Katre-i Matem - Sonsuz Aşklar...

By MatildaEsteban

31.4K 1.9K 1.1K

Ve bu hikâyede herkes birini seviyor, hiçbir sevda karşılık bulmuyordu. Çünkü Karmen, Tekin'i seviyordu; Teki... More

Yazıcının Sözü
Karmen'in Sözü
Tekin'in Sözü
Aşkın Soluğu
Hasret
Sahipsiz Satırlar
Sessiz Ağıtlar
Bakışların Nağmesi
Vaveyla
Mevtin Zamanı
Hatıralar
lale'nin içinde gizledikleri
Yanlış Gece
lale'nin biçare yüreği
Ölümü Düşleyen Adam
Evvele Meyil
Tarifsiz Acılar Sonesi
lale'nin lâl figan seslenişi

İlelebet Katre-i Matem

1.6K 112 130
By MatildaEsteban

Merhaba!

Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu - Sorma

Keyifli Okumalar!

Karmen önce Tekin'in adım seslerini duydu. Tekin'i, adım seslerini bile ayırt edebilecek kadar derinden seviyordu. Ona attığı adımları sayacak kadar, o adımların sayısıyla yetinemeyecek kadar... Ama Karmen sayılara takılmıyordu, sadece Tekin'in menzilini ona çevirmiş olması bile yüreğinin ucuna bir kuş konmasına yetiyordu.

Kapısı tıklatıldı, ama masasında açık duran defteri buna rağmen kapatıp kaldırmadı, yazmaya devam etti. Kapının ardında kimin durduğunu biliyordu, varlığı çoktan kalbini tekletmişti. Bedeni yerinden kıpırdamazken bile kabuğunun ardında tutsak ruhu Tekin'e koşmak için hazır ola geçmişti.

Mürekkep defterine akmaya devam ederken kapının ardında bekleyen adamı içeri davet etti, oysa defterine hece hece döktüğü de bu adamın ıssız çöl gecelerinden bile zifiri karanlık gözleriydi. Defterine bu adamı yazıyordu, defterine bu adamı anlatıyordu. Onu nasıl sevdiğini. Onun için nasıl eksildiğini. Yanındayken bile nasıl hasretini çektiğini. Onun için nasıl ölemediğini... Ona anlatamadıklarını, ondan ve dahi kendinden bile sakladıklarını bu deftere mühürlüyordu ancak yine de defteri kapatmadı. Kapı açılırken, yüreğini bir çiçek kabrine çeviren o kara gözlü adam içeri girerken bile kalemini defterden ayırmadı. Zaten bir kalem nasıl olur da bir defterden ayrılırdı? Kalem, defterin kaderiydi. Defter, kalemsiz nasıl var olurdu?

Tekin kara kaplı, siyah sayfalı bir defterdi. Karmen ise beyaz mürekkepli bir kalem. Tekin, Karmen'in kaderiydi. Peki, Karmen, Tekin'in kaderi miydi?

Defterine son cümlesini yazdı: Hoşça kal, içimdeki Tekin. Ve defterin mor cildini Tekin'in isminin üstüne kapattı. Bu, bu sayfalar içinde Tekin'e ilk seslenişiydi. Tekin, bu seslenişi bir gün işitir de cevabını verir miydi?

Hayır. Tekin onun sessizliğini hiçbir zaman işitmeyecekti. Kendi sessizliğine öylesine tutsak olmuştu ki... Ve tutsak olduğu o sessizliğe vurgundu.

Başını kaldırdı, dönüp arkasına baktı ve içeri girmeden kapının eşiğinde, aralığında durup çekingen gözlerini ona dikmiş adamın bir derin kuyu olan gözlerine hiç tereddüt etmeden sarıldı. Bir insanı böyle sevince, yani Karmen gibi çıkarsız ve umutsuz sevince değil kollarının arasında olmayı hayal etmek, gözlerine sarılmak bile çaresizce seven bir kalbi mutluluk sarhoşu etmeye kâfiydi.

Ona kırgındı, Karmen. Birkaç saat önce kahvaltı masasında ona çok uzun, çok derinden baktığı için. O bakışla hatırlattıkları için. Sol bileğindeki sönmez yara izini Karmen'in kalbinde bir kabir azabı gibi yeniden çoğalttığı için. Ve ona âşıktı. Tüm ah'larını bu adamın isminin başına sermaye etmişti, on sekizine dek öğrendiği tüm kelimeleri bu adamın ismiyle sürgüne göndermişti. Ona kırgındı çünkü onu uslanmadan, usanmadan seviyordu. Aslında her şey bu kadar basitti. Âşık insanın lügatinde tüm soruların cevabı aşktı ya da tek nefese sığdırılmış bir addı. Karmen'in lisanında Tekin'den ötesi yoktu, sadece Tekin vardı.

"Meşgul müydün?" diye sordu genç adam, içeriye tek adım atmadan. Sanki odaya girse, Karmen'in sığınağına girse, kadının hayatına da girecekti. Tıpkı inatla kendini onun hayatının dışında bırakışı gibi odasının da dışında bırakıyordu. Karmen kapısız bir evdi sanki.

"Hayır," diye mırıldanırken, kapağını kapattığı defterini eline aldı ve çalışma masasının en üst çekmecesine bıraktı, anahtarı kilitte çevirip onu o çekmeceye sakladı. Anahtar hâlâ avucundaydı. "Şimdi bitti işim. Bir şey mi oldu?"

"Ah," dedi Tekin, sanki dilinin ucuna birikmiş hikâyeyi hangi kelimelerle anlatması gerektiğini bilemez gibi kayıptı sesi ve sözcükleri. "Kış bahçesine gidiyordum da..."

Karmen masasından kalktı, anahtarı hâlâ avucunda saklıyordu. Tekin cümlesini bitirmeden nefesini tutunca, "Evet?" diyerek onu konuşmaya teşvik etti.

Fakat Tekin sıkıntıyla ellerini uzamaya başlamış kara saçlarının arasından geçirdi, konuşmak istedikleri başka ama konuşması gerekenler başka gibiydi. "Bunu neden bana yaptırdıklarını bilmiyorum."

"Neyi?" diyen Karmen'in kafası karışmıştı. İstemsizce kötü bir şey olmuş olabileceğini düşündü. O kadar alışmıştı ki hayatında güzel bir şeyler olmamasına, her şeyin devamlı yıkılmasına, bir şeylerin sürekli içinde depremler yaratmasına; artık güzel bir şeyler duymayı beklemiyordu buruk kalbi.

Onun tedirginleştiğini fark eden Tekin, az önce kaçırdığı bakışlarını süratle Karmen'e çevirdi. Bu esnada dudakları da bir şeyler söylemek için hızla aralanmıştı ama ansızın duraksadı. Siyahı bile siyahlığından utandıran gözleri çok kısacık bir an için, Karmen'in asla kaçırmayacağı bir an içinde genç kadının üstünde takılıp kaldı. Zaten yolunu, izini şaşırmış olan gözleri bir de Karmen'e bakınca tökezledi. Karmen, bu bakışla kaşlarını çattı. Tekin, bu bakışla birlikte az önce söylemeye hazırlandığı tüm kelimeleri ondan sakındı.

Çok kısacık bir andı. O kadar kısaydı ki içinde nefes bile alınmazdı ama Tekin, yüzüne gölge düşüren kalabalık kirpiklerini bile kırpmadan, yıldızları öldürülmüş gözleriyle Karmen'e kısacık bir anın içinde upuzun baktı. O bir anda ne oldu, anlayamadı Karmen. O bakışta ne saklıydı anlayamadı çünkü Tekin'in gözleri siyahtan bile daha siyahtı, kapkaraydı. Tekin'in gözleri terk edilmiş, örselenip haritalardan silinmiş viran bir şehir gibi karanlıktı.

"Tekin?" diye seslendi, Karmen.

Genç adam sanki derin bir uykuya dalmış gibi irkilerek toparlandı. Gözlerini çekti, kaçırdı ve Karmen'i eksik, noksan bıraktı. Keşke biraz daha uzun baksaydı, keşke hep böyle baksaydı.

"Şey," diyerek kendini dağıldığı yerden toplamaya çalışan Tekin, Karmen'e kaçamak bir bakış attı. Gözleri soluk soluğa kalmıştı. "Kış bahçesine gelmen gerekiyor."

"Neden?"

Tekin, elini ensesine attı. Ne zaman köşeye sıkışsa, parmakları ensesini kapatan saçlarına tutunurdu ancak artık saçları o kadar uzun değildi. Artık, hiçbir şey eskisi gibi değildi. Her şey eskisi gibi olamayacak kadar parçalanmış, dağılmıştı ve tüm o kırıklar Karmen'in içine saplanmıştı.

"Bunu neden bana yaptırdıklarını bilmiyorum, ama seni kış bahçesine götürmem gerek."

Onun, asıl söylemek istediklerinin bunlar olmadığını, kurulmuş bir oyuncak gibi sürekli aynı şeyleri tekrar etmesinden anlayan Karmen tek kaşını kaldırdı. Ortada zararsız bir oyun döndüğünü fark etmişti, iç çekerek kollarını göğsünde kavuşturdu.

"Neden?" diye ısrarla tekrar etti. Aslında kış bahçesine gitmemek için, onun peşinde sürüklenmemek için tek bir sebebi bile yoktu ama Tekin biraz daha konuşsun istiyordu. Hatta bir kez daha gözlerini kaldırsın ve gözlerine baksın istiyordu. Karmen'in gözlerine bakmak Tekin için bu kadar mı zordu?

Tekin ise sanki ona bir yardımı dokunacak gibi kapının kolunu daha sıkı kavradı, hâlâ kapının eşiğinde durmuş içeri girmemek de direniyordu.

"Gitmemiz gerek işte."

"Ne çeviriyorsunuz siz?"

Tekin yorgun bir edayla iç çekti, nefesi bile kırık döküktü. "Zorlamasan?" diye sordu, yalvarırcasına. "Gel haydi..."

Karmen ne yaparsa yapsın, Tekin'in dilinde yatağından taşmaya hazır bir nehir gibi birikmiş kelimelerin sesine akmayacağını anlamıştı. Göğsünde kavuşturduğu kollarını çözmeden gözlerini devirerek başını iki yana salladı. Aslında o günün geri kalanını yorganının altında, kendini ipekten bir pamuğa sararak bir başına geçirmeye ihtiyacı vardı. Her şeyden ve herkesten, dahi Tekin'den bile uzak kalmaya muhtaçtı. Öte yandan Tekin böyle gelip de kapısını çaldığında, ona 'gel' dediğinde Karmen'in onun peşine takılmaktan, götürdüğü yere sorgusuz sualsiz gitmekten başka çaresi de yoktu.

Bazen bedenin görünmez bir iple Tekin'e bağlandığını, aralarındaki o ipe kör bir düğüm atıldığını düşünüyordu. Ya da sadece onu çok şiddetli bir aşkla seviyordu. Her geçen gün ona bağımlı oluyordu, ona daha derinden bağlanıyordu.

