Karantina Serisi

By beyzaalkoc

110M 4.4M 4.3M

''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' ... More

Tanıtım
1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.
2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!
3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.
4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.
5.Bölüm : Belanın Ta Kendisi...
6.Bölüm : Bela Mıknatısı
7.Bölüm : Ateşin Ta Kendisi!
8.Bölüm : Seni Bırakmayacağım.
Karantina Hakkında.
9.Bölüm : Evet, Komik.
10.Bölüm : Ela Gözlerin Ardında...
11.Bölüm : İyi Seyirler.
12.Bölüm : Sonunu Görmek.
13.Bölüm : Hepimiz Beyaz Atız!
14.Bölüm : Canım İstiyor.
Yeni Bölümler Hakkında
15.Bölüm : Ölüme Yakın.
16.Bölüm : Ay Benim, Gece Senin...
17.Bölüm : Onur'unki...
İletişim
18.Bölüm : Sevgilim Olur Musun Desem...
19.Bölüm : Kayboldum!
20.Bölüm : Gitme İhtimalini Yok Etmek...
21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!
22.Bölüm : Seninleyim!
23.Bölüm : İstediğim Her Şeyi Alırım.
24.Bölüm : Ayrılmayacağız.
25.Bölüm : Kayıp Kız
- Duyuru -
26.Bölüm : İntikam Vakti.
27.Bölüm : Hokus Pokus...
28.Bölüm : Perde Kapanıyor, Oyun Bitti...
29.Bölüm : Kısa Vadede Mahvolmak...
30.Bölüm : Dokunma Bana!
31.Bölüm : Aradığın Sendin...
32.Bölüm : Bu Filmin Son Sahnesi...
33.Bölüm : Bir Savaşın Başlangıcı
34.Bölüm : Oyun Başlıyor!
35.Bölümden Kesit
35.Bölüm : Paramparça Bir Duvar
36.Bölüm : Bir Katile Aşık Olmak
Özel Bölüm - Onur'un Sorgusu
37.Bölüm : Savaşın Sonu
38.Bölüm Fragmanı
38.Bölüm : Bir Şehir Yıkıldı.
Tanıtım Videosu + Karakterler
39.Bölüm : Bizimle Misiniz?
40.Bölüm : Yaşam Ağacı...
41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!
42.Bölüm : Hoş Geldin Onur Zorlu!
43.Bölüm : Öyle Güzelsin Ki...
44.Bölüm : Sonsuza Kadar.
45.Bölüm : O Evi Yıktık.
46.Bölüm : Ben Seni Bırakamıyorum.
47.Bölüm : Güneşin Parçaları - PART 1
47.Bölüm + Part 2
48.Bölüm : Şah Mat!
Karantina Kitap Oluyor! Bizimle Misiniz?
49.Bölüm : Hiç Kimsesizlik.
50.Bölüm : Sahne Onur'un.
Kitaba Doğru...
Kapak^^
Ayrıntılı Karantina İncelemesi!
Karantina Raflarda!
Karantina^^
KARANTİNA 2'den...
Karantina 2'den Alıntı + Çekiliş
Karantina - İkinci Perde - Tanıtım
İmza Günü + Duyuru
İkinci Perde : Giriş + 1.Bölüm
İkinci Perde - 2.Bölüm : Sevgilim
İkinci Perde : 3.Bölüm : Seni İçimde Tutabilmek.
İkinci Perde - 4.Bölüm : İki Küçük Kibrit Çöpü.
5.Bölüm : Vazgeçilmek.
İkinci Perde - 6.Bölüm : Koskoca Bir Şehir
İkinci Perde - 7.Bölüm : Enkaz Bölgesi.
İkinci Perde - 8.Bölüm : Kan.
İkinci Perde - 9.Bölüm : Benim Hayatım.
İkinci Perde - 10.Bölüm : İçimde Bir Dağ
İkinci Perde - 11.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
İkinci Perde - 12.Bölüm : Oturma Odası.
İkinci Perde - 13.Bölüm : Öpücük.
