşça açtım.

"Kızım, sen çıkmadın mı?" dedi annem fısıltıyla.

"Hayır anne, Gece'yi ve seni göreyim dedim."

"Yavrum, yeni uykuya daldı. Bak da git, uyandırma ne olursun..." Annemin haline acıyarak gülümsedim. Gece'nin saçlarına dokundum ve sonra eğilip annemi öptüm.

"Tamam anne, kızıma iyi bak... İki gün sonra görüşürüz."

"Habersiz bırakmayın bizi yavrum. Merak etme, yuvan da kızın da bana emanet. Hadi, sağlıcakla gidip gelin. Tadını çıkarın..."

"Sen de beni habersiz bırakma. Bol bol fotoğraf at!" dediğim sırada annem gülüyordu.

"Zormuş değil mi yavrundan iki gün ayrı kalmak..."

"Öyleymiş, seni daha iyi anlıyorum..." diye mırıldandım. Sonra anneme sıkıca sarıldım.

"Yavrumun anne oluşunu izlemek o kadar duygusal ki..." dedi annem burnunu çekerek.

"Ağlıyor musun sen?" dedim şaşkınlıkla.

"Elimde değil. Torununun olunca da bu duyguyu anlarsın işte."

"O kadar uzun vadeli düşünmek istemiyorum. Sadece şimdiyi düşünmek istiyorum anne... Ağlama, hadi git. Torununla uyu..."

"Tamam yavrum. Dikkatli gidin, dikkatli gelin. Rahatsızlanırsan geri dönün."

"Hiçbir sorun olmayacak anne, merak etme."

"Miden nasıl, bulantıların var mı?" Başımı salladım.

"Ara ara oluyor..."

"Dur yavrum. Bekle..." Annem çantasını karıştırırken kaşlarımı çatmış onu izliyordum.

"Al bunu." diyerek bana bir kese uzattı.

"Bu ne anne?"

"Lavanta kesesi. Bulantılarını hafifletir. Ben stresi alıyor diye hep yanımda taşıyordum. Evde daha tonlarca var... Bu da sende dursun. Bol bol su iç, bol bol oksijen al." Hiç çocuk doğurmamış annemin bu durumda bile bana hamilelik tavsiyeleri veriyor olması beni çok duygulandırmıştı.

"Sen dünyanın en harika annesisin, biliyorsun, değil mi?" dedim ona sıkıca sarılarak.

"Dünyanın en harika annesi benim kızım..." dedi annem. Ona duygulanarak gülümsedim.

"Gidiyorum artık anne, kızım sana emanet. Geceleri masal anlatmayı unutma... Bizi sorarsa sana oyuncak almaya gittiler dersin. Gelirken oyuncak alırız."

"Tamam yavrum, merak etme. Hadi, iyi yolculuklar." Annem beni kapıya kadar geçirdi. Elindeki yarım bardak içme suyunu arkamızdan dökmek için elinde beklettiğini biliyordum.

"Gel güzelim." Onur benim için ön koltuğun kapısını açarken dönüp anneme el salladım. Annem gülümseyerek el salladığı sırada endişeli olduğunu görebiliyordum. Koltuğa oturup derin bir nefes aldım. Endişelenecek hiçbir şey yoktu, arkadaşlarıyla yola çıkan sıradan bir çift gibi tatile gidecek ve geri dönecektik.

"İyi misin güzelim?" diye sordu Onur. Ona döndüm, gülümsedim ve başımı salladım.

"İyiyim." dedim.

"Zeyno miden filan bulanırsa lütfen bunu arkana bakarak söyleme, arkanda ben varım. Üzerime kusmak istemezsin..." Burak beni uyarırken gülümsemem büyüdü.

"Arkaya bakarak söylemeyeceğimden emin olabilirsin." O sırada gözlerim Burak'ın yanında uyuyan Mert'e kaydı.

"Dün gece hiç uyumadı..." diye açıkladı Burak, "Şaşıracaksınız ama bir kızla konuşuyordu, sabaha kadar..." O an içimde hissettiğim mutluluk tarif bile edemeyeceğim kadar büyüktü.

"Ciddi misin?" dedim heyecanla.

"Evet, gece konuşmaya başladılar. Sabah 5 gibi de kız bizimkini engellemiş. Bu kadar..."

"Ne?" dediğimde şaşkınlıktan ne gibi bir tepki vereceğimi bilmiyordum.

"Neden oğlum?" dedi Onur şok içinde. O sırada yola çıkmıştık...

"Hayat hikayesini anlatmış. Kız da korkup engellemiş..."

"Sen ciddi misin?" dedim şaşkınlıkla. Gülsem mi ağlasam mı bilemiyordum. Onur'un şaşkınlıkla sırıtan yüzüne baktım.

"Bunlar da anlatılmaz ki abi ya..." diye ekledi Burak. Sonra gözlerimi birkaç saniyeliğine Mert'in üzerinde gezdirdikten sonra içime çöken garip bir hüzünle önüme döndüm. Küçücüktüm, her şeyin başındaydım tüm bunları yaşamaya başladığımda. Bir başkasının birkaç mesajda okuyup korktuğu olayları ben bizzat yaşamıştım. Zar zor yutkundum.

"Anlatılır." dedim tekdüze bir sesle, "Biz bunları yaşadık. Dinlemekten bile korkuyorsa bizden uzak olsun." Onur'un bakışları bana çevrildi. Elini uzatıp elimi tuttu.

"Bu bizim hikayemiz." dedi, "Kimseden saklayacak değiliz." Sonra elini uzattı, radyoyu açtı. Denk gelen şarkıyı görünce sesini sonuna kadar yükseltti.

"Kimin şarkısı bu?" diye sordu Burak.

"Bize Denk Gelmez..." dedi Onur.

"Ne bize denk gelmez abi? Grubun adını soruyorum." Onur'la birbirimize döndük ve gülümsedik. Yıllar önce yaşadığımız günleri hatırladık. Birbirimize Yedinci Ev grubunun şarkılarını anlatmaya çalıştığımız o günler gözlerimizin önünden geçti.

"Grubun adı Bize Denk Gelmez." dedi Onur.

"Denk gelmezse biz arar buluruz abi, dur ben bulayım..." Burak eline telefonunu alırken Onur'la karşılıklı birer kahkaha attık.

"Burak, grubun ismi bu. Grubun ismi 'Bize Denk Gelmez.' Şarkının ismi de 'Gün Yüzü.' Kapat o telefonu..." dedim gülerek. Burak gözlerini devirdi ve sırıtmaya başladı.

"Yine bir Yedinci Ev vakası..." diye mırıldandı. Başımı salladım. Sonra şarkı beni içine çekerken arabanın camını araladım ve gözlerimi kapattım.

"Manzaraya bak.

Bizler ve onlar...

Yaprakları yak.

Dünleri, bugünleri, onları..." derken gözlerimi açtım. 

Yanından geçtiğimiz ağaçlara baktım tek tek. Gözlerim yapraklarına çarptı, hepsine bir gülümsemeyle baktım. Gözlerimi tekrar kapatmayacaktım, görmek istemediğim hiçbir şey yoktu bu dünyada.

"Geçmişi bırak.

Ardımızda, karanlıkta.

Yol bizim, öyle ya da böyle..." diyordu şarkı. 

İlerlediğimiz her bir metre, her bir kilometre geçmişi ardımızda bırakışımızdı. Geçip gittiğimiz her bir cadde bizim her şeyi nasıl da atlattığımızın kanıtıydı. Geçmiş ardımızdaydı. Önümüz gelecekti. Şimdinin üzerinden geçiyorduk ve geçmişi karanlığa hapsediyorduk. Her şeyden öte yol bizimdi, gerisi önemsizdi.

"Yol bizim, değil mi güzelim?" diye sordu Onur. Başımı ona çevirdim, gözlerini bir saniyeliğine bana çevirdi ve gülümsedi. Ona gülümsedim, geleceğime gülümsedim, şimdime gülümsedim.

"Hep bizimdi, hep bizim olacak." dedim sessizce. Sonra elimi karnıma götürdüm. Çalan şarkıların eşliğinde manzarayı izlerken içimden bebeğimle konuşmaya başladım.

