Selam Mahşerin Binlerce Atlısı^^
Yukarıdaki şarkıyı açmayı unutmayalım, iyi okumalar dilerim^^
5.Bölüm : Karanlık.
*Tüm dünya sensin ve sen bana aitsin...*
---
Ve sonra fırtına büyür,
Kız fırtınanın içinde kaybediverir sevdiklerini.
Oradan oraya savrulur,
Ve sonunda evini bulur...
Yıkılmıştır, harabe olmuştur evi.
Hatta bir ev bile kalmamıştır ortada.
Oysa tüm bunlara rağmen,
Kız oturmuş hüngür hüngür ağlamış mutluluktan.
Ne kadar yıkılsa da, dağılsa da, bir harabeye dönse de,
Hatta ortada bir ev bile kalmamış olsa da,
Orası onun eviymiş...
Tüm dünya yanıp kül olsa da onun koşa koşa gideceği tek yermiş...
Burası benim evim. Neresi olduğunun bir önemi yok, bu insanların yanı benim evim. Dışarıdaki korkunç fırtına pencereleri zorlarken her birimiz cam kapının önüne doğru serdiğimiz yer yataklarının üzerinde uyukluyoruz. Arka planda Rıza Amca'nın eski radyosunun sesi cızırtılı da olsa haberleri verirken Gece Onur'un parmağını tutmuş uyuyordu. Burak ve Mert telefonlarından sessizce birbirlerine karşı bir oyun oynuyordu o sırada. Annemler en köşedeki yer yataklarına geçmiş Gece'ye yelek örüyorlardı. Babamlar ise Rıza Amca'nın radyosundan verilen haberlerden yakaladıkları kilit cümleleri bize aktarıyorlardı. Ben ise pencerenin önündeki yer yatağımızda duvara yaslanmış Gece'yi izliyordum. Bir yandan onu izliyor bir yandan da kucağımdaki deftere bir şeyler yazıyordum... Bir şeyler derken, özel bir şeyler aslında... Bu defter Gece büyüyünce onun olacaktı. Her satırını Gece on sekiz yaşına geldiğinde okusun diye yazıyordum ve asla yanımdan ayırmıyordum. Onur bir yandan Gece'nin parmağını tutarken bir yandan kucağındaki dergiden bulmaca çözüyordu. Onları izledikten sonra huzurlu bir nefes alıp deftere döndüm.
"Sevgili Gece..." yazdım,
"İnanması güç, biliyorum ama tam şu an anneannen, babaannen, dedelerin, dayıların, baban, sen ve ben burada restaurantımızda ufak çaplı bir karantina altındayız. Dışarıda korkunç bir fırtına var. Avuçlarımız kadar dolu yağıyor... Televizyonlardan, radyolardan son dakika anonsları geçiyor, herkes 'Sakın dışarı çıkmayın!' diyor. Biz de ne yaptık biliyor musun benim güzel kızım? Restaurantın ortasına yere bir sürü yorgan serdik. Yer yataklarımızı yapıp yanımıza kahvelerimizi aldık ve öylece uzanıyoruz. Herkes bir başka işle meşgul. Dayıların oyun oynuyor, baban bulmaca çözüyor, anneannen ve babaannen sana yelek örüyor, dedelerin radyo dinliyor, sen babanın parmağını tutmuş uyuyorsun, ben ise sana bunların yazıyorum. Büyüdüğün zaman sana başımıza gelen her şeyi anlattığımda yaşayacağın şoku tahmin bile edemiyorum. Yüz ifadeni görmek için sabırsızlanıyorum. Şimdilik hayatındaki tek aksiyon yemek istemediğin halde yemek zorunda kaldığın mamaların, biliyorum. Fakat gerçek dünya çok daha aksiyonlu, hazır ol.
Güzel kızım, seni çok seviyorum ve her zaman seveceğim. Sana söz veriyorum, ne olursa olsun yanındayız. Ve hiç unutma, karanlık yoksa ışıklar bir hiçtir...
-Annen, Zeynep..."
"Bahçeşehir'de bir adam terasındaki şemsiyeyle birlikte havalanmış..." diye mırıldandı Rıza Baba kulağını radyodan çekerken.
