Kırmızı Anahtar

By EsraCanlii

3.8M 202K 232K

Tüm Türkiye'de aranan azılı bir kanun kaçağı ve onu asıl kimliğini bilmeden evine alan gazeteci bir kızın hik... More

OKUMADAN BAŞLAMAYINIZ!
Bölüm 1: Kapımdaki yabancı
Bölüm 2: Redkey
Bölüm 3: Tarhana ya da menemen
Bölüm 23: Bir Dünya Başkanlığı Modeli - 2. Kitap
Bölüm 24: Baltalı İlah Redkey, Data Meselesi ve Bir Telefon
Bölüm 25: Ben Düşerken Gündemden Sessizce...
Bölüm 26: Lütfen, Lütfen, Lütfen...
Bölüm 27: Günler
Bölüm 28: Öfkeli Patron, Tuhaf Bir Anketör, Daha Tuhaf Bir El
Bölüm 29: 'Redkey'le Tanışmak İster Misin'
Bölüm 30: Redkey İçin Geri Sayım
Bölüm 31: Koku
Bölüm 32: Redkey'in Sırt Çantası ve Şifre Sorunsalı
Bölüm 33: Hayatımın Casusu
Bölüm 34: 'Merhaba Redkey'
Bölüm 35: Sevgili Redkey
Bölüm 36: 'Beni Yarın Da Sevecek Misin?'
Bölüm 37: 'İsabetli Tercih'
Bölüm 38: Yeni Bir Yıl Eski Bir Yara
Bölüm 39: 'Okyanusun Kıyısında'
Bölüm 40: Ev
Bölüm 41: Geçmişin Anahtarı
Bölüm 42: '1Numaralı Şüpheli'
Bölüm 43: 'Güvercin De Uçurur Muyuz?'
Bölüm 44: 'Burada İşler Üç Şekilde Yürür!'
Bölüm 45: 'Dünya'yı Satan Adam'
Bölüm 46: Her Şeyin ve Hiçbir Şeyin Kutusu
Bölüm 47: 'Güzel Çocuklar'
Bölüm 48: Sırlar ve Ölümler Üstüne
Bölüm 49: Yeni Yetme Bir Gangster
Bölüm 50: Zincirkıran(2. kitap sonu)
Bölüm 51: Şekerin Tadı - 3. Kitap
Bölüm 52: Hakkında Soruldu
Bölüm 53: 'Suç değil rövanş'
Bölüm 54: Bekleyişler - I
Bölüm 55: Bekleyişler - II
Bölüm 56: Yanılgı
Bölüm 57: Ödenmemiş Bir Hesap
Bölüm 58: Yol Ayrımı
Bölüm 59: Gördüğümüz Şey, Baktığımız Yer
Bölüm 60: Şüphe - Evin İçinde...
Bölüm 61: 48 Saat
Bölüm 62: Masumiyet Karinesi
Bölüm 63: 'Karmaşa'
Bölüm 65: 'Tesir altında'
Bölüm 66: Uyanmak II
Bölüm 67: Kefaret
Bölüm 68: Bir Kelebek Kanat Çırptı...
Bölüm 69: Yeşil Kasa - 3. Kitap sonu
Bölüm 70: 'Bazı bedeller ağırdır' - 4. Kitap
Bölüm 71: 'Deniz Bitmez'
Bölüm 72: 'Canavar'

Bölüm 64: Bin Basamaklı Merdiven

22.5K 2.6K 1.9K
By EsraCanlii

***

♫ Bölüm Sonu Şarkısı: X Ambassadors - Unsteady ♫

***

"Hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, her şey hatırlandığı gibi..."

Barış Bıçakçı, 'Aramızdaki En Kısa Mesafe' isimli kitabında, 'hatırlamanın' insan yaşamı üzerindeki etkisini tanımlarken, hafızanın beslendiği kaynağı mantıkla değil duygularla ilişkilendirdi.

Bu denklemde insan hafızası kaydını yaparken, yaşadığı anı değil, o an esnasında nasıl hissettiğini zihnine kodlayacaktı. Bu sebepten ki kişi bir gün, hafıza defterini şöyle bir karıştırdığında karşısına çıkan kodlar, yaşadıkları değil, tüm o yaşantıların hissettirdiği anılar bütünüydü.

Ve işte burası 'his'lerin dümeni devraldığı yer; burası duygunun, mantığa çelmeyi taktığı en trajik virajdı. Çünkü bu virajdan sonra hatıralar, 'olan'ı değil, 'olmasını istediğin'i kulağına fısıldayacaktı...

Bu, yanıltıcıydı.

Tıpkı, harbiye mezunu Yağız isminde bir teğmenin 4 yıl kadar önce apoletlerini söktüğü o 'kaza' gecesini her anımsadığında olduğu gibi...

Yağız, o gece uçurumun kenarındaki bi' ağaç dalına tutunmuş bir arabanın içinde, sıkışmış halde kurtarılmayı bekleyen iki adamı, amcası ve dedesini var gücüyle oradan dışarı çıkarmaya çalışmıştı.

Ve 4 yıl sonra Yağız'ın hafıza defterinden kopan bir yaprak, aylar önce karlı bir yeni yıl sabahında, bir şömine başında ve kadehlerce şarap eşliğinde o geceyi bana tam olarak şu cümlelerle anlattıracaktı:

"Sıkıştığı koltuğu aralayıp amcam Turgut'u o yerden çıkarmaya çalıştığımda, işaret parmağıyla yan koltuğu gösterdi. Yan koltukta dedem Ali Sadi vardı. Bilinci kapalı görünüyordu. Ben 'önce seni' dedim amcama, 'sonra dedemi çıkaracağım.' Ama amcam inatla dedemi işaret edip önce onu kurtarmamı istiyordu."