"Sevgili bebeğim, bu seninle ilk kez bir manzarayı izleyişimiz... Belki de diyeceksin ki, manzara nerede anne? Manzara senin baktığın her yerdir. İnsan bomboş bir duvara bakıp o duvarı bir manzara olarak adlandırabilir. Yeter ki güzel bir şeyler görmek iste... Eğer o duvarın karşısında mutluysan bir duvarı izlemek denizi izlemekten daha güzel gelebilir. İnsan dünyanın en güzel manzarasının önünde oturup mutsuz olabilir. Hayatın boyunca her zaman ama her zaman mutlu olmayı seç. En güzel manzara karşında değildir, içindedir. Zira bomboş bir duvara bakıp kendi içini izleyebilirsin. Herkes dışarıda gördüğü aldatıcı manzaraları izlerken sen kendi içini izle, asıl güzellik senin içinde. Manzara bizim içimizdir. Hiçbir gün batımı, gündoğumu, hiçbir şelalenin akışı, hiçbir denizin dalgası senin içindeki dinginlikten daha güzel değildir. Herkesin mutlu olmak için görmeye ihtiyaç duyduğu bu dünyada, sen kendi içini izleyerek mutlu olmayı öğren. Tamam mı? Benim sana annen olarak öğretebileceğim en güzel öğreti budur bebeğim. İçinin ne kadar güzel olduğunu bil, gerisi önemsiz." Sonra durdum ve derin bir nefes aldım. Birkaç saniyeliğine gözlerimi kapattım ve açtığım an yıkık bir binanın yanından geçtiğimizi gördüm. Sonra yıkık bina göz mesafemizden çıktı ve kendimizi bir anda sahilde bulduk. O an fark ettim ki yıkık bir bina ve deniz benim gözümde farklı şeyler değildi. İkisi de bu dünyaya aitti, ikisi de buradaydı, ikisi de birer manzaraydı. Karnımı okşadım ve içimden konuşmaya devam ettim.

"Sen içinde yüz binlerce gün batımı taşıyorsun zaten, yüz binlerce gündoğumu, yüz binlerce deniz dalgası, milyonlarca bulut, milyonlarca yağmur damlası, milyonlarca kar tanesi. Eline düşen bir kar tanesini gördüğün an şaşıracak ve ne kadar güzel olduğunu düşüneceksin. Bil ki, içinde milyonlarcası var. Duyduğun tüm o güzel kokular, kulağında işittiğin her güzel müzik, içini titreten şarkı sözleri, hepsi senin içinde var... Bizler her şeyiz. Bizler duyduğumuz müzikleriz, burnumuza gelen çiçek kokuları, elimize düşen kar taneleri, saçlarımızı ıslatan yağmur damlaları, ayağımıza çarpan taş parçaları, yıkık dökük binalar, üzgün bir çocuk yüzü... Hepsi biziz. Hayat biziz, dünya biziz. Üzülerek baktığın her şey de sensin imrenerek baktığın her şey de sensin. Şunu hiç unutma, sen gün batımını izlerken gün batımı da seni izliyor aslında..."

Sonra derin bir nefes daha aldım. İçimden geçen cümlelerin ne kadar iyi hissettirdiğini bilmenin rahatlığıyla radyonun sesini kıstım. Çantamın içinden çıkardığım bir şişe suyu içerken bile kendimi iyi hissediyordum, su içmenin bile ne kadar güzel bir eylem olduğunun bu yaşıma kadar farkına varamamış olduğuma içerledim. Nefes almak, su içmek, gülümsemek, kalbinin atışını dinlemek, hepsi o kadar değerliydi ki... Çünkü biz değerliydik, her birimiz her bir zerremizle değerliydik. Bize sırada olan, normal gelen her şey hayatın bize harika hediyeleriydi. Bir şeyler yolunda gitmediğinde, sıradan giden bir hayatın ne kadar değerli olduğunu anlıyorduk. Oysa böyle olmamalıydı, hayatın değeri hep aklımızda olmalıydı.

"Şurada kahvaltı yapalım. Sonra devam ederiz." Onur arabayı park ederken yol üzerinde durduğumuz yer doğa içinde bir kahvaltı mekanıydı.

"Mert, hadi kardeşim. Uyan artık, kız seni engellemedi hepsi birer rüyaydı..." Burak Mert'in başına eğilmiş eğlenirken gülerek ona döndüm.

"Üzerine kusarım." diye mırıldandım.

"Ne oldu, miden mi bulanıyor?" diye sordu telaşla. Başını kucağındaki hırkasıyla kapatıyordu. Kıkırdadığım sırada Onur arabadan inmiş kapımı açmak için bana doğru geliyordu.

"Çocuğu rahat bırak. Yoksa kötü olur..." Burak'ı tehdit ettikten sonra Onur'un açtığı kapıdan aşağı indim. O sırada Mert uyku mahmurluğuyla uyanmış etrafına bakınıyordu.

"Üzerine şu hırkayı giy güzelim. Saat erken, hava esiyor..."

Onur bana kendi hırkasını giydirirken sanki hayatımda ilk defa tatile gidiyormuşum gibi heyecanlıydım. Her şeyi ilk defa yaşıyormuşum gibi hissediyordum. İlk defa kahvaltı yapacakmışım gibi, Onur bana ilk defa hırka giydiriyormuş gibi... Hayatlarımız değiştiğinden beri her günümü böyle yaşıyordum, her şeyi ilk kez yapıyormuşum gibi heyecanla karşılıyordum.

"Onur, abi ben bir elimi yüzümü yıkayayım, siz geçin..." Mert arabadan inmiş uykusunu açmaya çalışırken ona dönüp başımızı salladık.

"Dur ben de seninle geleyim de biraz dün geceyle ilgili dalga geçeyim..." Burak Mert'in peşinden giderken arkalarından gülüyordum. Onur ise beni izliyordu. Ellerinden biri belimde diğeri ise sol yanağımdaydı.

"Neden beni izliyorsun?" diye sordum utanarak.

"Yapacak daha güzel bir şey bilmiyorum." dedi. Gülümsedim. Gözlerimi gözlerine çevirdim.

"Sana da dünya durmuş gibi gelmiyor mu Onur?"

"Nasıl yani güzelim?"

"Sanki dünyanın akışı kötü şeyler yaşamaktan ibaretti ve artık o akış durdu. Dünyanın döndüğünü başımıza gelen felaketlerden hissediyordum ve sanki artık dünya dönmüyor. Sanki dünya bile yoruldu, o bile dinleniyor..." Onur sessizce gülümsedi ve alnını alnıma yasladı.

"Sana söylemiştim..." dedi.

"Ne söylemiştin?"

"Dünyanın dönüşünü durduracağım demiştim, senin için... Durdurdum." Bir kez daha gülümsedim. Başımı salladım ve derin bir nefes aldım.

"Durdurdun sevgilim..." diye mırıldandım sessizce.

"Mucize gibi geliyor, değil mi? Yola çıkmamız, kahvaltı yapacak olmamız, gözümüzün arkada kalmaması, endişelerden arınmış olmamız..."

"Nefes almamız. Birlikte olmamız..." diye devam ettirdim Onur'un cümlelerini, "Hepsi birer mucize zaten sevgilim."

"Senin varlığın başlı başına bir mucize." dedi Onur, "Sen benim mucizemsin." Sonra dudakları dudaklarımı buldu. Beni öptükten sonra gözlerini açıp gözlerime baktı.

"Romeo, Juliet'i öptü..." diye mırıldandı, "Ve kimse buna engel olamadı..."

"Kimse..." dedim sessizce.

Onun gözleri, Juliet'in Romeo'yu gördüğü ilk anı anımsatıyordu bana. Tarihteki her büyük aşk hikayesinde öyledir ki iki insan birbirinin gözlerine ilk kez baktığında başına gelecek her şeyi anlar. Her şey bir bakışmayla başlar, geçmiş geleceğin bir yerlerinde saklıdır aslında. Onur hep vardı, her anımda, her saniyemde vardı. Yanımda olmadığı yıllarda bile, o hep oradaydı... Gözlerimin içinde. 


---

20.Bölüm : Dört Kişi.
*Acılarımızın bizden başka kimsesi yoktur...*


Sapanca'ya yarım saatlik yolumuz kala uyuyakalmıştım. Gözlerimi midemde hissettiğim garip basınç hissiyle açtığımda çoktan kusmaya başlamıştım. Gözlerimi kucağımdaki birikintiye açmam ve öğürmeye devam etmem bir olurken Onur arabayı ani bir frenle durdurdu.

"Zeynep!" Bomboş dağlık bir yolun ortasında durmuştuk. Ben kusmaya devam ederken Onur telaşla kapısını açmış benim kapıma doğru koşuyordu.

"Zeyno iyi misin!"

"Burak şu suyu al in çabuk!" O sırada Burak ve Mert de kapılarını açmış bir ellerinde su bir ellerinde kolonya ile başımda dikilirken Onur beni dikkatlice kucağına aldı.

"Gel güzelim, bir şey yok. Derin bir nefes al." dedi. Onur'un kucağında halsizce nefes almaya çalıştığım sırada Mert bileklerime kolonya sürüyordu.

"Şundan bir yudum iç..." Onur Burak'ın elindeki su şişesini gösterirken gözlerimi kıstım.

"Hayır," dedim, "Lütfen..."

"İyi misin güzelim? Geçti mi?" Titrek bir nefes alırken başımı salladım.

"İyiyim, merak etmeyin. Bir anda geldi ve geçti..." Onur endişeyle yüzüme bakarken Mert arabaya doğru ilerledi. Eline aldığı bir paket ıslak mendil ile arabanın koltuğunu siliyordu. O sırada Onur Burak'a seslendi.