"Bekle..." diye mırıldanırken sol tarafında kalan makyaj masasına doğru ilerledi. Masanın önünde durup üstündeki envaiçeşit kutudan birinin kapağını açtı ve Tekin'in hâlen kapının önünde dikiliyor olmasına aldırmadan elindeki anahtarı kutunun içine, küpelerinin arasına bıraktı. Belki de kapıda bekleyen bir başkası olsa o anahtarı nereye sakladığını görmesin isterdi ama Tekin söz konusu olduğunda Karmen hiçbir şeyden korkmuyordu. Çünkü biliyordu, Tekin asla o anahtarı almaz, o çekmeceyi açmaz, en büyük sırrını okumazdı. Onca senedir Karmen'in odasına bir kere bile ayak basmamıştı, merak bile etmiş olsa onun mahremine saygısızlık yapmazdı.

İşi bitince makyaj masasının sandalyesine astığı şalını eline alıp omuzlarına sardı ve Tekin'e döndü. Karmen gitmeye hazırdı ancak Tekin çoktan uzaklara doğru yola çıkmış gibiydi. Genç adamın hüzün ve keder çökmüş siyah gözleri sıcacık bir ilgiyle, masum bir merakla odanın görebildiği köşelerinde sakince dolaşıyordu. İçine giremediği, içinde yürümemeyi tercih ettiği o odayı gözleriyle geziyordu. Karmen için Tekin'in gözlerinin bile odasına misafir olması paha biçilemezdi.

"Demek burası..." diye fısıldadığında Tekin, kendi kendine konuşur gibi, istemsizce Karmen de odasına baktı. Ne görüyordu acaba? Kara gözleri bu odanın içinde ne görüyor, herkese yasak kıldığı zihninden Karmen ve küçük mabediyle ilgili ne tür düşünceler geçiyordu?

"Güzelmiş." dedi nihayetinde Tekin, gözleri genç kızın bir su damlasını andıran gözlerine dolanırken. "Odan, tıpkı sana benziyor. Tahmin ettiğim gibi..."

Karmen buruk bir tebessüm kondurdu dudaklarına. "Daha önce gelseydin, tahmin etmek zorunda kalmazdın."

Tekin'in küçük dudaklarının sağ köşesi belli belirsiz, hafifçe yanağına doğru yükseldi. "Daha önce hiç kapını çalmam gerekmemişti. Üstelik sen de beni hiç davet etmedin."

"Davet etmeme gerek yoktu," derken Karmen, Tekin'in dudaklarını sarmak için canhıraş çabalayan tebessüm bir anda toza dumana karıştı. Genç kadın, adamın tebessümünü öldürdüğünü bile bile sözlerini tamamladı. "İstediğin zaman gelebilirdin."

Tekin sustu. Tek kelime etmeden, yıldızsız kalmış gözlerinden ne hissettiği ve düşündüğü bir an bile anlaşılamadan uzunca Karmen'e baktı. O ne vakit böyle baksa, böyle gözlerinden bile derin, böyle yüreğinden bile kimsesiz, böyle sağanak yağmurlar altında sonsuza dek ıslanmak ister gibi baksa, Karmen'in iki kaburgasının ortasında Tekin'in gözlerinden bile derin bir mezar açılıyordu. İçinde biriktirdiği her şey o mezarın içine doluyordu ve üstü Tekin'in Karmen'i asla sevmeyecek olması gerçeğiyle kapatılıyordu. Çünkü ne zaman Tekin böyle baksa Karmen, onun gözlerinde Bade'den bir yara izi görüyordu. Ne vakit Tekin'in sonsuz kere siyah gözlerinde Bade'yi görse, Karmen'in kaburgaları iki kıtaya ayrılıyor ve geride kalan boşluk duraksız uğulduyordu.

Acıya katlanırdı. Ama boşluğun uğultusuna, sessizliğin çığlığına katlanılmıyordu.

Karmen, ne vakit Tekin'in bir zamanlar bir başka kadını içini öldürürcesine sevdiğini anımsasa, kendini bir boşluğun içinde asılı kalmış buluyordu.

Gözlerini kaçırdı, oysa Tekin'in gözlerine bakamamak öyle azap vericiydi ki... "Gidelim mi?" diye fısıldarken bile koşup onun kollarına atılmak istiyordu.

Sorusunun cevabını beklemeden yanından yürüyüp geçerken Karmen, Tekin nefesini tuttu. Fakat nafile, Karmen'in güneşin sıcaklığını çalıp telleri arasına saklamış saçlarından süzülen incecik kokusu Tekin'in solmuş çehresini yalayıp geçti. Genç adam tuttuğu nefesini gürültüyle serbest bıraktı, kapıyı arkasından kapatırken dönüp, küçük adımlarla ondan usulca uzaklaşan Karmen'in sırtında dalgalanan saçlarına baktı. Ne vakit Karmen'in hüzünlü bir şiir gibi sırtına dökülen sarı saçlarına baksa, kaburgalarının ardındaki karanlık çölde bir bedevi yolunu kaybediyordu.

Ah, Karmen. Bir bilseydi Tekin'in yolunu nasıl geri dönüşü olmaksızın kaybettiğini, ona yolunu gösterir miydi?

Karmen uzaklaşırken tek kelime etmeden, yine sessizliğini bir idam yaftası gibi boynuna asarak onun peşine takıldı. Oysa tam tersi olması gerekirdi; Tekin gitmeliydi, Karmen onu izlemeliydi. O gün rolleri değişmiş gibilerdi. Aslında bu daha önce de başlarına gelmişti. Karmen bir gün, sanki asla geri dönmeyecekmiş gibi herkese sırtını dönmüş ve kendini başka bir kıtaya mecbur bırakmıştı. Tekin, o gün Karmen'in gidişini izleyememişti. Ona bir veda bile etmemişti çünkü veda etmezse geri döner diye ümit etmişti.

Aşağıya inip de kış bahçesine geçmek için mutfağa girdiklerinde, pencerenin kıyısındaki beyaz yuvarlak masada oturmuş akşam kahvelerini içen ve keyifle sohbet eden Hale ile Yusuf'u gördüler.

"Siz hâlâ burada mısınız?" diye sordu, onları gördüğünde, Hale.

"Diğer herkes neredeki?" diye sordu, Karmen.

Yusuf kahvesinden son yudumunu almadan önce, "Gürültü patırtı kış bahçesine geçtiler." dedi. Kahvesini içti, kara kirpiklerinin altından Tekin'e kısa bir bakış attı. "Gidince o Karan olacak eşek sıpasına söyle, mahzenden iki şişe şarabımı çaldığını biliyorum."

Karmen'in bir adım arkasında duran Tekin dudaklarını birbirine bastırarak güldü. "Aslında onları bu sefer Zülâl çaldı sanırım, Yusuf amca."

Yusuf kaşlarını kaldırdı. "Ah," diye mırıldandı. Düşünceli görünüyor olmasına rağmen mavi bakışları alaycı bir ışıltıyla parlıyorlardı. "Zülâl'e kıyamam. Babasına havale etsem daha iyi. Aslan'ın kendisi başlı başına bir ceza zaten."

Kocasının, kuzeni hakkında alaycı sözlerine, "Yusuf!" diyerek çıkışan Hale de aslında gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyordu. Yusuf ona dönüp haylaz bir edayla göz kırptı. Hale ise ona imalı bir bakış attıktan sonra yumuşacık bir sevgiyle bakan iri gözlerini Tekin ve Karmen'e çevirdi. "Haydi, siz de oyalanmayın burada. Keyifli geceler."

"Ne olduğunu bir anlasam..."

Karmen tam kendi kendine söylenmeye hazırlanırken sırtına, aslında tam bel oyuntusuna sıcacık bir elin hafifçe temas ettiğini hissederek irkildi. Tüm bedeni, bu temas yüzünden ruhuyla birlikte şaha kalktı sanki. Tekin'in uzun ince parmakları beline dokunup onu hafifçe desteklerken Karmen'in nefesi kesildi, kalbi titredi.

"Haydi," dedi genç adam, dokunduğu kadına ne de büyük bir ıstırap çektirdiğinden habersizce. "Yürü bakalım."

Karmen, Tekin ona dokundu diye göğsünde uçuşan kelebekleri katletmeyi göze alarak harekete geçti ve o yürümeye başladığında genç adamın eli boşlukta asılı, bir başına kaldı. Tıpkı kalbi, ruhu ve gözleri gibi...

Mutfaktan çıkıp bahçede, serin havayı üstlerine sarınarak yürürlerken yine Karmen önde, Tekin arkadaydı. Attığı her adımda arkasına dönüp bakmak, onu izlemek, yanında yürüsün diye onu beklemek istiyordu, Karmen. Ama yapmadı. Zaten dönüp baksa onu nasıl göreceğini de tahmin edebiliyordu. Elleri hırkasının ceplerinde, başı önüne eğik, gözleri ayaklarının altında ezilen taş zeminde ama aklı çok başka, çok uzak yerlerde... Dönüp bakmadı. Dönüp baksaydı yanıldığını, Tekin'in başını yere bir an bile eğmeden onun sırtında dalgalanan, gecenin içinde bile gün ışığı gibi parlayan saçlarını izlediğini ve hiç de uzaklara gitmediğini, o zamanın içinde gizlendiğini anlardı. Anlayamadı.

Kış bahçesinin önüne geldiklerinde, içeride tek bir ışık bile yanmıyor olması Karmen'in kaşlarının çatılmasına neden oldu. Bir an için dönüp omzunun üstünden Tekin'e baktı ancak genç adam elleri ceplerinde arkasında dikilmeyi sürdürerek omuzlarını silkti. Bu hareketi yaparken bir de 'bilmem' dercesine dudak bükmüştü. Öyle sevimliydi ki...

Karmen belki bir şeyler görebilirim dercesine kış bahçesinin camekân duvarlarından içeriyi görmeye çalıştı ama ne bahçede ne de içeride tek bir ışık huzmesi bile yoktu. Mevsim değiştiği, kış bahara döndüğü için havalar dengesizdi ve o gece her yer daha da kasvetli daha da karanlıktı. Genç kadın derince ve yılgınca iç çekerek öne atıldı, bahçenin kapısını açıp içeri girmeye hazırlandı. Ancak bir patlama sesi ve aniden açılan ışıklar olduğu yerde sıçramasına, küçük de bir çığlık atmasına sebep oldu. Dengesini sağlayamayarak bir adım geriye kaçarken sırtı Tekin'in göğsüne çarptı ve genç adamın uzun parmakları omuzlarını sıkıca kavrayıp onu yakaladı.

Tekin, Karmen'i düşmeden tuttu.

Az önce karanlığa gömülmüş olan kış bahçesi şimdi sıcacık bir yaz sabahı gibi aydınlanmış, parlıyordu. Orada olması gereken herkes oradaydı. En azından bir kişi hariç... Karan, elinde bir konfeti borusu tutuyordu, kapının ağzında duruyordu. Her yere, hatta Karmen'in saçlarının arasına bile konfetiler dağılmıştı.

Arkalardan bir yerden, "Öküz!" diye bağıran Turna'nın kızgın sesini işitti, Karmen. Bunu kesinlikle Karan'a söylüyor olmalıydı, aksi mümkün değildi. "Kızın ödünü patlattın! Bir cimcik canı var zaten."