Yağız, o gece amcası Turgut'un ölmeden önce işaret ettiği parmağın ucunda, sevginin ve merhametin olduğunu düşündü. Çünkü burası Yağız için kaderin o 'trajik' virajıydı ve o andan sonra hatıralar 'olan'ı değil, 'olmasını istediğin'i kulağına fısıldamıştı.

Oysa son 4 yıldır bir kez olsun hafıza merceğini sadece 'olan'a çevirebilseydi, Turgut'un parmağının sevgi ve merhameti değil;

'Haini' işaret ettiğini görecekti.

Fakat şimdi, aradan geçen onca zamanın sonrasında ise o 'hain', Yağız için, bir parmağın işaret ettiği yerde değil; açılıp kapanan bir çift gözün sustuğu kelimelerde saklıydı.

***

"Onu gördüm!"

Yara bere içindeki elleriyle abisinin bileğinden kavrayarak böyle söylemişti Çağla.

"Dedemi... Ali Sadi Saran'ı gördüm..." demişti. "Evin dışında! Yürürken! Konuşurken! Gördüm!"

Yağız ise tel tel ayrılmış ıslak saçları, yanlış iliklenmiş gömleği ile Çağla'nın dudaklarından dökülenleri, boşluğu döven gözleriyle öylece dinledi.

Çağla konuşmasına hıçkırarak devam ediyordu.

"Yürüyebiliyor! Konuşabiliyor! Hepimizi kandırmış! Bunca sene... Nasıl? O yattığı odadan... Nasıl abi? Neden yaptı bunu bize? Niye?"

"Çağla yoldaymış o sıra. Ali Sadi'yi öyle görünce... O anki şokla direksiyon hakimiyetini kaybetmiş. Aracıyla direğe çarpmış." Ses, Cemal Suphi'ye aitti. "Yara beresinin sebebi o... Ama Ali Sadi, Çağla'yı fark etmemiş..."

Kevin atıldı o an. "Kamera görüntülerini inceledik. Jemal da teyit etti. Adam, Ali Sadi'nin ta kendisi Boss... Sonra da hiçbir şey olmamış gibi eve gidip çatı katındaki yatağına yatabiliyor. Gerçekten felçli gibi!"

Yağız, yüzüne çöken kara bulutlarla birlikte dayandığı arabanın kapısından elini yavaşça çekti o an. Sonrasındaysa birkaç adım geri çıktı. Hiçbirimizin yüzüne bakmıyordu. Yerde gezen bakışları, hafif çatılmış kaşları ve giderek solan benzi, içine girdiği karmaşanın artçı sarsıntıları gibiydi.

Ayakları önce birkaç adım arkaya sonrasındaysa hızla öne yöneldiğinde arkasından adını seslendim.

"Yağız..."

En son ne zaman adını seslenerek onu gittiği yoldan döndürdün Deniz? Sen artık hiç kimsesin.

Ben peşinden ilerlerken Yağız'ın adımlarıysa önce evin garajına yöneldi. Ardındansa dışarı siyah bir ciple çıktığında gözlerime vuran farlarının tam önüne dikildim.

Elimi aracın kaputuna hızla vurarak adını bir kez daha haykırdım.

"Yağız! Nereye?"

Farların ışığı yüzümden çekildiğinde, Yağız'ın kırmızıya çalan gözlerindeki dehşetle bir an için yüzleşir gibi oldum. Sonrasındaysa içinde bulunduğu ciple birlikte tozu dumana karıştıran gidişiyle...

Ben Yağız'ın arkasından öylece bakakalmışken Kevin yolun ortasında dört dönüyordu. "Fuck! Fuck! Fuck! Ali Sadi'yi öldürmeye gidiyor! Anahtarlar nerede? Peşinden gitmemiz lazım!"

"Bende!" dedi, Cemal Suphi arabaya doğru hızlanırken. "Yakala!"

"Deniz Hanım! Benimle gelin, haydi..." O an birinin kolumdan çekiştirdiğini fark etmiştim. "İçeri girelim..." diyordu, "lütfen, benimle gelin."

Yaşadığım küçük irkilmeyle buzlarım çözülmüş gibiydi. Asu'ya ait olan sesin sahibine başımı dahi çevirmeden, ileriye doğru koşmaya başladım. Adımlarım Kevin, Cemal Suphi ve Çağla'nın bulunduğu araçta sona erdiğinde ise içerideki hiç kimse arabaya binmemi yadırgamış görünmüyordu.

Kevin gaza bastığında, rotamızın hedefinde Yağız'ların Sarıyer'deki evi vardı; ve orada Yağız'la Ali Sadi arasında yaşanacak olan o beklenen yüzleşme...

Fakat bir de orada bizi ve dahası Yağız'ı bekleyen etten bir duvar vardı; Yağız'ların evini 7/24 izleyen üniformalı polisler, dahası sivil polisler ve istihbarat... Ve polisler demiş miydim?

---

Yarım saat kadar sonra içinde bulunduğumuz araç Yağız'ların evinin yakınına geldiğinde Kevin ayağını gazdan yavaşça çekti. Evin dört bir yanından yükselen uzun duvarlar ve duvarların önünü mesken tutmuş birkaç polis otosu dışında ortalık sakin görünüyordu.

