Mısır'ın Gözü

By Chiqelata

347K 31.6K 8K

-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışk... More

'1'
'2'
'3'
'4'
'5'
'6'
'7'
'8'
'9'
'10'
'11'
'12'
'13'
'14'
'15'
'16'
'17'
'18'
'19'
'20'
'22'
'23'
'24'
'25'
'26'
'27'
'28'
'29'
'30'
'31'
FİNAL
Antik Tanrılar Serisi 2

'21'

8.8K 821 140
By Chiqelata

Ra^

BÖLÜM '21'

Bella en sonunda üçüncü kez çıkardığı kotu üstünde tutmaya karar vererek giyindi.

Bir saattir ufak kıyafet yığının içinde ne giyebileceğine bakmış ve elini neyi attıysa beğenmemişti. Giyinip kuşanmayı severdi ancak fazla özen göstermeden, uğraşılmamış görüntüyü sevdiğinden genellikle kombin yapmak için kendini çok zorlamazdı. Şimdi ise, olabildiğince güzel gözükebilmek adına olabilecek bütün kombinleri yapmış ve nasıl olduysa en sadesinde karar kılmıştı.

Alımlı ya da göze çarpacak hiçbir özelliği olmayan askılı, sade desenleri olan bir üst giymişti. Bu üstün en sevdiği yanı göğüslerinde yarattığı etkiydi. Onları olduğundan daha kalkık ve hacimli gösteriyordu. Altına giydiği kot ise onun kurtarıcı parçasıydı. Her daim giydiği yüksek bel Diesel marka kotu, bacaklarını ve kalçalarını güzelce sararak hatlarını düzgün gösteriyordu. Fazla giydiği, hatta neredeyse hiç çıkarmadığı için eskimişti. Rengi o kadar soluktu ki, siyahtan ziyade neredeyse gri gibi duruyordu. Fakat Bella'nın içinde en rahat ettiği kıyafet, bu iki parçaydı ve olabildiğince rahat olmaya ihtiyacı vardı.

Neden heyecanlandığını anlayamıyordu. Sanki Ra'yla basit bir gezinti yapmak yerine lüks bir yerde akşam yemeği yiyeceklerdi. Hissettiği heyecanla bedeni kasılmış, yanakları güne başladığından beri yatışmayan bir pembeyle renklenmişti. Kendini ergenlik zamanlarındaki gibi hissediyordu.

Kapısı tıklatıldığı sırada Bella son kez görüntüsüne bakıp, yüzüncüye düzelttiği saçlarının arasından elini geçirip rötuşları yaptı.

''Bella? Hazır mısın?''

''Evet.'' Odasının kapını açarak Ra'yı tam karşısında bulduğunda, tanrının inanılmaz yakışıklılığı karşısında defalarca kez olduğu gibi bozguna uğramamaya çalıştı. Ama bu imkânsızdı. Ra onun gibi basit kıyafetler giymiş olmasına rağmen, üstündeki her bir parça pahalı bir markaya ait gibi duruyordu.

''Çok güzel görünüyorsun.''

Güneş Tanrısı'nın iltifatına karşı utandığını ve olduğundan da pembeleştiğini hissetti. Hareketine engel olamayarak, lisede utandığında sık sık yaptığı gibi saçını kulağının arkasına sıkıştırıp ''Teşekkür ederim.'' dedi.

''Gidelim mi?''

Bella başını salladığında Ra uzanarak bileğini tuttu ve bedenlerini Heliopolis olduğunu tahmin ettiği yere materyalize etti. Şehrin ortasında belirdikleri anda Ra onu bıraktı. Bella yeniden dokunmasını istese de, dilini son anda ısırarak kelimelerini kendine sakladı. Dürtülerine kulak asmamak için daha çok çaba harcalamıydı, her ne kadar güzel ve harikulade olsa da.

''Burası Heliopolis'in merkezi. Şehrin en canlı noktası sayılır.''

