Karantina Serisi

By beyzaalkoc

110M 4.4M 4.3M

''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' ... More

Tanıtım
1.Bölüm : Bir Felaketin Ortasındayız.
2.Bölüm : Bu İşte Birlikteyiz!
3.Bölüm : Bu Büyük Bir Olay.
4.Bölüm : Buram Buram Tehlike.
5.Bölüm : Belanın Ta Kendisi...
6.Bölüm : Bela Mıknatısı
7.Bölüm : Ateşin Ta Kendisi!
8.Bölüm : Seni Bırakmayacağım.
Karantina Hakkında.
9.Bölüm : Evet, Komik.
10.Bölüm : Ela Gözlerin Ardında...
11.Bölüm : İyi Seyirler.
12.Bölüm : Sonunu Görmek.
13.Bölüm : Hepimiz Beyaz Atız!
14.Bölüm : Canım İstiyor.
Yeni Bölümler Hakkında
15.Bölüm : Ölüme Yakın.
16.Bölüm : Ay Benim, Gece Senin...
17.Bölüm : Onur'unki...
İletişim
18.Bölüm : Sevgilim Olur Musun Desem...
19.Bölüm : Kayboldum!
20.Bölüm : Gitme İhtimalini Yok Etmek...
21.Bölüm : Kurtuluş Adımı!
22.Bölüm : Seninleyim!
23.Bölüm : İstediğim Her Şeyi Alırım.
24.Bölüm : Ayrılmayacağız.
25.Bölüm : Kayıp Kız
- Duyuru -
26.Bölüm : İntikam Vakti.
27.Bölüm : Hokus Pokus...
28.Bölüm : Perde Kapanıyor, Oyun Bitti...
29.Bölüm : Kısa Vadede Mahvolmak...
30.Bölüm : Dokunma Bana!
31.Bölüm : Aradığın Sendin...
32.Bölüm : Bu Filmin Son Sahnesi...
33.Bölüm : Bir Savaşın Başlangıcı
34.Bölüm : Oyun Başlıyor!
35.Bölümden Kesit
35.Bölüm : Paramparça Bir Duvar
36.Bölüm : Bir Katile Aşık Olmak
Özel Bölüm - Onur'un Sorgusu
37.Bölüm : Savaşın Sonu
38.Bölüm Fragmanı
38.Bölüm : Bir Şehir Yıkıldı.
Tanıtım Videosu + Karakterler
39.Bölüm : Bizimle Misiniz?
40.Bölüm : Yaşam Ağacı...
41.Bölüm : Hepimiz Onur Zorlu'yuz!
42.Bölüm : Hoş Geldin Onur Zorlu!
43.Bölüm : Öyle Güzelsin Ki...
44.Bölüm : Sonsuza Kadar.
45.Bölüm : O Evi Yıktık.
46.Bölüm : Ben Seni Bırakamıyorum.
47.Bölüm : Güneşin Parçaları - PART 1
47.Bölüm + Part 2
48.Bölüm : Şah Mat!
Karantina Kitap Oluyor! Bizimle Misiniz?
49.Bölüm : Hiç Kimsesizlik.
50.Bölüm : Sahne Onur'un.
Kitaba Doğru...
Kapak^^
Ayrıntılı Karantina İncelemesi!
Karantina Raflarda!
Karantina^^
KARANTİNA 2'den...
Karantina 2'den Alıntı + Çekiliş
Karantina - İkinci Perde - Tanıtım
İmza Günü + Duyuru
İkinci Perde : Giriş + 1.Bölüm
İkinci Perde - 2.Bölüm : Sevgilim
İkinci Perde : 3.Bölüm : Seni İçimde Tutabilmek.
İkinci Perde - 4.Bölüm : İki Küçük Kibrit Çöpü.
5.Bölüm : Vazgeçilmek.
İkinci Perde - 6.Bölüm : Koskoca Bir Şehir
İkinci Perde - 7.Bölüm : Enkaz Bölgesi.
İkinci Perde - 8.Bölüm : Kan.
İkinci Perde - 9.Bölüm : Benim Hayatım.
İkinci Perde - 10.Bölüm : İçimde Bir Dağ
İkinci Perde - 11.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
İkinci Perde - 12.Bölüm : Oturma Odası.
İkinci Perde - 13.Bölüm : Öpücük.
İkinci Perde : 14. ve 15.Bölüm
İkinci Perde - 16. Bölüm : Her Şey Daha Farklı Olabilirdi.