"Kevin..." dedim o an, Çağla'nın omzuma damlayan gözyaşları dışında arabanın içinden yükselen ikinci ses olarak. "Yağız...İçeride midir sence?"

Aynı anlarda çok yakınımızdan gelen şiddetli bir patlamanın sesiyle irkildiğimizde, Kevin sorumu hiç tereddütsüz yanıtladı:

"Şimdi içeridedir!"

Kevin'ın ağzından çıkan cümleyle birlikte kendimi hızla araçtan dışarı attım.

"Dennis, bekle!"

"Deniz! Dur!"

Şeklinde, arkamdan duyduğum seslere aldırış etmiyordum. Nefes nefese kalmıştım. Başım dönüyor, şakağımdan ağrılar giriyor, kalbim; ince bir hırkanın altında, kafesinden kurtulmaya çalışan bir kuş gibi çırpınıyordu.

Dakikalar önce Çağla'nın ağzından dökülen kelimelerin bilenerek keskin bir bıçağa dönüşmesine ve her birinin Yağız'ın sırtına saplanmasına an be an tanık olmuştum. İhanete tanık olmuştum. Bundan sonra hayatıma, kelimelerin sırta saplanan bir bıçağa dönüştüğü anı hiç deneyimlememiş gibi devam edebilir miydim?

Zihnim, Yağız'ın içinde bulunduğu çıkmazın sancısıyla allak bullak olmuşken telaşlı adımlarım ise ilerleyişini sürdürüyordu. Benzer anlarda evin etrafını saran güvenlik ordusu, yan sokakta gerçekleşen patlamanın olduğu alana doğru teyakkuza geçmişti. Bense bunu fırsat bilerek duvar diplerinden usulca geçip demir kapıyı aştım ve bahçeden evin ana girişine doğru koşmaya başladım.

Evin kapısını çalmak için elimi zile götürdüğüm anda ise kapı kendiliğinden açılmıştı. Sevinç Hanım, yanında evin üç hizmetliyse birlikte, patlamanın ne olduğunu anlamak için telaşla dışarı fırlamış görünüyordu.

Beni gördüğünde, yüzündeki telaşlı ifade katlandı.

"Deniz... Ne-... Ne oldu sana?"

Ancak benim Sevinç Hanım'a açıklama yapacak zamanım yoktu. Hiçbir şey söylemeden kendimi hızlıca içeri attım.

Salonun orta yerinden yukar kata çıkan merdivenlerin başına geldiğimde ise evin arka kapısından içeri kara bir gölge gibi sızan Yağız'ı gördüm.

Dudaklarımdan bir kez daha adı döküldü.

"Yağız... Yağız, bekle!"

Sonrasında Sevinç Hanım'ın, hizmetlilerin sesi gelmeye başlamıştı. O an kulaklarımda yankılanan her ses birbirine benziyordu. Yağız'ın hali ise daha önceki hiçbir haline benzemiyordu. Ordaki kimseyi görmüş yahut sesimizi duymuş gibi de değildi. Gözümün önünden bir yıldırım gibi geçerek elinde sertçe tuttuğu silahıyla birlikte adımlarını hızla merdivenlerden yukarı yöneltti.

Önce Yağız sonra ben... O önde, ben arkasında koşar adım üst kata doğru ilerliyorduk.

O gün, Yağız'la birlikte Ali Sadi'nin çatı katındaki odasına kadar adımladığımız basamaklar hayatımda aştığım en uzun merdivendi ve o esnada geçen o otuz saniyelik zaman dilimi ise hem o gün hem de daha sonrasında hayatımın en uzun geçen otuz saniyesi olarak kalacaktı.

---

Devasa büyüklükte bir oda... Yerde iki ince kilim dışında hiçbir şey yok. Büyük pencerelerden yerdeki ahşaba dek uzanan gri fon perdeler yarı aralık durumda. İçeri sızan esinti, fonun önünde havalanan beyaz tülü hafifçe kıpırdatıyor. İçerideki aydınlık, odanın pencereye bakan kısmında, sağında ve solunda kurulu cihazların ortasında yatan yaşlı bir adamı rahatsız etmeyecek kadar loş.

Adamın başucunda bir de hemşire var; serumu değiştirmeye uğraşırken, hızla açılan kapının gürültüsüyle irkiliyor. Sonrasında yaşadığı panik, kapıdan içeri giren yüzü ve o yüzün sahibinin elindeki silahı görünce daha da artıyor.

Hemşire, kendini apar topar odadan dışarı atarken onu böylesine paniğe sevk eden yüzün sahibi ise dipdiri öfkesi ile odanın tam orta yerinde dikiliyor ve yatakta hareketsiz halde yatan yaşlı adama, avını çembere alan yırtıcı bir hayvan gibi bakıyordu.

Yağız ve Ali Sadi Saran nihayetinde karşı karşıyaydı...

Yağız'ın kıpkırmızı kesilmiş gözleriyle yatağa doğru attığı her adım, Ali Sadi'nin yüzünde dehşetle karşılık buluyordu. Biraz önce hemşirenin koşar adım çıktığı kapının eşiğinde ise Sevinç Hanım, Cemal Suphi ve Kevin'ın gölgeleri belirdi. Fakat hiçbirinin Yağız'a ne yapıp ne yapmaması gerektiğini söyleyecek cesareti kalmamış gibiydi.