Ra'nın sözleriyle birlikte Bella etrafına bakındı. Göğe doğru uzanan parlak binaların gölgesinde kurulmuş rengârenk pazarlar, göz alıcı vitrinler ve cadde boyunca eski Mısır dönemine ait yazılarla süslenmiş kafelerle restoranlar vardı. Buradaki genel atmosfer, Memfis'tekinden çok daha farklıydı. Tanrıçayla dolaştığı şehir sade bir güzelliğe sahipken, burası ağır ve şatafatlıydı. Tarihi tamamen içine almış gibi duruyordu. Binaların arkasında yer alan gökdelenlere kıyasla eski bir görüntüsü vardı ama kullanılan taşlar, mermerler ve genel dizaynlarının verdiği havayla, hiçbir yerde rastlayamayacağı lüks bir yanı vardı.

Bella buraya tek kelimeyle bayılmıştı.

''Beğendin mi?''

Ra'nın sesindeki saf meraka gülümsedi.

''Kesinlikle harika bir yer. Yapıların hepsini süsleyen zenginlik inanılmaz.''

''Nil'in armağanı.'' Ra onun gibi önündeki güzelliği seyrederken, şehrin görüntüsünden duyduğu bariz gururla sırıttı. ''Nehrin kumla birleştiği yerde birçok değerli mineral ve taş mevcut. Halkım Nûn'un varoluşundan beri bütün bunları işleyerek şu anda gördüğün yapıtları meydana getirdi.''

''Oldukça yetenekli insanlar.''

Başını usulca çevirerek Ra'ya baktı. Altın renkli gözleri oradan oraya koşuşturan insanların üstündeydi. Gözlerinde hâkim olan yoğun bir duygu vardı, baktıkça Bella'nın kalbini sızı ve ısıyla dolduruyordu.

''Onları seviyorsun.'' dedi yumuşak bir sesle. İfadesindeki sertliği kıran şefkatin başka türlü bir açıklaması olamazdı. Ancak çevrelerindeki insanlar tanrının bakışlarından bihaber duruyordu, hatta korkup önlerinden çekildiklerini söylese yeriydi. Bella bu bakışları daha öncede görmüştü. Restoranda yemek yerken insanlar Ra'ya korkuya bakmıştı, sanki aniden korkunç bir yıkım başlatacakmış gibi.

Ona saygı duyduklardan hiç şüphesi yoktu fakat korku, saygıdan daha üstteydi. Bastırıyordu. Bella neden Ra'dan bu kadar korkulduğunu anlayamadı. Sert bir adamdı, ara ara düşüncelerini anlayamadığı için kaba davrandığı oluyordu ama böylesi bir korkuyu aşılayacak kadar acımasız ya da sert davrandığını görmemişti.

''Evet.'' Ra sorusunu cevaplayarak başını ona çevirdiğinde, Bella onu kemiren merakla sorusunu nasıl dillendirebileceğini düşündü. Bunu daha öncede sormuştu ve Ra'ın o zaman verdiği cevap, merakını tatmin etmek için yeterli sayılmazdı. ''Neden benden korktuklarını hala merak ediyorsun.''

Aklından geçenleri nokta atışı yapara bilmesine karşın Bella bocaladı.

''Aklımdan geçenleri mi dinliyorsun?''

''Hayır, bana bir şey sormak istediğin yüzünden belli.''

''Ah,'' Bella bakışlarını kaçırdığında Ra'dan bir kahkaha yükseldi. ''O kadar bariz baktığımı bilmiyordum.''

''Bu taraftan.'' Birlikte taşlık bir yokuşu tırmanarak, palmiye ağaçlarından oluşan bir meydana geldiklerinde Ra gölgede kalan banklardan birine oturması için işaret etti. Meydanın tam ortasında, krem rengi taşlardan oluşan kocaman bir süs havuzu vardı ve kabartmalı desenlerle süslenmişti. Etrafta koşuşturan çocukların sesi ağaçlardan yükselen kuş seslerine karışıyor, fazlasıyla samimi ve insanı sıcacık duygular yaşatan bir atmosfer yaratıyordu.

Bella insanların gündelik rutinlerini yapmasını izlerken, Ra oturdukları bankı iri bedeniyle kaplayarak gergin bir soluk verdi.

