Kalp İkizi (Umut Serisi 6)

By seyma_demir

196K 17.5K 6.5K

İnsan gördüğüne mi aşık olur, hissettiğine mi? Kader mahkumu olan Musa evvelden beri aşık olduğu Yüsra'dan me... More

2. İsa
3."Çelişkili Duygular"
4."Çıra ve Koca Meraklısı"
5. "Arsız"
6. "Baykuş"
7. "Suç Ortağı"
8."Kümes""
9."Şüphe"
10-"Görünen Yol"
11. "Buldum Seni"
Bana Öyle Bakma Satışta!
12. "Paratoner"
13. "Pinokyo/1"
13.Pinokya\2
14. "Sakar"
15. "Prangalar"
16. Sır
Duyuru
17. "Kibar"
17 "Beyefendinin Çiftliği"
18. "Selamet"
19. "İlk Adım"
20. "Kahve"
21. "Leyla"
Geçici Final

1. Musa

24.1K 880 268
By seyma_demir

Bir anadan, iki can doğdu. Aralarında sadece 5 dakika vardı. Önceden doğan çocuk, sarıp sarmalandı ve hemşirenin kucağında sustu. Sonradan doğan çocuk yaygaracıydı. Avazı çıktığı kadar ağlıyor, kimseyi kabul etmiyordu. Yorgun, bitik anne sonradan doğan çocuğu kucağına aldı. Bir çok çocuk doğurmuştu ama en seslisi bu güzel yüzlü erkek çocuğuydu. Sonradan anımsadı. "Diğerini verin bana." dedi. Temizlenmiş olan sessiz ikizi, diğer yanağına koydular. Çocuklar yüz yüze bakıyordu. Birbirlerine her anlamda hiç benzemiyorlardı. Daha önce de ikiz doğurmuştu kadın. Onların ne kadar farklı olabileceğini biliyordu.

Sessiz olan çocuk gözlerini açınca, nutku tutuldu. Gözleri sanki... Bilgece bakıyordu. Ona oracıkta, "Musa." adını fısıldadı. Ardından yaygaracı olan çocuğa döndü. Neredeyse gülümser gibi bir ifadesi vardı bu zayıf yanaklı çocuğun. Alnının kenarında kırmızı bir leke, onu asla karıştırmayacaklarına dair bir işaretti. "Bu güllü oğlan da İsa." diye fısıldadı.

Yorgun bedeni uykuya dalmadan önce, daha önce doğurduğu ikizlere ettiği duaların aynısını bu çocuklara da etti. "Onları birbirinden ayırma. Canları, ömürleri, emelleri bir olsun Allah'ım."

Günler geçti, ikizler büyüdü. Ömürlerinde ilk kez, 3 sene ayrı kaldılar.

...

Musa

Ellerine bulaşan mürekkepten bir haber, alnını ovaladı. Mürekkep alnında, tıpkı kaderinin yeni çizdiği acılı yol gibi koyu bir leke bıraktı. Yol uzadı. Şakaklarına doğru sivrildi ve beynine işledi.

Musa, eskisinden daha sessizdi. Daha içe dönük. Satırlarla arkadaş ve herkesle düşman. Yabani bir sokak hayvanını andırıyordu. En büyük korkusu artık buradan çıkmaktı. Çıkmak için saydığı günler neredeyse geride kalmak üzereydi. Dışarı çıkmasına bir aydan az vardı, artık özgür olacaktı.

Özgür... Kendi içinde hapis olan bir adam nasıl özgür kalabilirdi?

Musa buraya, yengesi ve yeğeni için girmişti. İğrenç bir adamın, kaza sonucu ölmesi sonucunda, üç yıl hapis cezasına tutulmuştu. Nefsi müdafaada bulunduğunu kabul eden Hakimler, geçmişinin temiz olması göz önüne alınınca cezasını kısa tutmuşlardı. Şu günlerde, iyi halden erken çıkması bile konuşuluyordu.