Peki ya senin... Senin kalmış mıydı Deniz? Sahiden mi?

"Torununa hoş geldin demeyecek misin... DEDE?"

Öfkeden titreyen sesiyle Ali Sadi'ye kurduğu ilk cümle bu oldu Yağız'ın. Ardından elini kulağına yaklaştırdı:

"Duyamıyorum?"

Ali Sadi, yatağında kımıldamaz halde öylece dururken Yağız ise konuşmasını sürdürdü:

"Yoksa beni gördüğüne sevinmedin mi? Halbuki çok uzun zamandır görüşemiyoruz seninle..." Yutkundu. "O halde aramıza giren bunca zamandan sonra biraz dertleşelim seninle, ha?" İki elini hızlıca çırptı. "Haydi başlayalım! Şimdi... Sana daha önce hiç duymadığın bir hikaye anlatacağım... Ki bu, sohbetimiz için harika bir başlangıç olacak! Dinle..." Elinde tuttuğu silahla odanın içinde volta atmaya başladı.

"Bir varmış bir yokmuş... Evvel zaman içinde, günlerden bir gün, adaleti hayatındaki her şeyin önüne koyan dürüst bir savcı, savaştığı kötü adamlar tarafından haince öldürülmüş... Bu savcı, aynı zamanda köklü, zengin bir aileden geliyormuş. O yüzden cenaze töreni de bir o kadar şaşalı yapılmış... Bakanlar, milletvekilleri, çok sayıda bürokrat, ülkenin tanınan pek çok ismi cenazeye bizzat iştirak etmiş... Bu savcının bir de oğlu varmış. O zamanlar lise çağlarında olan çocuk, cenazenin düzenlendiği o gün korkunç bir şey fark etmiş... Babasının katilleri o gün oradaymış; süslü çelenkler göndererek cenazede ön önlerde saf tutan o çok önemli adamların savcının infazında parmağı olduğunu anlamış... Ve çocuk, o gün, yaşının kaldırabileceğinden çok daha ağır olan bu yükü omuzlarken kendine de bir söz vermiş... Babasının ölümünde payı olan her kim varsa, en üst tabakadan en alt tabakaya dek, onları cezalandırmadan asla durmamak için kendine söz vermiş... Sonra gel zaman git zaman, yıllar bir birini kovalarken çocuk büyümüş. Kendine verdiği söz de öyle... Artık savcının katillerini bulmaktan çok daha fazlasını yapmak istiyormuş... Ve yapmış da... Sadece babasını öldürenlerin peşine düşmemiş, adaletin sağlanmasının önünde duran her kim varsa, hepsine, her birine karşı savaşmaya başlamış... Karşısına çıkan herkesi, tek tek... EZMİŞ! GEÇMİŞ!" Kıpkırmızı kesilen gözlerine, şakağından süzülen terler karışıyordu. Elleriyle yüzünü hızlıca sıvazlayarak derince bir nefes aldı.

"Ama... Ama... Nedense esas katili bir türlü bulamıyormuş." Ellerini yukarı doğru kaldırarak hızlı hızlı hareket ettirmeye başladı. "Yoluna çıkan herkesi yok ederken, koca bir ülkenin kaderini tek bir elekten geçirirken, hükümeti değiştirirken, sistemin çarkıyla oyuncak gibi oynarken... O'na ulaşamıyormuş! Halbuki O'nu bulmak için elinden gelen her şeyi yaptığını düşünüyormuş. Pirinçteki taşı ayıklamak gibi... Bir pisliği nerede ararsın? Pisliğin içinde ararsın... Orada aramalısın! Böyle düşünmüş... Bu yüzden ki herkesin çöpünü aktarmış... O'nu bulabilmek için her taşın altını kaldırmış, her delikten geçmiş, her çer çöpün içine defalarca bakmış. Yıllarca yapmış bunu... Ama yine de O'nun izine bir türlü rastlayamamış! Peki, neden... Neden biliyor musun? Bak işte burası hikayemizin en acıklı kısmı; Çünkü pisliği hep dışarda arıyormuş! Hep dışarısını süpürüyormuş..."

O an, başını yavaşça bana doğru çevirdi. Öfke ve hüznün kıskacında kızaran gözlerindeki nemle bir müddet bana baktı. Ve sonrasında ağzından kısa süre önce bizzat benim ona söylediğim o malum kırık dökük cümleler döküldü:

"Oysa asıl pislik içerideymiş... Evindeymiş. Temiz olmayan, kendi eviymiş!"

Yüzünde oluşan histerik gülümsemeyle bir süre kadar öylece kaldı. Yatağında hareketsiz halde yatan Ali Sadi'nin kalp atışlarını gösteren cihaz o anlarda en şiddetli zikzaklarını çizerken ise Yağız, ayak ucunda dikildiği karyolayı iki eliyle aniden kavramıştı.

"Ve gelelim hikayenin sonuna... Sonunda ne olduğunu merak ediyor musun? Şöyle ki..." Parmaklarıyla tırnak işareti yaptı. "...'Kahramanımız' finalde nihayet evinin yolunu doğrultuyor. Ve orada, evinin içinde, o dört duvarın arasında; O'nu buluyor..." Sıktığı çenesi titrerken yüzüne zoraki bir tebessüm yayıldı. "O'nu... Aradığı o son kişiyi, babasının katilini, 13'üncü Şahbozan'ı buluyor..." Yutkundu. "...Ah, elleriyle öldürebilmek için O'nu... Ne çok bekledi..."