''Bundan 1000 yıl önce, Nûn'da büyük bir iç savaş meydana geldi. Savaş, benimle Apep arasındaydı.'' Ra oturduğu yerde rahat olamıyormuş gibi arkasında yaslanmayı bıraktı. Hafifçe öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini kenetledi. ''Apep Seth'den de beterdir. Acımasız ve gaddardır, filmlerde gördüğün kötülere benzemez. Mısır panteonu var olduğundan beri Apep başa geçmek için türlü oyunu oynadı ama bu... Bu en kötüsüydü.''

''Tam olarak ne oldu?''

''Yıkım.'' Ra'ın çenesinde bir kas seğirdi. ''Onu durdurmayı başardığımda Nûn'un yarısı arbedenin içinde harap oldu ve çoğu insan o gün hayatını kaybettiğinden, nüfus neredeyse bir gün içinde yarıya indi. Burada gördüğün güzellikler, 1000 yıl önce yoktu. Yerinde moloz yığınları, toz ve toprak vardı. Tam bir cehennemdi.''

Bella yaptığından emin olamasa da, ürkek bir dokunuşla tanrının sıkılı yumruklarından birine uzandı. Parmakları sıcak, sert dokunun üstüne değerken Ra'ın bakışları ona çevrildi. Güneş kadar parlak amber rengi gözleri içine işledi ve onu akkor bir sıcaklığa, tarifi imkânsız bir ısıya boğdu. İnsanların duyamayacağı kadar kısık bir sesle sordu.

''Hala kendini suçlu hissediyor musun?''

''Elbette. Apep'in niyeti bu zamana kadar hiç değişmedi, yapabileceklerini daha önceden kestirseydim eğer yıkımı daha aza indirebilirdim. Fakat olmadı. İnsanlarım benim yüzümden öldü, evrende bu gerçeği değiştirebilecek hiçbir güç yok.''

''Ancak ona engel olarak kalan kısmı kurtardın. Bunu yapmasaydın, belki de bugün Nûn olmayacaktı.''

''Benim görevim halkımın güvenliğini sağlamak. Bunu dahi başaramıyorsam bu beni ne yapar?''

''Mükemmel olmayan bir tanrı.''

Cevabı Ra'nın suratında hayali bir soru işareti meydana getirdi.

''Panteonunu ne kadar sevdiğini görebiliyorum Ra. Taşından, karıncasına kadar hepsine ayrı ayrı değer biçtiğinden eminim. Daha önce hiç ülke yönetmedim ama sana şu kadarını söyleyebilirim, zor bir iş olduğu belli. Bu ortada duran açık bir gerçek.''

''Beni teselli mi ediyorsun?'' dedi Ra şaşkın bir yüzle.

''Kısmen. Herkes bocalar, sen bile. En iyi yaptığın işte olsa, ara ara aksaklıklar olabilir. Bana kendin söyledin, bazen ne kadar önlem alsak da beklemediğimiz sürprizlerle karşılaşabiliriz.''

Ra'in gergin ifadesi yavaş yavaş çözülerek, onu mutlu eden bir ufak bir gülümsemeye dönüştüğünde Bella ona eşlik etti.

''Teşekkür ederim, bu sözleri senden duyacağımı düşünmemiştim.''

Bella ona takılarak, ''Arada şaşırtmayı severim.'' dediğinde Ra'ın beyaz dişleri açığa çıktı. Tanrının gülümsemesi, Güneş'in kendisinden bile daha sıcaktı. Bunun nasıl mümkün olabildiğini kendisi de bilmiyordu ve sesli söylerse kendi kulağına bile saçma geleceğinin farkındaydı ama öyleydi. İçini eriten ve karnında o tanıdık hissi yaratan bir gülümsemeye sahipti.

''Apep şimdi nerede?''

''Nûn ile Duat arasında kalan isimsiz bir bölgede tutsak. Önümüzdeki 45 yıl boyunca da orada kalacak.''

''Ve sonra çıkacak mı? Doğru mu anladım?''

''Evet.''

''Bütün bunları yaratan adamı tekrar salmak kulağa çok mantıklı gelmiyor.''