"Hoca!" dedi koğuş arkadaşı, elinde ki çayı masaya koydu ve teklifsizce oturdu. İnsanlar burada teklif etmezlerdi, rica etmezlerdi; isteyip istememen onları ilgilendirmezdi. Sevgileri de, öfkeleri de ölçüsüzdü. Ona "Hoca" diyorlardı. Bu eski mesleğine gönderme olan lakabı genç adamın canını yakıyordu. Sadece bir sene daha okuyup, "Hoca" diye anılacaktı. "Edebiyat Hocası."

Şimdi okumak, ders vermek, öğretmen olmakla ilgili hayalleri yok olmuştu. 

"Mektubun var."

Musa karıncalanan ellerine inat mektubu yavaşça adamın ellerinden aldı. Adam ona beklentiyle bakarken, Musa özel olan mektubu göğsünün iç cebine koydu. Ailesinden geldiğini bildiği bir tomar mektubu da masaya yaydı. 

Önceliği her daim, teklifsizce alan ikizinin mektubunu hemen tanıdı. Kirli çocuk, ona bir şeyler yazarken hep bir şeyler yeyip, içiyordu. Kirli parmakları da zarfta izini bırakıyordu. Musa, gülümseyerek parmaklarının onun parmak izlerinden geçirdi. Genzi yanıyordu. Özlem ve yalnızlık hissi, kalbine çörekleneli yıllar olmuştu ama ondan mektup aldığı her defasında yenileniyordu.

İsa.

Can kardeşi.

İkizi.

Onun sözleri en komiği, en haylazı ama aynı zamanda en can yakandı. Aynı karyolada yatmışlardı 20 sene. Büyümüş, sığamamışlardı ama baş-ayak yatmaya devam etmişlerdi. Anaları bir karyola daha almayı teklif etmişti. Oda büyüktü, sığabilirdi. Hep kavga eden ama asla ayrılmak istemeyen kardeş, hep bir bahane buluyor, yeniden onunla uyuyordu.

Yaygaracıydı. Rüyasında bile konuşurdu. Ayağını karnına, kafasına hatta bazen ağzına dayardı, Musa sabit yatmaktan her yerinin tutulduğunu halen anımsıyordu. Ama şimdi bunu özlemle hatırlıyordu. Yeniden yaşayamayacağını bildiği eski hatıralar, sadece canını yakıyordu.

Yaşayamazdı. Musa, artık kabuslar gören, karanlıktan korkan, öfkeyle uyanan bir yabancıya dönüşmüştü. Neden böyle olduğunu kardeşine nasıl açıklardı?

Mektubu saniyeler içinde okudu. Uzundu ama kitapları dost bellemiş Musa için, yeterince uzun değildi. Kalan sekiz kardeşinin mektubunu da aynı hızla okudu. Her hafta neden hepsinin birden mektup yazdığını anlamıyordu. İlk zamanlar pes edeceklerini düşünmüştü, onlara cevap yazmayacak kadar mecalsiz olduğu her haftada, pes etmelerini beklemişti. Ama bu onları daha çok yazmaya itmişti. Daha endişeli ve sorgulayıcı olmuşlardı.

Biricik yengesi Selnur da onlardan biriydi. Ama onun satırlarında ısrar yoktu. Sayfalar dolusu yeğenini, evini, bahçesini, kardeşlerini anlatıyordu ona. Sanki oradaymış gibi... Sanki hiç bu suçlularla dolu nezarethaneye düşmemiş gibi... Bazı bazı özürler gizliyordu satırlarına. Pişmanlıklar. Onun orada, kendinin burada oluşundan pişman gibiydi. 

Musa etraf kararıp, herkes ranzasına çekilene kadar ranzasında oturdu, kitabının ortasına koyduğu mektuba açmadan uzun uzun baktı. Elleri terlemişti. O özel mektubu açmaya hem ürküyor hem de sabırsızlanıyordu. Onu hayatta tutan, hayır onu hayatın güzelliğini hatırlatan yegane şey bu mektuptu. 