İkinci Perde : 14. ve 15.Bölüm
İkinci Perde - 16. Bölüm : Her Şey Daha Farklı Olabilirdi.
İkinci Perde - 17.Bölüm + 18.Bölüm
İkinci Perde - 19.Bölüm + 20.Bölüm + 21.Bölüm
Karantina - İkinci Perde : 22.Bölüm
İkinci Perde - 23.Bölüm
İkinci Perde - 24.Bölüm : Onur.
İkinci Perde - FİNAL - 25.Bölüm : Mahşerin Beş Atlısı
Kapak + İmza Günü + Ön Sipariş^^
Önemli, İkinci İmza Günü^^
Karantina İkinci Perde - Açıklama
Karantina 3 - Çok Yakında!
Karantina - Üçüncü Perde : Giriş + 1. Bölüm
Karantina - Üçüncü Perde - 2.Bölüm : Seni Çok Özledim.
Üçüncü Perde - 3.Bölüm : Bir Ağaç Mesafesi.
Üçüncü Perde - 4.Bölüm : Seni Bırakmam.
Üçüncü Perde - 5.Bölüm : Hikayedeki Eksik
Üçüncü Perde - 6.Bölüm : Ben Neredeyim?
Üçüncü Perde - 7.Bölüm : Darmaduman
Üçüncü Perde - 8.Bölüm : İncir Ağaçları
Üçüncü Perde - 9.Bölüm : Kalbim.
Üçüncü Perde - 10.Bölüm : Kafes.
Üçüncü Perde - 11.Bölüm : Bana Yardım Et.
Üçüncü Perde - 12.Bölüm : Aşık Olduğu Kız.
Üçüncü Perde - 13.Bölüm : Düşmek İçin Koşmak.
Karantina - Üçüncü Perde - 14.Bölüm : Anne
Üçüncü Perde - 15.Bölüm : Zeynep...
Üçüncü Perde - 16.Bölüm : Kaçıyordum.
Üçüncü Perde - 17.Bölüm : Kaçıyorsun...
Üçüncü Perde - 18.Bölüm : Ben Güçlüydüm.
Üçüncü Perde - 19.Bölüm : Bir Devrin Kapanışı!
Üçüncü Perde - 20.Bölüm : O Nokta... (FİNAL)
SELAM!
Son Perde - 1.Bölüm : Mucize.
Son Perde - 2.Bölüm : Ben Bir Kahramanım.
Son Perde - 3.Bölüm : O Gece.
Son Perde - 4.Bölüm : İçimde Büyüyor.
Son Perde - 5.Bölüm : Bir Mucize Olsun.
Son Perde - 6.Bölüm : Gece.
Son Perde - 7.Bölüm : Adil Bir Anlaşma.
Son Perde - 8.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
Son Perde - 9.Bölüm : Neredesin?
Dördüncü Perde - 10.Bölüm : Üç Kişi.
Dördüncü Perde - 12.Bölüm : Sıradan Bir Hayat.
Dördüncü Perde - 13.Bölüm : İşaret Parmağı.
Dördüncü Perde - 14.Bölüm : Güzelim.
Dördüncü Perde - 15.Bölüm : Ay ve Gece
Dördüncü Perde - 16.Bölüm : Bir Tek Ona...
Dördüncü Perde - 17.Bölüm : O Gece...
Dördüncü Perde - 18.Bölüm : 1 Mayıs.
Dördüncü Perde : 19. ve 20.Bölüm (Final)
-TÜYAP AÇIKLAMASI-
Karantina - Son Perde - Giriş Bölümü
Son Perde - 1.Bölüm : Başlıyoruz...
Son Perde - 2.Bölüm : Biz Yine Birbirimizi Buluruz.
3.Bölüm : Bir Felaketin Gelişi.
Son Perde - 4.Bölüm : O Fırtınalı Gecede...
Son Perde - 5.Bölüm : Karanlık.
Son Perde - 6.Bölüm : Hala Bizimle Misin?
Son Perde - 7.Bölüm : Çıkıp Sana Geleceğim.
Son Perde - 8.Bölüm : Söz Veriyorum.
9.Bölüm : Gece'nin Yükü.
10.Bölüm : Kar Yığını.
Son Perde - 11.Bölüm : Bebek.
Son Perde - 12.Bölüm : Yağmur.
Son Perde - 13.Bölüm : Mezar
Son Perde - 14.Bölüm : Atlı Adam.
Son Perde - 15. 16. ve 17. Bölümler
18.19.20.21.22.Bölümler!
Son Perde - 23.Bölüm : Düğün
Son Perde - 24.Bölüm : Aydınlık.
Son Perde - 25.Bölüm : Karantina.
Özel Bölüm : Aile.