Yağız'ın ağzından dökülen son cümleyle birlikte kapının eşiğinde duran Sevinç Hanım'dan bir çığlık koptu. Ali Sadi'nin ise nefes alışları sesli bir hırıltıya dönüşmüşken saatli bombayı anımsatan nabzı yükselmeye devam ediyordu.

Fakat Yağız'ın söyleyecekleri henüz bitmemişti:

"TORUNUN EVİNE GERİ DÖNDÜ, DEDE!" Göz pınarından taşan nemi gömleğinin koluyla silerek gülümsedi. "Ve artık masallar, hikayeler, oyunlar sona erdiğine göre... Sence de biraz gerçeklerden konuşmamızın zamanı gelmedi mi?"

Derin bir nefes alarak parmağını kaş bitiminde gezdirmeye başladı. Aklını tamamen yitirmiş gözüküyordu.

"Haydi ama... Bu sessizliğin, bu durağanlığın can sıkıcı olmaya başladı. Torununu böyle mi ağırlayacaksın sahiden?" Başını sağa sola salladı. "İki medeni insan gibi konuşmak istiyorum sadece... Şu şeyleri yani, biliyorsun, senin şu öldürme olayları, cinayetler, döktüğün kanlar, babamın arabasına yerleştirilen bombalar, ufak tefek suikastlar, örgüt liderliği gibi meseleler falan... Ha? Halledelim artık aramızdaki şu olayı. Haydi, çık artık yatağından... Altını ıslatmış çocuk gibi davranmana gerek yok. İkimiz de yetişkin insanlarız, değil mi? Haydi, kalk..."

Halen kımıldamaz halde ve dehşete düşmüş gözlerle kendisini izleyen Ali Sadi'nin karyolasını iki eliyle bir kez daha sertçe kavradı o an.

"Haydi. Ayağa kalk!"

Kaşlarını yukarı çekerek bembeyaz kesilmiş dudaklarını diliyle nemlendirdi.

"Ayağa kalk, dedim!"

Bu kez sesi, bir öncekinden çok daha gür çıkmıştı.

Ve ardından nemli gözlerini hızlıca kapatıp açarak yatağın ayakucuna sert bir yumruk geçirdi.

"AYAĞA KALK LAN! AYAĞA KALK!"

Fakat Yağız'ın ağzından dökülen cümleler Ali Sadi'de hiçbir karşılık bulmuyordu. Ne cevap veriyor ne ayağa kalkıyor ne de herhangi bir uzvunu hareket ettiriyordu.

Yağız, bu kayıtsızlığa çok değil, belki beş belki de on saniye kadar tahammül edebilmişti. Sonrasında yatağın başucuna doğru hızla attığı birkaç adımla Ali Sadi'yi yakasından kavradığı gibi sertçe yukarı kaldırdı ve havada sarsmaya başladı.

Benim ağzımdan o anlarda kopan minik çığlık, kapının hemen eşiğinde duran kalabalığı da hareketlendirmişti.

"Yağız..."

"Yağız, Yağız sakin ol..."

İçinde Yağız'ın adı ve sakin olması gerektiğini söyleyen kelimeler barındıran cümlelerimiz kendisi tarafından pek de işitilmiş gibi değildi.

Ali Sadi'yi bir süre yakasından sarstıktan sonra daha da yukarı kaldırdı ve cılız gövdesini, karyolanın üstündeki duvarda bulunan çiviye, tıpkı derisi yüzülecek bir hayvan gibi, pijamasının ensesinden astı.

"Sana! Ayağa! Kalk! Diyorsam! Ayağa kalkacaksın lan! Ha... Ama hala rol yapmakta ısrarcıysan, DEDE(!) O halde beni böyle dinlemende de hiçbir mahsur yok!"

Sesi, dört duvarda yankılanırken yüzü, öfkeden kırmızıya dönmüştü.

"Ne veriyorlar sana? Ha... O az önce odadan çıkan hemşire..." Yatağın hemen yanında bir cihazında ucunda takılı olan serumu eline alarak sallamaya başladı. "O kadın bunun içine ne enjekte ediyor ki... Seni bir anda HOP! Ayağa kaldırıyor. Ve sonra bir anda HOP! Tekrar yatağa döndürüyor, ha?" Serumu, yakasından takıldığı bir çivinin ucunda çırpınan Ali Sadi'nin gövdesine çarptı. "4 YILDIR, LAN! 4 YILDIR! Nasıl yaptın bunu? Hepimizi ayakta uyutmayı başararak..." Ellerini hızlıca çırpmaya başladı. "Ama bravo! Bravo... Alkışlar 4 yıllık uzun metraj gösterinin sonunda Ali Sadi Saran'a gidiyor! OĞLUNU GÖZÜNÜ DAHİ KIRPMADAN ÖLDÜREBİLEN ADAMA!"

Bir süre kadar kızaran gözleriyle güldü. Elleriyle yüzünü defalarca sıvazladı, gömleğinin birkaç düğmesini daha açtı, odanın içinde sayısız kez volta attı. Ne yaptığını ne yapması gerektiğini kestiremiyordu. Biz de öyle...

Bir dakikaya yakın süren sessizliğin ardından adımlarını yeniden Ali Sadi'nin duvarda asılı gövdesine yöneltti.

