Avarya Oyunları

By acimatriyarka

3.1K 631 3.4K

Fransız İhtilali'nden sonra monarşinin temelleri çatırdadı. Halk ipleri eline aldı, demokrasi dünya genelinde... More

I. PAPAZ KAÇTI
I - I
I - II
I - III
I - V
I - VI
I - VII
I - VIII
I - IX
I - X
I - XI
I - XII
I - XIII
I - XIV
I - XV
I - XVI
I - XVII
I - XVIII
I - XIX
I - XX
I - XXI
I - XXII
I - XXIII
I - XXIV
I - XXV
I - XXVI
I - XXVII
I - XXVIII
I - XXIX
I - XXX
I - XXXI
I - XXXII
I - XXXIII
I - XXXIV
II. YARIM KONKEN

I - IV

155 34 274
By acimatriyarka

Y A Z

31 Mayıs 2005
Salı
Varnata, Avarya

Başı ağrıyan Yaz Larende'nin zihnindeki karmaşa makyajının ve ciddi mimiklerinin arkasına gizleniyordu. Toplantı salonunun yüksek pencerelerinden giren doğan günün eğik ışıkları migrenini tetiklemek için göz bebeklerine vuruyordu.

Kızıl Elma Partisi'nin üyeleri onun akibetini belirlemek için bir araya gelmişti bu sabah. Işığın tam karşısında Yaz, hemen yanında yüzü düşmüş babası Alihan, diğer yanında hem özel hem de profesyonel hayatını paylaştığı erkek arkadaşı Uysal, alnı düşünceliliğin yatay çizgileriyle dolmuş eski genel başkan Bahri Alkan, geçen gecenin üç kahramanından biri olan Bayan Alkan, parti üyeleri, saçı ağaranlar; genç başkana önceleri gülümseyerek ve umutla, şimdi ise kızgınca ve acıyarak bakanlar...

Katılımcılar iki görüş arasında kararsız kalmıştı, genç kızı yalnız başkanlıktan almak ya da başkanlıktan alındığı gibi partiden de ihraç etmek. Yaz ise savunmasını vermiş, başını eğmiş ve kurbanlık koyun gibi onu bekleyen kadere hazırlanmıştı.

Olağanüstü kurultay boyunca arkasına yaslanan ve çakmak gözleriyle odayı inceleyen Bayan'ın dudakları ilk saatlerde hiç kıpırdamamıştı. Kürsüye çıkan yahut oturduğu yerden elini kaldıran ve görüşünü etkili hitabet tekniklerini beceriksizce taklit ederek anlatanları dinlerken poker oynayanlara özgü ifadesiz suratıyla cümlelerini hazırlamıştı. Nihayet doğruldu, derin bir nefes aldı ve kolunu dirseğinden bükülmüş halde hafifçe kaldırarak konuşmak için izin istedi. Ayağa kalktığında düğmesi çevrilen radyolar gibi salonun yavaşça sessizleşmesine şahit oldu ve cümlesi kalan ilgisiz fısıltıları da silip götürdü.

"Genç bir insanı ne kadar kolay harcıyorsunuz!"

Kıvırcık saçlı, ilk kez göz bebeklerini yer çekiminin etkisinden kurtarmaya cüret ederken üyeler hiç yorulmamışlar gibi canlılıkla ilgilerini konuşan kadının üzerinde toplamışlardı. Suçlu olarak gördükleri birini açıkça savunan bu beyan hiç beklemedikleri bir yerden gelmişti.

"Dün yaşadığımız başımıza öylesine geliveren talihsiz bir olay değildi." dedi yarattığı etkiyi gören kadın, devamla. "Aksine dün başkanımızda gördüğümüz neydi biliyor musunuz? Cesaret, dikkatlilik ve zekâ. Yazgıcı ve aciz bakış açısını bırakın!"