"Burak, bagajdaki çantadan Zeynep'e bir elbise getirsene. Üzerindekini değiştirsin, yoksa kokusunu duydukça midesi daha kötü olacak." Burak bagaja doğru ilerlerken Onur beni dikkatlice yere indirdi.

"Arka koltuğa geç güzelim. Orada üzerini değiştir."

"Hangi elbiseyi getireyim Zeyno?" diye seslendi Burak, "Gerçi bunların hepsi kırmızı renk... Hepsi aynı gibi." Halsizce güldüm.

"Getir işte birini!" dedi Onur sinirle.

Ben yavaş yavaş yürüyüp arka koltuğa oturduğum sırada Burak bana elbiselerimden birini uzattı. Onlar arabanın tüm kapılarını kapatıp dışarıda bekledikleri sırada hızla üzerimdeki elbiseyi çıkarıp yenisini giydim. Üzerimdeki elbiseyi ters çevirip sıkıca katladım ve arabanın kapısını açtım. Onur kapıyı biraz daha açıp inmeme yardımcı olurken üçü de telaşla beni izliyordu.

"Sakin olun, sadece kustum." dedim gülümseyerek, "Kaç dakikalık yolumuz kaldı?"

"Yarım saati bulmaz. Devam edebilecek misin?" diye sordu Onur endişeyle. Başımı salladım ve ön koltuğa yerleştim.

"Hadi, bir an önce gidelim de duş alayım. Yoksa kokudan tekrar kusmaya başlayacağım."

"Lütfen kusarken arkaya dönme!"

Burak endişeyle konuşup arka koltuğa otururken camımı sonuna kadar açtım. Yola çıktığımız sırada Onur arada bir bana endişe dolu bakışlar atıyordu. Her şeyin kötüye gitmesine o kadar alışmıştık ki sadece basit bir kusma olayı bile Onur'u bu kadar endişelendirebiliyordu. Yolun kalanını sessizce klasik müzikler dinleyerek tamamladık. Sonunda Sapanca'daki iki günümüzü geçireceğimiz doğa içindeki bungalov evlerimize ulaştığımızda derin bir nefes aldım. Büyük bir ormanın içine kurulmuş yirmi bungalovdan birinde biz, diğerinde Burak ve Mert kalacaktı. Bu yolculuk bana daha önce yaptığımız Bolu seyahatimizi hatırlatmıştı. Sonu pek iyi olmamıştı ama bunun sonu iyi olacaktı, biliyordum... Burak ve Mert odalarımızın anahtarlarını almak için resepsiyon yazılı bungalov eve girerken Onur ellerini kollarıma koydu.

"İyi misin?" diye sordu bugün binince defa.

"Sadece kustum sevgilim, bunu kendine yapma. İyiyim, iyi olduğumu biliyorsun. Sürekli endişe ederek sadece kendini yıpratıyorsun." Onur derin bir nefes aldı.

"Senin ayağına taş değmesi ihtimali bile beni deli gibi korkutuyor..." dedi acı içinde. Ayağımı uzattım, yerde duran taşlardan birine vurdum. Onur beni merakla izliyordu.

"Bak," dedim, "Ayağım taşa çarptı ve hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey olmayacak Onur, korkularını unut, endişelerini at. Yanımdasın, yanındayım, ötesi yok..." Onur endişeyle gülümsedi. Sonra beni kollarıyla sıkıca sardı.

"Bir daha taşa vurma..." dedi sessizce. Gülmeye başladım.

"Yapma ama, çocukluğumda düşmek için koştuğumu anlatıyorum sana ara ara. Düşmek için koşan birine taşlara vurma diyemezsin. Bırak canım böyle yansın, başka türlü değil..." Onur benden ayrıldı ve hayranlıkla yüzüme bakmaya başladı.

"İşte sana bu yüzden aşığım..." dedi.

"Hangi yüzden?"

"Bu yüzden... Düşünme tarzından, hayata bakış açından, kurduğun cümlelerden, o güzel ruhundan dolayı aşığım sana. Bir de şu güzel gözlerinden dolayı." Sonra döndü ve gözlerimi takip edip yerde duran taş parçasına baktı.

"Vurmak istiyorsun..." dedi. Güldüm.

"Evet, vurmak istiyorum." Bu sefer o da güldü.

"Tamam, vur hadi. Canını yakan tek şey yerdeki taşlar olsun, başka bir şey değil..." Gülerek yerde duran taş parçasına vurdum. Taş parçası yüz metre kadar gidip bize doğru gelen Burak'ın bacağına çarptığında Burak bir anda kendini acı içinde yere attı.

"Saçmalama ama! Küçücük taş!" diye bağırdım. Onur ufak bir kahkaha attı.

"Oğlum resmen dram yapma konusunda bir numarasın..."

"Kalk abi ya, sanki kurşun sıktılar..." Mert söylenerek Burak'ı kaldırırken Burak canının ne kadar FAZLA yandığını anlatıyordu.

"Gerçekten kurşun sandım..." diye söylenirken Mert bize elindeki anahtarlardan birini attı.

"Siz girin, ben şu salağı kaldırayım..."

"Tamam, ambulansı arayalım mı?" Onur keyifle sorarken bir yandan da önümüzdeki bungalova doğru yürüyorduk.

"Siz dalga geçmeye devam edin, sakat kaldığımda da böyle gülebilecek misiniz acaba? Senin yüzünden Zeynep, asla unutma bunu." Burak hala yerde yatarken Onur'un açtığı kapıdan içeri gülerek girdim.

"Ben hemen duşa giriyorum! Kokudan duramıyorum artık."

"Tamam güzelim. Ben de çantalarımızı alıp geliyorum."

Onur kapıyı kilitleyip çantalarımızı almaya giderken hızlıca bir duşa girdim. Havluya sarınıp duştan çıktığım sırada bir elim karnımdaydı. Onur, Burak ve Mert'in kapı önündeki konuşmalarını dinlerken bir yandan da saçlarımı kurutuyordum. Saçlarımı kurutmaya devam ettiğim sırada Onur elinde çantalarımızla içeri girdi.

"Bu ne güzellik..." diye mırıldandı.

"Giyinmek için kıyafetlerini getirmeni bekleyen bir güzellik." dedim gülerek. Onur gelip omzuma bir öpücük kondurdu ve çantalarımızı yere bıraktı.

"Birkaç saat uyuyalım mı güzelim? Sonra akşam yemeği için çocuklarla buluşuruz. Akşam yemeği bahçede, ateşin etrafında yapılacakmış."

"Olur. Zaten o kadar halsizim ki..." Eğilip çantanın fermuarını açtım. İçinden iç çamaşırlarımı ve pijamalarımı çıkarıp masaya koydum ve hızla üzerimi değiştirdim. Onur ise tüm bunlar boyunca beni izlemişti.

"Sen hep böyle beni mi izleyeceksin?"

"Ben hep böyle seni izleyeceğim..." dedi sessizce. Gülümsedim.

"Ne zamana kadar?"

"Sonsuza kadar..."

Gülerek yatağa doğru ilerledim. Onur üzerini değiştirirken yorganın altına girdim ve telefonumu açtım. Telefonum açılır açılmaz çalmaya başladı.

"Kim arıyor?" diye sordu Onur.

"Annem görüntülü arıyor." dedim heyecanla. Ekranı açtığım an karşımda Gece'yi gördüm. Koltuğa oturmuş elindeki oyuncağını ısırıyordu.

"Kızım!" dedim heyecanla. Gece sesimi duyunca merakla ekrana baktı. Onur da heyecanla yanıma gelip oturdu.

"Güzel kızım benim!" dedi Onur duygu dolu bir sesle. Gece oyuncağını yere attı ve ellerini telefona doğru uzattı.

"Al yavrum, al annenle babanı!" Annem telefonu Gece'nin eline verdiğinde ise tek gördüğümüz şey Gece'nin ağzının içiydi.

"Dişi mi çıkmış onun!" dedim endişeyle. Onur bana bakıp güldü.

"Sadece birkaç saattir ayrıyız güzelim. Neredeyse üniversiteye mi başlamış diyeceksin..." Kıkırdadığım sırada Gece telefonu ısırıyordu.

"Sen bizi mi özledin güzel kızım?" dedim gözlerim dolu bir şekilde, "Anne ağladı mı?" diye devam ettim. O sırada annem arkadan bağırıyordu.

"Yok kızım, gayet keyifli. Merak etmeyin..."

"Ha, bizi özlemedi yani..." dedim üzülerek. Onur gülmeye başladı.

"Buna da üzülemezsin ama... Çocuk keyifliymiş işte güzelim, sevinsene."

"Ama bizi özlemiyor..." dedim gözlerimden birkaç damla yaş akarken. Onur gözlerini devirdi ve beni kollarıyla sardı.

"Yapma, bizi izliyor. Ağladığını anlayacak." O sırada gözlerim ekrana kaydı.