"Biliyor musun?" Sesi, kendi kendine hayıflanır gibi çıkmıştı. "4 yıl önce, o gece... Amcamla birlikte uçurumun kenarındaki o arabanın içindeyken..." Yutkundu. "Ben... Önce amcamı kurtarmak istemiştim. Önce onu çıkartacaktım o arabanın içinden... Ama o... O, göğsüne giren cam parçası yüzünden konuşamıyordu. Sadece... Sadece parmağını yukarı kaldırdı ve yan koltukta duran seni işaret etti... Parmağıyla seni gösterdi! Ben... Ben önce benden seni kurtarmamı istediği için bunu yaptığını düşündüm. YILLARCA! Böyle düşündüm." Yüzüne acı bir tebessüm yayıldı. "AMA YANILMIŞIM, DEDE(!) Çünkü amcam aslında kurtarmamı değil almamı istediği canı işaret etmiş! HAİNİ İŞARET ETMİŞ!" Gözlerindeki öfkeli nemi yeniden gömleğinin koluyla silerek devam etti:

"Ve dahası ne, biliyor musun? Hayatım boyunca ben... Ben hep kendimi zeki bir adam zannettim. Yağız Saran! Şüphesiz her şeyin en iyisini bilir, en doğrusunu yapar. Bir şeyler olur, olur, olur, olur ama en nihayetinde benim verdiğim son şeklini alır! Son sihirli dokunuş! Ben... BEN BÖYLE BİRİYDİM! Gözünün önünde duranı göremeyecek kadar kör, dört duvar arasını gözetemeyecek kadar ahmak, siktiğimin yaşlı bir herifi tarafından ayakta uyutulacak kadar aptal biri değildim! AMA ÖYLE BİRİYMİŞİM! Aptalın, ahmağın biriymişim! Ben... Buymuşum..."

"Yağız-..." Elim hafifçe koluna dokundu o an. Bir şeyler söylemek istiyordum. Bir şeyler... 'Değilsin, öyle biri değilsin. Ahmak ya da aptal değilsin. Bu yaşadığın çok normal... Ondan şüphe duymadın çünkü şüphe kalkanlarını ailemize kaldırmayız, orası güvenli bölgemizdir, savaş pisti değildir. Senin ne suçun var ki?' Böyle bir şeyler söylemek istiyordum.

Söyleyemedim.

Kaldı ki o anlarda Yağız, etrafındaki her şeyden tamamen soyutlanmış gibiydi. Boşluğu döven gözleriyle yatağın ucundan birkaç adım geri çekildi. Duraksadı... Kaşlarının ortası, bir şeyleri ölçüp tartmaya çalışır gibi kırışmıştı. Ardından bakışlarını kısarak ellerini iki yana açtı ve yeniden Ali Sadi'nin üzerine doğru yürüdü.

"Neden?"

Önce cılız çıkan sesi sonrasında çok daha güçlü çıktı:

"NEDEN? Bana tek bir neden ver! Kahrolası tek bir neden göster! Pis işlerine taş koyduğu için babamı öldürttün, bunu öğrendiği ve dahası her şeyi ortaya çıkaracağı için amcamı kaza yapmaya zorladın ve onun da ölümüne yol açtın... PEKİ, NEDEN DURMADIN? Benden neyin intikamını aldın? Neden benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynadın, neden? Etrafındaki herkesi Reşat dahil, piyon yaptın. O çocukları öldürttün... Beni... Defalarca beni... Dahası, bu işle tek bir ilgisi dahi olmayan kadını, sevdiğim kadını... Öldürmeye çalıştın? NEDEN LAN, NEDEN? Amacın beni durdurmak, engellemek değildi! BUNDAN ZEVK ALDIN! Seni arayışımdan, boş yere çırpınışlarımdan... ZEVK ALDIN. LAN. NEDEN?"

Ali Sadi, pijamasının yakasından asıldığı duvar dibinde giderek moraran suratı, kızaran gözleri ve titreyen dudaklarıyla öylece Yağız'a bakmaya devam ediyordu.

Yağız'sa bir süre nefret dolu gözlerini Ali Sadi'nin yüzünde gezdirdi. Ardından iki eliyle adamın yakasına yeniden yapıştı ve sıktığı dişleriyle bir kez daha aynı soruyu bu kez fısıltıya benzer sesiyle sordu:

"Neden lan! Orospu çocuğu neden?"

Sonrasında ani bir hamleyle Ali Sadi'nin çiviye takılı cılız gövdesini duvardan indirerek yaşlı adamı hızla yere çarptı. O anlarda Ali Sadi'ye bağlı olan pek çok cihaz da şiddetli bir gürültüyle yere devrilmişti.

"KONUŞSANA OROSPU ÇOCUĞU! KONUŞSANA, NEDEN YAPTIN?"

Yağız, var gücüyle yerde yatan Ali Sadi'nin karnına ardı ardına sert tekmeler atmaya başlamıştı.

Ben ne yapacağını bilemez bir halde Yağız'ın kolundan asılırken Sevinç Hanım'ın hıçkırıkları arasında ilk defa Kevin'ın sesi duyuldu.

"Boss! Adam ölecek! Yapma! Önce konuşturmamız lazım!"

Fakat Yağız hiçbirimizi umursamıyordu.

"Yağız!"

Bu kez ses Cemal Suphi'ye aitti. "Öldüreceksin, dur artık!" Yağız'ı kolundan ittirerek Ali Sadi'den uzaklaştırdı. "Adam bize canlı lazım!"