Nefes nefese kalan Karmen, "Ne oluyor burada?" diye sordu, cılız bir sesle. Korkudan beti benzi atmış, yeşil gözleri kocaman açılmıştı. Ve hâlâ Tekin'in kolları arasındaydı. Ah, kolları nasıl da sıcacıktı...

"Kutlama yapıyoruz, ikiz." diyen Karan'a dönüp baktığında kaşlarını çattı. Ona bakmak kendine gelmesini, ayılmasını sağlamıştı sanki. "Konfetisiz kutlama mı olur?"

"İyi halt ettin," dedi Tekin, sakin ama bir o kadar huysuzca. "Bir işini de abartmadan yap, dana."

Karan, "Öküz..." dedi, Turna'ya tek kaşını kaldırıp harfleri de uzatarak. Sonra ağırca dönüp Tekin'e de alıngan bir bakış attı. "Dana... Ne kaldı başka? Ayı mı?"

"Ayı..." diye fısıldadı, Karmen. Elini göğsüne yaslamış, düzenini kaybetmiş nefeslerini toparlamaya çalışıyordu.

Afacan bakışlarını ona çevirdi, Karan. "Kız!" dedi karşısında minicik bir kız çocuğu varmış gibi eğilip Karmen'in burnunu sıkarken. "Çok mu korktun, sen?"

İşte o anda içinde uyanan hırçın kadını durdurmadan onun üstüne yürüdü, Karmen. Küçük yumrukları ardı ardına Karan'ın üstüne yağarken genç adam da gür kahkahalarla kendini ondan sakınmaya çalışıyordu. Ama sadece çalışıyordu çünkü Karmen'in onunla böyle kavga etmesine bayılıyordu.

"Geri zekalı!" diye bağıran Karmen, hiç acımadan Karan'ın kafasına vurdu. "Yüreğime indirdin!"

"Dur! Kızım, dursana, acıyor. Ah! Bak, bu cidden acıdı. Kafama vurma, vurma kafama aptal olurum."

Kalabalığın en arkasında duran Tuğra, özellikle Karan duysun diye yüksek sesle, "Aptalsın zaten!" dedi. "Daha güçlü vur, Karmen. Elini korkak alıştırma." diyerek de kız kardeşine destek olmayı eksik etmedi.

Diğer herkes gülerek ikizlerin kavga edişini izlerken, Karan'ı Karmen'in küçük pençelerinden çekip alan ise yine Tekin oldu. Aslında bu işin uzayıp gideceğini ve küçük yaralanmalarla sonlanacak bir boğuşmaya döneceğini bilmese, Karmen'i durdurmamayı tercih ederdi. Ancak Karan ve Karmen böyle boğuşmaya başladıklarında eninde sonunda iş çığırından çıkıyordu. Karan oldukça iri, güçlü bir genç adam olduğu için her seferinde fark etmeden Karmen'i incitiyordu. Sonra da pişmanlıktan kıvranıp ikizinin peşinden ayrılmıyor, onu pamuklara sarıyordu. Bir keresinde, çiftlik evinin bahçesinde boğuşurlarken kızın ayak bileceğini incitmişti. Karmen, bağları yırtıldığı için iki ay boyunca sağ ayağının üstüne basamamıştı. Ve Karan, babasından iyi bir soba yemenin eğişinden dönmüş, o iki ay boyunca Karmen'i her yere kucağında taşımıştı.

"Tamam," diyerek Karmen'i, Karan'ın üstünden çekerken gülmemek için de dudaklarını birbirine bastırıyordu, Tekin. "Tamam, yeter. Yeterince salak zaten, daha fazla salak olamaz."

Tekin, onu çekiştirirken bir kez daha, "Geri zekâlı." diye hırladı, Karmen.

"Karan'ın eğlence anlayışı bir gün birimizi öldürecek." diye söylendi, sağ taraftan, Ayaz.

Karan, konuşmalara aldırmadan Karmen'in küçük yüzünü avuçlarının arasına sıkıştırdı. "Ama hâlâ en sevdiğin geri zekâlı, benim."

Karmen, ona kirpiklerinin altından huysuzca baktı. Yüzü kocaman avuçların arasında sıkışıp muhtemelen bir Japon balığına benzemişti. Şayet konuşsa gerçekten bir balık gibi sesler çıkaracağına da emindi. Ama bu adama karşı zaafı vardı. Karan'ın lanet olasıca bir şeytan tüyü vardı ve Karmen, ona uzun süre kızgın kalamıyordu.

"Maalesef," derken, huysuz ve hırçın görünmeyi sürdürerek silkelendi, hem onun büyük ellerini hem de Tekin'in sıcacık tutuşunu bilmeden savuşturdu. Dönüp kış bahçesini dolduran kalabalığa baktı. "Ne oluyor burada?"

"Kutlama yapmaya çalışıyorduk," diyerek önce çıkıp anlatmaya koyulan kişi Kartal'dı. "Ama sağ olsun, Karan her zaman ki gibi şöyle bir ortalığı karıştırmadan rahat duramadı."

Karmen tek kaşını kaldırdı. "Ne kutlaması? Özel bir gün mü? Neyi unuttum?"

Karan büyük bir havadis verir gibi kollarını öne uzatarak Karmen'i işaret etti. "Geri dönüşünü kutluyoruz. Bir nevi hoş geldin partisi."

Onca hengâmeden sonra nihayet olayı idrak edebilen Karmen, kendini gözlerini devirip derin bir nefes bırakmaktan alıkoyamadı.

"Ciddi misiniz, siz?" diye sordu, boynundan yanaklarına doğru kızarmaya başladığını hissederken. "Ne gerek vardı böyle bir şeye..."

"Çok gerek vardı," Karan usulca Karmen'e sokuldu ve genç kadının minik bedenini kocaman kollarıyla sarıp göğsüne yasladı. Az önceki haylaz adam yerini kardeşini sonsuz seven o tatlı adama bırakmıştı. O böyle sarıldıkça eriyip gidiyordu, Karmen. "Çünkü hepimiz seni çok özledik. İyi ki geri döndün, ikizim."

Karmen gözlerinin dolduğunu hissederken sessiz olmaya çalışarak burnunu çekti ve yüzünü Karan'ın geniş göğsüne yasladı. Karan'ın öyle tatlı ve rahatlatıcı bir kokusu vardı ki, onun gibi heybetli bir adamın böyle sevimli bir kokusu olması şaşılasıydı. Ama aynı zamanda bu koku ona çok yakışıyordu. Karmen'e sıcacık ve güvende hissettiriyordu.

Usulca geri çekilip parmaklarının ucunda yükselerek, Karan'ın uzamış sakallarının arasından yanağına bir öpücük bıraktı. "En sevdiğim geri zekâlı öküz daima sen olacaksın."

Karan ona çapkınca göz kırptı. "Zaten istesen de benden iyisini bulamazsın, fıstık."

O andan sonrası hızlandırılmış bir şekilde akıp gitti sanki. Her şey o kadar hızlıydı ki Karmen, Tekin'i bile takip edemedi. İçeri girip arkalarından kapıyı kapattılar ve hemen ardından kış bahçesini büyük bir şamata sarıp sarmaladı. Utanıp sıkılsa da bu kutlama Karmen'in çok hoşuna gitmişti çünkü ailesiyle birlikteydi, evindeydi. Evde olmak her şeye değerdi.

Bir kutlamada olabilecek her şeyi düşünmüşler, kış bahçesini süslemişlerdi. Ayaz tam da Karmen'in sevdiği gibi kırmızı meyveli bir pasta yapmış ve yanına da enfes atıştırmalıklar hazırlamıştı. Karan arada sırada pastaya atılacak gibi oluyor ama mutlaka biri tarafından engelleniyordu. Turna, Zülal ve Birce bahçenin her köşesini rengârenk süsler, minik ışıklandırmalarla donatmışlardı. En garibiyse erdem abidesi Tuğra ve amcasından fazlasıyla korkan Kartal, şarap çalarken Zülâl'e yardım ettiklerini itiraf etmişlerdi. Üstelik Tuğra koltuğun arkasından bir de şampanya şişesi çıkarmıştı. Sonra da "Kutlamalar şampanyasız olmaz," diye eklemişti. Bunlar hiç beklenmedik hareketlerdi ve Tuğra'nın elinde babalarının favorilerinden bir şampanya şişesini görünce Karan'ın bile ağzı açık kalmıştı. Ayrıca Birce evden tabusunu getirmiş, çoktan koltukların arasındaki geniş cam sehpanın üzerine hazırlamıştı. Hep bir araya geldiklerinde tabu oynamamaları imkânsızdı.

Dakikalar sonra sarılmalar, şampanya patlatıp pasta kesme seremonileri ve diğer küçük hazırlıklar tamamlandığında herkes yerlerine geçti. Karmen ve Karan, asla aynı grupta olmamaları söylenerek birbirlerinden ayrılmışlardı. Karan, kendi grubunun yanına gitmeden önce dramatik bir dizi sahnesinden fırlamış karizmatik bir başrol oyuncusu gibi Karmen'in ellerini tutmaya çalışmış ve herkesin uzun süre gürültülü kahkahalar atmasına sebep olmuştu.

Nihayet herkes yerine yerleştiğinde birbirlerine rekabet nidaları savurmaya başlamışlardı bile. Tabii ki tahmin edilebileceği gibi en yüksek ses Karan'dan yükseliyordu ve az önce Karmen'den zorla koparılan o değilmiş gibi durmadan ikizine saldırıyordu. Üstelik ağzı da sürekli doluydu, devamlı bir şeyler yiyip duruyordu.

"Sen, bensiz bu oyunda bir hiçsin!" dedi, kötü adam tavrıyla. "Ama ben sensizken de iyiyim." Çapkınca kaşlarını oynattı. "Her zaman olduğum gibi."

Karmen gözlerini devirdi. Karşısında oturan abisine baktı ve abi kardeş aynı anda omuz silkip Karan'ı boş vermeyi seçtiler.

Karan ve Karmen birbirlerinden ayrılınca bulundukları grupların da kaptanı seçilmişlerdi. Karan'ın grubunda; Kartal, Birce ve Turna vardı. Karmen'in grubunda ise; Tuğra, Ayaz ve Zülâl. Özellikle kardeşleri ve birbirleriyle daha çok vakit geçirenleri aynı gruba almamaya özen göstermişlerdi. Ancak işin garip yanı şuradaydı ki bu sekiz kişinin sekizi de birbirleriyle çok yakınlardı. Birbirleri hakkında bilmedikleri yok denecek kadar azdı zira neredeyse her anları birlikte geçiyordu.

Tekin ise oyun dışıydı. Şampanya patlatılıp pasta kesildikten sonra kış bahçesindeki berjerlerden birisine yerleşmiş ve sadece seyirci olmak istemişti. Eğer hile yapmaya kalkışırsa Karan'a sağlam bir sopa atmaya da gönüllüydü.