İkinci Perde - 17.Bölüm + 18.Bölüm
İkinci Perde - 19.Bölüm + 20.Bölüm + 21.Bölüm
Karantina - İkinci Perde : 22.Bölüm
İkinci Perde - 23.Bölüm
İkinci Perde - 24.Bölüm : Onur.
İkinci Perde - FİNAL - 25.Bölüm : Mahşerin Beş Atlısı
Kapak + İmza Günü + Ön Sipariş^^
Önemli, İkinci İmza Günü^^
Karantina İkinci Perde - Açıklama
Karantina 3 - Çok Yakında!
Karantina - Üçüncü Perde : Giriş + 1. Bölüm
Karantina - Üçüncü Perde - 2.Bölüm : Seni Çok Özledim.
Üçüncü Perde - 3.Bölüm : Bir Ağaç Mesafesi.
Üçüncü Perde - 4.Bölüm : Seni Bırakmam.
Üçüncü Perde - 5.Bölüm : Hikayedeki Eksik
Üçüncü Perde - 6.Bölüm : Ben Neredeyim?
Üçüncü Perde - 7.Bölüm : Darmaduman
Üçüncü Perde - 8.Bölüm : İncir Ağaçları
Üçüncü Perde - 9.Bölüm : Kalbim.
Üçüncü Perde - 10.Bölüm : Kafes.
Üçüncü Perde - 11.Bölüm : Bana Yardım Et.
Üçüncü Perde - 12.Bölüm : Aşık Olduğu Kız.
Üçüncü Perde - 13.Bölüm : Düşmek İçin Koşmak.
Karantina - Üçüncü Perde - 14.Bölüm : Anne
Üçüncü Perde - 15.Bölüm : Zeynep...
Üçüncü Perde - 16.Bölüm : Kaçıyordum.
Üçüncü Perde - 17.Bölüm : Kaçıyorsun...
Üçüncü Perde - 18.Bölüm : Ben Güçlüydüm.
Üçüncü Perde - 19.Bölüm : Bir Devrin Kapanışı!
Üçüncü Perde - 20.Bölüm : O Nokta... (FİNAL)
SELAM!
Son Perde - 1.Bölüm : Mucize.
Son Perde - 2.Bölüm : Ben Bir Kahramanım.
Son Perde - 3.Bölüm : O Gece.
Son Perde - 4.Bölüm : İçimde Büyüyor.
Son Perde - 5.Bölüm : Bir Mucize Olsun.
Son Perde - 6.Bölüm : Gece.
Son Perde - 7.Bölüm : Adil Bir Anlaşma.
Son Perde - 8.Bölüm : Aslan ve Kuzu.
Dördüncü Perde - 10.Bölüm : Üç Kişi.
Dördüncü Perde - 11.Bölüm : Hayat Ağacı.
Dördüncü Perde - 12.Bölüm : Sıradan Bir Hayat.
Dördüncü Perde - 13.Bölüm : İşaret Parmağı.
Dördüncü Perde - 14.Bölüm : Güzelim.
Dördüncü Perde - 15.Bölüm : Ay ve Gece
Dördüncü Perde - 16.Bölüm : Bir Tek Ona...
Dördüncü Perde - 17.Bölüm : O Gece...
Dördüncü Perde - 18.Bölüm : 1 Mayıs.
Dördüncü Perde : 19. ve 20.Bölüm (Final)
-TÜYAP AÇIKLAMASI-
Karantina - Son Perde - Giriş Bölümü
Son Perde - 1.Bölüm : Başlıyoruz...
Son Perde - 2.Bölüm : Biz Yine Birbirimizi Buluruz.
3.Bölüm : Bir Felaketin Gelişi.
Son Perde - 4.Bölüm : O Fırtınalı Gecede...
Son Perde - 5.Bölüm : Karanlık.
Son Perde - 6.Bölüm : Hala Bizimle Misin?
Son Perde - 7.Bölüm : Çıkıp Sana Geleceğim.
Son Perde - 8.Bölüm : Söz Veriyorum.
9.Bölüm : Gece'nin Yükü.
10.Bölüm : Kar Yığını.
Son Perde - 11.Bölüm : Bebek.
Son Perde - 12.Bölüm : Yağmur.
Son Perde - 13.Bölüm : Mezar
Son Perde - 14.Bölüm : Atlı Adam.
Son Perde - 15. 16. ve 17. Bölümler
18.19.20.21.22.Bölümler!
Son Perde - 23.Bölüm : Düğün
Son Perde - 24.Bölüm : Aydınlık.
Son Perde - 25.Bölüm : Karantina.
Özel Bölüm : Aile.