Bu sefer şaşkınlığını çabuk atan topluluk muteriz fısıldamalarla varlığını belli etmeye başlayınca Bayan sesinin şiddetini biraz daha artırarak "Oje rengi ve iskambil kartları gibi ufacık ayrıntıları yakalayarak bir sonuç çıkarmak, ayrıca milyonların önüne koşarak rezil olma pahasına doğru bildiğini söylemek her babayiğidin harcı değildir!" dedi.

İnsanlar yeniden suskunlaşıp kelimelerin manasını hazmederken Yaz pembe dudaklarını aralamış, kaşlarını kaldırmış ve esmer kadını bir rüyaya dalmış gibi seyrediyordu.

"İskambil Çetesi'ne dâhil olmakla suçlanan kim? Benim. Son yıllarda Avarya'nın başına gelen en büyük skandalın merkezinde olmakla suçlanan kim? Benim. Kim suçladı beni? Yaz Hanım. Yani eğer ortada bir dava varsa bu ikimizin arasında. Yaz Hanım'ın partiyle ilişkisi konusunda söz söyleme hakkı kime ait olur böylece?"

Başparmaklarını kaldırdı ve kendisine doğru kıvırdı. Kalabalıkta karışık sesler, boğuk ünlemler, yer yer alkışlar peyda olurken konuşmacı, memnuniyetle gülümsedi.

Genç başkan artık gülümsemeye başlamıştı, affedildiğini anlamak için suçlu ve kaçamak bakışlar attı babasına. Bu sırada bir kısım alkışlıyor, diğer bir kısımda ise uğultular yoğunlaşıp "Ama olmaz ki böyle..." diye şekil alıyordu.

Bayan yükselen itirazları bastırmak için "Bakın arkadaşlar, şu soruların cevabını verin." dedi. "Artan oy oranlarımızı neye borçluyuz? EBP'yi geçerek üçüncü parti olabilmeyi neye borçluyuz sizce? Sadece Avarya'da değil, bütün kıtada Avrupa'nın en genç başbakan adayı olarak partimizi haber bültenlerine çıkaran neydi? Babam..." dedi Bahri'nin yüzüne bakarak, "... başkanlığı neden bıraktı sizce?"

Bu suretle Yaz'ın partiye sağladığı tüm faydaları sayıp döktü ve kızın son çıkışıyla dökülen itibarını, bataklıkta devrilen altın küpünü çekip kurtarır gibi yerden topladı. Larende'nin başkanlığa devam etmesi için diğer üyeleri ikna etti. Kurultayın sonunda ise tokalaşıp sarılarak samimiyetini göstermiş oldu. Gergin ve huzursuz başlayan Salı, eflatun göğün altında reyhan kokan bir akşamla sona erdi.

֎

E M R E

1 Haziran 2005
Çarşamba
Varnata, Avarya

Durmaksızın esneyen ve havanın sıcaklığına rağmen sırtına siyah deri ceket geçirmiş olan Emre çantasını sallayarak çıkışa doğru ilerliyordu. Terminalin ortasından geçerken kaşlarını çatıp gözlerini kıstı, ardından siyah gözlük taktı. Gün ışıkları Uçarkağan Havaalanı'nın cam tavanından doğruca yere vuruyordu ve içeride bir yaz günü öğlen vaktinin tembel ıssızlığı hüküm sürüyordu.

Komiser uyuklayarak geçirdiği yolculuğun ardından ana yola çıktı ve taksi bulabilmek için sağa sola bakındı. Bir an evvel evine gitmek, istirahatine ine benzeyen odasındaki çekyatta devam etmek istiyordu. AVİS seyahatinde topladığı bilgileri almak isterse -hoş, bu bilgiler iki kelimeden ibaretti ya- nasıl olsa ona ulaşırdı.

Şehrin merkezinde, döküntü bir evde yaşıyordu. Sovyet rüzgârlarının estiği dönemde yapılmış, amma velâkin özendiği mimarinin yalnızca kasvetini almış ucube bir binaydı bu. Kim bilir, kaç nesildir dış cephe boyası görmemişti yüzü. Güneş almıyordu, yazın serin olmasına serindi ama kışın zor ısınıyordu. Emre her geldiğinde küfretse de ve binanın malzemeden çalan estetik yoksunu müteahhitler tarafından yapıldığını öne sürse de yine de dairesini seviyor ve alacakaranlık odaların en genişine geçip de TV karşısında kıvrıldığında huzur buluyordu.