Tekin, kimsesizlikte unutulmuş bir heykel gibi geniş berjerde oturuyordu. Uzun bacaklarını birbirinin üzerine atmış, sigarasını tutan güzel elini berjerin kolundan sarkıtmıştı. Diğer elinde de bir bira şişesi tutuyordu. O berjerin yadsınamaz, inkâr edilemez bir parçası gibi görünüyordu. İki sene öncesine kadar bu berjerin varlığını bile bilmiyordu belki, ama son yıllarda bu berjeri bir uzvu gibi kabullenmişti sanki. Karmen ne zaman bu bahçeye gelse, Karmen ne zaman kayıplara karışmış Tekin'i bulmak istese, onu mateminin kolları arasına sığınmış bir hâlde bu berjerde öylece, sessizce, hissizce ve kimsesizce otururken bulurdu.

Bu berjerden, hayatında hiçbir şeyden ya da hiç kimseden nefret etmediği kadar çok, tüm kalbiyle nefret ediyordu. Onu yok etmek, hiç var olmamış gibi ortalıktan kaybetmek istiyordu. Tekin'i bir daha bu berjerde otururken, kendi içine gömülürken görmek istemiyordu.

Neyse ki Tekin, o gün neredeyse bir yıl önce olduğu gibi değildi artık. O berjerde otururken kaybolmuş bir adam gibi değil de yolunu bulmaya çalışan bir adam vardı. Onlarla sohbet ediyor, Karan'ın sevimli şapşallıklarına gülüyor ya da cevap veriyor, arada sırada Karmen'e dekara kirpiklerinin altından ufak bakışlar atıp göz kırpmayı ihmal etmiyordu. O böyle göz kırptıkça, Karmen'in yüreği kaburgalarının arasında taklalar atıyordu.

"Başlıyor muyuz?" Birce, elinde tuttuğu yeşil tüylü oyuncağı sıkıp garip bir ses çıkarmasına sebep olarak dikkatleri üzerine çekti. "Hangi takım başlıyor?"

Karan, ukala bir tavırla Karmen'i işaret etti. "Ladies first."

Karmen, ona burun kıvırdı. "Ay, lütfettin." Ayağa kalkıp karıştırılmış kartlardan birazını aldı, Birce de elinde sürekli öttürüp durduğu oyuncakla birlikte hemen yanına dikildi.

"Hazır mısın?" diye sordu Kartal, içinde ince mor tanecikler olan kum saatini elinde tutuyordu.

Genç kadın kendinden emin bir tavırla başını salladı. "Hazırım." dediğinde, Kartal elindeki kum saatini çevirip sehpanın üzerine bıraktı.

Ve oyun başladı. Karmen ilk kartı çevirip baktı, yasaklı kelimeleri; para, biriktirmek, yatırım, banka ve saklamaktı. Hızla takımına döndü ve direkt abisine anlatmaya koyuldu.

"Ben çocukken bir kutunun içine sürekli babamın bana verdiği bir şeyleri atardım, hatırlıyor musun? Hatta Karan bir gün kendine uzaktan kumandalı araba almak için o kutuyu çalmıştı."

Karan gözlerini devirirken, Tuğra parmağını şıklatarak, "Kumbara!" dedi.

"O gün sümüklerin aka aka ağlamıştın." dedi Karan, huysuzca. Karmen ise ona dil çıkardı sadece. Tekin'in bıyık altından güldüğünü görmekse kıpkırmızı olmasına sebep oldu. Bu yüzden yalnız kaldıkları ilk anda Karan'ı çok fena dövecekti.

Karmen hızla diğer kelimesine geçti. Bu sefer yasaklı kelimeleri; ağaç, büyümek, küçük, orman ve dikmekti.

"Babam hepimizin doğum gününde ne yapar?" diye sordu yalnızca. Ne olursa olsun bu kelimenin bilineceğine adı gibi emindi.

Ayaz, "Fidan diker." dedikten sonra heyecanla kendini düzeltti. "Fidan!"

Yeni bir kelimeye geçti. Kısa bir an düşündükten sonra sordu: "Pandalar ne sever?"

Zülâl heyecanla cevap verdi. "Bambu!"

Karmen bir sonraki kelimesini hiç düşünmeden pas geçti ve onun ardından gelen kelimesini görünce kocaman bir kahkaha patlattı. "Karan nasıl bir adam?"

"Öküz." dedi Tuğra ama tutturamadı.

"Çapkın." dedi Zülâl ama Karmen başını iki yana salladı.

Ayaz, "Aç?" dedi sorar gibi ama yine olmadı.

"Görünüşü nasıl? Tarif edin."

Zülâl alıcı gözle kuzenini süzerken Karan da ona poz kesmekle meşguldü. "Sarışın. Mavi gözlü. Kocaman. Uzun boylu."

"Sonuncusunu değiştir. Bir spor aletiyle mesela!"

"Sırık." diyerek doğru cevabı yakaladı, Tuğra.

Birce huysuzca yerinde tepindi. "Çok iyi gidiyorlar. Ben de bu takımda olmak istiyorum. Karan bizi bitirecek."

"Ayaz bu sende," diyen Karmen azalan süresine hiç aldırmıyordu. "Tuna eniştem?"

Hiç düşünmeyen Ayaz, vermesi gereken cevabı bilen bir tavırla göz devirerek güldü. Babasını anlatabileceği birçok kelime vardı ama bu sorunun sadece ona sorulmuş olması tek bir kapıya çıkıyordu. Cevabı verirken, Tuğra ve Zülâl de ona eşlik ettiler. "Barbekü!"

Ve delice bir kahkaha fırtınası koptu kış bahçesinin içinde. Tuna yanlarında olsa muhtemelen en gürültülü kahkaha ondan yükselirdi.

Karmen son kelimesini de anlatabilecek vakti olduğunu görüp devam etti. "Babam sürekli yanında ne taşır?"

Cevap vermesi gereken üçlü bir süre birbirlerine bakıp düşündüler ama bu kum saatinin son anlarına denk düştü. Son saniyede Tuğra, "Ajanda!" dedi ve son anda altıncı kelimelerini de hanelerine yazdırdılar.

Birce, süre bittiği için oyuncağı asık bir suratla Karmen'in kulağının dibinde çalmaya başladı. "Tebrikler. Çok tebrikler! Aman ne güzel. Maşallah, altı kelime!"

Karmen, onun kara saçlarını karıştırdı. "Darısı başınıza."

"Karan," diyen Kartal tehditkârdı. "Doğru düzgün oyna, alırım ayağımın altına."

Kız kardeşi yerine otururken onun bıraktığı boşluğu dolduran Karan, "Kaybetmek fiili adamın sözlüğünde mevcut değil." diye homurdanmayı da ihmal etmedi.

Turna, ona küçümseyen bir bakış attı. "Diyene bak..."

Birce'nin yerini alan bu sefer Tuğra'ydı çünkü birinin Karan'ın hile yapmasını engellemesi gerekiyordu. Ve bunu yapabilecek kişinin onun fiziksel gücüyle mücadele edebilecek birisi olması şarttı.

"Hazır mısın?" diye sordu, Ayaz. Kum saati elinde çevrilmeyi bekliyordu.

Karan eğilip kartları avuçlarının arasına aldı ve kendinden emin bir tavırla duruşunu dikleştirirken, "Her zaman hazırım." dedi, küstahça.

Tuğra, oyuncağı sıkıp öttürdü ve Ayaz da kum saatini çevirip süreyi başlattı. Karan ise ilk kartına baktığında hüsranla gözlerini devirdi.

"Ya ben bunu nasıl anlatabilirim ki?"

"Vakit öldürme, anlat bir şekilde işte!" diye bağırdı, Turna. "Ya da pas geç."

"Yok," dedi Karan, başını iki yana sallayarak. "Anlatamam ben bunu." diyerek elindeki kartı diğerlerinin arkasına atıp pas geçti.

Tuğra alayla baktı kardeşine ama bir şey söylemeden yanında dikilmeyi sürdürdü. Müsveddeyi anlatamamış olması büyük bir hayal kırıklığıydı.

Karan ise elindeki karta bakıp yeni kelimesini görünce heyecanla yerinde kıpırdandı. "İşte bu tam benlik!" diyerek takımına döndü. "Anneannemi hatırlıyor musunuz, gençler?" Kartal ve Turna başlarını salladılar ama Birce hatırlamıyordu çünkü o zamanlar çok küçüktü.

"Ne karizmatik kadındı, ya!" dedi, Tuğra anneannesini anımsayarak.

"Hah!" diyen Karan, sanki bir ipin ucunu sıkı sıkı tutar gibi tutuyordu elindeki kartı. "Anneannem sürekli bir şey yapardı. Böyle sabah akşam tüketirdi! Annem bizim yanımızda yapıyor diye kızardı hatta."

"Kaşlarını çatardı?" dedi, Kartal. Sonra sanki bunu hayal etmiş gibi ürperdi. "Ürkütücü görünürdü. Korkardım ben, ondan."

"Çok içtiğini hatırlıyorum, ben," diyen Turna'ydı. "Elinde sürekli votka bardağı olurdu. Niye suyu öyle küçük bardaktan içiyor, diye düşünürdüm."

"İşte!" diye bağırdı Karan. "Buldun, Turna! Söyle işte!"

Onun bu yüksek tepkisiyle panik olan Turna, "Bardak?" dedi, Karan başını iki yana sallayınca diğer seçeneğe geçti. "Votka!"

"Senlik kelime bu muydu?"

Sorunun sahibi Tekin'di ve dakikalar sonra ilk kez konuşarak oradaki varlığını Karmen'e yeniden hissettirmişti. Genç kadın usulca dönüp ona baktığında Tekin'in hâlâ aynı şekilde oturmakta olduğunu ama sigarasını çoktan söndürdüğünü fark etti.

Ona, "Geceler ve içkiler, benden sorulur." diye cevap verdi, Karan.

Tekin kafasını iki yana sallayarak homurdandı. "Serseri..." Elindeki şişeyi kaldırıp birasından uzun, büyük bir yudum aldı. O içkisini içerken Karmen, onun boynunda usulca hareket eden âdemelmasını nefesini tutarak izlemekten kendini alamadı.

Bir an sonra göz göze geldiler. Diğerleri oyuna devam ederken, gelecek zaman geçmiş zamana yamalanırken, Tekin'in kendi karanlığında kaybolmuş kara gözlerinden Karmen'in gözlerinin yeşil bahçelerine simsiyah bir yol çizildi. Karmen'in gözlerinin içindeki onca cıvıltılı renge rağmen Tekin'in siyahlığı hiç de eğreti hissettirmedi. Zıtlığı, aykırılığı Karmen'in duruluğunu, ışıltısını tamamlıyordu sanki. Gözleri, sımsıkı sarılsalar da asla birbirlerine karışmayan siyah ve beyaz gibi tezattı ama inkâr edilmez bir şekilde de uyumlulardı.

Sanki ezelden tanışıklardı. Sanki ezelden, Tekin'in kendi derinliğinde boğulmuş gözleri Karmen'in güneşten ışık çalmış gözlerine yakışsın diye, alınlarına yazılmıştı.

Tekin derin bir nefes çektiğinde içine, dünyanın tüm derdini içine doldurduğu göğüs kafesi hafifçe yükseldi. Sakalları uzamıştı fakat Karmen, onun dudaklarının kadife gibi yumuşacık bir tebessümle usulca kıvrıldığına yemin edebilirdi. Ah, yüzüne dokunmak için nelerini feda etmezdi ki.