Kardeşlerine, annesine, yengesine haksızlık ediyor olabilirdi ama elinde değildi. Umudunun tükendiğini sandığı bir sabah, gardiyan ellerine krem rengi, kokulu ve kadınsız bir el yazısıyla işlenmiş satırları bırakmıştı. Musa neye uğradığını şaşırdığını anımsıyordu. O sıralar yüzü gözü yara içindeydi. Zor ayakta duruyordu. Ölümün ensesinde beklediğini düşünüyordu. Zayıflamış ve kendini tanıyamayacak kadar sakal uzatmıştı. 

Mektubu okuduğu günün akşamında, yüzünü aynaya dönmüş ve bu yabancı adamın gözlerinde, eski Musa'ya dair bir şeyler görmüştü.

Horultu sesleri duyuldu. Okuma gözlüğünü takan genç adam, yanı başında ki ufak lambaya satırları yaklaştırdı ve kalbi ritmini şaşırsa da, sindirerek okudu.

"Kasvetli Beyefendiye...

İyiliğinden bir haberim iki haftaya yakındır. Son mektubum kırdı mı seni? Sorduğum suallerden mi usandın? Bazen çok didikleyebiliyorum, elimde değil. Senelerdir yazdığımız her satır bana bu cesareti verdi. Yanılmış mıydım? Yoksa haddime değil mi, senin çıktığında ne iş yapacağını bilmek? 

Sana sayfalarca yazdığımı bilsen bu seni korkutur mu? Kendime engel olmaya çalışıyorum. Bir arkadaşımın söylediklerine göre, fazla ısrarcı kızlar erkekleri yıldırırmış... Bunu benden iyi kimse bilemez beyefendi... Israrcı olmamak için uğraşıyorum. Seni kaçırmaktan korkuyorum. 

Yanlış anlama, aklımda öyle romantik fikirler yok. Bir dost daha kaybetmek istemiyorum. Tüm kayıplarım yordu beni...

Bilmek istersin diye sana olanları anlatmayı görevim biliyorum. Komşumuzun kedisi, doğum yaptı. Evet, o çirkef kedi. Kendi kadar yaygaracı yavrularıyla mahalleye kan kusturuyorlar. Köpeğimi sormuştun geçen ay, yeniden mektup yazmasan da, köpeğimi merak edeceğini düşündüğüm için söyleyeyim. Sağlığı yerinde. Biraz daha tombullaştı ama onu yemeklerden uzaklaştıramıyorum. Arkamı döndüğümde herkes onu besliyor. Gerçi o hırsız köpek, kimse beslemese de kendine aşıracak bir şeyler buluyor. 

Bahçeye yeni bir yuva yaptım. Bu yaz yavrulamasını umuyorum. Veteriner imkansız olduğunu düşünüyor ama ben şimdiden yavru köpeklerin hasretiyle hayaller kuruyorum.

Beni sorarsan eğer...

Her şey aynı beyefendi. Mektuplarının azlığı dışında yakınacak pek bir şeyim yok. Köydeyim bu mevsimde. Ninemin yanında. Koyun sayıyor, bahçe belliyor, ekin ekiyorum. Belim çıkana kadar saman balyaları taşıyorum. Son zamanlar o tekmeci koyunu bile sağdım. Evet? Benimle gurur duyuyor musun? Tek aksilik, ikinci seferinde o keçinin elimi ısırması oldu. Korkarım elimde korkunç bir iz kalacak. Ama bu, yaptığım işten aldığım keyfi engelleyemez. 

Beyefendi. Galiba ben bu dünyaya çiftçi olmak için gelmişim. Sen ne diyorsun? 

Soru dolu bu mektubumun amacını anlamış olmalısın. Bana cevap yazmanı bekliyorum. Lütfen, lütfen yaz. Bu ıssız köy gecelerinde bana okuyacak bir kaç satır yaz... İhtiyacım var."