Dördüncü Perde - 11.Bölüm : Hayat Ağacı.

590K 24.6K 39.1K
By beyzaalkoc

Selam mahşerin binlerce atlısıııı^^

Öncelikle yukarıdaki müziği açalım, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım^^

İyi okumalar dilerim :)


11.Bölüm : Hayat Ağacı.
*Sevgi, dünyanın önünde eğilebileceği tek duyguydu.*


"Çekilin!" Kulaklarımın duyduğu sesler ve Onur'un beni karlar üzerinde kenara çekişiyle neler olup bittiğinin farkında bile değildim. Sanki tüm dünya dönüyordu o an.

"Kalbi atmıyor!" diyordu üniformalı bir kadın.

"Kalp masajına başlıyorum, elektroşoku hazırlayın!" diye bağırıyordu...

"Bir, iki, üç, dört, beş..." diye sayıyordu,

"Hadi!" diyordu, "Hadi!"

"Altı, yedi, sekiz, dokuz, on..." Sayılar giderek artarken titrememe kaldıramayacağım boyutlara ulaşıyordu.

"Kalbi atıyor! Çabuk sedyeyi getirin!"

Duyduğum son cümle buydu sanki. Bizi cehennemden alıp buzulların üzerine bırakan, bizi ateşlerden alıp karlara atan cümle... Bizi boğulurken tutup sudan çıkaran cümleydi bu... İnanın bana, o an etrafımda ne olup bittiğinin farkında değildim ama ne olup bitmediğinin farkındaydım. Burak ölmüyordu... Burak savaşı bırakmıyordu...


(Saatler Sonra)

Sevgili hayat, aldıklarınla ve verdiklerinle tutunmaya çalışıyorum sana... Sen çoğala çoğala başladığım, eksile eksile bitişe gittiğim bir serüvensin. Kaç kişiyi aldın ve yine kaç kişiyi geri verdin bana. Kaç kez ağlattın ve kaç kez güldürdün beni. Her nefes alışım banaysa her nefes verişim sanadır.

"Burak lütfen gitme..." diye fısıldıyordu güçsüz sesim hıçkıra hıçkıra.

Onur'un eli omzuma değdiğinde korkuyla başımı kaldırdım. Bir hastane koridorunda oturmuş acı içinde bekliyorduk. Tam dört saattir bu hastane koridorunda beklediğimiz haber neydi onu bile bilmiyorduk inanın bana. Gözlerimizin önünde en yakın arkadaşımızın bedenine bir kurşun girmiş ve oracıkta kalbi durmuştu... Sonrasına dair tek hatırladığım gelen ambulansın siren sesleri, yapılan kalp masajının Burak'ın kalbini zayıf da olsa tekrar attırdığı an, derin bir nefes alışım ve kendimi bu hastanenin bu karanlık koridorunda buluşum.

"Zeynep..." Onur sessizce önümde diz çöküp ellerini iki yanağıma koyduğunda yüzünü gözyaşlarımdan zar zor görüyordum.

"Sana bir oda ayarladım, hadi gel güzelim, daha fazla oturma burada..."

"Asla..." diye mırıldandım gözlerimi ameliyathaneye çevirirken. Gözlerim ameliyathanenin kapısında bekleyen Mert'in kıpkırmızı gözleriyle buluştu.

"Zeynep lütfen git..." dedi Mert titreyen sesiyle, "Burak da gidip dinlenmeni isterdi..." Başımı bir sağa bir sola salladım.

"Israr etmeyin. Onu bırakıp gidemem..." Onur elleriyle yüzümü kendi yüzüne çevirdi.

"Gece için..." diye fısıldadı, "Kendin için değilse bile onun için..." Birkaç saniye boyunca bana yalvararak bakan gözlerine baktım. Pes etmekten başka çarem yoktu.

"Oda nerede?" diye sordum teslim olmuş bir sesle. Saatlerdir korku ve acı içinde tam burada oturan bedenim yorgunluktan ve sancılardan yere yığılmak üzereydi. Onur elimi tutup beni ayağa kaldırdı. Kolunu belime sarıp yürümeme destek olarak beni hemen yan koridora soktu ve koridorun başındaki ilk odanın kapısını açtı.

"Merak etme, seni fazla uzaklaştırmıyorum... Gel bakalım..." Beni dikkatlice yatağa yatırırken elini bırakmak istemiyordum. Gözlerimi yavaş yavaş kapattım ve konuşmaya başladım.

"Uyumayacağım, sadece gözlerimi kapatacağım. Eğer bir haber gelirse hemen bana haber vereceksin. Tamam mı?"

"Tamam..." diye fısıldadı Onur. Sesi o kadar acı dolu çıkıyordu ki neredeyse ağlayacaktı. Bir süreliğine yatağımın başına oturduğunu fark ettim. Gözlerimi araladığımda onun üzgün ve hayal kırıklığına uğramış bakışlarını gördüm. Odanın duvarına bakıyordu... Sanki yıkılmış gibiydi, sarsılmıştı.

"Onur..."

"Efendim?" Başını ilgiyle bana çevirdiğinde içine sığmayan bir öfkesi olduğuna emindim. Öfkesi içinden dolup taşıyordu adeta...

"İyi misin?" Kaşlarını çattı ve başını salladı.

"Sen beni merak etme. Hadi güzelim, kapat gözlerini..." Birkaç saniye boyunca tereddütle yüzünü izledim. Sanki kafasının içinde bir şeyleri tartıyor, ölçüyor biçiyordu...

"Umarım yanlış bir şey düşünmüyorsundur." diye mırıldandım yüzüne korkuyla baktığım sırada. Onur gözlerini gözlerimden kaçırıp duvara çevirdi. Omuz silkti.

"Uyu Zeynep." dedi. Öfkesini bastırmaya çalıştığı o kadar belliydi ki korkuyla doğruldum. Yatakta oturur hale gelip elimi omzuna koydum.

"Eğer bir intikam peşine düşeceksen..." diyerek söze girdiğim sırada Onur bir anda öfkeyle ayağa kalktı.