"Hani, Bade'yle ilk kez tanışmıştık o gün..."

Karan, ağzından kimin ismini kaçırdığını fark edince derhâl dudaklarını birbirine kenetledi ancak ne yazık ki çok gecikmişti. Ölüm diyarına göç etmiş olsa da ismi daima ölümsüz kalacak olan Bade'nin hatırası bir kıyamet gibi çoğaldı aralarında.

Az önce ne de inceden tebessüm ediyorken Tekin, şimdi kendi içine yıkılmış viran bir şehir gibi ıssız, sessizdi. Karmen ise o viran şehrin içinde yolunu kaybetmiş bir kimsesizdi. Hem yolunu bulmaya çalışıyordu hem de Tekin'i.

Aynı gün içerisinde ikinci kez ve aslında her gün birçok kez, Bade'nin sonsuzluğa karışmış varlığı yeniden siyah yapraklı bir çiçek gibi açıverdi kaburgalarının iki kıta olup birbirlerinden ayrıldıkları o incecik çizgide.

Karmen de gözlerini yumdu, Tekin de. Aynı anda iç çektiler, bir nefesi iki kişi paylaştılar ancak farklı diyarlarda farklı acılarla yanıp kül oldular. Aşkın vehminde kül olmak vardı; kül olmak ama yok olamamak.

İkisi de o günü hatırlıyorlardı. İkisi de iki farklı gözden, Bade'nin bir güz yaprağının dalından düşüşü gibi yüzüne düşen gülümsemesini, bir uçurum gibi gözlerinde çoğalan ışıltısını, bir gün ölüp de ardına bakmadan gitmeyecekmiş gibi herkese sevgiyle yaklaşmasını hatırlıyorlardı.

Karmen, o günü hatırlıyordu. Tekin'in Bade'nin elini tuttuğu o günü nasıl unuturdu, nasıl silebilirdi ki hafızasından? Çok güzel bir gündü oysaki... Ama o güzel günde, ellerinin bir daha kimseye sığınamayacağını anlamıştı. O gün Tekin, Bade'nin ellerini tutuğunda Karmen'in elleri bir başına, yapayalnız kalmıştı.

5 Yıl Önce...

Karmen, çiftlik evinin arka bahçesinde, kırmızı bir mindere eteklerini etrafına yayarak oturmuş ve sırtını da Karan'ın sırtına yaslamış, elinde tuttuğu her zerresi içini parçalayan kitabını okuyordu. Arada sırada okuduğu satırların hüznüyle gözlerinden yaşlar akıyor, burnunu çekiyordu ve o anda Karan başını hafifçe onun başına vuruyordu. Köpeği Pırıl, hemen ayaklarının dibinde, bir başka minderin üzerinde derin bir uykuda güneşleniyordu. Öyle güzeldi ki, Karmen bazen ona bakmaya doyamıyor da huzurla uyuyan yüzüne dalıp gidiyordu.

Arada sırada gözlerinden akan yaşlara rağmen her şey çok güzeldi. Güneş ışıl ışıl parlıyordu masmavi gökyüzünde. Bembeyaz bulutlar sokaklarda oynayan küçük çocuklar gibi kovalıyorlardı birbirlerini. Yeryüzü yemyeşildi, dört bir yanda bin bir çeşit çiçek açmıştı. Karmen'in de içinde çiçekler açmıştı.

Her şey çok güzeldi lâkin her güzel şey bir noktadan sonra mutlaka kötüye giderdi. Güzel olanın kaderiydi bu sanki, kötüye kavuşmak için yaratılmış gibiydi. Güzel ve kötü iki imkânsız sevgiliydiler ve birbirleri olmadan yaşayamıyorlarmış gibi ayrıldıkları noktada tekrar birbirlerini buluyorlar, kendileri mutlu olurlarken başka âşıkları mutsuzluğa mahkûm ediyorlardı. Ve insanlar buna kader diyorlardı.

Çimenleri ezen adım seslerini işitince kimin yaklaştığını görmek için başını kaldırdı, Karmen. Ama güneş öylesine parlaktı ki elini gözlerine siper etmeden misafirinin kim olduğunu göremedi. Önce uzun boyunu, sonra geniş omuzlarını seçti. Nihayetinde Kenan'ın sert mizaçlı soğuk yüzüne denk geldi. Her ne kadar böyle serin, böyle aşılmaz görünse de Karmen, Kenan'ı severdi. Onun sadece hayatın hoyrat tarafına denk geldiği için böyle bir adam olduğunu hissedebiliyordu.

"Ne okuyorsun?" diye sordu genç adam, birkaç adım ötesinde durarak.

Karmen kitabını kaldırıp kapağını gösterdi. "Jane Eyre." dedi, okuduğu kitaba sevgisi sesinden bile belli olurken.

Kenan gözlerini devirdi. "Yine mi?"

"Yine." diyen Karmen, aldırmaz bir edayla küçük omuzlarını silkti. Bu kitabı ömrü boyunca defalarca kez okuyabilir, her satırını ezberleyebilir, cümlelerin altını defalarca kez çizebilirdi. Ama asla sıkılmazdı, usanmazdı. Tekin'i de tıpkı bu kitabı sevdiği gibi seviyordu. Sonsuz kere okunsa usanılmayacak bir kitabın zaman kokulu sararmış sayfalarını çevirir gibi.

Bu esnada Pırıl uyandı ve kafasını kaldırıp Kenan'a baktı. Burnunu hafifçe ona uzatınca Kenan uzanıp onun başını sevgiyle okşadı ama gözlerini de Karmen'den ayırmadı.

"Gazel'i gördün mü?"

Karmen sanki Gazel'i bulabilecekmiş gibi etrafına bakındı. "En son abimle gördüm." diye mırıldandı ama etrafına bakındığı için Kenan'ın kopkoyu gözlerinden geçip giden kıvılcımı yakalayamadı. "Sanırım ata binmeye gidiyorlardı."

Kenan bir şey söylemedi ki zaten söyleyemezdi, çünkü çiftliğin girişine uzanan çakıllı yolda hızla ilerleyen bir motosikletin güçlü sesi, aralarındaki sohbeti bir bıçak gibi orta yerinden kesip attı. Karmen o andan sonra kim ne derse sağırdı.

Tekin gelmişti. Nihayet. Karmen saatlerdir onun geleceği anı bekliyordu.

"Tekin geldi sanırım." dedi Karan, sanki kimse bunu fark edememiş gibi.

Karmen, kitabını kapatıp çimlerin üzerine bıraktı ve uzun eteğine basıp düşme tehlikesini hızla savuşturup ayaklandı. O ayaklanınca Pırıl da sanki yetişmesi gereken bir yer varmış gibi uzun tüylü kuyruğunu havaya dikip dört ayağının üstüne kalktı. Pırıl, sanki ruhuna üflenmiş bir emirle Karmen'e bağlı gibiydi. Onu takip etmek, onun yanından bir dakika bile ayrılmamak yegâne vazifesiydi sanki. Karmen kimi zaman Pırıl'ı kendine benzetiyordu. Ya da kendini Pırıl'a. Fark etmiyordu ki, neticede ikisi de bir insanın her hâlini sonsuza dek yaşamak için vazifelendirilmişlerdi.

Karmen, Pırıl'ın efendisiydi. Tekin ise Karmen'in...

Ah, Tekin. Ne de çok özlemişti onu günlerdir. Günlerdir göremedikçe içinde yangınlar çoğalmıştı. Biraz daha gelmese Karmen küle olmaktan kaçamayacak ve yokluğa karışacaktı.

Ancak aşkın bir güzel hâli de buydu: beklemek. Eğer beklediğin elbet bir gün geri dönecekse, beklemek aşkın en güzel hâllerinden biriydi.

Tekin'in gidişi gibi gelişi de güzeldi. Gelişini anlatmaya kelimeleri yetmezdi belki Karmen'in, ama binlerce resimi çizebilirdi.

Kenan'ı ve Karan'ı arkasında bırakmayı umursamadan, arkasından ne düşüneceklerini ya da ne konuşacaklarını kafasına takmadan koşar adımlarla çiftliğin girişine ilerledi. Eğer durup dinleseydi, Kenan'ın söylediklerini ve Karan'ın ona cevabını işitebilirdi. Karan'ın neler bildiğini ve neleri sustuğunu öğrenebilirdi.

Tekin'in gelişiyle bir çiçek gibi açan Karmen'in gidişini izleyen Kenan, efkârla iç çekti. Efkârı en çok kendineydi ve belki de bu yüzden Karan, onun kim için iç çektiğini ayırt edemedi. "Haberi yok, değil mi?"

Karan, Kenan'ın ne bildiğini bilmiyordu. "Yok," diye mırıldandı, ona değil kendi kendine cevap verir gibi. Güzeller güzeli kardeşinin bir kuş gibi uçarcasına sevdiği adamı karşılamaya gidişini seyrederken, kalbinin göğüs kafesinde sıkıştığını hissetti. "Haberi yok. Eğer elimde olsa, hiç haberinin olmamasını tercih ederdim."

Görünen, görünmeyenle bir değildi. Her insan kendi içinde bir apayrı gizemdi. Tıpkı matruşka bebekler gibi... Karmen, Karan'ın neler bildiğini bilmiyordu belki ama Karan bildiklerini gizlemek, kendini maskelemek konusunda da epey maharetliydi. Çok şey biliyordu. Karmen'e dair, Karmen'in içinde yok yere ve bir gün katledilsin diye büyüttüğü mor lalelere dair çok şey biliyordu. Hem de ilk günden beri, ilk görüşten beri, tıpkı babası gibi. Nasıl bilmezdi, nasıl görmezdi ki? Karmen onun ikiziydi, içine can diye çektiği nefesin yegâne yareniydi. Karan, Karmen'in her hâlini bilirdi; aşktan gözleri kör, kulakları sağır olmuş hâlini de tanımış ve ezberlemişti. Lâkin bildiği ve gördüğü her şeyi susmuş, kendi içine kilitlemişti zira Karmen'i incitmek istememişti. Zaten bir gün günahsız bir çiçek gibi hoyratça kırılacaktı, gencecik yaşında tüketilmiş bir ömür gibi solacaktı, bir de Karan onu incitemezdi.

Karan ismiyle müsemma bir kahraman değildi belki ama yegâne gerçeği, kardeşine duyduğu koşulsuz sevgisiydi.

Karmen, ardında bıraktıklarından habersiz evin içine girdi, salonu bir rüzgâr gibi geçti. Bu sırada Pırıl da nefes nefese peşindeydi. Birlikte evin içinde ilerlediler ve giriş kapısına ulaştılar. Karmen sanki ateşi tutacakmış da bunu bir an önce yapıp kurtulmalıymış gibi kapıyı açıp kendini dışarı attı.

Tekin'i neredeyse on gündür göremiyordu. Öyle ki artık özlem dişini bilemiş bir canavar gibi içini kemirmeye, kalbine doğru uygun adım yürümeye başlamıştı. Yaza yaklaşırlarken ikisi de çok yoğunlardı. Karmen sınavlarına girip mezuniyetine hazırlanırken Tekin ise kendini hastaneye hapsetmiş, deli gibi çalışmıştı. Ve bu kalabalık günler Karmen'i Tekin'den koparmıştı. Karmen, Tekin'den uzak kalmasına sebep olan her şeyden nefret ediyordu.