Kaç yıldır burada yaşadığını anımsamıyordu. Ancak oturduğu evin ona AVİS tarafından verildiğini, taşındığında son milenyumun henüz başlamadığını ve henüz komiser yardımcısı bile olmadığını biliyordu. O günden bugüne iki rütbe atladığına göre kabaca yedi yıl demekti. Yedi yıldır bu küçük odada oturuyor, bu çekyatta yatıyor, içki şişelerini gömme dolapla çekyat arasındaki o boşluğa atıyor, yedi yıl öncesinden kalmış 51 ekran tüplü televizyonunu seyrediyor, göreve gitmediği sürece heybeli sıçanlar gibi bir tekerleğin içerisinde dönüp duruyordu.

İçi bunaldı. Uyumaktan vazgeçip kapıya yöneldi, ceketini çıkartıp başına siperlikli şapka geçirdi. Bakkala gitmek vardı aklında, fakat ayakları durmadı, ara sokaklardan geçerek Bakilik Parkı'na doğru seğirtti. Park, havaalanının aksine cıvıl cıvıldı. Dönme dolap ve envai çeşit oyuncaklar tam kapasite çalışıyor, tepelerden kulağına boğuk çığlıklar çalınıyor, pamuk şeker ve balon satıcıları çocukların arasında dört dönüyor ve Emre'nin gözünün çarptığı her yerde neşeli aileler yer alıyordu.

Bu görüntü onun için pek uzak, pek yabancıydı. Voyvodan'ın arka sokaklarında dayakçı babası ile ezilmiş, umursamaz üvey annesinin gölgesinde büyümüştü. Henüz on iki yaşında yatılı okul için kaçıp kurtarmıştı kendini aile denen cehennemden. Ne yarı aç yarı tok büyürken ne polis akademisine girdiğinde ne de AVİS tarafından seçildiğinde ebeveynleriyle görüşmek istemişti. Aile kurmayı da hiç düşünmemişti. Babalık, kocalık, sevgi, bağlanmak onun için uzak kavramlardı.

Ne var ki ayakları, hiçbir kadınla bir aydan fazla ilişki yaşamamış bu adamı başka bir ara sokağa doğru sürüklüyordu. Komiser kendisini çok geçmeden pet shop'ların önünde buldu. Kafesinde ötüşen kuşları, akvaryumda yüzen parlak pullu balıkları bir süre seyrettikten sonra içeri girdi. "Buyur abi!" diyen tezgâhtara köşedeki kafesi göstererek "Ne kadar?" diye sordu.

"Hamsterlar mı?" dedi ellerini birleştiren tezgâhtar. "15 lev abi."

Emre cebinden 10'luk ve 5'lik banknotlar çıkardı, biri sarı, biri de pembe renkteydi. "Avarya Cumhuriyet Merkez Bankası" yazıyordu üstlerinde, ön yüzde Avarya'nın kurucusu Ferhat Altay Okay'ın fotoğrafı, arka yüzde tarihi ve doğal güzellikler; beş lev için Tuna kıyısındaki Sinan Paşa Kalesi, on lev için Vilisri'deki Elyes Kayalıkları; güvenlik hologramları, desenler, ok atan süvari logosu; imzalar, rakamlar ve yazılar: "Beş Avar Levi" ile "On Avar Levi".

Dükkân çalışanı kâğıtları aldıktan sonra kafese doğru döndü. Oynaşan, pembe gözlü, sütlü kahverengi tüylü ufacık canlılardan birini alıp tek elle tutulabilecek büyüklükteki delikli karton kutuya koydu. Müşterisi tuhaf tuhaf bakıp "Yemi falan yok mu bunun?" deyince, "Onları ayrı alacaksın abi." dedi ve böylece yirmi lev daha kapmış oldu.