Son Perde - 9.Bölüm : Neredesin?

622K 24.6K 53.5K
By beyzaalkoc

Selam canımın içleriii^^

Öncelikle geç oldu ama hepinize iyi bayramlar dilerim :') (1 ay sonra filan dileseymişim ahahsgfbdshs)

Bölümü okumadan önce yukarıdaki müziği açalım, oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalımm, iyi okumalar dilerim^^



"Verandaya çıkıyorum ve hissediyorum parmaklarımla gergin cildini gecenin.
Kimse takdim etmeyecek beni güneşe...

Kimse götürmeyecek beni kırlangıçların şölenine.
Uçmayı hayal eden kuş, ölmek üzere.."

-Füruğ Ferruhzad


9.Bölüm : Neredesin?
*Bir varmış bir yokmuş, küçük bir kırlangıç varmış...*

Yemeğimi yemiş, şehrin uzağında bir bankta oturmuş yağan karı izliyordum. Ne yapacağımı, nasıl bir yol haritası izleyeceğimi o kadar az biliyordum ki bana yön gösteren tek bir şey vardı o an, kalbim... Gözlerim Porsuk Çayı'na düşen kar tanelerine dalmışken hemen yanımdan gelen sesle irkildim.

"Merhaba..." Korkuyla yerimden sıçrayıp başımı çevirdiğimde kumral uzun saçlı yabancı bir yüzle karşılaştım.

"Korkuttum mu!" dedi endişeyle, "Korkmayın!"

"Kusura bakmayın... Dalmışım da." Sesim titriyordu... Her şeye rağmen burada bu halde oturuyor olmamı olabildiğince normalleştirmeye çalışıyordum. Kız tedirgince yanıma oturdu.

"Arabayla buradan geçerken sizi gördüm. İyi misiniz diye merak ettim..."

"Ben mi?" dediğimde sanki beynim donmuş gibiydi. Dediklerini tam olarak anlayamıyordum.

"Evet... İyi misiniz?" diye tekrar etti ilgiyle.

"İyiyim..." diye mırıldandım, "Biraz bunaldığım için hava almaya çıktım... İlgilendiğiniz için teşekkür ederim." Yüzüme öyle bir bakıyordu ki sanki içimde dönen kaos ona tanıdık geliyordu bir yerlerden...

"Yanlış anlamayın... Hava çok soğuk, siz de hamilesiniz galiba... Çok da bitkin görünüyorsunuz. Eğer yardıma ihtiyacınız varsa yardım edebiliriz. Sizi evinize götürebiliriz? Eviniz burada mı?" Evim... Sahi ya, evim neresiydi benim? Dolmuş gözlerimi gözlerine çevirdim. Ona hüzünle gülümsedim. Burnumu çekerek derin bir nefes aldım,

"Evim neresi bilmiyorum." diye mırıldandım, "Ama ben birinin eviyim... Onu biliyorum..."

Elimi belirginleşmiş karnıma koyup bir kez daha burnumu çektim. Hayatımda ilk kez kendimi bu kadar hiçbir yere ait olmayan bir halde hissediyordum. Hayatımda ilk defa kendimi dışarıda kalmış hissediyordum... Hayatımda ilk defa kendimi bu kadar üzgün hissediyordum. Her şeye rağmen bunları düşünmemin yeri bir yabancının yanı değildi.

"İlgilendiğiniz için teşekkür ederim..." dedim kendimi toparlamaya çalışarak, "Benim artık gitmem lazım..." Karnımı montumla iyice kapatarak zar zor ayağa kalkmaya çalıştığım sırada karşımdaki yabancı bana elini uzattı. Elini tutup ayağa kalktım ve zar zor yürüyerek bir iki adım önüne geçtim bu yabancının...