Dışarı çıktığında, Tekin'in motorunu kapının birkaç metre ötesinde durdurduğunu gördü. Genç adam ayağıyla motorunu devrilmesin diye çakıl zemine sabitledikten sonra yüzünü Karmen'den mahrum bırakan kaskını tek hamlede çıkardı. Bu hareketiyle birlikte boynuna değin uzanan kara saçları savrulup rüzgârla dağıldı, rüzgâra sarıldı. Saçlarının güzelliği Karmen'e derin bir nefes aldırdı. Rüzgâr olup da o saçlara sarılmak vardı.

İşte o anda, Tekin kaskını çıkarıp saçlarını düzelterek arkasına baktığında fark etti onun hemen arkasında oturan yabancıyı. Onunla birlikte gelen bu davetsiz misafir her kimse, Tekin'in beline doladığı ince kollarını çözdü ve kendi kaskını çıkarmak için harekete geçti ama başaramadı. Tekin neşeyle gülerek, gülerken Karmen'in içindeki çiçeklerin dallarını titreterek motorundan indi. Karmen, bu yabancı misafirin genç bir kız olduğunu o anda fark etti. Kaskın altından göğüs kafesine uzanan karamel rengi saçlarından ve minicik elbisesinin örtemediği uzun bacaklarından.

Karmen, bu kızın kim olduğunu bilmiyordu ancak kim olduğunun bir önemi de yoktu. Tekin'in yanında ilk kez bir kadın görmüyordu, buna rağmen çapkın bir adam da değildi, hatta belki de duygusal bile sayılabilirdi. Ama bu durum Karmen'in kıskanmasına, kıskançlıktan dişlerini sıkmasına ve olduğu yere yığılıp çığlık çığlığa ağlamak istemesine engel değildi. Yine de kendine engel oldu, nefesini tutup sessizce onları izledi. Pırıl yanına oturdu, burnunu eline usulca sürdü. Sanki 'üzülme' der gibiydi.

Tekin motordan inip kıza döndü ve onun, kafasındaki kaskı çıkarmasına oldukça nazik bir tavırla yardımcı oldu. O her zaman ve herkese karşı böyleydi; nazik, sıcakkanlı ve sevecen bir adamdı.

Nihayet kafasındaki kasktan kurtulan kız, gürültülü bir nefesi serbest bırakarak yüzüne dağılan upuzun saçlarını elleriyle geriye savurdu ve o cennetlik çehresi Karmen'in gözlerinin önüne serildi.

Hayır, hayır, hayır! Allah'ım lütfen, hayır.

Karmen, kızı hatırladı. Ah, nasıl hatırlamazdı ki? Bu kız değil miydi, Karmen'in bile can veremediği çöl gecelerinden kara gözlerde bir kutup yıldızı gibi parlayan? Tam bir ay önce, Karmen'in en mutlu günlerinden birinde, Gramafon'da ve üstelik Tekin'le ilk kez şarkı söylediği o gece, Tekin'in gözlerine dokunup da Karmen'in göğsüne bir hançerle saldıran; bu kız değil miydi?

Karmen'i ayakta, hayatta tutan tüm bağlar, ipler öyle bir koptu ki içinden. Öyle parçalandı ki ruhunun her bir katresi. Öyle kırıldı ki kalbi. Kül gibi dağıldı da ayaklarının dibine birikti sanki.

Anlamalıydı. Anlaması gerekirdi bu farklılığı. Zira Tekin o güne dek bir kez bile yanında bir başkasıyla gelmemişti bu çiftliğe, Karmen anlamalıydı. Tekin daha önce hiç, Karmen bu kapıda onu izlerken genç kızın bakışlarını görmemezlik etmemişti, Karmen anlamalıydı. Ah, nasıl anlamamıştı.

İçinde, göğsünün tam orta yerinde kendi kendine harlanan bir ateş peyda oldu. Sanki Karmen'in içinde yanacağı cehennem, kendi gövdesinde doğdu. Dört bir yanı içindeki ateşle yandı da kül olamadı. Zaten kül olsaydı her şey daha kolay olurdu. Biri gelir üflerdi küllerini, rüzgâra karışıp hiç var olmamış gibi kaybolurdu. Kaybolamadı. Hâlâ oradaydı ve Tekin'in kıza uzanan güzel ellerini izliyordu.

Bu eller tam bir ay önce, Gramafon'da Karmen'e de böyle mi uzanmıştı? Yoksa bu kıza bir başka mı uzanıyordu?

Kız, incecik elini Tekin'in avuçlarının arasına bırakıp eteğini düzelterek motordan dikkatle indi. Çok güzeldi. O kadar güzeldi ki, güzelliği Karmen'in kalbine bir hançer gibi saplanıyordu ama öldürmüyordu.

"Karmen!"

Tekin'in sesini işitince avazı çıktığı kadar bağırası geldi, genç kızın. Karmen deme, demek istedi. Sen, bana Karmen diye seslenmezsin, Tekin. Sen, bana Bal Perisi diye seslenirsin.

"Merhaba..." diye cevap verirken, kendi sesini bile doğru düzgün duyamadı, Karmen. Gerçekten konuşmuş muydu?

Tekin, kızın elini bırakmadan Karmen'e yürürken sarışın kızı baştan aşağıya süzdü. Ama gözleriyle bakıyordu, gören kalbi değildi. Kalbiyle görmedikten sonra Karmen'e böyle bakmasının ne faydası vardı ki? Aksine zarardı, ziyandı, Karmen'in küçücük kalbinde bir serçenin kanadını kırıyordu.

"Bu ne güzellik böyle!" derken Tekin, kapının önündeki üç basamaklı merdivenin önünde durup bir ıslık çaldı. Sesindeki neşe, Karmen'in kalbini yerinden oynatıyordu. Kız hemen arkasındaydı ve elleri hâlâ birbirine kenetliydi. Karmen güzel olsa nafile. "Parlıyorsun yine."

Karmen içindeki cehennemi yutkundu. "Teşekkür ederim."

Basamakları beraber, ele ele aştılar ve karşı karşıya geldiler.

Allah'ım bu kız çok güzel. Allah'ım bu kız niçin bu denli güzel?

Kızla göz göze geldiler, gür kirpiklerle çevrelenmiş ela gözlerinde sıcacık bir bakış ve dudaklarında gören herkesi sebepsizce mutlu edebilecek kadar sevimli bir tebessüm vardı. Üstelik Karmen'le göz göze geldiğinde, sanki onu ezelden tanır gibi gözlerinde cıvıl cıvıl ışıklar oynaşmaya başlamıştı. Onun böyle bakması Karmen'e acı veriyordu. Bu yüzden, daha çok acı çekmek adına Tekin'in gözlerinin karasına tutunmak istedi ama bu da fayda etmedi. Tekin'in gözlerine bakınca da o karanlık sularda çırpına çırpına can çekişti.

Kendini toparlayıp normal görünmeye çalışsa da yüzünün canı çekilmiş gibi bembeyaz kesildiğine emindi. "Misafirin var..." diye mırıldanırken, Pırıl'ın burnunu sürüp durduğu ellerini önünde kavuşturup parmaklarıyla oynamaya başladı. Birinin ellerini tutmak istiyordu. Ağlaya ağlaya babasının ellerine sarılmak istiyordu.

Baba... Baba, yalvarırım çek al beni buradan. Baba, tut ellerimi, kurtar beni bu azaptan.

Karmen'in pembe dudaklarından bir soru gibi dökülen iki küçük sözcük Tekin'in kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Genç adam çatılmış kaşlarından birisini usulca havaya kaldırırken, gözlerini kısarak hemen karşısında ayaza tutulmuş bir çiçek gibi titreyen kıza baktı. Onun titrediğini ilk kez fark etmişti.

"Haberin yok muydu?"

Karmen kaçırdığı gözlerini kaldırıp sağanağa tutulmaya hazır bekleyen kirpiklerinin altından, Tekin'in güzel yüzüne baktı.

"Yoktu." dedi, kelimeler dudaklarının arasından bilinçsizce yükselirken. "Olması mı gerekiyordu?"

Tekin, sanki birilerini arar gibi etrafına bakındı. "Tuğra'ya söylemiştim." dedi, dalgın ve düşünceli. "Size söylemiştir diye düşünmüştüm."

Karmen, nefes diye ateş çekerken içine, "Bana söylemeye fırsatı olmamıştır." dedi. Nasıl alev ateş yandığını, köklerinden ateşe verilmiş bir çiçek gibi nasıl tutuştuğunu anlamasınlar diye tebessüm etmeye çabaladı. "Ben de yeni geldim sayılır zaten. Abim de Gazel'le birlikte..."

"Anladım," diyerek başını sallayan Tekin, bir saniye için dikkatle Karmen'i süzdü ancak bu bakışı çok uzun sürmeden dönüp arkasında sessizce bekleyen ve onları dinleyen kıza baktı. "Ah, sizi tanıştırmayı unuttum."

Kız gözlerini kayıplara karıştıran kocaman bir gülümsemeyle elini kaldırıp uzun parmaklarını sallayarak Karmen'e baktı. "Merhaba."

Biraz daha konuşsa dudaklarının arasından kelimeler değil çiçek kırıkları dökülecek sanan Karmen, "Merhaba..." diye karşılık verdi, ona.

"Bade," dediğindeyse Tekin, nefesini tuttu, Karmen. Nasıl nefesini tutmazdı? Tekin'in bir ismi hiç böyle, o ismi ruhuna ilmekler gibi söylediğini işitmemişti ki? Tekin dönüp karşısında anbean yitip gittiğini göremediği kıza baktı, yüzünde kızın tükenişini hızlandıran bir gülümseme vardı. "Karmen... Sana, ondan bahsetmiştim."

Ona, beni mi anlattın, Tekin? İsmini böyle kendine düğümler gibi seslendiğin bu kıza, benden mi bahsettin? Ona benden bahsederken, benim ismimi nasıl zikrettin? Sen ona benden bahsettin diye mi günlerdir benim içime kıymıklar batıyor? İçime batan o kıymıklar özlemden değil de bu yüzden miydi?

"Tanıştığımıza çok memnun oldum Karmen."

Genç kız kendine doğru uzanan ince ellere baktı. Biliyordu ki biraz daha uzun baksa, gözlerinde şaha kalkmış gözyaşlarından bir damla, Bade'nin eline damlayacaktı. Bu yüzden kaldırdı başını ve derin bir nefes alarak kızın gözlerine baktı, elini tutup sıktı. Elleri yumuşacıktı.

"Ben de memnun oldum."

"Tekin, senden öyle çok bahsetti ki... Bir ara, bir masal prensesinden filan bahsediyor sanıp güldüm ama sanırım haklıymış. Masal prenseslerine benziyorsun gerçekten."