"Bizi izlemiyor." dedim, "Ekranı ısırıyor." Gece'nin damakları kamerayı ıslatırken artık hiçbir şey görünmüyordu bile. Onur keyifle gülmeye başladı.

"Anne, ekran görünmüyor." dedim duygusal bir sesle.

"Tamam yavrum, ben sonra sizi yine ararım."

"Tamam anne, bir şey olursa haber ver..." dedim ve ekran kapanır kapanmaz gözyaşlarımı sildim. Onur keyifle beni izlerken ben sildikçe gözyaşlarım akmaya devam ediyordu.

"Bakma bana öyle." dedim, "Üzülmekte haklıyım..."

"Tabi ki haklısın." dedi gülmemek için kendini zor tutarken, "Bizi o kadar özlememiş ki görüntümüz kaybolsun diye telefonu ısırarak bozmaya çalıştı." Sonra kendini tutamayıp ufak bir kahkaha attı.

"Yahu Onur, lütfen yapma. Bize bakmak istemedi bile, görmedin mi?"

"Gördüm diyorum ya hayatım, bizi ısırdı! Resmen istemedi bizi!"

"Hala dalga geçiyorsun..."

"Dalga filan geçmiyorum. İnsan bir 'Anneciğim, babacığım, ne yapıyorsunuz, yolculuk nasıl geçti?' der. Ne bir şey sordu, ne iki kelime laf etti... Tek gördüğümüz damaklarıydı. Terbiyesiz işte, yetiştirememişiz..." Onur kurduğu her cümleden sonra gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu.

"Tamam ya, boş ver." dedim kendi kendime, "Anne olmaktan ne anlarsın sen." Ona arkamı dönüp yorganı kafama kadar çektim ve gözyaşları içinde yattım. Onur ise yorganın altına girip bana sıkıca sarıldı.

"Güzelim, ne dememi istiyorsun bilmiyorum ama şöyle söyleyeyim, Gece daha bir bebek ve bir şey gördüğünde düşündüğü tek şey 'Acaba bunu ısırabilir miyim?' ve bunu sen de çok iyi biliyorsun. Şimdi sadece duygularına yenik düşüyorsun. O bizi ısırmak istemedi, o telefonu ısırmak istedi..."

"Gerçekten mi?" diye sordum aptalca bir duygusallıkla. Onur gülerek alnını koluma yasladı.

"Gerçekten..." dediği sırada kahkahalarını bastırdığı çok belliydi, "Eminim ki bizi özlemiştir, bizi merak ediyordur... Eminim ki bizi ısırmak, bize zarar vermek istememiştir." Dayanamayıp gülmeye başladı.

"Bademciklerini gördün mü?" diye sordum, "Çok tatlıydı." Onur gülerek başını salladı.

"Eminim ki bize bademciklerini göstermek istememiştir." diye devam etti.

"Bundan yirmi yıl sonra beni özleyip görüntülü aradığında ona aynısını yapacağım." dedim sessizce. Onur beni gülerek dinliyordu.

"Senin yapman pek hoş olmaz ama sen bilirsin güzelim." Gözyaşlarımı silip burnumu çekerek derin bir nefes aldım.

"Sen de bir şey olsa da dalga geçsem diye bekliyormuşsun. Tamam, alt tarafı hamileyim, duygusallaşabiliyorum. Üstelik bebeğimiz bizi görünce telefonu ısırdı, üzülmekte haklıyım."

"Haklısın güzelim. Her zaman haklısın."

"Bunu hamileyim diye söylemiyorsun, değil mi?" Onur başını salladı.

"Asla. Bunu haklı olduğun için söylüyorum. Her zaman haklı olduğun için..." Sonra beni daha da sıkı sardı.

"Artık uyuyalım mı?" diye sordum. Başını salladı.

"Uyuyalım güzelim. İyi uykular... Bir şey olursa hemen beni uyandır, tamam mı?"

"Tamam... İyi uykular."

Gözlerim hızla kapandı. Erken kalkmanın yorgunluğu, defalarca kusmanın halsizliği ile hemen uyuyakaldım. Gözlerimi saatler sonrasına açtığımda ise Onur'un beni izleyen gözleriyle karşılaştım. Hava kararmaya başlamıştı. Ona uyku mahmurluğu içinde baktım ve anlam vermeye çalıştım. Gözlerimi kırpıştırdım ve esnedim.

"Beni mi izliyordun?" diye sordum yorgun sesimle. Başını salladı.

"Yaklaşık bir saattir..."

"Neden?" dedim merakla.

"Denizi izleyen birine gidip neden izlediğini sorabilir misin? Ya da gün batımını izleyen birine, ya da gün doğumunu... Manzaralar izlenmek içindir." Cümlesi kalbimi titretirken ona minnettarca gülümsedim.

"Beni izlerken ne düşünüyordun?" diye sordum merakla. Kollarının arasına yattım ve onu dinlemeye başladım.

"Hayatıma girişini, her şeyi alt üst edişini..."

"Her şeyi alt üst edişimi mi?" dedim korkuyla.

"Evet. Duygularımı, benliğimi, karakterimi... Her şeyi."

"Ben seni alt üst mü ettim?" diye sordum geri çekilerek. Yüzüne bir kez daha korkuyla baktım. Başını salladı.

"Bir duvardan farksız yaşıyordum, bana duygularım olduğunu öğrettin. Aşkı seninle tanıdım, özlemeyi, sevmeyi, önemsemeyi... Her şeyden öte ben korkmayı seninle öğrendim. Kendim için hiç korkmamıştım, sonra sen geldin ve benim korkacak bir sebebim oldu."

"Neyden korkuyorsun Onur?" diye sordum merakla.

"Seni kaybetmekten, zarar görmenden... Kafamdan o kadar çok şey geçiyor ki tahmin bile edemezsin."

"Anlat o zaman, ne geçiyor aklından?" diye sordum ve bir kez daha kollarının arasına uzandım. Onur tekrar anlatmaya başladı.

"Yukarıdaki avize üzerine düşebilir mesela. Şuradaki şömineden yangın çıkabilir. Baş ucundaki sürahi yere düşüp kırılabilir ve sen farkında olmayıp cam kırıklarının üzerine basabilirsin."

"Bunlar imkansıza yakın şeyler."

"Yaşadıklarımız da öyleydi..." dedi Onur sessizce, "Sana o kadar düşkünüm ki, sana karşı o kadar korumacıyım ki bunu sana anlatamam Zeynep. Bu yıllar önce de böyleydi, şimdi de böyle ve hep böyle olacak. Buna ister takıntı de, ister başka bir şey... Sanki sen hep tehlikedesin, sanki sen hep risk altındasın gibi hissediyorum." Doğruldum ve yüzüne baktım. Elimi Onur'un yanağına koydum.

"Tehlike yok," dedim sessizce, "Risk yok... Buradayız ve güvendeyiz sevgilim. Hepsi yaşandı ve bitti. Bir daha başlamamak üzere, bitti..."

"Mahkeme günü geliyor." dedi Onur bir anda. Kaşlarımı çattım.

"Ne mahkemesi?"

"Ferhan'ın, Kemal Zorlu'nun ve Ender'in mahkemesi... Her şeyin netleşeceği, her şeyin aydınlanacağı mahkeme. Orada olmamız gerekecek, şahitlik etmemiz gerekecek..." Endişeyle yutkundum. Sonra sakinleşmeye çalışarak derin bir nefes aldım.

"Hangi gün, nereye gitmemiz ve nerede olmamız gerekiyorsa oraya gidecek ve orada olacağız Onur. Başımıza ne geldiyse bir bir anlatacağız, her şeyin aydınlanmasını izleyeceğiz, her şeyin netleşmesine şahit olacağız."

"Birçok insan orada olacak." dedi Onur, "Tüm bu yıllar boyunca tanıdığımız herkes... Okuldaki öğrencilerden tut da öğretmenlere kadar, Ender'in evindeki çalışanlar, karşılaştığımız polis memurları, herkes ama herkes..."

"Güzel..." dedim zar zor yutkunarak, "Vakti gelmişti." Onur bana endişeyle baktı.

"Hazır mısın?" diye sordu, "Herkesi tekrar gördüğünde böyle güçlü olamayabilirsin Zeynep. Hepsini tekrar gördüğünde, her olayı baştan sonra dinlediğinde, hepsini her ayrıntısıyla anlatmak zorunda kaldığında her şeyi en baştan yaşıyormuş gibi hissedebilirsin. Buna hazır mısın? Yaşadıklarımızla yüzleşmeye hazır mısın?"

"Hazır olmazsam ne olacak? Ne demek istiyorsun Onur?"

"Senin yerine vekaleten bir avukatın orada olmasını istiyorum. Senin orada olmanı istemiyorum." dediği an acı içinde gülümsedim.

"Sen? Senin yerine de bir avukat gidecek mi?" diye sordum.