"Karışmayın bu işe!" Yağız, parmağını öfkeli gözlerle Cemal ve Kevin'a doğrulttu. "Konuşacak hiçbir şey yok!" Ardından Ali Sadi'yi yakasından tekrar kavradı ve olanca gücüyle bağırdı. "Çünkü düşündüm de... NEDEN, NEDEN, NEDEN? Bu soruları bu aşağlık, zavallı orospu çocuğuna sormak oldukça saçma bir fikirdi! NEDEN Mİ YAPTI? Hiç önemli değil. Çünkü bana vereceği hiçbir cevap aslında SİKİMDE BİLE DEĞİL! Yaptı mı yaptı! Önemli olan bu! Yaptı!" Adamı, tekrar hızla yere fırlattı. Ve sıktığı dişlerinin arasından fısıldadı:

"Öldüreceğim onu!"

Silahını eline alıp sürgüsünü çekerek kan revan içinde yerde yatan Ali Sadi'nin üzerine doğrulttu.

"ÖLDÜRECEĞİM ONU!"

O anlarda Cemal ve Kevin aynı anda aynı kelimeyi haykırdı:

"YAPMA!"

Fakat Yağız'ın bakışları silahı eline alarak Ali Sadi'ye doğrultuşunun üzerinden geçen üç beş saniye sonrasında birden değişti. Öfkeden kızaran gözleri, şimdi yerdeki yaşlı adama değil elinde tuttuğu silaha bakıyordu.

Silahta fark ettiği terslik onu çok daha öfkeli hale getirmişti. Kızgın bakışları bir süre silah ve odada duran bizler arasında gidip geldikten sonra tabancasının tetiğine hayal kırıklığı içinde defalarca kez bastı.

Bense o anlarda Yağız'ı yanağımdan süzülen gözyaşları ve elimde sıktığım bir avuç mermi çekirdeği ile izliyordum.

"Hayır, hayır, hayır!" Yağız, silahından bir türlü çıkmayan kurşunlar karşısında dehşete düşmüş gibiydi. "Öldüreceğim onu! Öldüreceğim! Öldüreceğim..."

Silahını hızla yere fırlatarak dizlerinin üzerine çöktü. Bu kez silahı, kurşunları değil Ali Sadi'nin yüzünde patlayan yumrukları oldu.

"Öldüreceğim, öldüreceğim!"

Ardı ardına vurduğu yumruklardan sonra nefes nefese bir halde yerde duran silahını geri aldı.

"NEDEN? NEDEN? NEDEN?"

Boş bir şarjör tarafından ihanete uğramış gibi bu kez 'neden'lerini silahını yöneltmişti.

O anlarda yavaşça yanına oturdum. Ve bir elimle Yağız'ın yüzünü kavrayarak kendime doğru çevirdim. Kıpkırmızı gözleri, şimdi tam da gözlerimin içine bakıyordu.

Bense önce göz pınarına dolan ıslaklığı başparmağımla hafifçe sildim, ardındansa cevap arayan gözlerine, diğer elimi işaret ettim. Yumruğumu araladığımda, avcumun arasından kayıp giden ve her biri zemine yayılan mermilerin çıkardığı ses odada yankılanmaya başlamıştı.

"Üzgünüm..." dedim, Yağız hayal kırıklığı içinde, yere saçılan mermileri izlerken. Sonrasında iki elimle yüzünden kavradım. "Ama... Bu şekilde olmaz. Böyle değil... Sorularına cevap almadan değil... Yüzleşmeden değil, Yağız... Bunu şimdi yaparsan, eğer onu şimdi öldürürsen, kalan tüm ömrünü o 'neden'e cevap arayarak geçireceksin. Ömrün boyunca pişman olacaksın." Ellerimin arasında direnen yüzünü bu kez daha sıkıca kavradım.

"Yağız! Elindeki silahın çalışmamasının bir nedeni vardı. Tetiği ne kadar çekersen çek ateşleyemedin onu... Çünkü şarjörü boştu. Nedeni buydu... 'Neden'ler hayatımızda sürekli bir şeylere sebep oluyor Yağız... Her şeyin ama her şeyin mantıklı ya da değil, haklı veya haksız bir nedeni var..." Gözlerimle yerde yatan Ali Sadi'yi işaret ettim. "Ve şimdi sen onun 'neden'lerini öğrenmeden o tetiğe basarsan kalan hayatın boyunca bu soruya kendin cevap arayacaksın. 'Neden yaptı?' , 'Ne için yaptı?' Kendine sürekli bunu soracaksın. Bu yüzden bırak... Bırak cevabını o versin. Sonra... Sonra istediğini yap, ne istiyorsan yap... Ama önce... Önce yüzleşmen gerek..."

O anlarda Yağız'ın gözlerindeki öfke yerini yavaş yavaş hüzne bırakmaya başlamıştı. Benimse dudaklarımdan ona çok tanıdık olan birkaç cümle daha dökülecekti... Tıpkı, doğum günümde annemin sandığını bir teknenin başında denize bırakmamı isterken söylediği gibi...

"Yüzleşmelisin" dedim, titreyen sesimle "Ve sonra özgür bırakmalısın."

Cümlelerim tanıdık gelmiş olacak ki yerdeki mermilere dalıp giden bakışları o an yeniden gözlerimle buluştu.