"Zeynep... şu an sana kızmak bu dünyada en son isteyeceğim şey. O yüzden lütfen uyu. Bir kez olsun sözümü dinle ve uyu." Bana doğru eğilip beni yatağa yatırdı ve üzerimi örttü. Korkuyla onu izlediğim sırada sinirle odanın içinde dolaşıyordu, saçlarını elleri arasına alıyor ve ne yapacağını bilemez bir halde bırakıyordu. Gözlerim yorgunluğuma yenik düşerken Onur'u izleye izleye uyuyakaldım.

"Çıktı mı?" Onur'un sesiyle gözlerimi araladığımda gözlerim saate kaydı. Sadece yarım saattir uyuyor olmalıydım. Onur'un odanın kapısında Mert'le konuştuğunu duyar duymaz korkuyla yataktan kalktım ve kapıya koştum.

"Ne oldu?" diye sordum ikisinin de bakışları bana döndüğünde. Mert başıyla ameliyathanenin bulunduğu koridoru gösterdi.

"Beş dakika sonra çıkaracaklarmış. Ameliyat bitmiş..."

"Durumu neymiş?" diye sordum korkuyla.

"Doktor anlatacakmış..."

"T-tamam... Ben... Hırkamı giyip geliyorum." Telaşla odaya döndüm ve yatağın üzerindeki hırkamı üzerime geçirip ayakkabılarımı da giyip yanlarına döndüm.

"İyisin, değil mi Zeyno?" diye sordu Mert yüzüme endişeyle bakarak. Başımı salladım.

"Ben iyiyim, merak etmeyin." Yanlarından geçip sol taraftaki koridora yöneldiğimde peşimden geliyorlardı.

"Zeynep, yavaş..." Arkamdan gelen Onur'un uyarmasıyla yürüme konusunda dünya şampiyonluğuna koştuğumu fark ettim o an. Dikkatlice hızımı yavaşlatıp yürümeye devam ettim. Rıza Amca ameliyathanenin kapısında bekliyordu... Annem ve babamı ise Onur'ların evine göndermiştik.

"Zeynep, kızım!" Rıza Amca beni görür görmez endişeyle ayağa kalktı.

"İyisin değil mi yavrum?" Gülümsemeye çalışarak başımı salladım.

"İyiyim Rıza Amca..." dediğim sırada Rıza Amca ellerini omuzlarıma koydu.

"Rıza Amca yok... Artık babanım ben senin..." diye mırıldandığı sırada utanarak Onur'a döndüm. Onur bana gözlerini kırptığı an Rıza Amca'ya sarıldım.

"Teşekkür ederim... baba..." Bu kelimeyi kullanmak beni o kadar zorlamıştı ki neredeyse bir fısıltıyla söylemiştim.

"Torunum nasıl?"

"Ne?" Rıza Amca'nın endişeyle kurduğu cümle beni şoka sokarken korkuyla Onur'a baktım.

"Biliyor... Ben söyledim." diye mırıldandı bana göz kırparak. Utanarak Rıza Amca'ya döndüm.

"İyi... Yani... Keşke bu şekilde öğrenmeseydiniz..."

"Ne olacak kızım, bu kadar mutlu bir haberin öğrenme zamanı, yeri, şekli yoktur... Siz bana dünyanın en güzel hediyesini verdiniz. Gel, otur hadi..." Rıza Amca beni dikkatlice oturturken ameliyathanenin kapısının açılmasıyla ayağa fırlamam bir oldu. Dördümüz birden kapıya yöneldiğimizde önce doktor çıktı kapıdan... Yüzündeki maskeyi indirdi ve konuşmaya başladı.

"Ameliyat bitti..." Korkuyla onu dinlediğimiz ve benim yüzüne bakarak neler olduğunu anlamaya çalıştığım sırada konuşmaya devam etti,

"Ambulans olay yerine ulaştığında kalbi durmuştu. Neyse ki olay yerinde kalbinin tekrar atmasını sağlamışlar... Fakat beynin kısa bir süre de olsa oksijensiz kalmış olması ve kalbine çok yakın bir noktadan vurulmuş olması işlerimizi oldukça zorlaştırdı. Elimizden geleni yaptık, kurşunu dikkatlice çıkardık. Fakat kendisini uyandırmadan bir süre yoğun bakımda tutmak zorundayız... Uyandığında ise ne olacağını inanın bana hiçbirimiz kestiremiyoruz. Mutlaka bir takım sorunlarla karşılaşacağız. Belki hafıza problemleri, belki refleks problemleri... Fakat bunları görmek ve bilmek için uyanması gerekiyor. Ona da şu an için biz izin vermeyeceğiz." Kalbim durmak üzere bir halde dinledim doktorun konuşmasını. Titrek bir nefes verdikten sonra gözyaşlarımı sildim ve Onur'a baktım.

"Kaç gün?" diye sordu Onur güçsüz bir sesle.

"Refleks derken? Yürüyemeyebilir mi? Ya da ellerini kullanamayabilir mi?" Mert korku içinde sıralardan doktor ellerini kaldırdı.