''Apep ile ben, iyi ve kötüyü temsil ediyoruz. Tıpkı Seth ve Osiris gibi. Tanrı ve tanrıçaların panteonlardaki yeri kutsaldır, her birimiz yaşamı temsil eden ve devam ettiren kaynaklardan biriyiz. Bu yüzden ölemeyiz. Panteonun devamlılığının sağlanabilmesi için hepimize ihtiyaç var, bu dengenin korunabilmesi için de Apep'in kaosu şart.''

''Bu... Bir döngü.'' Bella dediklerini anlamaya çalışarak, anlatılanların ucunu birleştirmeye çabaladı. ''Yani Ying ve Yang gibi. Terazinin düzgün kalması için Apep'in başlattığı her kargaşayı durdurman gerekiyor.''

''Evet, çok doğru.''

''Bunu sürekli yapmaktan yorulmuyor musun? Ya da yerine birini geçirmeyi hiç düşündün mü? Mitlerde senden sonra Horus'un yönetimde başa geçtiği yazıyor.''

''Bu benim görevim, yaptığım işi seviyorum. Yorulduğum zamanlar oluyor, olmuyor değil ama benden başka bunu yapabilecek kimse yok Bella. Horus güçlü bir tanrı fakat rahatına çok düşkün, hatta şu anda Bahamalar'da tatilde. Bu yalnız bir iş, elini çektiğin anda bozulmaya hazır.''

''Yanında sana eşlik edecek bir eşin olmadı mı?''

Ra ona acı bir tebessümle baktı.

''Bu kadının özgürlüğünü elinden almak olur. Ben buradan fazla uzaklaşmam, ne olursa olsun günün sonunda uğrayacağım yer hep burası olacak. Neden ben böyleyken eşim de benle aynı kaderi paylaşsın? Üstelik ben sahiplenici bir adamım, yokluğuna fazla sabır gösteremem.''

Bella etkilenmemeye çalıştı. Her bir cümlesi şiir gibi dudaklarından dökülürken, kendisine gem vurabilmek zordu ve başaramamıştı da. Ra'ın düşünce şekli onu çok etkilemişti. Durumun farkında olarak partnerini düşünmesi çok inceydi, onu da kendisinin yaşadığı kadere mahkûm etmemek için yalnız kalmayı tercih etmişti.

Öyle anlıyor ki, panteonunun varlığını sürdürebilmesi için Ra'ın olması şarttı. Güneş Tanrısı olmadan ayakta kalamayacağı çok belliydi. İnsanlarının mutluluğu için Ra kendi mutluluğundan vazgeçmişti. Tanrıya duyduğu saygı büyüdü ve büyüyen saygısıyla birlikte doğru orantılı olarak kalbi yoğun bir acıyla sızladı.

''Sıradaki yere gidelim mi?''

Ra kalmak için ayaklandığında Bella birden gelen telaşla bileğinden tuttu.

''Bekle biraz.''

Ra yeniden yerine kurulurken, Hathor'un sözleri kulaklarında çınladı.

Kendine bir şans ver.

Yapabileceğinden emin değildi fakat denemek için cesaretli olan bir yanı vardı. Ancak geri adım atmaya da çok meyilliydi, korkup çekilmeye karar verdiği anda karşısındaki kişiyi de bu yüzden incitmek istemiyordu.

''Bella?''

Ra'ın iri eli yanağını avuçladığında endişeleri sessizleşti. Tanrı meraklı gözlerle ona bakıyor, bir şeyler söylemesini bekliyordu. Bella cesaretli yanına tutunarak, Ra'ya yaklaştı ve dudaklarını dudaklarına değdirdi. Çok hafif, belli belirsiz dokunuşu ikisini birden heyecanlandırdı. Sukkubus olmasından kaynaklı olup olmadığından emin olamadı ve açıkçası, bunu umursamadı.

Ne olduğu hakkında günlerdir yeteri kadar kafa patlatmış, canını sıkmasına izin vermişti. Şimdi bunun olmasını istemiyordu. Şu anda kendisiydi, Isabella'ydı. Ne bir sukkubus, ne de bir ruhtu.

''Bella,'' Sanki onu elektrikle dürtmüş gibi Ra irkilerek dokunuşundan kaçtı. ''Ne yaptığının farkında mısın?''

''Evet.''