Musa biraz öfke, biraz hayal kırıklığıyla satırları yeniden okudu. Daha önce de hayal kırıklığından bahsetmişti ama bunun bir erkekler, bir çok erkekle ilgisi olduğunu asla ima etmemişti. Mektubu amacına ulaşacaktı. Musa kendine engel olamayarak kalktı ve karanlık odanın cılız ışığında satırları karaladı.

"Köy Kızı Hanımefendiye...

Sevgili Köy Kızı... Bu aralar sana böyle seslenmem gerekiyormuş gibi hissediyorum. Söze nasıl başlayacağımı bilmediğim iki hafta geçirdim yalnızca, sana ne yazmalıydım? Hep sessiz. Hep yalnız ve kasvetliyim. Sen ise köy havasında, güneş kadar sıcak kelimelerinle beni her zaman ki gibi büyülüyorsun.

Ey, keçilere fısıldayan kız. Ellerine dikkat et. Onlar, mektup yazman için gerekli. Kıymetli.

Sana bir şey sormama izin ver. Kim senin ısrarcılığına dayanamayan bu adamlar? Yanlış anlamadım değil mi? Bildiğini söylemişsin, o hayal kırıklığını tanıyorsun. Böylesine güneş saçan bir kızı kim hayal kırıklığına uğrattı?

Satırlarım öfkeli gelmesin sana... Sadece merakla doluyum. 

Hanımefendi... Çıktığımda orada olacak mısın? Yoksa bir masal perisi falan mısın sen? Belki de, beni işleten kardeşlerimin senelerdir oynadığı bir oyunsundur. 

Kim anlayabilir ki neye ihtiyacım olduğunu bu kadar? Bana hayatı bahşediyorsun kelimelerinle. Güneşi ve çimenleri koklatıyorsun. Beni özgür kılıyorsun Hanımefendi...

Lütfen, lütfen ben yazmasam da yaz. Satırlarım boş, satırlarım anlamsız, satırlarım yetersiz seninkilerinin yanında. 

Belki de yeteneğimi köreltiyor bu duvarlar ama şiirler karalıyorum mektupların gibi sayfa sayfa... Bunu bilmek mektuplarının sayısını artırır mı?

Eline krem sür, keçilerden uzak dur ve gece göğe bakarken şarkı söyle... Bunu çok yaparım. Seni şarkı söylerken hayal edeceğim. Bana kızma, hayalimde sadece siluetin olacak. Yüzünü asla yadıma düşürmeyeceğim."

Işığı kapattı. Yatağa yattı. Gözlerini yumdu ve kızın yüzünü hayal etti. Yusuf ağabeyinin evinin bahçesinde oturan o güzel kızı hayal etti...

Ama bir türlü yüzü gözünün önüne gelmedi. Onu unutmak canını yaktı. Kaşlarını kasarak düşünmeye çalıştı. Yüsra... Yeşil gözlü güzel kız... Bir kuğu kadar zarif, edepli ve nazik...

Ama sözleri ona ait değil gibiydi. O kız, canlıydı. Neşeli. Taze ve toy. Nasıl içinde böyle büyük bir ruh taşıyordu? Sanki yaşından kat be kat büyük konuşuyordu. Musa onun asla bu yanını görmemişti. Eskiden ona hayrandı. Ama mektuplardan sonra aşık olmuştu. Buna karşı koyamamıştı. O ilk mektuptan bu son mektuba kadar, ruhunun ikiziyle konuşuyormuş gibi hissediyordu. 

Ortak o kadar çok noktaları vardı ki, neredeyse bir ay boyunca sadece tek bir kitapla ilgili mektuplaştıklarını anımsıyordu. Genç adam özlemle ve hüzünle gülümsedi. Yusuf ağabeyi kız kardeşini asla ona layık görmezdi. Kız tıp mezunuydu, yurt dışında tahsil görmüştü, güzel ve herkesin göz koyacağı kadar akıllıydı. O kim oluyordu da, kızın kendine mektup yazması için ısrar ediyordu?