"En azından birkaç gün boyunca uyuyacağına emin olabilirsiniz. Fakat diğer saydıklarım kesinliği olan şeyler değil. Olabilirler de olmayabilirler de... Hafızasını kaybedebilir, ellerini kullanamayabilir, yürüyemeyebilir, birçok şey sayabilirim. Ama dediğim gibi, hiçbiri kesin değil bunlar sadece birer ihtimal..." Nefes nefese arkamı döndüğümde Rıza Amca beni kolumdan tutup koridordaki koltuklardan birine oturdu ve doktorun yanına döndü.

"Peki doktor bey, daha kapsamlı, daha büyük bir hastaneye götürsek... Bir faydası olur mu?"

"Hiçbir değişiklik olmaz. Burası zaten saydığım her şey için fazlasıyla yeterli bir hastane... Bunları düşünmemeye çalışın. Zamana ve bize güvenin..."

"Peki onu görebilecek miyiz?" diye sordum oturduğum yerden.

"Tabi, yoğun bakımın camından izleyebilirsiniz... Şu an direkt olarak ameliyathaneden çıkarıp yoğun bakıma götürülecek..." O sırada ameliyathanenin kapısı açılınca elim kalbimde ayağa kalktım.

"Burak..." diye fısıldadım titreyen sesimle.

"Burak, oğlum bak hepimiz buradayız!" Onur acı içinde hemşirelerin peşinden ilerlerken Mert koridorda olduğu yere oturup kalakalmıştı.

"Abi ne olur ya! Ne olur!" Mert acı içinde peşlerinden bağırırken Rıza Amca beni tutuyordu.

"Lütfen hepiniz sükunetinizi korumaya çalışın. Pozitif olun, emin olun Burak bunu hissedecektir..." Doktor Mert'in omzuna dokunduktan sonra koridorda ilerleyip ortadan kaybolurken öylece kalakalmıştık... Onur yoğun bakımın kapısında, ben koltuklardan birinde, Mert ise öylece yerde... Hiç bu kadar dayanılmaz olmamıştı beklemek, hiç bu kadar katlanılmaz olmamıştı sabretmek. Zar zor ayağa kalkıp Onur'un hemen yanında durduğumda Burak tam karşımızdaydı... Camların ardında... Sonra Mert geldi yanımıza, sonra Rıza Amca... Her tarafına takılmış borularla, her tarafına yapıştırılmış bantlarla, serumlarla bir ton saçma sapan şeyle orada öylece yatıyordu...

"Ya yürüyemezse?" dedi Mert acı içinde.

"Oğlum, böyle şeyler konuşmak yok. Duymadınız mı doktoru?" Rıza Amca hüzünle söylenirken zar zor yutkundum.

"Burak resim yapıyor biliyor musunuz?" Hemen yanımda konuşan Onur'a şaşkınlıkla başımı çevirdim.

"Ne?" Mert de şaşırırken Onur acı içinde gülümsedi.

"Bir tek bana söylemişti... Oldukça profesyonel bir şekilde sürekli resim yapıyor... En büyük hayali de bir gün sergi açmak... Eğer ben resimlerini yanlışlıkla görmeseydim bana da söylemeyecekti..." Şaşkın ve acı içinde gülümsedim.

"Burak ve sanat..." diye mırıldandım sinir bozukluğuyla gülerek.

"Ulan Burak..." Mert cama kolunu dayayıp söylenerek derin bir iç çekti, "Neden vuruldun sen abi durduk yere?"

"Baksanıza, ilk defa bu kadar ciddi görüyorum onu..." dediğimde hepimiz onu izliyorduk.

"Sanki bir anda cama yapışıp BURAK'LANDINIZ diye bağıracak gibi..." Onur'un cümlesiyle gülmeye başladım. Hepimiz hem üzülüyor hem gülüyorduk. Buna tıpta kafayı yemek deniyordu... Ya da öyle bir şey.

"Burak'ın anne ve babasına haber verdim." diye söze girdi Mert, "Bugün burada olurlar. Onur, sen Rıza Amca ve Zeynep'i al eve götür. Ben buradayım, anne ve babası da gelecek. Siz biraz dinlenin. Yarın gelirsiniz..."

"Hayı-" diye söze girdiğim sırada Mert sözümü kesti,

"Asıl sana hayır Zeynep! Artık senin bizi yönetmene izin vermiyoruz, hadi bakalım, tıpış tıpış eve götürüyor Onur seni..."

"Ama..." dediğim sırada bu sefer sözümü kesen Onur oldu,

"Ama filan yok Zeynep... Hadi, gidiyoruz. Hadi baba..." Rıza Amca derin bir nefes alıp başını kaldırdı.

"Oğlum siz gidin, ben bir süre daha burada kalayım. Burak'ın anne ve babası gelene kadar yalnız bırakmayayım Mert'i... Bir şey lazım olur..."

"Tamam, ben de akşam uğrayacağım zaten. Şu inatçı keçiyi bir eve kilitleyeyim de..." Onur'a kaşlarımı çatarak baktığımda bana bir kez daha göz kırptı.