Polis dükkândan çıktığında bir elinde kutu, diğer elinde kafes ve içinde tekerlek, yem kutusu gibi malzemeler vardı. Kartonun içindeki canlının tıkırtılarını işitiyor, tebessüm edeceği geliyor fakat düz durmaya alışmış dudakları hareket etmiyordu. Karanlık apartmanın önüne geldi, üç katın merdivenlerini çıktı. Kafesi, nicedir kapının kenarında duran, ne işe yaradığını bilmediği ama yine de atmadığı sehpanın üzerine koydu. Aksesuarları demir parmaklıkların içine özenle yerleştirip tabana gazete kâğıdı ve talaş serdi.

Sıra hayvanı kutudan çıkarmaya gelmişti. Kartonun kapağını açtı. Başparmağının üzerinde bir dokunuş duyumsadı. Minik bir ayak çıkmış ve tokalaşır gibi elinin üzerine konmuştu.

"Hele hele..." dedi adam. "Bak şu ayaklara! Beş parmağı var, bak!" Bu sırada hayvan kafasını da çıkarmıştı. "Şu surata bak, şu surata. Salak mısın oğlum sen? Ne kadar salak bir suratın var senin! Aaa! Küstü. Şuna bak, küsmüş. Babaya küsülür mü oğlum? Babaya küsülür mü hiç? Tamam salak demeyeceğim sana, zeki diyeceğim olur mu? Hoşuna gidiyor. İnsan dilini nereden biliyorsun sen? Hadi geç kafesine. Zeki oğlum benim, Zek, Zek..."

Hamsterın adı o günden sonra Zek olarak kaldı. Zek, Emre'ye kısa sürede alıştı ve en yakın arkadaşı oldu. O ne zaman elini uzatsa üzerine çıkmak için sabırsızlanır, onunla oynar, hiperaktif olduğu halde insanının yaka cebinde uslu uslu oturur, polis uzun göreve çıkıp birkaç gün gelmediğinde ise küsüp arkasını dönerdi, ta ki Emre bir tek ona karşı yumuşak olan sesiyle konuşana dek.

֎

K U R T U L U Ş

1 Haziran 2005
Çarşamba
Varnata, Avarya

Gereğinden fazla sıkı gömlek yakasının rahatsızlığını gırtlak düğümünde hisseden Yaz, meclis lokantasının mütevazı kapısından içeri girdi.

Kapı ne kadar devlet dairelerindeki benzerleri kadar sıradan ise içerisi de bir o kadar ihtişamlıydı. Birbiri içine geçmiş ve V şeklinde açılan perdeler, zeminde kum saatini andıran geometrik şekiller, kadifemsi kırmızı bir kumaşla kaplı sandalyeler, ahşap üzeri camla kaplı masalar, porselen tabaklar, lüks servisler... Birçok ülkede olduğu gibi Avarya'da da meclis lokantasının fiyatları dışarıdan daha ucuz olsa da bu fark diğer ülkelerdeki kadar belirgin değildi. Onda birden daha az fark vardı arada, yirmi levlik bir menü, burada en az on sekiz lev oluyordu. Bu yüzden Yaz, akşam yemeğini burada ya da evde yemek arasında kararsız kaldı.

Sağı solu gezen kaçamak bakışları gün ışığının yeryüzünü terk ettiği yönde kalabalık ve oldukça gürültülü bir masaya rastladı. Altın Taç milletvekillerinden birisi elini dolu ağzına kapatarak bir şeyler anlatıyor, Hakan Vult gülerek başını sallıyor, Kurtuluş Aslan da ona eşlik ediyor, Katya Doğdu sakince gülümseyip arada söze karışıyor; tavırlarından anlaşıldığı kadarıyla gereksiz fakat son derece eğlenceli konulardan bahsediyorlardı. Parti liderlerinin bir arada oturduğu masada meclisteki gerginliğin aksine son derece samimi bir ortam vardı. Yaz başlangıçta tereddüt etti, fakat midesinin kazıntısına engel olamayarak masaya yaklaştı.