"Hayır. Biz orada olacağız. Her şeyi anlatacağız."

"Neden?" dedim, "Siz benden daha güçlü olduğunuz için mi?" Onur telaşla doğruldu.

"Hayır güzelim, saçmalama, beni yanlış anlıyorsun. Sen hepimizden daha güçlüsün, buna adım gibi eminim. Ama hamilesin, hassassın, o gün orada olmayı belki sen kaldırabilirsin ama bebeğimiz kaldıramayabilir..." Elimi karnıma götürdüğümde gözlerim öfkeyle dolmuştu.

"Yerime kimse vekalet etmeyecek." dedim sert bir sesle.

"Zeynep, lütfen. B-" derken sözünü kestim.

"Onur..." dedim ve gözyaşları içinde ayağa kalktım.

"Bak, konuşamıyorsun bile güzelim. Şimdiden kötü oldun, bunu göremiyor musun?" Onur peşimden ayağa kalktı ve ben öfkeden ağlarken kollarımı tuttu.

"Tüm bunları ben yaşadım!" dedim gözyaşları içinde, "Kimse benim yerime vekalet ederek yaşamadı onları. Ben yaşadım. Ben anlatacağım. Herkes orada olacak ve ben de orada olacağım. Yüzüne tükürülmesi gereken herkesin yüzüne tüküreceğim." Öfkeden titriyordum. Onur kollarımı daha sıkı tuttu.

"Bak güzelim... Avukat uzun süredir bu mahkemeye hazırlanıyor. Bana hiçbir ayrıntı, hiçbir detay vermiyor ama Ender'in bize Ferhan'ın evinde bıraktığı miras çok detaylı, çok büyük. Her şey ama her şey o dosyalar sayesinde aydınlanıyor. O yıllarda bize tüm o notları kimin yazdığı bile..."

"Kim?" dedim gözyaşları içinde, "Kimmiş?"

"Bilmiyorum, o gün öğreneceğiz. Ama ben istiyorum ki, sen o gün evde huzur içinde oturup bizi bekle. Doğrusu bu, senin kendini kötü hissetmene dair en ufak bir ihtimal bile istemiyorum. Orada sana kötü hissettirecek herhangi biri olursa ben onun ağzını burnunu dağıtırım ve senin bunu görmeni istemiyorum."

Derin bir nefes aldım. Burnumu çektim ve gözyaşlarımı sildim.

"Sen kimsenin ağzını burnunu dağıtmayacaksın," dedim, "Ben de kendimi kötü hissetmeyeceğim. Her şeyi dördümüz yaşadık, her şeyi dördümüz bitireceğiz. O gün oraya dört kişi gideceğiz, siz üç kişi gitmeyeceksiniz. Üzerine tek bir kelime daha etmeyeceğiz, bu konuyu da burada kapatacağız. Tamam mı Onur?" Onur çaresizce etrafına bakındıktan sonra başını salladı.

"Tamam..." dedi bastırmaya çalıştığı öfkesiyle.

O gün oraya Mahşerin Dört Atlısı olarak gidecektik. Her zaman beraberdik, hiçbir zaman ayrı olmayacaktık. Bu hayat bana tek bir şey öğretmişti, ne yaşarsanız yaşayın, nasıl yaşarsanız yaşayın yaşadığınız her acının arkasında durmalıydınız. Acılarınızı desteklemeli, onları savunmalıydınız. O gün oraya gidecek ve acımın arkasında duracaktım. Çünkü mutluluklarımız kalabalıktır ama acılarımızın bizden başka kimsesi yoktur... 

---

21.Bölüm : Güneş.
*Her gecenin sonunda güneş doğar ve güneş her battığında gece olur.*


"Buradayız... Her şeye rağmen, herkese rağmen bir aradayız, mutluyuz ve buradayız..."

Yanan ateşin etrafında oturmuş şarkılarımızı dinleyip yemeğimizi yerken Burak'ın kurduğu cümlelere gülümsedim. Onur'un verdiği haber başta büyük bir öfke patlamasına yol açsa da şimdi kendimi daha güçlü hissediyordum. O insanların her birini bir kez daha görecek olmak beni güçlendirmişti. Karşılarına geçip ayakta olduğumuzu gösterecek olmak bana huzur vermişti. Gerçekleri şüphe kalmayıncaya dek öğrenmiş olmak ve o dosyanın kapanışını izleyecek olmak beni mutlu etmişti.

"Hadi söyle onlara..." Burak Mert'in koluna vururken ilgiyle kaşlarımı kaldırdım.

"Ne söyleyecek?" Mert gülerek Burak'a baktı, sonra bize döndü.

"Ne söyleyeceksin?" diye sordu Onur Mert gülerken.

"Zülal bana tekrar yazdı..." dedi Mert gülerek. Kaşlarımı çattım.

"Zülal mi?"

"Şu seni engelleyen kız mı?"

"Evet o..." dedi Mert bir yudum su içerek, "Yaşadıklarımdan korktuğunu düşünmüştüm. Öyle değilmiş ama..."

"Korkmamış mı?" diye sordu Onur merakla.

"Hayır. Asıl mesela şuymuş, kız benim konuşma ilerledikten sonra onu başımdan savmak için böyle bir yalan bulduğumu, yalan bir hikaye anlatarak onu kendimden uzaklaştırdığımı düşünmüş. Sinirlenip beni engellemiş. Bugün öğlen bana mesaj attı. Tekrar konuştuk, döndüğümde görüşeceğiz. Beni tanımak istediğini söyledi..." Heyecanla gülümsedim. Hepimiz aynı heyecanla gülümsüyorduk. Mert ise utanarak ateşi izliyordu.

"Anlat o zaman, kim bu kız? Kaç yaşında? Ne iş yapıyor?"

"Nerede tanıştınız?" Onur ve ben art arda sorularımızı sıralarken Mert cevaplamaya başladı.

"Sizin üst katınızda oturuyor." dedi bir anda.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla, "Zülal... Bu ismi hiç duymadım, gerçi komşularımızı tanımıyoruz ama mutlaka görmüşümdür."

"Esmer, dalgalı saçları olan bir kız. Boyu baya kısa, görmüşsündür."

"Tanıdık geliyor," dedim heyecanla, "Tanıştığımda anlarım."

"Kız bizlerle aynı yaşta. Medya bölümünde okumuş, bir gazetede çalışıyor. Biz de sitenin bahçesinde tanıştık. Gece'yi gezdiriyordum, Gece'yi sevmek için yanıma geldi ve tanıştık..." Mert bunları anlatırken kıskançlıkla Onur'a döndüm.

"Bir daha ben yokken Gece'yi alıp dışarı çıkmayacaksın." diye mırıldandım.

"Asıl bir daha bu şahıslara vermeyelim bence... Çocuğumuzu kullanıyorlar." Sessizce güldüm ve onlara döndüm. O sırada Burak bize doğru eğildi.

"Haftaya bir saatliğine alabilir miyim?" diye sordu çekinerek.

"Neyi?" dedi Onur merakla.

"Gece'yi. Lütfen... Bahçede gezdirip getiririm." Ben sessizce gülerken Onur öfkeyle Burak'a döndü.

"Küfür etmeyeyim şimdi, Zeynep'in karnında olsa da bir bebek var aramızda..."

"Abi bu haksızlık ya, Mert'e vermişsiniz ama..."

"Saçma sapan konuşma, ben gerçekten gezdireyim diye aldım. Senin gibi salakça niyetlerle değil..." Mert Burak'ın koluna vururken Onur kolunu belimden uzatıp beni sardı. Başımı ona yasladım ve ateşi izlemeye başladım.

"Bizi ne zaman tanıştıracaksın?" diye sordum merakla.

"Dur be Zeyno, daha ortada hiçbir şey yok. Ama ilk seni tanıştıracağım, söz."

"Ben Zeynep'i sizinle hemen tanıştırmıştım." dedi Onur gülerek.

"Sen de bizden iki dakika önce tanışmıştın çünkü abi..." Mert'in cevabına güldüğüm sırada Burak konuşmaya başladı.

"Evet yarım saat sonra da bize mesaj atmıştın, 'Kız benim, haberiniz olsun.' diye."

"Ne?" dedim şok içinde. Burak endişeyle ağzını kapatırken Mert ve Onur Burak'a bakıyorlardı.

"Ya özür dilerim, bunu söylememem lazımdı galiba. Değil mi?"

"Pek söylenecek bir şey değil farkındaysan..." dedi Mert, gözlerimi Onur'a çevirdim.

"Demek öyle yazmıştın... 'Kız benim, haberiniz olsun.' Üstelik tanışır tanışmaz..." dedim kulağına doğru. Onur dudaklarını burnuma değdirdi.

"Benim değil misin?" diye sordu.

"Seninim..." dedim, "Öngörülerin kuvvetliymiş. Gelecek tahmininde çok iyisin. Geleceğe dair başka tahminlerin var mı?" diye sorduğum sırada Burak ve Mert kendi aralarında konuşuyorlardı.