Mektuba öfkeyle baktı. Yırtmaya içi varmadı. Onu gönderecek ve elinden geldiğince duygularına kayıtsız kalacaktı. Bu sadece mektup arkadaşlığıydı. Daha fazlası değil...

Kelimelerin her birini ezberlemiş gibi, eski mektuplarını düşündü ve gözlerini yumduğunda, gözünün önüne bir siluet geldi.

O kız kadar ufak, naif ve kırılgan değildi bu siluet. Becerikli, elleri nasırlı, yüzünde bilge bir gülüş, ayakları yere sağlam batan bir kadındı gördüğü...

Ya aklını yitiriyordu ya da mektup arkadaşını kendi dilediği bir siluete dönüştürüyordu. Yüsra ulaşılmazdı. O kız koyunları sadece hobi için sağar, köpeklerini cins köpeklerden seçer, şık kıyafetlerle köyde bir turist gibi gezerdi.  Beş parasız bir mahkumla asla gönül işlerine girmezdi.

...

3. Yıl önce...

Bu hikayenin baş karakteri Yüsra'ydı. Ece, Eslem ve Selnur'a olduğu gibi, o da mutluluğu hak ediyordu. 

Rana, yani yan karakter onları sadece uzaktan izleyip, gıpta etmekle yetiniyordu. O düğünde Rana da vardı. Hani şu, sözleriyle insanı yerine mıhlayan genç adamın, Yüsra'ya aşkla baktığı düğünde...

Onu bir kaç kere görmüştü. Arkadaşları ortak olduğu için genellikle yengesi Selnur ve Ağabeyi Mehmet'in yanında gelir, ikizinin aksine sessizce herkesi dinler ve yoluna koyulacak işi yoluna koyardı. Düğünde de öyle yapmıştı. 

Rana, amacı kendine azıcık nefes alacak sessiz bir ağaç gövdesi bulmakken onunla karşılaşmıştı. Adam ona çarptıktan hemen sonra özür dilemiş, hızla kenara çekilmiş ve başını eğmişti...

Bu tatlı, naif, efendi hareket genç kızın içinde bir şeyler uyandırmıştı. Ona seslenmek istemişti. Beyefendi, demek istemişti. Ona çok yakışırdı bu kelime. Öyle efendiydi ki, adeta adımları karıncaları incitmiyordu. Kelimeleri düzenli, diksiyonu kusursuz, hareketleri planlıydı. Rana eğer kusursuz bir erkek hayal etse, o bu adam olurdu. Bu genç adam...

Rana onun kendinden en az bir-iki yaş küçük olduğunu düşünüyordu. Utanması gerekirdi. Daha önce bir erkeğe asla bu şekilde, alalade bakmamıştı; bu erkek ondan yaşça da küçüktü. Yanlış değildi ama ona yanlış geliyordu. O, gerçek bir aşktan vazgeçeli aylar olmuştu. 

Daha geçen sene yaşadığı olayı anımsadı. En yakın arkadaşının sevdiği adamla sözlenmişti. Elbette, Eslem'in sözlendiği adamı, yani Enes'i sevdiğini hiç düşünmezdi. İmanlı, akıllı ve düzenli bir adam olduğu için, yaşı da artık geldiği için kabul etmişti. İçinde ki isteksizliğe direnmişti. Çünkü sevilmeyi arzu ediyordu. Çocukları olsun istiyordu. O da arkadaşları gibi mutlu bir evlilik yapmak istiyordu.

Şimdi o evliliğin mutluluğunu arkadaşı yaşıyordu; Rana, Eslem'in adına mutluydu, kocası ona deliler gibi aşıktı. Uğrunda neler yaptığı halen arkadaşlar arasında konuşulurdu. Onlar evli olduğu için, Rana fazla aralarına katılmazdı ama Ece her defasında Rana'yı da dahil etmeye çalışırdı.