Teklemeden verdiği patavatsız cevabı tanrının gözlerini irileştirmesine ve dumanlı bir nefes koyuvermesine sebep oldu. Bella bunu komik buldu, ağzından duman çıkartan bir ejderhaya benziyordu.

Eh, yakışıklı bir ejderhaydı.

''Bunu istiyor musun?''

Emin olmaya çalışması genç kadının kalbini okşadı. Aklından geçenleri isterse okuyabilecek olmasına rağmen ona sorması ve cevabını büyük bir heyecanla beklemesi çok tatlıydı ve aynı zamanda erdemli bir davranıştı. Ona yeniden dokunmak istediğini görebiliyordu, altın renkli irislerindeki göz bebekleri öyle irileşmişti ki siyah gibi duruyordu. Onları kuşatan arzuyu apaçık yansıtır hale gelmişti.

Sadece dudaklarını değdirerek tanrıdan böylesine yoğun bir tepki alabilmiş olmak onu garip bir hazla doldurdu. Bir sonraki hareketinde Ra'dan nasıl bir tepki alacağını merak ediyordu. Daha önceki ilişkilerinde yaşadığı heyecandan farklıydı, karanlıktı. Arzuları daha yoğun ve talepkardı.

''Evet, kesinlikle.''

''Bella-''

Bella devam etmesine izin vermedi. Gösterdiği incelik hoşuna gitse de, şu anda istediği şey düşünceli hali değildi. Onu birkaç gün önce arzudan titreten adamı geri istiyordu. Tekrar dudaklarına yöneldiğinde Ra itiraz etmedi.

Boğuk bir hırlamayla eli başının arkasına giderek onu kendine çektiğinde, Bella ellerini boynunun bitimine yerleştirdi. Altındaki bankın yerine çimen gibi hissettiren yumuşak bir şeyin değdiğini hissetti fakat aldırış etmedi. İstediğini elde etmek üzereydi. Biraz daha cesaretli davranırsa eğer-

''Bundan pişman olmanı istemiyorum.''

Ra'ın sıcak nefesi dudaklarını okşadı, eli başının arkasına ufak masajlar yaparken Bella neredeyse kedi gibi mutlu mırıltılar çıkartmaya başlayacaktı.

''Olmayacağım.''

''Yapma.'' Ra ondan geri çekilmeye çalıştıysa da, ona izin vermedi. Kıyafetinin önüne sıkıca tutunduğunda tanrıdan boğuk bir inleme yükseldi. Bunu istemek adama acı veriyor gibiydi. ''Bana bunu yapma Bella.''

''Neyi?''

Ra cevap vermedi. İçini eriten gözleri dudaklarına inmiş, bakışları koyulaşmıştı. Bir saniye sonra onu kendine çekerek dudaklarını onunkilere bastırdı. Bella anında baskıya boyun eğerek ağzını araladı ve dilini kabul etti. O anda lavdan bile daha sıcak gelen dili onu yaktı, boğazından kendi kulağına bile yabancı gelen bir inilti çıktı. Yaralı bir hayvanı andıran inlemesi Ra'nın kontrolü kaybetmesine neden oldu.

Yabani bir hırlamayla saçlarını yakaladı, nazikliği silinirken Bella kendini yumuşak bir zeminde uzanırken buldu. Tam olarak neredeydiler? Heliopolis'te olamazdılar, bankı hissetmiyordu ve etrafında insanların olduğuna dair sesleri de işitmiyordu. Kulağına ulaşan tek ses, ikisinden yükselen tahrik edici seslerdi.

Bella daha da ateşlendi, öyle ki canı yandı ama güzeldi, çok, çok güzeldi. Bitmesini istemiyordu. Ra'ın ellerinden biri doğruca kalçasına yöneldiğinde gözleri geriye kaydı. Dokunuşu sertti, yabaniydi. Ona ham bir açlıkla dokunurken, ihtiyaçlarını karşılamak için hazırdı. Bütün bedeni uyarılmıştı.

''Bu...Yanlış.'' Ra'ın sesi sanki çok uzaklardan geliyormuş gibi Bella gözlerini araladı. Gözünün önünde kelimenin tam anlamıyla Güneş'in Efendisi vardı. Bronz teni ikindi güneşinin altında balla karamelin muhteşem birleşiminin rengindeydi. Sıkı kasları kıyafetinin altından ona göz kırparken, bakışları Bella'yı içine çekecek kadar derindi.