"Var tabi," dedi Onur.

"Neymiş o tahminler?"

"Mesele hep benim olacaksın. Bu onlardan biri..."

"Başka?"

"Ben de hep senin olacağım, bu da onlardan bir diğeri..."

"Başka?"

"Ve seni hep çok mutlu edeceğim, ellerim hep ellerini tutacak, gözlerim hep gözlerini bulacak... Yeterli mi?" Başımı salladım.

"Yeterli, başka hiçbir şeye ihtiyacım yok." Onur bir kez daha eğildi ve yanağımı öptü. Sonra dikkatimi Burak ve Mert'e çevirdim.

"Sıra sende, biliyorsun değil mi?" dedim Burak'a bakarak.

"Ne sırası Zeyno?"

"Bize bir yenge getirme sırası." diye tamamladı beni Mert.

"Tamam, verin Gece'yi iki gün sonra düğünüme gelirsiniz..."

"Oğlum sen kardeşini alıp çıksana, rahat bırak kızımı."

"Sizin sitede acayip güzel kızlar var abi, Gece'yi iki dakika bahçede gezdireyim, ne var bunda?"

"Burak, salak salak konuşma kardeşim." Onur'un Gece'yi kıskanmaya başlaması o kadar hoşuma gidiyordu ki onu hayranlıkla izliyordum.

"Camdan baktırayım bari..." dedi Burak. Mert bir kez daha Burak'ın koluna vurdu.

"Tamam anladık, ben kendim gezerim bahçede biri gelip tatlıyım diye sevmeye filan kalkar belki..." Kıkırdayarak önümdeki masadan bir bardak su aldım.

"Gece'nin bebek arabasını verebilirim ama. İçine oturup gezebilirsin bahçede." dediğim sırada Mert ve Onur ufak birer kahkaha attılar.

"Siz gülüyorsunuz ama bana mantıklı geldi." diye mırıldandı Burak düşüncelere dalarken. Sohbet ettiğimiz sırada garson gelmiş ve önümüzdeki tabakları topluyordu. Arkada hoş bir müzik ve ateşin sesleri, başım Onur'un omzuna yaslı, hayatımın en güzel akşamlarından birini yaşıyordum.

"Size bir şey soracağım." dedi Burak, "Ara ara aklıma geliyor..."

"Sor tabi." dedim merakla. Üçümüz de onu dinlemeye başladığımız sırada Burak arkasına yaslandı ve kaşlarını çattı.

"Bir sabah uyansanız, ve her şeyin başladığı o günün sabahında olduğunuzu anlasanız... Mert, sen evinde olsan. Onur, sen Ender'le yaşadığın evde olsan, Zeynep sen de annen ve babanla yaşadığın evinde uyanıp yeni okulunun ilk gününe başlayacak olan o Zeynep olsan ve tüm bu yaşadıklarımızı o gece rüyalarınızda görmüş olsanız ne yaparsınız? O gün okula gelir misiniz? Her şey böyle ilerlerken, rüyam gerçek mi oluyor acaba deyip hiçbir yerde olanlara dur der misiniz? Hiçbir şeyi değiştirir misiniz?" Kısa bir sessizlik oldu. Herkes kendi içine çekilip birkaç dakika düşündükten sonra ilk cümleyi ben kurdum.

"Yaşadıklarımızın bir saniyesini bile değiştirmezdim..." dedim gözlerim ateşi izlerken, "Kalkar, kahvaltımı yapar, giyinir ve okula gelirdim."

"Ben de." dedi Onur, "Bana Zeynep'i getiren bir hikayenin tek bir noktasına bile dokunmazdım. Tek bir değişiklik bile onu benden alabilirdi, nasıl yaşandıysa öyle kalmasını sağlardım. Onu kaybetmeyi göze alamazdım..."

"O gün okula yürüyerek gelmiştim." dedi Mert, "Koşarak gelirdim. Sizi korumak için, yanınızda olabilmek için.."

"Peki ya sen?" diye sordum Burak'a, "Ne sonuca vardın?"

"Deli misiniz? Bensiz olur mu? Bir önceki geceden gidip okulda kalırdım..."

Burak'ın yüzüne gülerek baktım. Söylediklerimiz o kadar garipti ki, belki bir başkasının yaşayıp asla atlatamayacağı şeyleri yaşamıştık ve hiçbirinin değişmesini dahi istemiyorduk. Her şeyin aynı kalmasını istiyorduk çünkü birbirimiz olmadan yaşamak isteyeceğimiz son şey bile değildi. Hayat bizi bir araya, bir arada kalalım diye getirmişti. Kıyıdan kıyıya sürüklenip ayrılma ihtimalimiz yoktu...

Saatlerce süren sohbetin sonunda Onur'la birlikte uyumak için odamıza geçtiğimizde yorgunluktan ölüyordum. Yatakta ona sarılmış şöminenin sesini dinlerken Onur'un nefes alışverişleri dünyanın en huzur verici sesleriydi.

"Uyuyacak mısın sevgilim?" diye sordum. Onur gözlerini araladı.

"Uyumayalım mı güzelim?" diye sordu.

"Uyuyalım... O zaman Juliet'in Romeo'suna dediği gibi, binlerce kere iyi geceler sana sevgilim..." Onur gülümsedi.

"O zaman Romeo'nun Juliet'ine cevap verdiği gibi, binlerce kere lanet olsun bu geceye eğer senin ışığın yoksa yanımızda..."

"Onur..."

"Efendim güzelim?"

"Hadi bana Romeo ve Juliet'ten bir şeyler söyle. Aklında kalan bir paragrafı mesela. Sana beni hatırlatan herhangi bir cümleyi." Onur saçlarımı kokladı ve ben gözlerimi kapatırken kulağıma doğru fısıldamaya başladı.

"Demiş ki Romeo, 'Yanağındaki parıltılar yıldızları gücendirirdi, adeta güneşin lambayı gücendirmesi gibi. Gözleri gökyüzünden öyle ışıldayarak geçerdi ki, kuşlar gece bitti sanıp ötüşürdü...' İşte bu satırlar bana seni hatırlatıyor güzelim. Sen gecenin bitişisin, sen güneşin doğuşusun..." Onur saçlarımı okşarken heyecanla gözlerimi açtım.

"Ne oldu?" diye sordu Onur endişeyle.

"Her gece nasıl başlar?" diye sordum.

"Nasıl başlar sevgilim?"

"Güneş batar ve gece başlar..." dedim heyecanla. Onur endişeyle beni izliyordu.

"Ne demek istiyorsun güzelim, iyi misin sen?"

"Peki her sabah ne olur?"

"Ne olur?" dedi Onur endişeyle.

"Gece biter ve güneş doğar..." dedim dolu gözlerle. Onur dediklerimi anlamaya başlıyor gibiydi. Bir bana baktı, bir karnıma baktı. Sonra doğruldu ve bana sıkı sıkı sarıldı. Ben ağlıyordum, o gülüyordu.

"Güneş..." dedi elini karnıma götürerek, "Günün yarısı gecenin, yarısı güneşin..."

Birbirimize dakikalarca sıkı sıkı sarıldık. Sonra ben gözyaşlarımı silerek ondan ayrıldığımda Onur beni kendine doğru çekti ve bana arkamdan sarılarak ellerini karnımda birleştirdi.

"Güneş..."dedi bir kez daha, "Aramıza hoş geldin Güneş..."

"Sence cinsiyeti ne olacak?" diye sordum merakla.

"Bence bir önemi yok." dedi, "Sence onu mutlu edebilecek miyiz?" Ona döndüm, gözlerine hayranlıkla baktım.

"İşte sana aşık olma sebeplerimden biri..." dedim.

"Neymiş o?" diye sordu.

"Bir bebeğin olacağını öğrendiğinde merak ettiğin şeyin onu mutlu edip edemeyeceğimiz olması... Çünkü sen harika bir insansın Onur, harika bir sevgilisin, harika bir arkadaşsın, harika bir babasın..." Sonra derin bir nefes aldım.

"Sorumun cevabını ver bakalım." dedi Onur, "Sence onu mutlu edebilecek miyiz?"

"Evet..." dedim kendimden emin bir sesle, "Onu çok mutlu edeceğiz... Seni çok mutlu edeceğiz Güneş." Elimi karnıma götürdüm. Onur'un karnımdaki ellerini tuttum.

"Teşekkür ederim hayatıma." diye mırıldandım, "Karanlık için, aydınlık için. Acı için, mutluluk için, Gece için, Güneş için. Her şey için..."

Başıma gelen onca şeye rağmen kendimi dünyanın en şanslı insanı gibi hissediyordum, hissedebiliyordum. Bilin ki, başınıza ne gelirse gelsin, ne yaşarsanız yaşayın eğer öyle hissetmek istiyorsanız sizler dünyanın en şanslı insanlarısınız, yeter ki öyle olmayı dileyin...