Rana, Selnur arkadaşlarının düğününde adamı ve Yüsra'yı görmüştü. Yüsra, güzel, genç ve körpe görünüyordu. Mutluluğu havadan kapacak bir kızdı. Devamlı gülümsüyor ve bir ışıkla dolanıyordu, kimse dokunsa o gülüyordu. Kendi onu yanında kahverengiye benziyordu. Soluk ve belirsiz...

Kıskanmıyordu. Kahverengi olmaya alışıktı Rana. Ama ilk kez, Musa o kıza öyle baktığında, gökkuşağı gibi ışıklar saçmak istedi. Kalbi ağrıdı. Adamın gözlerinde ki özlem, Rana'nın içine oturdu.

Hem onun özlemini gidermek istedi, hem de o özleme sahip olmak...

O düğünden sadece bir kaç ay sonra, adam katil oldu. Yengesini kurtarırken bir adamı öldürdü. O naif beyefendi... Rana buna elbette inanmadı. Ardını bırakmadı. Kimse ona ne olduğunu söylemese de, Rana Musa'nın böyle bir şey yapacağına hiç inanmadı.

O perşembe, Selnur, Ece'ye ağlarken istemeden kulak misafiri oldu.

"Hızla kilo kaybediyor. Umutsuz. Onun için endişeleniyorum."

Rana, içeri girdi ve ses çıkarmadan yanlarına oturdu. Sözlerine devam etmesini kalbiyle diledi. Musa'dan bahsettiklerini anlamıştı. Bir kaç aydır içerideydi, onu öyle çok merak ediyor, öyle çok mektup yazmak istiyordu ki; bazen fütursuzca bunu yapmak istiyordu, kişiliğinin aksine. Çünkü Rana asla atılgan taraf olmazdı.

"Kendini tüketme. O da böyle olsun istemezdi, belli ki içeride iyi şartlar altında değil."

"Değil. Biliyorum. Bu ay bizi görmeyi reddetti. Üst üste üç kere. İnanamıyorum. Kesinlikle bir şey var. En azından beni görmeyi hep kabul ederdi. Son zamanlarda sessizleşti. Sakallarını kesmiyor, konuşmuyor, zor gülüyor. Ona ne yaptım?"

Selnur ağlarken, Ece onu sakinleştirmek adını sırtını okşadı. Kız yeni doğum yapmıştı. Acı içindeydi, duygu yüklüydü. Onun ağlaması normaldi. Eve giren adamın Selnur'a zarar vermeye çalışan biri olduğunu Rana anlıyordu. Kim Musa'nın yerinde olsa, aynısını yapardı.

Onun ağlaması pekala normaldi. 

Peki ya bu kendi yanaklarından damlayan yaşların sebebi neydi?

Rana, sessiz, katı ve kolay ağlamayan biriydi. Kuralcıydı. Daha yirmilerinin başında olmasına karşın,  kırklı yaşlarda bir kadının ağırlığını bünyesinde taşırdı. Asla yaramaz bir çocuk olmamıştı. Asla annesini üzmemişti. Veteriner olmak istediğinde, Hukuk okumayı bırakarak sessizce bu emeline ulaşmıştı. Tek aykırılığı buydu, bunu da ailesi desteklemişti.

Çekip çevirir, sevilir, severdi. Ama katıydı işte. Asla böyle ağlamazdı.

İç çekmemek için arkasını döndü ve sessizce gözlerini sildi. Ece ve Selnur'a çaktırmamaya çalışarak, abdest almaya gidiyormuş gibi kollarını sıvayarak eve girdi.

Erva ve Günnur'u kahve yaparken mutfakta bıraktı. Selnur'un evinin derinliklerine giderken utanıyordu ama buna engel olamadı. Orada amacına ulaşacağımı ümit ediyordu.

