'13'

9.7K 1K 265
                                    

BÖLÜM '13'

Gece yarısı olduğu vakit Seth yasaklı bölgenin önünde belirdi.

Kesinlikle bulunmaması gereken bir yerdeydi, burada olduğu anlaşılırsa eğer bu sefer Ra sadece onu yaralamakla kalmaz çok daha vahşi ve kanlı bir sonuç yaratacak şekilde onu parçalara ayırırdı. Ancak Seth'in gözünü korkutmak için yeterli miydi? Elbette hayır. O karanlığın ve yıkımın ta kendisiydi, onu korkutacak bir şey ya da varlık henüz yaratılmamıştı.

Çölün sessizliğinden yararlanarak hızla ilerlemeye başladı. Normalde bedeninin ağırlığının onu aşağı çekmesi ve bu yüzden bata çıka ilerlemesi gerekse de, burada yeryüzünün kanunları işlemiyordu. Çöl onun eviydi, kum yalnızca ona itaat ederdi, onun emriyle birlikte hayat bulurdu. Görünürde sakin duran uçsuz bucaksız altın renkli kum denizi, ölüme neden olacak kadar tehlikeliydi.

Özellikle de kum fırtınaları... Onlar birer efsaneydi. Normal bir insanın fırtınaya yakalandığı vakit geriye kemiğinden başka bir şey kalmazdı. Kaçmak ya da gizlenmek nafileydi. Kum acımasızca hedefini bulur, açık olan bütün alanlara saldırır ve sonra da sanki hiç var olmamış gibi avıyla birlikte geriye çekilirdi. Yakaladığı av en nihayetinde çölde barınan bütün canlılar için birer yaşam kaynağına dönüşürdü.

Attığı her adımla birlikte akrep, yılan ve örümcekler gizlendikleri yerden çıkmaya başladı. Tanrının varlığına saygı duyarcasına ortaya çıkan her bir canlı, Seth'in önünden çekilip yürüdüğü yolun kenarlarında dikildi.

Bulunduğu yer Nûn ile Duat'ın arasında kalan, çölle kaplı, isimsiz ve ucunun nerede bittiği veya başının neresi olduğu belli olmayan bir yerdi. Gökyüzünde daima Ay olurdu, Güneş asla buraya uğramazdı. Ra'nın asırlardır ayak basmadığı tek yerdi.

Ve bu yüzden de yasaklı bölgeydi.

Güneş Tanrısı'nın olmadığı bir bölgede hayat zar zor var olabilirdi, ayağının altından çekilenler ise bunun tek istisnasıydı. İnsanoğlu süre gelen yıllar boyunca 'kötü'yü tanımlarken bu canlıları tasvir etmişlerdi. Akrep, örümcek ve yılanlar karanlığı simgeleyen canlılardı. Soğukkanlılardı, besin zincirinin en üstünde olmasalar bile kayda değer bir yerleri vardı. Üstelik Güneş'in olmaması onlar için problem de değildi, sıcaklık çöl iklimiyle karşılaştırıldığında aynıydı. Bu da hayatlarını sürdürebilmeleri için yeterliydi.

On dakikalık yürüyüşünün sonunda tapınak yavaşça görüş alanında belirmeye başladı. Büyük, oldukça kalın mermer sütunlar boy boy giriş kısmını oluştururken, yapıyı meydana getiren diğer bütün parçalar taştandı.

Burasının yasaklı olmasının bir başka nedeni daha vardı ve aslında asıl sebebi sayılırdı. Burasının neden var olduğunu açıklıyordu.

Ra'nın panteondan sürgün ettiği ebedi düşmanı burada tutuluyordu.

Apep.

Seth tapınağa doğru ilerlemeye devam ederken yüzüne keyifli bir gülümseme oturdu. Buraya yalnızca birkaç Tanrı giriş yapabilir ve etkilenmeden çıkabilirdi. Havadaki oksijen karanlıkla kirlenmişti, ağırdı ve soluyan biri için yaratacağı etki nükleer sızıntının yaratacağıyla birebir aynıydı. Üç dakika kalmak kudretli bir Tanrı'yı bile dizlerinin üstüne çökertebilirdi ve kısa sürede tedavi edilmezse, ölümle sonuçlanmaları kaçınılmaz olurdu.

Evet, ölebiliyorlardı.

Seth bu gerçeği birkaç sene önce tesadüfen keşfetmişti. Derin bir nefes alarak ciğerlerini zehirli gazla doldurdu. O burayı oluşturan atmosferden etkilenmezdi, çünkü zaten kendisi karanlığın beden bulmuş haliydi. Alışkın olduğu oksijenden hiçbir farkı yoktu.

Mısır'ın GözüWhere stories live. Discover now