"Ben de akşam geleceğim..." diye mırıldandım. Mert Onur'a gülümseyerek konuşmaya başladı.

"Abi valla yandın sen..."

"Ben onunla tanıştığım ilk an yanmıştım zaten... Hadi bakalım inatçı keçi, yürü. Bir şey olursa arayın beni... Birkaç saate gelirim."

Onur'la birlikte merdivenlere doğru yürüdüğümüz sırada arkamı dönüp son kez Burak'a baktım. Derin bir nefes alıp merdivenlere doğru ilk adımımı attığımda Onur'un kolu omzumdaydı. Birlikte ağır ağır merdivenlerden inip hastanenin bahçesine çıktığımızda Onur direkt olarak montunu çıkarıp üzerime örttü. Benim için arabanın kapısını açıp beni arabaya bindirdi ve koşarak şoför koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırırken ikimiz de donuyorduk.

"Araba şimdi ısınır, merak etme..."

Başımı salladım. Onur arabayı hastane bahçesinden çıkarıp caddeye sürdüğünde hüzünle dışarıyı izliyordum. Yerler o kadar karlıydı ki arabanın tekerlekleri zincirli olmasına rağmen araba kaya kaya ilerliyordu. Üstelik kar birikimleri yüzünden arabayı olabildiğince yavaş sürüyorduk.

"Sana kızdığım için özür dilerim." diye mırıldandı Onur radyodan kısık bir müzik açarken. Kaşlarımı çattım.

"Bana kızmadın ki. Kızdın mı?" Onur moral bozukluğuyla hafifçe gülümsedi.

"Hastane odasında biraz kızdım sanırım..."

"Haa, onu diyorsun... Bir daha olmasın." Onur yüzüme bakıp bir kez daha gülümsedi.

"Emredersiniz Zeynep Hanım." Sonra durdu ve bir kez daha söze girdi, "Zeynep..."

"Efendim?"

"Her şey nasıl oldu?"

"Ne nasıl oldu? Gördün işte..."

"Benim görmediklerimi soruyorum... Ender seni nasıl kaçırdı? Sen hastane odasından nasıl yok oldun? Bana söylediğin şeyler neyin nesiydi?"

"Onur... Şu an bunları konuşmak istemiyorum. Gerçekten çok yoruldum ve tükendim. Ne olursun biraz izin ver..." Elimi Onur'un elinin üzerine koyup yüzüne yalvaran gözlerle baktığım sırada başını salladı.

"Tamam güzelim... Ama kaçışın da yok, anlatacaksın. Haberin olsun."

"Anlatacağım... Peki Ender'e ne oldu?" diye sordum kaşlarımı çatarak.

"Adamları aldı götürdü. Ne olduğunu, nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Babam araştırıyor..."

"Peki araştırıp ne yapacak?" Onur tahammülsüzce gözlerini devirdi,

"Şu an bunları konuşmak istemiyorum. Gerçekten çok yoruldum ve tükendim. Ne olursun biraz izin ver..." diye mırıldandı sesimi taklit ederek. Öfkeyle koluna vurdum.

"Çok gıcıksın."

"Biliyorum." derken kaşlarını çatarak camdan bakmaya çalıştı.

"Hey Allah'ım ya!" diye söylendi Onur sinirle, "Zeynep arabada kal." Kendi kapısını açarken korkuyla sordum.

"Ne oldu?"

"Araba gitmiyor, baksana. Resmen ilerlemiyor. Şu s*kik kapı bile açılmıyor..."

"O zaman inme, arabanın içinde bekleyelim!" diyerek korkuyla Onur'un kolunu tuttum. Onur kapıyı itmeye çalışırken bana doğru döndü.

"Neyi bekleyelim güzelim? Karların erimesini mi bekleyelim? Yaz gelmesini mi bekleyelim? İneceğim tabi ki." Zar zor kapıyı açıp aşağı atladığında kar birikintisi neredeyse dizini geçiyordu.

"Bari montunu al!" diye bağırdım içeriden. Omuz silkip arabanın önüne doğru ilerledi.

"Çok fazla birikmiş! Bu arabanın buradan geçmesi imkansız!" Merakla kendi kapımı ite ite açmaya çalıştığım sırada Onur bana doğru koştu,

"Zeynep sen ne yapıyorsun Allah aşkına ya? Güzelim benim, sana arabada kal dedim değil mi? Nasıl açacaksın bu kapıyı sen bu halde?" Kafamı kapının aralığından uzatıp yola bakmaya çalıştım. Kafam resmen kapıya sıkışmış gibi görünüyordu.

"Baktınız mı uzman hanım? Ne yapmamızı önerirsiniz?"

"Baktım. Arabaya girip yaz mevsimine kadar beklememizi öneriyorum." Onur sinir bozukluğuyla gülerek ofladı ve kapımı kapattı. Kendi kapısına doğru yürüyerek arabaya bindi ve kendi kapısını da kapattı.