Küçük bir oda buldu, bu odada çalışmak için masa ve duvarında sayısız kitap vardı. Masa eskiydi, kitaplar da öyle... Ama masaya yayılan sayfalar yeniydi. Öğretmen olan Selnur da sık sık karalamalar yapıyor olmalıydı. 

Rana, izinsizce kağıtları karıştırdı. İçi suçlulukla dolsa da, emeline ulaşacaktı. Onu bir kitabın yanında buldu. Bir deste mektup... Selnur onlara değer veriyor olmalıydı. hepsini saklamıştı.

Rana utanarak mektupları aldı ve yanında taşıdığı kol çantasına sıkıştırdı. Bir tanesini alıp, adresini öğrenebilirdi. Ama o sözcükleri okumak istedi. Adamı, ailesi gibi tanımak istedi.

O akşam Yüsra da ziyarete geldi. Okulları tatildi, yengesi Erva ve kuzeni Ece'yi ziyarete gelmişti. Kızlar kaynaştı. Yüsra yine herkesi mest etti.

Rana, üzüntüyle kabul etti. Bu adamı sadece, bu kusursuz kızdan gelecek mektuplar mutlu edebilirdi.

Ece de zihnini okumuş gibi, "Bence ona Yüsra da yazmalı." diye duyurdu.

Rana, "Bence de." diye atıldı. İçi kan ağlasa da, Musa'nın iyi olmasını istiyordu.

Yüsra üzgünce gözlerini kıstı. "Ağabeyimin rızası olmadan kimseye tek satır yazmam."

Sözlerinde kibir yoktu, sadece toydu. Elbette ağabeyinin sözlerine değer verecekti. Orada, bir satırı için canını verecek bir adam yokmuş gibi davranmak, tam da onun yaşında bir kız için uygundu.

Sohbet orada son buldu. Rana hayretle, Musa'nın asla Yüsra'dan mektup alamayacağını anladı. Adam orada gitgide karanlığa gömülürken, Rana'nın burada elleri kolları bağlıydı. Neden bu kadar dert ediyordu? Neden bu kadar aklına takmıştı? Sözlendiği Enes'i bile sadece bir kaç saat umursamıştı. Yandığı kendi kaderiydi. 

Şimdi ise o genç adamın kaderine yanıyordu. Tüm bilgileri dört duvarda ölüyordu. Katillerle aynı havayı soluyordu. O katil  değildi, hayır. Rana buna inanmazdı. Ama duygularını her adam öyle bir yerde öldürürdü. Bir edebiyatçı olmak istediğini anımsıyordu. Şimdi sözleri, şiirleri, betimlemeleri de mi ölmüştü? Artık öğretmen de olamazdı.

Rana'yı o gece mektup yazmaya iten bunlardı. Bu düşünceler.

Ama mektubunda ki yanıltma tamamen delilikti. Ona adını dahi söyleyememişti. Rana, artık akıllı bir kız olmaktan çıkmıştı. O adamı hayatta tutabilmek için her şeyi yapabilirdi.

"Sayın Musa Beyefendiye... 

Beni anımsar mısınız bilmem. Sizi en son, Selnur ablamın düğününde görmüştüm. İyisinizdir umarım. Bir kaç satır yazmak güç değil, sizin orada yaşadığınız güçlüklerin yanında. Ben de düşündüm, neden bir arkadaş edinmeyesiniz kendinize? Arkadaşınız olmak istiyorum beyefendi. Umarım mektubumu hoş karşılarsınız."

İmzasını, "Tanıdık bir Hanımefendi." diye imzaladı.

Adamdan gelen cevap, Rana'yı yerle bir etmişti. Ama bunun suçlusu elbette Rana'ydı. Adamı bilerek yanlış yönelndirmişti.

"Sayın Tanıdık Hanımefendi.

Sizi tanımamak ne mümkün? Mektubunuzu aldığım iki gün içerisinde şaşkınlıktan cevap yazamadım. Buna ne kadar ihtiyacım olduğunu dahi bilmezken, siz, siz benim yüreğimi okudunuz.