"Ciddi misin Rıza? Nasıl olmuş?" Zuhal Anne şok içinde sorarken hepimizin bakışları babamların üzerindeydi.
"Şemsiyesinin uçmak üzere olduğunu görüp koşarak terasa çıkmış... Şemsiyeyi tuttuğu gibi birlikte havalanmışlar."
"Hezarfen ağlıyor şu an uçmak bu kadar kolay mıydı diye." Burak'ın cümlesiyle birlikte sessizce güldüm. Sonra dudaklarımı aralayıp herkesin merak ettiği soruyu sordum.
"Peki adama ne olmuş baba? Ölmüş mü?"
"Şemsiyeyle birlikte karşı terasa konmuş."
"Adam ciddi ciddi uçmuş ve karşı terasa mı konmuş?" diye sordu Mert şok içinde.
"Hiçbir şey olmamış mı adama?" diye ekledim.
"Olmamış, gayet iyiymiş. Hatta çok hoşuna gitmiş... Öyle bir açıklama yapmış."
"Cidden mi?" Ufak bir kahkaha attığım sırada herkes meşgul olduğu işi bırakmış radyodaki konuşmalara odaklanmıştı.
"Meteoroloji uyarıyor... Sayın seyirciler, fırtınanın gece 3 ve 5 arasında şiddetinin arttıracağı söyleniyor, etkisini ise sabah 8 civarlarında kaybetmeye başlayacağı öngörülüyor. Lütfen bulunduğunuz yerlerden ayrılmamaya çalışın."
"Abi neredeyse çeyrek asırlık olacak şu hayatlarımızda yaşamadığımız, denk gelmediğimiz, deneyimlemediğimiz tek bir olay kaldı mı sadece soruyorum..." Burak sinirle söylenip arkasına yaslandı.
"Ben size gençliğimde yaşadığım olayları anlatsam halinize şükredersiniz çocuklar..." Rıza Amca bıyık altından gülerken kahvemden bir yudum aldım.
"Bu konuda ölümüne kapışırız Rıza Amca... Bizim yaşadıklarımızdan sonra müzede sergilenmemiz gerekirdi 'Dünyanın Psikolojisi En Güçlü İnsanları' diye... " diye mırıldandı Burak, "Bize ne zaman ödül verirler? Ben hala ödül alacağımıza inanıyorum."
"Al, ödül..." dedi Mert Burak'a orta parmağını gösterirken.
"Terbiyesiz, büyüklerimizin yanında yaptığın şeye bak." Burak bilerek dikkati Mert'in gizlice uzattığı orta parmağına çekmeye çalışırken Rıza Amca söze girdi,
"Biz bir şey görmedik..."
"Seninle sonra hesaplaşacağız..." Burak Mert'e doğru fısıldayarak konuşurken Mert tekrar telefonunu çıkardı.
"Gel hadi, oyunda hesaplaşalım." Sonra onlar oyunlarına döndü, konu tam kapanmışken annem yeni bir konu açtı.
"Gece Onur'un parmağını tutmadan uyuyamıyor..." diye mırıldandı hayranlıkla, "Zeynep de böyleydi, babasının parmağını tutmadan asla uyuyamazdı." Gülümseyerek babama baktığımda Onur'un yüzünde inanılmaz mutlu bir ifade vardı.
"Bazen uyurken kabus görüyor sanırım... Sıçrıyor, parmağımı sıkı sıkı tutup sakinleşiyor. Dünyada bundan daha güzel bir his olamaz." diye mırıldandı Onur, "Anne bu arada Zeynep hala öyle uyuyor. Bu sefer de benim parmağımı tutuyor..."
"A ah! Kızım, öyle mi cidden?" Gülerek başımı salladığım sırada herkes gülmeye başladı.
"Geceleri bir elim Zeynep'te diğer elim Gece'de oluyor. Hiç kıpırdamadan uyuyorum sabaha kadar." Onur anlattıkça herkes gülüyordu. Sonra ufak esprileşmeler yavaşa yavaş yerini uykulu esnemelere bıraktı. Herkes yine kendi haline döndü, ortam sessizleşti ve geriye Rıza Amca'nın radyosundan gelen müzik sesi kaldı.