''Hayır, doğru.'' Elini tişörtün altına daldırarak sert karın kaslarına dokundu. Ra'ın kocaman, heybetli bedeni rüzgârda salınan bir yaprak gibi titredi. Acaba ona böyle dokunmaya devam ederse istediğini yaptırabilir miydi? ''İyi hissediyorum. İyi hissettiriyorsun.''

''Sonunda üzgün olmanı istemiyorum.''

Ah, endişesi... Bella tebessüm ederek, adamın damarları belirginleşmiş kalın boynuna küçük bir öpücük bıraktı.

''Olmayacağım.''

''Şimdilik.''

''Birkaç dakika daha benim için devam edemez misin? Seninde bunu istediğini biliyorum.''

Ra'ın yüzünde hınzır bir gülümseme belirdi.

''Ne zamandır bu kadar açık sözlüsün?''

Bella omuz silkti.

''Sadece anı yaşama fikrini deniyorum ve,'' Tanrının alt dudağını dişlerinin arasına alarak çekiştirdi. ''O kadar da kötü olmadığına karar verdim. Biraz kontrolü bırakabilirim.''

Ona dokunması için duyduğu güçlü istekle tanrıya uzanırken Ra'ın tutuşu sıklaştı. Nefesi kesikleşti, teni muhtemelen moraracaktı fakat önemli değildi. Bunu istiyordu. Yeniden o ateşi, heyecanı, arzuyu istiyordu. Ra düşüncelerini toparlamaya çalışır gibi güçlü bir nefes alıp, ciğerlerini oksijenle şişirdi.

''Mutlu olmanı istiyorum Bella.'' Yüzüne doğru eğilerek çenesinden itibaren onu ufak öpücüklere boğarak boynuna doğru indi. ''Fakat bilmek istediğim bir şey var; bana sukkubus olduğun için mi böyle yaklaşıyorsun?''

''Hayır!'' Haddinden fazla hızlı karşı çıkmış olması yanaklarını canlı bir kırmızıya boyarken, fazla aldırış etmemeye çalıştı. ''Seni her öptüğümde ayaklanan dürtülerimi inkâr edemem ama şu anda gördüğün gerçek benim. Seni sukkubus olduğum için değil, hoşlandığım için öpmek istiyorum.''

İşte, söyledim. Ra'ın vereceği tepkiyi beklerken yanağının içini dişledi. Anı bozmuş muydu? Belki de çok ani olmuştu. Tanrıya karşı çok derin duygular beslemiyordu ama ilgisini çektiği de bir gerçekti. Onu daha yakından tanımak, birlikte zaman geçirmek istiyordu. Hatta bir ara yeniden çıkmayı bile isterdi. Ama belki de hislerini dile getirmekte çok erken davranmıştı.

Düşünceleri kafasının içinde dört dönerken, Ra onu daha da endişelendiren şaşkın ifadesiyle bakmayı sürdürüyordu.

''Bana şans mı vereceksin?''

''B-Belki. Düşünüyorum?'' Tanrım... Biri ağzımı sustursun. ''Hızlı gitmek istemiyorum.'' Bir dakika öncesinde onu öptüğünü unutma, Bella. ''Senin içinde uygunsa, birlikte vakit geçirerek birbirimizi daha yakından tanımaya başlayabiliriz.''

''Güzel bir teklif. Seni yakından tanımayı çok isterim Bella.''

Yanaklarının daha fazla ısındığını görmesini istemediğinden başını çevirdi ve çayırlık bir alanda olduklarını idrak etmesi uzun birkaç saniyesini aldı. Heliopolis'i bulundukları yerden görebiliyordu, şehirle aralarında on ya da on beş dakikalık mesafe vardı.

Etrafında uzun, geniş yapraklı palmiye ağaçları ve bolca çimenden başka bir şey yoktu. Hatta neredeyse ıssız duruyordu. Sanki dünya sadece Ra ve kendisinden ibaretti.