Unutmayın, her gecenin sonunda güneş doğar ve güneş her battığında gece olur. İmkansız olan hiçbir şey yok bu dünyada, her şey mümkün, her şey güzelliklerle dolu. Her şey sizin ellerinizde, ellerinizi kalbinize götürün ve fısıldayın kendinize.

"Her şey burada, ellerimin arasında..."


22.Bölüm : Zeynep ve Onur'un Hikayesi.
*Unutmayın, artık hep aydınlıkta dans edeceğiz...*


(Dönüş Günü)

Sapanca'da geçirdiğimiz iki günün sonunda gözlerimi odamızdan sızan güneşe açtığımda dönüş gününün gelmesi beni hem hüzünlendiriyor hem mutlu ediyordu. Gece'ye kavuşacak olmanın mutluluğu içimi doldurup taşırırken huzurlu bir tatili bırakacak olmak biraz olsun üzücü geliyordu.

"Günaydın güzelim." Onur üzerini giyinmiş bir şekilde odaya girdiğinde gözlerim duvardaki saate kaydı. Saat 11.36'ydı.

"Beni neden uyandırmadın? Çok uyumuşum..."

"Dinlenmeni istedim. İki gündür çok yoruldun. Hem, bu akşam daha çok yorulacaksın..." Anlamayarak kaşlarımı çattım.

"Neden?" diye sordum merakla.

"Dönüş yolu üzerine bir de gider gitmez Gece ile ilgileneceksin, o yüzden."

"Doğru ya... Çıkıyor muyuz?"

"Çıkıyoruz güzelim, sana sandviç ve portakal suyu söyledim, şimdi geliyor. Sen onları ye, hazırlan ve bahçeye gel olur mu? Bir telefon konuşması yapıyor olacağım, çocuklar da arabada bekliyor."

"Öyle mi? Kimle konuşacaksın?" dediğim sırada bir görevli elinde portakal suyu ve sandviç taşıdığı tepsiyle kapıda belirdi.

"Afiyet olsun..."

"Teşekkür ederim." diye mırıldandım ve aceleyle sandviçimi yemeye başladım.

"Avukatla konuşacağım güzelim. Hadi, giyin de gel, olur mu?"

"Tamam, avukat erkekti, değil mi?" Kapıya doğru ilerleyen Onur olduğu yerde durdu, bana döndü ve gülümsedi.

"Evet güzelim, kıskanılacak bir şey yok."

"Tamam, on dakikaya yanınızdayım!"

"Acele etme, bekleriz." Onur odadan çıkar çıkmaz aceleyle sandviçimi yedim ve portakal suyumu içtim. Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra hızla üzerimi değiştirdim.

"Biliyorum, içinden 'Babam sana acele etme demişti anne.' diyorsun Güneş. Sen hep babanın sözünü dinle, olur mu? Anneler dinlemese de olur..."

İçimden Güneş'le konuşarak hazırlandıktan sonra kol çantamı aldım ve kapıya çıktım. Burak ve Mert arabada oturmuş müzik dinliyorlardı. Onur ise hala telefonda konuşuyordu. Beni görünce bana göz kırptı ve elini ağzına götürdü.

"Tamam, görüşmek üzere..." diye mırıldandı telefona doğru.

"Anladım, kapatmam lazım, iyi günler." diye devam etti ve telefonu kapattı.

"Hala avukatla mı konuşuyordun?" diye sorduğumda içimde garip bir şüphe belirmişti. Kaşlarımı çatmış onu izliyordum.

"Evet güzelim, hazırladığı dosyanın içeriğini anlatıyordu."

"Anladım... Bir ara bana da anlatsın." Onur tepkime gülümsedi.

"Anlatır, yarın gidelim anlatsın. Olur mu?" Başımı salladım.

"Tamam, unutma ama. Yarın avukata gidiyoruz."

"Unutur muyum güzelim? Hadi, geç bakalım. Kızımızı daha fazla bekletmeyelim." Onur benim için arabanın kapısını açarken dikkatlice arabaya bindim. Yola çıktığımızda Mert gülümseyerek mesaj yazıyordu, Burak ise telefonundan oyun oynuyordu.

"Zülal'le mi konuşuyorsun?" diye sordum.

"Evet, Zülal'le konuşuyorum Zeyno."

"Aranız nasıl? Yüzün gülüyor..." Mert bana gülerek baktı.

"Aramız iyi Zeyno, hatta baya iyi."

"Darısı birilerinin başına..." dediğim sırada Burak'ın gözleri gözlerime değdi.

"Kimin? Benim mi?" diye sordu.

"Evet, senin. Ne yapsak, şu çocukluk aşkın Nilsu'yu mu bulup çıkarsak? Salak Nilsu muydu lakabı?" Mert ve Onur gülerken Burak gözlerini devirdi.

"Aramadığımı mı sanıyorsun? Kızın soyadını unutmuşum..."

"Sen ciddi misin?" dedim şaşkınlıkla. Başını salladı.

"Belki de benim kaderim odur diye düşündüm. Ama soyadını unuttuğum için hiçbir yerde bulamadım..."

"Nilsu Atalar." dedi Mert bir anda, "Soyadını ben bile hatırlıyorum." Burak bir anda şok içinde Mert'in yüzüne baktı.

"Atalar, doğru ya! Dur, hemen bakacağım..." Bir anda oyununu kapattı ve sırayla sosyal medya hesaplarına girmeye başladı. Kızı her yerde ararken önüme döndüm ve camımı sonuna kadar açtım. Rüzgar arabanın içini doldururken Onur elini uzattı ve elimi tuttu.

"Hiçbir şey olmadı, farkında mısın?" dedi.

"Nasıl yani sevgilim?"

"Tatile çıktık, hiçbir felaket olmadı. Bir aradayız, dünya buna engel olmaya çalışmıyor. Sıradan dört insan gibi..." Ona gülümsedim.

"Bitti Onur..." diye mırıldandım, "Mahkeme günü geldiğinde tamamen sona erecek, her şey yok olup gidecek. Rafa bile kalkmayacak."

"Bu sen gelmeden de yaşanabilir, biliyorsun." dedi endişeyle, "O gün seni bir odaya kapatmak zorunda kalmak istemiyorum Zeynep." Elini daha sıkı tuttum.

"O gün orada olacağım Onur. Çok da iyi olacağım. Söz veriyorum sana." Onur sıkıntılı bir nefes aldı.

"Buldum abi, Nilsu'yu buldum! Ne yapsam? Mesaj mı atsam?"

"Mesaj at, seni hatırlayıp hatırlamadığını sor." dedi Mert.

"Sana sormadım, Zeyno'ya soruyorum." Burak'a aynadan bakıp gülümsedim.

"Mesaj at," dedim, "Tutma kendini. Adım atmaktan korkma, kaybedecek hiçbir şeyin yok. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok." Burak Nilsu'ya mesaj atarken halsizlik hissi beni bir kez daha vurmuştu. Onların kendi aralarındaki konuşmalarını dinlerken gözlerim rüzgarın gücüyle kapanmaya zorlanıyordu. Bu hisse teslim oldum ve uyku beni içine çekmeden önce son kez onların konuşmalarını dinliyordum...

"Galatasaray bu sene ne yaptı ya?"

"Aynen abi, haberleri okuyorum ve şoktayım..."

"Dün yaptıkları açıklamayı duydunuz mu?"

"Duymaz mıyız!"

Sesleri benim için birer yankıya dönüşürken kendimi rengarenk bir rüyanın ortasında buldum. Deniz kenarında koşuşturduğum, martı sesleriyle güldüğüm, Gece'nin kahkahalarını duyduğum, Onur'un sesini işittiğim müthiş bir rüyanın kollarına bıraktım kendimi... Rengarenk, tertemiz, mis gibi bir rüya beni sararken kendimi huzurun zirvesinde hissediyordum... Teşekkür ediyordum, sadece teşekkür...

(Saatler Sonra)

"Onlar gelmiş. Şeyi de getirmişler..."

"Anladım, diğer şey de gelmiş mi?"

"O şey de gelmiş, endişelenme."

"Abi aksilik yok, sorun yok, merak etme. Her şey kontrolümüz altında."

Gözlerimi tekrar onların konuşmalarına açtığımda ne kadar zamandır uyuduğumu bilmiyordum bile. Gözlerimi ovuşturup etrafıma bakınıyordum, olan biteni ve geçen zamanı anlamaya çalışıyordum. En son hangi rüyada olduğumu hatırlamaya çalışıyordum, bu güzel tanıdık müzik sesinin hangi sokaktan geldiğini çözmeye çalışıyordum.

"Onur..." diye mırıldandım halsizce.

"Güzelim, günaydın. Sonunda uyanabildin." Gözlerimi kırpıştırarak bir ona bir geçtiğimiz sokaklara baktım.

"Burası neresi? Tanıdık geliyor... Geldik mi?"