"Kaan Boşnak mı bu?" diye mırıldandım.
"Evet, yeni şarkısı çıkmış..." diye yanıtladı Mert.
Şarkı restaurantı doldurup arkadaki yağmur sesiyle birleşti. Herkesin gözü uzaklarda bir yerlere daldı, benim gözüm onun gözlerine daldı. Öyle bir bağ vardı ki aramızda belki bu bağın sebebini bile açıklayamıyorduk birbirimize ve bu bağın gücünü sadece o ve ben anlayabiliyorduk. Bütün dünya sokağa dökülse, biz birbirimizi kaybetsek bile, her yer yanıp yıkılsa bile sanki gözlerim milyarlarca insan arasında yine onun gözlerini bulurdu. Ne olursa olsun göz göze gelirdik, yaşanabilecek hiçbir felaket bizim göz göze gelmemize engel olamazdı.
"Değişmem gülüşünü tüm dünya benim olsa da..." diyordu Kaan Boşnak.
"Değişmem gülüşünü tüm dünya benim olsa da." diye tekrar etti Onur kulağıma doğru.
"Her kim ki seni üzüp üstüne ağlatırsa bir damla su dökmem çöllerde kavrulsa da..." diyordu şarkı ve Onur kulağıma doğru fısıldayarak tekrar etmeye devam ediyordu,
"Her kim ki seni üzüp üstüne ağlatırsa bir damla su dökmem çöllerde kavrulsa da..."
Şarkı devam ederken Onur alnını alnıma yasladı. Gereksiz bir duygusallıkla anlamsız bir soru sormaya niyetlendim.
"Onur..." dedim önce.
"Zeynep?"
"Gerçekten tüm dünya senin olsa da gülüşümü değişmez misin tüm dünyaya?" Onur etkileyici bir gülüşle yüzüme baktı.
"Tüm dünya benim zaten Zeynep..." diye mırıldandı, "Tüm dünya sensin ve sen bana aitsin..."
Alnımı Onur'un alnına yasladım. Dakikalarca onun nefesini içime çektim, onun nefesini solumak benim için yaşama ünitesi gibiydi. Soluduğum nefes onun değilse nefes alıyormuşum gibi hissetmiyordum.
"Korkma güzelim, sadece bir gök gürültüsü..." Gözlerimi hafifçe araladığımda ne ara uyuduğumu hatırlamıyordum bile. Gözlerim duvardaki saate kaydığında saatin 03.46 olduğunu gördüm. Onur beni kolları arasına almış sakinleştirmeye çalışıyordu. Herkes uyuyordu, dışarısı tam bir felaketti.
"Sıçradım mı?" diye sordum.
"Evet, korktun... Güvendesin, kollarımdasın... Hadi uyu güzelim." Onur beni sıkıca sardı ve kendimi daha huzurlu daha güvenli bir rüyanın kollarında buldum. Gece'yi ve Onur'u gördüm. Gece ikimizin de ellerinden tutmuş denize doğru yürüyorduk. Bütün hayatımı bu rüyayı görerek geçirebilirdim. Fakat yarım saat sonra bir başka gök gürültüsüyle uyandım. Onur beni yine sıkıca sarmış sakinleştirmeye çalışırken uykuyla uyanıklık arasında neden söylediğimi bile bilmediğim bir cümle kurdum.
"Onur..."
"Efendim?"
"İstanbul'a dönelim mi?" Belki de uyandığımda bu soruyu sorduğumu hatırlamayacaktım bile. Şimdi de neden söylediğimi bilmiyordum. Bir an gök gürlemesi bana İstanbul'u hatırlatmıştı.
"Neden güzelim? Oradan taşınmak isteyen sendin."
"Oradaki hikayemiz berbat ilerledi, berbat bitti. Dönmeli ve o hikayeyi güzelleştirmeliyiz gibi hissediyorum..."
"Şu an uykunda konuştuğunun farkında mısın peki?"
"Evet, farkındayım."
"O zaman bunu tamamen uyandığında ve fırtına dindiğinde tekrar konuşalım, olur mu?"