Bense tekrar söze girdim. "Ama yine de hala aynı fikirdeysen... Eğer hala bunu şimdi yapmak istiyorsan sana engel olmaya çalışmayacağım Yağız... Hiçbirimiz çalışmayacağız." Ellerimi yüzünden çekerek bu kez elinden tuttum. "Sen her ne karar verirsen... Ben, biz... Senin yanındayız."

Sözlerimin ardından bir süre kadar bana bir süre kadar yerdeki mermilere ve mermilerin arasında yüzü gözü dağılmış şekilde yatan Ali Sadi'ye baktı.

Sonra yavaşça ayağa kalktı. Bakışları Kevin'a, Cemal dayıya, bir kenarda ağlayan Sevinç Hanım'a tek tek değdi. Sanki her birinin gözlerinde bir cevap arıyor gibiydi.

Kapının eşiğine geldiğinde ise gözleri bu kez benim gözlerimi bulmuştu.

O baktı, ben baktım. Konuşmak ister gibi aralanan dudakları, dışarı boş kelimelerle dönüyordu. Hem onun hem de benim...

Ardından adımları yavaşça odadan çıkarak evin merdivenlerine doğru yöneldi. Solgun yüzü, ter içindeki alnı, yanlış iliklenmiş siyah gömleği ve belirsiz adımları... Yağız, üç katlı evin merdivenlerinden ağır ağır inerken aşağıda salonun orta yerinde dikilen biri hemşire, dört kadın hizmetli, ne yapacağını kestiremez halde Yağız'ı izliyordu. Kadınların arkasında kollarını bağlamış halde dikilen Asu'yu görmem ise uzun sürmeyecekti.

O an uzun süren tek şey Yağız'ın koşar halde çıktığı merdivenlerden oldukça ağır olan inişiydi; aşağı doğru adım attığı her basamakta biraz daha yavaşlıyordu.

Bir adım, iki adım, üç adım...

Nihayetinde son basamağa geldiğinde bedenini usulca arkasına çevirdi. Şimdi bakışlarının hedefinde yeniden ben vardım... Öfkeden sıyrılmış gözlerine yerleşen hüzün, elinden şekeri alınmış bir çocuğun kırılganlığından daha farklı bir şeye benzemiyordu.

O sıralarda Asu, önünde duran dört kadını doğrulttuğu silahıyla birlikte salonun orta yerinden uzaklaştırırken merdivenlerin başında ise Kevin, Cemal ve Sevinç Hanım belirdi.

Fakat Yağız'ın gözlerindeki çocuksu hüzün, etrafımızda beliren ve uzaklaşan insan yığınlarının aksine hala en durağan hali ve aynı savunmasızlığıyla yüzüme bakıyordu. Bakışları, göz çukurlarına dolan nemle sarsıldığında ise elleri yavaşça kollarıma tutundu ve başını usulca göğsüme gömerek tüm gücüyle gövdemi sıkıca sarmaladı.

İkimiz, olduğumuz yere öylece çökmüştük...

O gün, üç katlı evin uzunca merdivenlerinin baştan üçüncü basamağına oturmuş, Yağız'ı gövdeme sarmalamış halde ağlıyorken düşündüm... Çocukluğunu ve ilk gençliğini çalarak onu çıkmaz bir sokağa sürükleyen o acıyı, öfkeyi, hüznü ve içinde o an barınan tüm kararsızlığı başını bastırdığım göğüs kafesimde dindirebilmek isterken çokça düşündüm.

Az önce olanları, sonrasında olacakları...

Uzun uzun düşündüm.

Ateş almayan bir silahın ucunda ertelenen ölüm, ufukta beliren yeni bir yüzleşme ve 'neden' olduğuna cevap beklenen bir soru, Yağız'ı bu merdivenlerin hangi basamağına çıkaracaktı?

Kestiremiyordum.

Sonra an bir şey anımsar gibi oldum. Hatırlıyordum... Bir keresinde, uzunca bir bekleyişin ardından bana geldiği bir gün ona sitem ederken şöyle demiştim:

"Günler geçti, mevsimler değişti, güneşin yeryüzüne farklı açılarla düşmesi bir çubuğun gölgesinde dahi farklı boyutlar oluşturdu. Benim gölgemde ise kendi aksim dışında değişen hiçbir şey, hiç kimse yoktu..."

O ise gülümsemiş ve şöyle demişti:

"Bundan böyle güneş, yeryüzüne hangi açıyla düşersin düşsün, senin gölgende yalnızca ben oluşacağım..."

Bense ancak şimdi, en savunmasız halimle şu an anlıyordum, onun bu sözündeki o acımasız paradoksu...

Çünkü bundan sonra yaşanacaklar, Yağız'ı bu merdivenin hangi basamağına çıkarırsa çıkarsın, bir basamak ardında yalnızca ben olacaktım.

Bugün, yarın ve hayatımın kalan diğer tüm günlerinde...

***

Continue Reading

You'll Also Like

2.3M 36.4K 55
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
63.7K 2.6K 21
UYARI: Kitap içerisinde nude gönderme gibi olaylar var, etik kurallarınıza uymuyorsa okumanızı tavsiye etmem. Şahsıma edilen en ufak hakarette engell...
1.3M 56.4K 46
~TAMAMLANDI~ 0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kate...
2.1M 100K 43
Abisinin arkadaşına yaptığı sosyal medya akımından sonra hayatı değişeceğini kim bile bilirdi ki? ○●□■ Siz : Seni bir arkadaş bir dos...