İhtiyacım var. Bir arkadaşa yani. Mektubunuz aylardır sanki ilk kez koğuşuma güneş doğmuş gibi hissettirdi. Ağabeyinizin kızmayacağını sadece ümit edebilirim. Ama rica ederim, kendinizi zora sokacaksa yazmayın.

Yazmayın dedim üst satırda ama korkuyla ekliyorum. Lütfen yazın ama ağabeyinize duyurmayın. Onun ne denli korumacı bir adam olduğunu biliyorum. Canınız sıkılsın istemem ama sözcüklerinizden vazgeçmek, yaşamaktan vazgeçmek gibi.

Deli bir adamın satırlarına benziyor yazdıklarım. Ama burada ölüm kadar sessiz gece vaktinde size cevap yazarken, aklımın son kırıntılarını topluyorum. Çok korkuyorum hanımefendi. Aklımı yitirmekten korkuyorum.

Eğer akıl sağlığım sizin için ufacık bile değer taşıyorsa, beni kelimelerinizle kendi akıl hastanemden kurtarın. " 

Onu Yüsra sanmıştı. Rana'nın yüreği ona gerçeği söylemeye el vermedi. O yalvarışı... O çaresizliği... Sanki kollarında acıyla kıvranıyormuş da, bağırarak söylüyormuş gibi gözlerinin önüne gelen bir hayal gibiydi. Bir kabus. Bir ödül.

Rana, ona cevap yazdı. Ve her hafta karşılığını buldu. Adama aşık oldu. Hem de öyle bir aşk ki, Ece'nin kocası Ali için senelerdir kıvrandığı kadar çok kıvrandı. Kimseye anlatmadı, sessiz gecelerde mektuplara sarılarak ağladı. Şehirler ona dar geldi. Her yaz, ninesinin yanında, köy gecelerinin sessizliğinde ağladı. Koyunlar melerken, horozlar sabahları uyandırırken, kuşlar cıvıldarken, ninesi eski bir ezgi mırıldanırken özlemle yandı.

İnsan, göz göze bakmadığı bir adama nasıl özlem duyardı?

Rana kelimelerinin içinden fırlayan o adamı özledi ve onun yavaş yavaş karanlıklaşmasıyla yas tuttu. Eski beyefendi yerini ketum bir adama bırakmıştı. Genç bir delikanlı değildi artık o. Sessiz, acılı, yaşamış ve umutları tükenmiş bir adamdı.

Rana, onu kollarına alarak hayata döndürmek istiyordu. Ama yalanın içine batmıştı. Adamın satırlarında hayranlıkla yazdığı kız o değildi, Yüsra'ydı. Dışarı çıkınca ona değil, Yüsra'ya koşacaktı.

Muhtemelen yalanı ortaya çıktığındaysa, bir yabancıdan beter, bir yalancı olacaktı. 



















































































































Continue Reading

You'll Also Like

191K 22.3K 62
Portakal Kabuğundan MASAL olur mu? Ben yazarsam olur :) Portakal Kokulu Kız'ın arkadaşı Pelin ve tuzlu deniz kokulu adamın arkadaşı ağır adam Öm...
3.1K 2.8K 30
Acılarımla yüzleşmeye ve onları benimsemeye başlamıştım artık, yitirdiğim sevgilim için yaktığım ağıtlarla ve geçip giden o güzel günlerle ayakta kal...
1M 56.7K 54
"Gülmeyi sevenlere ithafen..." Bir derginin genel müdürü olan Ali Ömer Erez; görünürde çapkın, hovarda ve ciddi ilişkiden kaçan bir adamdır. Tamamıyl...
20.7K 2.3K 30
Siyanür zehirlenmesi yaşıyorum. Gülüşü bir çeşit zehir. Bu yol bağımlılığa varmadan öldürüyordu. O denli etkili. Belinden tuttuğum gibi yere indiriy...