Varlığını fark edip başını kaldıran ilk kişi başbakan oldu. Genç kadın bunun üzerine gerilse de, Ekin Başak Partisi liderinin sıcak bir şekilde "Ooo... Hoş geldiniz, buyurun Yaz Hanım." diye davet etmesine karşı koyamadı. Katya mecliste de Yaz'ın tarafında olmuş, her insanın yanlış yapabileceğini, Yaz gibi genç bir siyasetçinin hatalarından ders almasına izin verilmesi gerektiğini savunmuştu. Hakan ateşli bir şekilde görgü kurallarını bilmeyen birinin milletvekilliğinden azledilmesi gerektiğini savunsa da burada, lokantada gülümsüyor ve "Sanırım artık izin almayı öğrenmişsinizdir." diye söz dokundurmaktan başka bir şey yapmıyordu.

Kıvırcık saçlı kız yerine yerleştikten sonra masadaki politikacılar havadan sudan sohbetlerine geri dönmüştü. Yalnız, Yeni Gün liderinin dikkati dağılmış, suratı belirgin bir şekilde asılmıştı. Ara sıra göz kırpar gibi genç lidere dönüp bakıyor, kafasının içinde konuşurmuş gibi başını sallıyor ve ağzını bıçak açmıyordu.

Yemek sona erdiğinde Yaz yerinden kalktı ve lavaboya doğru yürüdü. Issız koridorda tanıdık bir sesin "Kızım!" diye seslenmesiyle irkildi ve arkasını döndü.

"Kurtuluş Bey!" dedi şaşkınlıkla.

Zayıf, çökük yanaklı, uzun boylu adam son derece sakindi. "Sözü kısa keseceğim." dedi. "Şu an seninle bir ağabey olarak konuşuyorum, bir siyasetçi olarak değil. İyiliğin için istifa et kızım."

"Ne?" dedi beynine kan sıçrayan kız. "Siz nasıl böyle bir şey teklif edersiniz bana?"

"Bulunduğun yere hak ederek geldiğine inanıyor musun?" diyordu adam, sözünün kesilmemesi için hızlı konuşarak. "Kavak ağacı ile kabağın hikâyesini anlatayım sana. Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle süratle büyümüş ve kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp ağaca 'Sen kaç ayda bu hale geldin?' diye sormuş."

Yaz bu hikâyeyi duymamıştı fakat sözün sonunun gideceği yeri anlamıştı. Başını sallayarak dinlemeye devam etti.

"On yılda, demiş kavak. 'On yılda mı?' diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak, 'Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!' Günler günleri kovalamış. Sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye, sonra yapraklarını düşürmeye ve soğuklar arttıkça aşağıya doğru inmeye başlamış. Endişeyle 'Neler oluyor bana ağaç?' diye sormuş. Ölüyorsun, demiş kavak. 'Niçin?' 'Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.'"

"Anladım, ben daha yirmili yaşlarda olduğum için..." diyecek oldu genç kadın.

"Hayır." dedi Kurtuluş, söz kesmek âdeti olmamasına rağmen. "Yaş değil. Tecrübe, yetkinlik... Siyasete ilk kez bu yıl girdin, değil mi? Avarya'da, Avrupa'da, dünyanın herhangi bir yerinde senden başka siyasete girer girmez parti lideri olan birini tanıyor musun?"

Kıvırcık saçlı kız sesini çıkartmıyor, fakat yüz ifadesi keskin bir öfkeyi yansıtıyordu. Bu adam, bu saygısız "moruk", enerji dolu gençliğini kesinlikle kıskanıyor olmalıydı.

"İl ya da ilçe teşkilatına kaydoldun mu? Ev ev gezdin mi? Seçmenlerle tek tek oturup partinin programını anlattın mı? İkna etmeye çalıştın mı partine karşı olan birini? Konuşmalarının ne kadarını sen yazıyorsun? Yoksa danışmanların seni hiç dâhil etmeden mi belirliyorlar ağzından çıkacakları? Mitinglerde attığın o nutuklar kimin fikri? Siyaset yapmayı biliyor musun?"