Karmen, göz ucuyla Tekin'e baktığında genç adamın kara gözlerini yere düşürmüş mahcupça güldüğünü görmek kalbini sızlattı. Bir an için istemsizce, Tekin'in Bade'ye onun hakkında neler anlattığını delicesine merak etti ama merakını kendi içine, sessizliğine sakladı. Tekrar Bade'nin ışıltılı çehresine dönüp yüzündeki tebessümü sağlamlaştırdı. Elinde geldiğince...

"Teşekkür ederim," diye mırıldanırken, yanaklarının kızardığını hissetti. "Tekin, abartmış muhtemelen."

"Bu ailenin prensesi değil misin, sen?" diye sordu, Tekin.

"Öyle miyim?"

Senin prensesin olsam, olmaz mı? Benim kara saçlı prensim olsan, olmaz mı?

Tekin samimiyetle başını salladı. "Öylesin."

"Diğer kızlar peki?"

Tekin bu sefer keyifli bir kahkaha patlattı. Ah, eli hâlâ Bade'nin elleri arasındaydı. Bade, sanki tutmazsa Tekin ondan koparılacakmış gibi iki eliyle tutuyordu, adamın dokunduğu her şeyi iyileştiren ellerini.

"Onları boş ver," dedi Tekin, bir sır verir gibi fısıldayarak. "Onlardan prenses olmaz. Gazel kraliçe, Zülâl cadı, Turna yabani, Birce de... O da minicik biricik işte. Bu ailenin tek prensesi, sensin."

Kendini tutamayan Karmen, gülüverdi ansızın. Bade bir anda yok olmuştu, artık yanlarında değildi sanki. "Zülâl, bu söylediklerini duymasın."

Tekin, işaret parmağını dudaklarının üzerine bastırdı. "Şşt," diye uyardı, Karmen'i. "Sakın söyleme. Aramızda."

Aramıza ne çok şey gizledim de sen hiç görmedin aslında.

Karmen gülüşü yüzünde paramparça olmasın diye dişlerini sıkarken başını salladı. "Aramızda." diye fısıldayıp tekrar Bade'nin varlığını, Bade'nin Karmen'i yok olmaya mecbur bırakan varlığını anımsadı. "Kapıda dikilip kaldık, içeri gelin haydi."

"Sahiden," Tekin, Bade'yi daha da yakınına çekti. "Buraya motorla gelmek yordu, bizi."

"Ama güzeldi." dedi, Bade.

Güzeldir, diye geçirdi içinden, Karmen. Ama diyemedi. Oysa Bade yerine bunu diyebilen kişi olmak çok isterdi. Bade'den çok önce o motorla asfaltları aşındırarak rüzgârın peşinden koşmanın nasıl güzel olduğunu Karmen hissetmişti.

"Pırıl!" diye seslendi Tekin, içeri girerlerken. Ama güzel köpek dönüp de ona bakmadan Karmen'in yanında yürümeyi sürdürdü. Oysa o da Karmen gibi Tekin'i çok severdi. Gerçekten Karmen'in nasıl kırgın olduğunu hissedip de Tekin'e kızmış olabilir miydi?

"Agresif mi bugün biraz?"

Tekin'in sorusuna ona dönüp bakmadan cevap verdi, Karmen. "Biraz."

İçeri girdiklerinde, salonda toplanmaya başlamış kabalığın içine karıştıklarında, Karmen için her şey beyhude bir gürültüden ibaretti. Çünkü ne görebiliyor ne de duyabiliyordu, yalnızca hissedebiliyordu. Hem de öyle yoğun, öyle derinden hissediyordu ki nasıl ölmeden ayakta durabildiğine şaşırıyordu.

Herkes Bade ile tek tek tanıştı ama aksi gibi herkes onun geleceğinden de haberdardı. Karmen, bir de bunun için kırıldı.

Tuğra, Kartal ve Ayaz sıcak birer gülümseme eşliğinde Bade ile tokalaştılar. Zülâl daima olduğu gibi yine şen şakraktı ve hemen yanı başındaki Karmen'in bir mum gibi damla damla erdiğinden habersizdi. Hem gruplarına dâhil olan hem de daima bir köşede kendi içinde saklanan, buzdan adam, yani Kenan, kısa bir baş selamı eşliğinde Bade ile tokalaşıp tekrar köşesine çekildi. Kolunu Tuğra'nın tek omuzundan sarkıtmış, adeta geleceğin kara gözlü kraliçelerinden biri gibi sevdiği adamın yanında aheste aheste salınan Gazel ise, Bade'yi baştan aşağıya süzdükten sonra ona tek kaşını kaldırarak gülümsemiş ve el sallamıştı.

Gazel yeni tanıştığı insanlara karşı daima mesafeli bir kadın olduğu için kimse onun bu tavrını yadırgamamıştı ancak Karmen her zamankinden farklı olduğunu anlamıştı. Çünkü göz göze gelmişlerdi ve Gazel sıcacık bakan gözleriyle Karmen'i bir anne şefkatiyle sarıp sarmalamıştı. Zaten o odanın içinde Karmen'i anlayabilecek, Karmen'in nasıl ölemediğini ama can çekiştiğini görebilecek iki kişiden biriydi, Gazel. Diğeri de Turna'ydı ki o da Bade'yi pek sıcak selamlamamıştı ama herkes, onun her zamanki gibi hırçın ve yabani olduğunu düşündükleri için buna aldırmamışlardı.

O salonda herkes birbirini hatmetmişti, herkes birbirini tanıyordu ancak bir o kadar da birbirlerine yabancılardı. Yoksa bu kadar anlaşılamamanın bir başka açıklaması olamazdı.

Bir tek Bade... Ah, Bade. Asıl yabancı olan oydu. Diğer herkes, birbirine dolanmış ipler gibi büyüyen bu çocukların hepsi bir gün düğümlerini çözerler ve birbirlerini anlarlardı ama Bade hep yabancı kalacaktı. Onun, bu güzel aileyi tanımak için hiçbir zaman yeterince vakti olmayacaktı. Kimsenin, dâhi Karmen'in bile bu gerçekten haberi yoktu. Olsaydı şayet, belki Bade'yi daha çok sevmeye çalışırdı.

Karan girdiğinde içeri, herkes nefesini tutup onun saçma sapan espriler yapmasını beklemeye koyuldu. Ama genç adam bahçe kapısından içeri girip salondaki herkese tek tek baktı ve nihayetinde gözleri önce Bade'nin parıldayan masum çehresini, ardından da Tekin'in kara gözlerini buldu. Sadece bir saniye baktı ona, asırlarca konuşulsa zamanın kâfi gelmeyeceği kadar çok şey anlattı. Yürüdü, Bade ile Tekin'in karşısında durdu ve ondan beklenmedik bir sakinlikle genç kızın elini sıkıp onunla tanıştı. Herkes onun espriler yapmasını beklerken Karan, tanışma faslının hemen ardından salonun girişinde, oraya yakışmayan bir eşyaymış da terk edileceği anı bekliyormuş gibi mahzunca olan biteni izleyen Karmen'in yanına geçti. Uzun kolunu kardeşinin küçük omuzlarına sardı ve onu kendisine doğru çekip geniş gövdesine yasladı. Karmen bir kedi gibi sokuldu ona, biraz nefes aldı.

Birkaç saat sonra, gün akşama dönerken çiftlik evinin içinde bir akşam yemeği telaşı başladı. Erkeklerin hepsi, Ayaz hariç, bahçedeki ızgaranın başında toplanmışlar, ellerinde bardaklarıyla koyu bir sohbete dalmışlardı. Ara sıra Karan'ın yüksek tonajlı kahkahaları evin içine kadar doluyordu. Kendini bildi bileli yemek yapmaktan haz etmeyen Turna bahçedeki hamağa uzanmış, akşam serinliğinde kestiriyordu. Gazel ve Zülâl masayı kurmakla meşgullerdi, her şey eksiksiz ve kusursuz olsun diye uğraşıyorlardı. Ayaz, Karmen ve Bade ise mutfaktalardı, yemekleri hazırlamak onların payına düşmüştü.

"Kızlar, ben etleri dışarı çıkarıyorum." diyen Ayaz, elinde koca bir tabakla kapıya yönelmişti. "Siz kalanları halledersiniz sanırım."

Karmen başını salladı sadece. Bade ise, "Merak etme," diyerek gülümsedi.

Nihayet yalnız kalmışlardı ve bu, Karmen için bir işkenceden farksızdı. Bu kız, Tekin'in sevgilisiydi. Bu kız, Tekin'e derin nefesler aldırırken Karmen'in nefesini kesiyordu.

"Salata çok güzel görünüyor."

Karmen gözlerini doğrama tahtasından ayırıp hemen yanında meze hazırlayan Bade'ye baktı. "Teşekkür ederim." diye mırıldandı, sadece.

"Çok güzel bir aileniz var." diyen Bade'nin dudakları gülümsüyor olsa bile sesindeki burukluğu hissetti, Karmen. Onun hüzünlü bir hikâyesi olabileceğini düşündü ve istemsizce o hikâyeyi merak etti. "Tekin çok bahsetti," Alaylı bir gülüşle gözlerini devirdi. "Gerçekten çok fazla bahsetti ama bu kadar olabileceğini tahmin edememiştim."

"Biz böyleyiz," dedi, Karmen sakince. "Çünkü anne babalarımız da böylelerdi. Biz, onları nasıl gördüysek öyle yaşıyoruz sadece."

"Büyük bir aile olmanın avantajları sanırım."

"Öyle de denebilir ama bunda ailemizin bize öğrettiklerinin de faydası var. Mesela bu." Tuttuğu bıçakla gelişigüzel mutfağı işaret etti ama göstermek istediği her şeydi. Ailelerine dair her şey. "Bazen hazır olanın önümüze konmasını beklemektense onu birlikte hazırlamamız gerektiğini öğrettiler bize. Mesela bu yemekleri birlikte hazırlıyoruz ki her şey daha anlamlı olsun, paylaştığımız anların bir kıymeti olsun."

Bade hüzünlü bir hâlde iç çekti. "Ne güzel..." diye mırıldandı, kendi kendine fısıldar gibi. "Gerçekten çok şanslısınız."

Bir kez daha, "Teşekkür ederiz." dedi, Karmen.

"Tekin de çok şanslı."

"Niçin?"

Bade dolgun dudaklarına sıcacık bir gülümseme kondurdu. "Sizin ailenizin bir parçası olabildiği için."

Karmen sessizce iç çekti. "Umarım o da böyle hissediyordur. Çünkü biz öyle hissediyoruz."

"Emin ol, öyle hissediyor." diyen Bade, Karmen'in gözlerinin içine bakıyordu. "Sizden bahsederken gözlerinin içi parlıyordu. Özellikle senin annen ve babandan bahsederken. Onları çok fazla, hatta kendi ailesi gibi seviyor."

"Annemle babam da onu oğulları gibi seviyorlar. Tekin'in hiçbirimizden bir farkı yok."

"Tekin," dediğinde Bade, Karmen bilinçsizce nefesini tuttu. Sanki bu ismin ardına öyle bir cümle konduracaktı ki Karmen, henüz söylenmemiş ve asla söylenemeyecek bir söz gibi keşfedilemeden toz tutacaktı. "Seni de çok seviyor."