"Geldik sayılır güzelim. Önce bir yere uğrayacağız. Sonra eve geçeriz."

"Nereye?" diye sordum merakla.

"Bizim restauranta... Yemek yer, öyle geçeriz. Bugün orada canlı müzik olacak. İyi gelir diye düşündüm."

"Aaa, bu sesler oradan mı geliyor?"

"Evet Zeyno, bahçede ufak bir konser olacak. Masaların hepsini bahçeye atmışlar." diye söze girdi Burak.

"Kimin konseri?"

"Yani, çok bilindik bir grup değil..." dedi Mert sessizce. Gülümsedim.

"Hatırlıyor musunuz, aynı bahçede Yedinci Ev grubunun konserine katılmıştık. Hayat ne ilginç..." diye iç çektiğimde Onur'un gözleri üzerime çevrildi. Burak ve Mert ise arkada gülüyordu.

"Aynen öyle güzelim... Hayat çok ilginç." diye mırıldandı Onur. Sonra arabayı binanın arka bahçesine park etti. Müzik sesleri artarken merakla dışarıya baktım.

"Neden arkaya park ettin?"

"Bugün burası çok kalabalık. Önde park yeri yokmuş..." dedi Mert.

"Burak, Mert, siz bahçeden bize masa tutun. Biz de içeri girip bir lavaboya gidelim. Gitmek istersin, değil mi güzelim? Çok terlemişsin."

"Olur," dedim anlam veremeyerek, "Gidelim..."

Onur arabadan inip kapımı açtı ve elini bana uzattı. Elimi tutup beni binanın arka kapısından sokarken hiçbir şeye anlam veremiyordum. Burak ve Mert gülüşerek yandan dolanıp bahçeye doğru ilerlerken biz neden bu kapıdan giriyorduk?

"Neden ön kapıdan girmedik?" diye sordum merakla.

"Burası kestirme. Lavabolara daha yakın güzelim."

"Ama ön kapının girişinde lavabo vardı!"

"Orası çok kalabalık oluyor. Hadi, gel." Onur beni elimden tutup karanlık koridorlardan geçirirken buranın restaurant için kullanmadığımız kat oluşu beni düşünüyordu. Onur beni bir kapının önünde durdurup kapıyı cebinden çıkardığı anahtarla açarken şaşkınlıkla ona baktım.

"Burası kullanılmıyor bile Onur, ne yapıyorsun?" diye sordum merakla.

"Artık kullanılıyor..." dedi ve kapıyı açtı.

"Ne olarak kullanılıyor?" diyerek içeri adım attığım an karşımda asılı bir gelinlik bir de damatlık gördüm.

"Gelin odası olarak..." Onur'un cevabını duyduğum an gözlerim şok içinde dantel işlemeli upuzun gelinliğin üzerindeydi. Gözlerim gelinlikten ayrılıp bembeyaz döşenmiş odada gezerken bir makyaj masasının üzerinde duran tacı ve gelin çiçeklerini gördüm. Yerde duran şeffaf bantlı ayakkabılar, duvak ve masadaki makyaj malzemeleri beni şoka sokarken Onur'a döndüm.

"Ne bu?" dedim gözyaşları içinde, "Ne bunlar?"

"Bugün burada bir düğün var güzelim..." dedi Onur arkamızdaki kapıyı kapatırken.

"Kimin düğünü?" diye sorduğumda cevabı biliyordum.

"Bir çiftin düğünü... Tanımazsın. Çok güzel bir hikayeleri var..." dedi Onur gözlerime derin derin bakarken.

"Belki tanırım, kim onlar?" diye sordum titreyen sesimle. Onur'un gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.

"Bu restaurant bir zamanlar bir okulmuş... Bu okulda tanışmışlar, bu okulda aşık olmuşlar, bu koridorlarda dolaşmış, bu odanın önünden geçmişler."

"Ve çok acı çekmişler..." dedim titreyen sesimle. Onur dolu gözleriyle başını salladı.

"Ve çok acı çekmişler." diye tekrar etti beni, "Bir savaşın ortasındalarmış, o savaşın ortasında gidip evlenmişler. Ama herkesten gizlice, aceleyle evlenivermişler."

"Hiçbir zaman bir düğünleri olmamış..." dedim gözlerimden birer damla yaş akarken. Onur başını salladı.

"İstemişler ki acı üzerine kurdukları bu aşk nerede başladıysa orada evlensinler, her şeyin en güzelini yaşasınlar, ailelerinin gözlerinin önünde hayatlarını birleştirsinler, en sevdikleri grubun şarkılarında dans etsinler."

"Yedinci ev mi?" dedim gözyaşları içinde. Onur başını salladı.

"Yedinci ev..." diye mırıldandı.

"Şaka yapıyorsun..."

"Hayır güzelim, hepsi gerçek. Sen gerçeksin, ben gerçeğim, tüm bunlar gerçek. Kızımız yukarıda, bahçede bizi bekliyor. Senin gelinliğinin aynısından bir tane de onun üzerinde var, seni görmek için sabırsızlanıyor."

"Gece'ye gelinlik mi aldın?" dedim gözyaşları içinde.

"Seni mutlu edecek her şeyi yaptım, her şeyi yaparım..."

"Onur..." dedim, konuşmaya bile devam edemeyecek bir haldeydim."

"Zeynep..." dedi ve kendimi onun kollarında buldum. Ona sıkıca sarıldım, hüngür hüngür ağladım.

"Burada tanıştık, burada başladık, burada devam edeceğiz Zeynep. Burası bizim."

"Onur..." dedim sakinleşmeye çalışarak, "Ne oldu biliyor musun?"

"Ne oldu güzelim?"

"Hani size hep bizim sadece bedenlerimizi değil, ruhlarımızı da karantinaya aldılar derdim ya... Hatırladın mı?"

"Hatırladım güzelim, senin herhangi bir cümleni unutabilir miyim?" Başımı salladım ve mutluluk dolu yaşlı gözlerle ona baktım.

"Karantina bitti." dedim, "Ben şu an, kendimi hiç olmadığım kadar özgür hissediyorum. Ruhum o karantinadan çıktı..."

"Ben seninle ömür boyu karantinada olmaya da razıyım Zeynep. Seninle acı çekmeye de razıyım, seninle var olmaya razı olduğum gibi yok olmaya da razıyım. Ben seninle her şeyi kabul ederim, yeter ki sen ol, yeter ki biz olalım..."

"Biz hep olacağız Onur, sana söz veriyorum. Ben ve sen, asla ayrılmayacağız."

"Biliyorum güzelim. O zaman hazır mısın?"

"Neye?"

"Çıkıp sevdiğimiz herkesin gözlerinin önünde, Yedinci Ev'in şarkıları eşliğinde, her şeyi başlatan o bahçede dans etmeye? Benimle dans eder misin Zeynep Akay?" Ona uzun uzun baktım. Başımı salladım.

"Evet..." dedim mutluluk gözyaşları içinde, "Evet..."

Bu, Zeynep'in Onur'a kavuşmasının hikayesi. Dört kişinin yüz binlerce ruhu da kendileriyle birlikte karantinaya almalarının ve sonra hep birlikte özgür olmalarının hikayesi. Öyleyse hadi, gelin hep beraber son bir dans edelim karanlığa doğru. Unutmayın, artık hep aydınlıkta dans edeceğiz... 


--

Tekrar selam canımın içleri <3 Çok duygulanarak yazdığım bu yüzden yazarken çok zorlandığım bölümlere doğru gidiyoruz, özellikle okuduğunuz son bölüm benim için duygusallığın çok ötesindeydi. Onları o binada o şekilde görmek, Onur'un söyledikleri, hikayelerini baştan sona hayal etmek beni çok duygulandırdı. Umarım tüm bölümleri sevmişsinizdir. Çayımı yapıp yorumlarınızı okumaya geçiyorum. Buraya da kalan bölümleri yayınlayacağım günleri bırakıyorum :

Çarşamba : 23.Bölüm 

Perşembe : 24.Bölüm 

Cuma : 25.Bölüm (Final) 

17 Temmuz günü Karantina serisine veda edeceğimiz gün olacak, o gün için Twitter'da bir hashtag çalışması yapmak istiyorum ve hashtagi Perşembe günü sizinle paylaşacağım <3 Şimdiden duygusal konuşmaya girmeyeceğim, söyleyeceğim her şeyi final gününe saklıyorum. O zaman bol bol konuşacağım ve size içime de bol bol dökmem gereken konular var. Sizi çok seviyorum <3 Sevgiyle, iyilikle kalın canımın içleri...


Continue Reading

You'll Also Like

1.2M 81.2K 58
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.8M 64.4K 57
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
1.1M 15.3K 38
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...
117K 4.2K 30
@Magazindetoksu yeni bir gönderi paylaştı. Şok! Şok! Şok! Genç basketbolcu Çağan Akın Arsal 8 ay önce yumruk yumruğa kavga ettiği takım arkadaşının e...