Neden buraya geldiklerini sormasına fırsat olmadan, Ra üstüne doğru eğildi. Birbirlerine o kadar yakındılar ki uzun, siyah tutamlar yüzünü gıdıkladı. Sandal ağacı kokusunu içine çekerken Ra puslu bir sesle konuştu, bir yandan uzun parmakları hala sızlamakta olan dudaklarının üstündeydi.

''Seni yeniden öpmek istiyorum.'' Ona biraz daha yanaştı. Sıcak, taştan duvar onu sarmalarken Bella titredi. Ne yaptığını o kadar iyi biliyordu ki. ''Lütfen Bella.''

Bella bu isteğe karşı koyamazdı. Dakikalar öncesinde söylemiş olmasına karşın hızlı gitme düşüncesini kenara iteledi. Öpüşmekten ötesine geçmedikleri sürece bir sıkıntı olmazdı sonuçta değil mi? Devam etmemesini söyleyen her bir düşünceyi bastırarak, onu sabırla beklemekte olan tanrıya karşılık verdi. Ra'ın açlığı başı döndürücüydü sanki asla doymayacakmış gibi ağzını talan etmesi, Bella'yı tahrik ediyordu.

Fazlasını istemek... İnanılmaz güzel bir hayaldi fakat Bella istememesi gerektiğini biliyordu. Hathor endişelerinin bir kısmını yatıştırmış olsa da, devamını getirebilmesi için yeteri kadar cesaretli hissetmiyordu.

Yine de bedeni korkularına rağmen başka bir frekanstaydı.

Göğüs uçları sertleşmişti, sutyen giymiş olmasaydı tişörtünün ardından göz kırpacaklardı ve belki de onu bedenine bastırmış olan Ra'ın göğsüne sürtecekti. Bu düşünce yangını iyice körükledi, bedeni alev aldı. Olur olmadık bir dünya fantezi kafasında şekillenmeye başlarken, her zaman böyle mi olduğunu kısa bir an sorgulamasına neden oldu.

Önceki iki ilişkisinde de, sadece öpüşmeyle bu kadar tahrik olduğunu hatırlamıyordu. Ön sevişme bile değildi, gerçi Ra bütün dominantlılığıyla ağzına adeta hükmederken neredeyse ön sevişmenin kıyısına varmıştı ve Bella devamını getirmesi için ona yalvarmaya hazırdı. Bedeni capcanlıydı, enerjinin vücudunda dolaştığını, damarlarına nüfuz ettiğini hissedebiliyordu. His sarhoş olmasına sebep olacak kadar mükemmeldi.

''Ra,''

Güneş Tanrısı'nın elleri belinin kavisine, oradan da göğüslerine doğru yol alırken fütursuzca inledi. Bir insanın dokunuştan bu kadar zevk alabilmesi mümkün müydü?

Sen sukkubussun.

Bella bu gerçeği son anda hatırlayarak, bu sefer gerçekten geri çekilmek için bütün iradesini ortaya koymaya çalıştı.

''Ra, dur. Durmak zorundayız.''

Ra'ın boğazından isyan dolu, ne dediği anlaşılmayan bir ses yükseldi. Dudaklarını sonsuzluk kadar gelen bir sürenin ardından çekerken ikisi de nefes nefeseydi. Oksijeni yiyip bitireceklerdi sanki.

''Üzgünüm.''

Ra boğazını temizledi. Yüzünde sanki kendisinden utanç duyduğunu gösteren mahcup bir ifade oluşmuştu. Teninin bronzluğuna rağmen yanaklarındaki pembeliği seçebiliyordu. Bella böylesine erkeksi bir adamın, bir anda nasıl sevimli? gözükebildiğine anlam veremedi. Kalbi yanaklarının aldığı renk karşısında alaşağı olmuştu.

''Kendimi kontrol edemedim.''

***

Bölümü beğendiniz mi bakiyim şekerpareler^^

Continue Reading

You'll Also Like

279K 5.1K 33
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
Algon By defnetheshipper

Historical Fiction

51.8K 1.8K 23
Kuruluş Osman - Alaeddin ve Gonca Alaeddin Gonca'nın ihanetini öğrendikten 3 yıl sonrası
7.5M 344K 65
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
136K 9.5K 16
Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarmanın tek yolu ise Saige Nerth ve Zaiden...