Kurtuluş mecliste Hakan'la aynı fikirde olmuş; onun meclisten uzaklaştırılmasını istemiş, başbakanın röpörtajına müdahale etmesinin kabul edilebilir olmadığını söylemişti. Bunu hatırlayınca iyice öfkelenen kadın "Siz bunları sorgulayamazsınız!" diye cevap verdi. "Böyle bir hakkınız yok. Anlıyorum, bir rakibinizi arka kapılardan saf dışı bırakmaya çalışıyorsunuz ama izin vermem."

"Rakibin olarak değil ağabeyin olarak söylüyorum."

"Siz benim ağabeyim değilsiniz!"

"Seni bu makamda tutanlar senin iyiliğini istemiyorlar!" diyen adamın sesi, kadının bağırmasıyla yükselmişti. "Başına çorap örüyorlar, anla artık!"

Yaz böyle bir şeyin mümkün olamayacağını düşündü. Yeni Gün liderinin söylediklerinden bazıları doğruydu, örneğin söylevlerinin neredeyse hiçbirini o hazırlamıyordu, siyaset profesörleri ve yetenekli yazarlardan oluşan bir ekibin elinden çıkıyordu. Uysal da bu ekibin içerisindeydi.

Ne var ki genç kadın, diğer parti liderlerinin de söylevlerini kendi başlarına yazmadığını biliyordu. Hepsinin bütün cümleleri didik didik eden bir ekibi, beyin takımı yok muydu? Kendisinin de olmasının ne zararı vardı?

"Bu arada röportajı böldüğünde söylediklerinin doğru olduğunu düşünüyorum." dedi Kurtuluş Aslan. "Bayan Alkan'ın aurası karanlık. Tam olarak onu suçlayacak bir şey yok elimizde, temiz geçmişi var gibi görünüyor ama tekinsiz birisi olduğu izlenimini veriyor."

"Hani kabul edilemezdi?" dedi genç lider. "Hani uyduruyordum? Ayrıca Bayan Alkan iyi ve dürüst biri. Ona çamur atmanıza izin veremem, ben gafletle öyle bir şey yapmış olsam da..."

"Mecliste uydurduğunu öne sürdüm, çünkü seni bu şekilde görevden aldırabilirim diye düşündüm ama olmadı." dedi içini çeken adam. "Unutma, hâlâ istifa etme şansın var. Bu şansı kullan. Söylediklerimi düşün, iyi düşün."

Başını çevirdi, koridordan ayrıldı, Yaz Larende'yi soru işaretlerinin iplerine dolayarak öylece bıraktı.

֎

A S L I

Aynı akşam
Varnata, Avarya

"Duydun mu?" dedi işaret parmağını havaya kaldıran Aslı Kristina Vult, sürmeli badem gözlerini tek eliyle tuttuğu gazete kâğıdından ayırmadan. Mavi puf koltuğa yaslanmış, bacak bacak üstüne atmış ve böylece küçük siyah elbisesinin etekleri hafifçe toplanmış; kâkülleri iki yana, uzun koyu kahverengi dalgalı saçları ise geriye savrulmuştu.

Birçok farklı şekilde sesleniyorlardı ona, baroda "Aslı Hanım", kimi arkadaşları "Aslı", daha samimi birkaç arkadaşı "Aso" ya da "Tina", aile içerisinde ise "Kristina". Kadın ise yalnızca "Aslı"yı seviyordu aslında.

Hâlâ yeni araladığı kapının eşiğinde bekleyen Görgü, "Neyi canım?" diye sordu.

"Derin Gırtlak var ya..." dedi dedikodunun suçlu heyecanıyla, gazeteyi indiren avukat. "Kimliği açıklanmış. Kendisi açıklamış."