"Eee?" dedim, "Ne yapacağız ki şimdi?" Onur telefonunu çıkarmış ekranına bakarken konuşmaya başladı,

"Yardım isteyeceğim... Gelip yolu açmaları lazım." Onur telefonuyla bir numara çevirip kulağına dayadığında ben sıkıntıyla arka koltuğu inceliyordum. Sanırım acıkmıştım. Ben arka koltuktaki çantaları incelerken Onur ise bulunduğumuz yeri tarif etmeye çalışıyordu.

"Heh..." dedim çantaların birinden bisküvi bulduğuma sevinerek. Koltuğuma dönüp oturdum ve bisküvi paketini açıp yemeye başladım. O sırada telefon konuşmasını bitiren Onur bana şaşkınlıkla bakıyordu.

"Bisküvi bulmuş gibi değil de avlanmış gibisin. Saçlarına bak." Telefonunun ekranını bana çevirip bana kendi yansımamı gösterince gülmeye başladım. Darmadağın olmuştum ve hırs içinde bisküvi yiyordum.

"Hormonlar..." diye mırıldandım. Onur bisküvimden bir tane aldı ve anlatmaya başladı.

"Yarım saat içinde burada olacaklar. İstersen arka koltuğa geçip uyu biraz güzelim, yorgunluktan ölüyor olmalısın..." Omur silktim.

"İnan bana, şu an en son isteyeceğim şey uyumak. Hatta Burak uyanana kadar uyumayı düşünmüyorum."

"Gece'ye sor bakalım bir de... En fazla bir saat içinde uykusuzluktan bayılmış olursun."

Kısa bir sessizlik oldu o an. Radyodan gelen keman sesi ve cama vuran kar tanelerinin güçsüz sesi kulaklarımızı doldururken sessizliği böldüm.

"Onur..."

"Efendim?"

"Ya doktorun dediği ihtimallerden biri gerçekleşirse? Yani... Ya Burak uyandığında kötü bir sonuçla karşılaşırsak?" Onur derin bir iç çekti.

"Burak iyi olacak... Sadece bunu düşüneceğiz, sadece buna inanacağız... Başka bir seçenek yok."

"Peki ya biz? Ender hala bir intikam istiyorken biz nasıl iyi olacağız?"

"Bir şekilde iyi olacağız Zeynep... Bu sefer bana güven, olur mu?" Korkuyla yutkundum.

"Sanki... yanlış bir şeyler yapacaksın gibi geliyor..." Onur burnunu çekerek başını koltuğuna yasladı.

"Bize çok yanlış yapıldı. Belki de yanlış yapma sırası bizdedir."

Kurduğu cümle içimi korku içinde titretirken elimdeki bisküvi paketini arka koltuğa geri bıraktım. Arkama yaslandım ve gözlerimi camdan dışarıya çevirdim. Ömrü hayatım boyunca yaşamadığım kadar yoğun ve soğuk geçiyordu bu kış. Yüzümüze vuran kar taneleri kalbimizi üşütüyordu. Kalbimizi üşüten kar taneleri yüzümüze vuruyordu. Sanki gökyüzü hayatımıza dair her şeyi soğutmak ve dondurmak istiyordu. Sanki evren zamanı durdurmak istercesine yağdırıyordu kar tanelerini. Sanki sokaklar buz tutarsa duracaktı zaman. Sanki donmak durmaktı... Oysa içimde bir his kahkahalarla ağlamak istiyordu çünkü o hisse göre her şey giderek kötüleşiyordu. Bir intikam oyunuyla başlayan hikayemiz sanki bu sefer gerçekten de bir savaşa dönüşüyordu. Tüm bu karmaşanın ortasında en yakın arkadaşımızı kaybetmeye bu kadar yaklaşmış olmamız Onur'u öfkeden delirtirken beni delirtmiyor muydu? Ben intikam alma hissiyle yanıp tutuşmuyor muydum? Benim içimden binlerce plan geçmiyor muydu? Peki ya Mert'in? Peki ya Rıza amcanın? Peki ya Ender'in? Sanırım artık hepimiz aynı noktadaydık. Bir çizgi kadar yakındık birbirimize ve o çizginin ismi öfkeydi...

Hayatın iki kısmı vardı. Eksilmek ve çoğalmak. Doğarak çoğaltıyorduk dünyayı, ölerek eksiltiyorduk ve buna hayat diyorduk. Hayat bir eksilme serüveniydi aslında... Tüm bunlardan anladığım bir şey vardı, bu hikaye eksilmezse çoğalarak devam edemezdi. Bizim hikayemiz eksilmek zorundaydı... Birinin gitmesi gerekiyordu. Çünkü bu dünya beni dünyaya getiren o adama ve bana fazlaydı. İkimizin aynı dünyayı paylaştığımız bir senaryo kaderlerimizde yoktu. İşte bu sebeple alınmıştım onun kollarından ve yine işte bu sebeple verilmemeliydim onun kollarına...