Karmen derin bir nefesi serbest bırakarak yutkundu. Tekin'in ona karşı sevgisi hiç bilmediği bir şey değildi. "Biliyorum," dedi.

"Bence seni, diğerlerinden ayrı bir yere koyuyor."

İşte bu Karmen için beklenmedik, bilinmedikti. Gözlerini kaldırıp omzunun üstünden Bade'ye baktığında genç kızın gözlerinde gördüğü yalnızca saf bir samimiyetti. Söylediklerine kalpten inanıyordu. Ve daha birkaç saattir tanıdığı bu kızın söylediklerine Karmen de inanmak istiyordu. Herkes gibi olmadığına, farklı olduğuna, Bade gibi değilse bile en azından diğerleriyle aynı yerde durmadığına inanmak, kanmak istiyordu.

Hiçbir şey söylemedi. Bunun üstüne ne söylenir bilemedi. Aslında ne söylenir biliyordu ama söylemeye gücü yetmedi. Onu çok sevdiğini söyleyebilmek isterdi.

"Senden bahsederken gözleri parlıyordu." dedi, Bade. Sanki saatler önce Karmen'in göğsüne sapladığı hançer daha derine saplansın istiyordu. Karmen, seni daha çok seviyor, diyebilmeyi dilerdi. Beni de seviyor ama beni, hiçbir zaman seni sevdiği gibi sevmeyecek.

Çünkü Bade, Tekin'in karanlık gecelerinde parlayan tek yıldızdı. Karmen daha o ilk bakışta, Bade'nin Tekin'in gözlerinde ilk parlayışında anlamıştı; Tekin, bu kızı çok sevecekti. Bunca senedir kimseyle doyuramadığı sevilememiş yanlarını bu kızı severek besleyecekti. Bu kızı bir başka sevecekti.

Oysa Karmen bunun hayalini ne çok kurmuştu. Ve şimdi yıllardır hayalini kurduğu her şeyin sahibi, sadece bir ayda, ansızın hayatlarına giren Bade olacaktı.

Bade, işine kaldığı yerden devam ederken sözlerini de sürdürdü. "En yakın arkadaşlarının Tuğra, Kenan ve Kartal olduğunu söylüyor. Ama bence kendi bile farkında değil, en yakın arkadaşı sensin."

Salataya soslarını koyarken, "Belki de öyleyimdir," dedi yalnızca, Karmen. Ama biliyordu, öyleydi. Tekin bile farkında değildi ancak Karmen onun her anındaydı, her zerresinde, her kafiyesi kırık cümlesinde vardı. Tuğra'ya bile anlatmadıklarını Karmen'e anlatırdı. Çok açık konuşmazdı ancak ne zaman canı yansa soluğu Karmen'in yanında alırdı ya da Karmen bir şekilde onu bir tenha da bulup yakalardı. İşte o zaman Tekin usul usul konuşmaya başlardı. Karmen ise yalnızca dinlerdi, sadece o konuşsun isterdi çünkü bilirdi, Tekin de bunu dilerdi.

"İlk başta garip gelmişti," dediğinde Bade, Karmen dönüp dimdik baktı ona. Bu cümlenin altındaki manayı gayet iyi anlamıştı fakat Bade çok yanılıyordu. "Yani senden öyle çok bahsediyordu ki... Ve ayrıca sana hayran, hayranlıkla anlattı seni. Garip geldi işte. Ama şimdi seninle tanışınca, daha birkaç saattir bir arada olmamıza rağmen, Tekin'in bana ne anlatmaya çalıştığını anlayabiliyorum." Kızın dudakları bir gül goncası gibi açılıp Karmen'in içini sızlattı. Gözleri sevgi dolup taşıyordu. "Tekin'in bahsettiği kadar güzelsin. Her açıdan... Ne kadar özel olduğunu seni ilk gördüğüm anda anladım. Bazı insanlar vardır ya hani, ne denli özel bir yaratılışları olduğunu ilk bakıştan anlarsın, sen de o özel insanlardansın sanırım."

Bir anda bu kadar çok itiraf arka arkaya birbirine bağlanıverince ve bunların neredeyse hepsi aslında Tekin'e ait olunca kalbi duracak sandı, Karmen. Ama sadece utançtan değil, sadece utançtan olsa içindeki bu yangın daha bir katlanılır olurdu belki. En çok bunları Tekin'den değil de Bade'den dinlemiş olmaktan dolayı yaraları sızladı. Yandı, yandığı yerden yeniden canlandı çünkü daha yanacak çok hikâyesi vardı.

İşin fenası; Bade, Tekin'e çok fena çarpılmıştı. Tekin'in adını zikrettikçe titreyen gözleri, tökezleyen sesi şahitti, Bade çok âşıktı. Kim bilir ne yapmıştı da Tekin, Bade böyle koşulsuz tutulmuştu ona. Acaba Tekin de böyle mi hissediyordu? Böyle bir anda çarpılmış gibi, yolunu kaybedince tekrar evine dönemeyeceğini sanıp da ansızın parlayan bir ışıkla kaybettiği yolu bir anda önünde belirmiş gibi. Tıpkı Karmen'in on sekizinde bir çiçek gibi açtığı, Tekin'in kuyudan derin gözlerinde ilk kez kaybolduğu gün ki gibi.

"Sen de çok güzelsin..." diye fısıldarken bunu gerçekten kendi mi söyledi, inanamadı. Ama yalan da değildi, aslında o anda aklından ne geçiyorsa onu fısıldamıştı.

Bade güzeldi. Ne kadar güzel olduğu gözlerindeki saf, duru bakıştan bile belliydi. Muhtemelen içi dışı bir, melek misali bir insandı ama yüzü de güzeldi. O kadar içten ve samimiydi ki, gülümsemelerinin sıcaklığı yüzünden insanın içinde çiçekler boy verecek gibi oluyordu. Gür kirpiklerinin gölgesinde dinlenen durgun bakışları etrafına ela rengi anlatılamaz derecede güzel ışıltılar yayıyordu. Muhtemel ki dünya üzerinde ne var ne yoksa seven, her şeyi iyi tarafından gören, sevgi dolu bir yaratılışı vardı. Ve onun dört bir yanındaki bu güzellikler Karmen'e azap veriyordu. Çünkü onu sevmek, ona alışmak istemiyordu. Çünkü onun gibi insanları sevmemek, kabullenememek mümkün değildi. Yıllardır sahip olamadığı her şeye tek bir anda sahip olan bu kızdan alabildiğine nefret etmek istiyordu. Lâkin Bade'yi sevecekti, biliyordu. Her şeyden öte; Tekin sevdi diye sevecekti. Tekin'i gülümsetti diye sevecekti. Ve ne yazık ki bu sevgi, Karmen'i asla mutlu etmeyecekti.

Birbirlerine gülümsediler. Üstelik gülümsemeleri kalplerinden yükselmişti, samimiydiler. Aslında aynı kara gözlü adama, birbirinden farklı renklerde âşık olmuş iki yabancı kadınlardı. Karmen'in o güne dek bir demet mor laleyle tamamladığı aşk sözcüklerinin renkleri artık koyu karanlıktı. Bir vakit sonra büsbütün katre-i matem olacaklardı. Bade ise Karmen'in aşkının aksine daha saf, daha berrak bir renkle bakıyordu Tekin'e. Çünkü o daha umutluydu, daha mutluydu. İnsanın aşkının tarifi ve kalbindeki rengi, o aşkın kalpteki manasına göre değişiyordu.

Bade berrak bir aşkla seviyordu zira hiç hasretini çekmeden, hiç aşkının azabını tatmadan Tekin'e kavuşmuştu.

Karmen ise kopkoyu seviyordu. Gün geçtikçe, Tekin her gün bir adım daha uzağına gittikçe, Tekin'e kavuşma hayallerinden biri daha boynunu büktükçe; bir demet mor laleden, bir serçe mezarı dolusu katre-i mateme dönüşüyordu. Masumdu ama mutsuzdu, çünkü hiç kavuşamayacağına inandığı bir adama âşık olmuştu.

O gün, Tekin Bade'nin elini tutup da Karmen'in karşısına çıktığında, her şey geri dönüşü olmaksızın değişti.

Karmen; babasının bal kızı, ağabeyinin papatyası, kendi göğüs kafesinde açılmış mezarına koyu mor çiçeklerden dikilmiş bir kefenle gömüldü.

Karmen, o günden itibaren ilelebet Katre-i Matem'di.

-----

Selam! 

Yine epeydir yoktum ama elden ne gelir, Katre-i Matem her zaman yazabildiğim bir hikâye değildi. Yazabileceğimi hissettiğimde de genelde bir oturuşta böyle upuzun bölümler yazabiliyorum. Aksi hâlde Katre-i Matem'e yazdığım tek kelime bile beni memnun etmiyor ve bu hikâye benim için çok özel, en güzeli olsun istiyorum. Üstelik bu sıralar diğer hikâyelerime bile bölüm yazabilecek gibi hissetmiyorken Katre-i Matem yazmam çok zordu. Bir daha bu kadar uzamaması için elimden geleni yapacağım ama ne yazık ki sık aralıklarla bölüm paylaşabileceğimi de sanmıyorum. Ne zaman hissedersem, o zaman...

Bölüm nasıldı? Beğendiniz mi? Biraz ilginç bir bölümdü sanırım, her çeşit duygu vardı içinde. 

Bu bölümde Bade ile ilk kez uzun uzun tanıştınız, daha sonra bir iki kez daha ona rastlayacaksınız. Peki onun hakkında neler düşünüyorsunuz? Sevdiniz mi?

Ah Karmen... Onu yazmak öyle zor ki aslında, anlatılmaz. Onu yazdığım her seferde kırıyor, parçalıyor beni. Hiç de kıyamıyorum. 

Bir de Tekin... Ve benim zaafım da Karmen gibi Tekin'e. Siz daha çok Karmen'i okuduğunuz için ona düşkünsünüz belki ama beni en çok kıran Tekin. Çünkü onu şimdilik sadece ben tanıyorum, sizin için hâlâ Pandora'nın Kutusu gibi gizemli. 

Peki siz Tekin hakkında neler düşünüyor, neler hissediyorsunuz? Okuyucu olarak sizin için Tekin nasıl bir adam? Tekin nereye gidiyor? 

Ve Karan! Ah, canım Karan. Sanırım bu bölümün gizli kahramanı oydu. Şaşırttı mı sizi? Hiç de sandığımız kadar pervasız, umursamaz değilmiş, değil mi?

Şimdi bir sonraki bölüme kadar veda vakti. Lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin, onları heyecanla bekliyor olacağım! 

Kendinize güzel bakın! Sevgiyle!

Continue Reading

You'll Also Like

6M 406K 46
Ceylin, kendi içinde yaşayan, dış dünyayla ilişki kuramayan, tek dostu kitaplar olan bir üniversite öğrencisidir. Hayata dair beslediği tek sevgi ken...
226K 10.2K 71
Tamamlandı Bir binbaşı en fazla ne kadar takıntılı ola bilir? Barlas binbaşı Efese ne kadar takık olabilirse...
63.2K 500 16
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için s...
41.4K 3.7K 33
Psikolojik hasta olan bir asker ve psikiyatristin hikayesi...