Kumral saçlara, yuvarlak ve biçimsiz bir yüze sahip olan adam ilgisiz bir şekilde baktı. Koltuğa, nişanlısının yanına oturup "Kimmiş?" derken sırf nezaketen sorduğu belliydi.

"Mark Felt." dedi kadın, gazeteyi dizlerine çarparak. "FBI'ın eski başkan yardımcısı."

Ardından hararetle Derin Gırtlak'ın kim olduğunu anlatmaya başladı. Bu kod adı, 70'li yıllarda Amerikan başkanı Nixon'ın istifa etmesine neden olan Watergate skandalını ortaya çıkaran kişiye aitti. Watergate skandalı ise Cumhuriyetçilerden bir grubun Demokratların merkezine hırsız gibi girerek ses kayıt cihazları yerleştirmeye çalışmaları ve polis tarafından yakalanmalarıydı.

Kadın Amerikan yakın tarihine ait bir olayı ciddiyetle ve canlı bir sesle anlatırken Görgü sahte şaşkınlık tepkileri veriyor, "Aaa! Öyle miymiş?" demekle yetiniyordu. Babasının onu entelektüel biri olarak yetiştirmek için sarf ettiği tüm çabalara rağmen dünyadan habersiz, bir parça da saftı. Ağabeyi Mohaç gibi değildi. Kitap ya da gazete okumayı sevmezdi, isimleri aklında tutamazdı. Hele tarih, hiç ilgisini çekmezdi. Ailesinin ona aşılayabildiği tek değer, bağlanabildiği tek şey, Hristiyanlıktı.

Gülümseyerek dinlerken sessizliği bekledi. Diğeri yorulup susunca, Görgü cebinden kadife bir kutu çıkardı. Esmer kadının endişeyle karışık şaşkınlığının önünde "Biliyorum, yıl dönümü ya da özel bir gün değil ama içimden geldi." dedi ve kutuyu araladı. İçinde, beyaz altından kelebek şeklindeki kolye parlıyordu.

"Ya, teşekkür ederim." dedi elini ağzına kapatarak gülümseyen kadın. "Niçin zahmet ettin?"

"Uzat boynunu, takayım." dedi Görgü. Nişanlısı başını çevirdi, saçları adamın dizine değdi.

Aslı, "amca" diye hitap ettiği Hakan'ın uzak akrabasıydı. Sorumsuz bir hayat sürdüren, madde bağımlısı babası ve annesinin boşanmasıyla henüz ilkokul sıralarında yalnız kalmıştı. Bir süre yetimhanede yaşadıktan sonra amcası tarafından sahip çıkılmış ve bahtı buğusu silinen ayna gibi parlamıştı. İyi bir eğitim görmüştü, o güne kadar hiç deneyimlemediği sıcak bir aile ortamına kavuşmuştu. Neye sahipse amcasına ve Vult ailesine borçluydu, mesleğini, parasını, hatta sevdiği adamı.

Şükran içinde gözlerini kapattı, başını Görgü'nün omzuna yasladı. Yanağını okşayan serinlik, yarı açık pencereden gelen ve perdeleri uçuran rüzgârdandı.

Continue Reading

You'll Also Like

529K 76.4K 54
❝Dansımız müzikle değil, bıçaklarla olur. Dansçı ne kadar zarifse bir o kadar da ölümcüldür.❞ Karanlığın ve ışığın büyüsünün hüküm sürdüğü bir dünya...
18M 1M 51
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
13.5K 1.3K 18
❝𝖹𝖺𝗆𝖺𝗇 𝖻𝖺𝗓𝖾𝗇 𝗄𝖺𝗍𝗂𝗅𝖽𝗂𝗋, 𝗒𝖺𝗌̧𝖺𝗇𝗆ı𝗌̧𝗅ı𝗄𝗅𝖺𝗋ı𝗇ı 𝗈̈𝗅𝖽𝗎̈𝗋𝗎̈𝗋.❞ ********** "Neden?" Biraz da olsa sakinleşen yüz ifadem...
2.5M 134K 15
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.