"Peki uyandığımda da bunu istersem... Döner miyiz?"
"Sen dünyanın bir ucuna da gitmek istesen ben bunu kabul ederim Zeynep, biliyorsun. Senin herhangi bir isteğine hayır diyebilir miyim ben? Sen benim zaafımsın... Hadi, uyu şimdi. Uyandığında konuşalım."
"Sen neden uyumuyorsun?"
"Korumam gereken bir ailem var..." Derin bir iç çektim.
"İyi geceler Onur. Ailen seni çok seviyor..."
"İyi geceler güzelim... Seni çok seviyorum."
Gözlerim huzur içinde kapandı. Ruhum ne kadar huzur içinde de olsa o gece bir kabus beklemiş beni. O kadar çok beklemiş ki kaçamamışım ondan. Gözlerim kapanır kapanmaz göz kapaklarımın karanlığında yakaladı o kabus beni. Tuttu kolumdan, duvara yapıştırdı ve eliyle dudaklarımı kapattı.
"Beni izle..." dedi sanki o kabus bana. Bana onu izlemekten başka hiçbir seçenek sunmadı. Ellerim kollarım bağlandı, dudaklarım kapandı ve ben o kabusu izlemek zorunda bırakıldım.
"Hayır!" demeye çalıştım, diyemedim. Önce Gece'yi aldılar beşiğinden, sonra beni aldılar Onur'un yanından. Onur yatağımızda tek başına kaldı. Ben bağırmaya, kaçmaya çalışırken Onur'un acı içinde yapayalnız kalışını izledim. Odadaki her eşya bir bir yok oldu, ışıklar söndü, geriye yalnızca karanlığın içinde hapsolmuş yapayalnız bir Onur kaldı. Sonra o sesi duydum. Ender'in sesini... Kulağımın tam dibinde konuşmaya başladı.
"Bu hikayenin en başından beri Onur'un yapayalnız kalması gerekiyordu, çünkü hayat beni yapayalnız bıraktı..." Kıpırdamaya, bağırmaya çalışıyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Çaresizdim, Onur'un yapayalnız kalışını Ender'in sesi eşliğinde izlemek zorundaydım.
"Zeynep!" diye bağırdı Onur karanlığa doğru,
"Gece!" Gözyaşları içinde öfkeyle karısını ve kızını arıyordu bu lanet olası karanlığın içinde.
"Benim elimden de kızımı aldılar, içimdeki güveni aldılar, içimdeki aşkı aldılar, ailemi aldılar, huzurumu aldılar!" dedi Ender öfke dolu bir sesle.
"Bu hikaye mutlu sonla bitmeyecek... Bu hikaye öyle bir mutsuzlaşacak ki bitsin diye yalvaracak."
"Kim?" deyiverdim zar zor gözyaşları içinde. Ender eliyle karanlığı gösterdi. Ender'in eli karanlıkta kaybolan Onur'u gösterirken bir kez daha sıçrayarak uyandım. Nefes nefese sıçradığım sırada Onur'un kollarını bir kez daha üzerimde hissettim.
"Geçti güzelim, kabus gördün! Geçti!"
Onur beni kollarıyla sarıp sakinleştirmeye çalışırken son birkaç aydır hissetmediğim kadar kötü hissediyordum. Çünkü bu gördüğümün sadece basit bir kabus olduğuna inanmıyordum. Bu gördüklerim, gelmek üzere olan bir şeylerin içime doğmasıydı. Karanlık geliyordu... Işıklarımız sönmek üzereydi, biliyordum.
---
Hem çok sıcak hem çok karanlık bir bölüm oldu bence. Hem üşüttü hem ısıttı sanki <3 Çok sevdim bu bölümü. Umarım siz de sevmişsinizdir. Sanki gelecek karanlık günlerin fragmanı gibi oldu. Yavaş yavaş o karanlık bölümlere doğru gidiyoruz maalesef... Çünkü hala kapanmamış defterler var onların hikayesinde... Biraz canım sıkkın ve biraz rahatsızım o yüzden açıklamayı çok uzun tutamayacağım. Sizi seviyorum, görüşmek üzere <3