"Sevgili hayat," diyerek konuşmaya başladım içimden, "Bence sen de bizim ayrılmamızı istemiyorsun. Onur'un, Burak'ın, Mert'in ve benim... Değil mi? Hadi o zaman, yap bir güzellik... Olmaz mı?"

Olurdu. Bal gibi de biliyordum olurdu. Yıllar önce birçok şeyin hayalini kurmuştum, oysa şimdi tek hayalim sıradan bir hayattı. Tek hayalim dünyanın en sıradan hayatını yaşamaktı. Dünyanın en monoton hayatını istiyordum. Her gün kalkmak, sevdiğim adamla kahvaltı yapmak, bütün gün dünyanın en sıradan şeylerini yapmak ve uyumak istiyordum. Ertesi gün yine bunu tekrarlamak istiyordum ve sonra yine... Sıkılmak istiyordum, anlıyor musunuz? Sıkılmak benim için bir lükstü artık... En son ne zaman odamda oturup müzik dinlemiştim? En son ne zaman huzur içinde yemek yemiştim? En son ne zaman huzur içinde ağır ağır duş almıştım? En son ne zaman oflamıştım? Bünyem de ruhum da tüm bu olanları kaldıramayacak noktaya gelmişti... Bir gün sıradan bir hayatım olur da bundan şikayet edersem bana bu günleri hatırlatın, olur mu? Bence olur...

"Bu arada..." diye mırıldandı Onur pantolonunun cebine uzanırken, "Sana bunu almıştım. Hastanede verecektim... Ama fırsat olmadı..."

"Ne bu?" diyerek elindeki kutuya uzandığımda heyecanlandığımı hissettim. Kutuyu açtığımda karşımda bir hayat ağacı kolyesi gördüm.

"Hayat ağacı kolyesi... Bana mı?" diye sordum. Başını salladı. Elini uzatıp yanağıma koydu.

"Sen benim hayat ağacımsın Zeynep..."

Dolu gözlerimle bir ona bir kolyeye baktım. Bu dünyada bana hediye verebilecek birçok insan bulurdum belki... Ama bana "Sen benim hayat ağacımsın." diyecek kaç tane insan bulabilirdim ki? Burnumu çekerek ona doğru yaklaştım. Alnımı alnına yasladım.

"Seni seviyoruz..." diye mırıldandım titreyen sesimle. Onur'un duygusal gülümsemesini duydum.

"Ben de sizi seviyorum..." dedi ve dünya birkaç saniyeliğine durdu bizim için.

Soğuk değil ama sevgi durdurabilirdi zamanı... Sevginin yapamayacağı hiçbir şey yoktu bu dünyada. Sevgi, dünyanın önünde eğilebileceği tek duyguydu. Hiç unutmayın, olur mu?

Bence olur...


---

Tekrar merhaba canımın içleri...

Biliyorum ki bir önceki bölümde çok ağladınız. Ben de aynı haldeydim hiç merak etmeyin. Burak'ın ölmesi ihtimali benim için yok gibi bir şeydi. Ona bunu yapamazdım... Ona kıyamazdım. O kadar hayat dolu ve o kadar neşeli ki onu yoğun bakımda yatarken hayal etmek bile çok kalp kırıcı.

Ama artık hepsi şöyle bir hale geldiler, kıyamet kopsa sinir krizi geçip gülecekler filan... Başlarına o kadar çok şey geldi ki "TAMAM BİR DE BÖYLE VUR HAYAT" moduna girdiler sanki... Zeynep'in sıradan bir hayat yaşamaya dair duyduğu özlem ve istek bile aslında başlı başına bir dram sebebi. 

Peki bir düşünsenize, cidden bir gün her şey bitse ve cidden bir gün dünyanın en sıradan en sıkıcı hayatını yaşasalar sizce mutlu olurlar mı artık? Peki ya siz onları okumayı yine sever misiniz?

Düşünsenize sürekli şey diye bölüm atıyorum "Sabah kalktım, Onur'la kahvaltı yaptık sonra evi temizledim akşam yemeği yaptım, akşam yemeği yedik ve uyuduk. bb." filan diye aashbfhdsfbdajbgjadngan

Her gün böyle bölüm geliyor filan ahabasbfhdbfjsdgs bence yine de severdik :p 

Daha fazla uzatmayarak diğer bölümü yazmaya başlıyorum. Ne zaman geleceğine dair söz vermeyeyim, dua edin de bol bol ilham gelsin^^

Yorumlarınızı bekliyorum canımın içleri.

Öptüm hepinizi^^

Continue Reading

You'll Also Like

146K 9.7K 90
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...
296K 17.9K 39
17 yıl önce annesi tarafından ölü olarak bildirilen Neva... Yıllardır onun hasretiyle yanıp tutuşan Akay ailesi... Ama... Ortada bir sorun vardı.Neva...
650K 34.8K 57
Alışılmışın biraz dışında olan bir gerçek aile kurgusudur. Yani,nasıl anlatılır bilmiyorum.Ama galiba "Gül" ailesinden değilim. Biliyordum. Benim gib...
64.5K 4.2K 21
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...