"Eğer yardıma ihtiyacınız olan herhangi bir şey varsa elimden geleni yaparım... Gözlerinizdeki çaresizlik benim de gözlerimdeydi bir zamanlar. O duyguyu aylarca yaşadım. Eğer size yardım edebileceğim en ufak bir şey varsa yaparım..."

Karşımdaki yabancıdan duyduğum bu cümleler beni olduğum yere çiviledi sanki... Gözlerimdeki çaresizliğin bu kadar belli oluyor olması beni mahvetmişti. Ama o an içime bir his doğmuştu sanki... Sanki bu yabancının karşıma çıkmış olmasının sebebi benim ardımda bir şeyler bırakabilecek olma şansımdı... Ona doğru çaresizce döndüm. Titreyen dudaklarımı araladım.

"Aslında..." diye mırıldandım, "Bana yardım edebilirsiniz..." Karşımdaki tatlı kız heyecanla başını sallarken ben ağır ağır yürüyerek ona yaklaştım.

"Bir kaleminiz bir de kağıdınız var mı... Ufak bir kağıt parçası da olabilir..."

"Hemen arabadan alıp gelebilirim! Bekleyin!" Hiç beklemeden koşarak yolun karşısına geçti. Onu bekleyen arabaya doğru eğildi ve arabanın içinde sevgilisi olduğunu tahmin ettiğim esmer çocukla konuşmaya ve bir yandan da kalem kağıt aramaya başladı. Onları hüzünle izledim... Arabaya binmiş bir yolculuğa çıkmışlardı. Onur ve benim asla yaşayamayacağımız bir gerçek... Ben onları izlerken kız çoktan kalem ve kağıdını almış bana doğru koşuyordu.

"Getirdim..." diye mırıldanarak kağıdı ve kalemi bana uzattı. Ona hüzünle başımı salladım ve elindeki kalem kağıdı titreyen ellerimle aldım. Sonra derin bir nefes aldım... Yazmaya başladım. İçimden geçen her şeyi döktüm bu kağıda. Bu yabancı ve bu kağıt benim Gece'ye bırakabileceğim tek mirastı. Çünkü ancak bizden olmayan eller arasında güvende olurdu ona yazacağım bu not...

"Gece Boysan. Annesi Zeynep Akay, babası Onur Boysan... Sevgili bebeğim... Daha cinsiyetini bile bilmiyorum ama isminin ne olacağını sen kalbime düştüğün ilk andan beri biliyorum. Baban bir gün "Eğer bir gün aşık olursam geceyi ikimize bölüştürmek isterdim." demişti kulaklarımın tam dibinde. Sen bizim geceyi birlikte bölüşmemizin sonucusun. Sen bizim gecemizsin, üzerinden ay hiç eksik olmasın. Seni hep sevdik, hep seveceğiz. Sevgilerle, annen."

Sonra birkaç saniye boyunca kağıda baktım. Gece'nin bir gün bu kağıdı bulup ben hayatında olmasan bile bu satırları okuyabileceği ihtimali içimi huzurla doldurmuştu. Sanki öyle bir his vardı ki içimde gerçekten de Gece günü geldiğinde beni sadece bu kağıtla hatırlayacak gibi hissediyordum.

"Bu kağıdın içinde benim doğacak bebeğimin ismi yazıyor... Annesinin ve babasının ismi de yazıyor... Sizden tek istediğim bu kağıdı saklamanız. Hayat beni öyle bir noktaya sürükledi ki gelecekte bebeğimin yanında olamayabilirim, hayat onu yapayalnız bir geleceğe sürükleyebilir... Ve benim en büyük korkum onun bana dair sevgisiz ve özlemsiz büyümesi... Yıllar sonra bir gün onu bulup bu kağıdı ona gönderirseniz benim için dünyada yapabileceğiniz en büyük iyiliği yapmış olursunuz. İşte o zaman evimi bulmuş içinde yaşamaya başlamış olurum. Anladınız, değil mi?" diye mırıldandım güçlü olmaya çalışarak. Karşımdaki yabancı elimden not kağıdımı aldığında onun da gözleri doluydu... Bana başını sallarken sarsıldığı belliydi...

"Merak etmeyin, bir gün bu kağıt bebeğinize ulaşacak. Size söz veriyorum... Ve umuyorum ki o kağıt bebeğinize ulaştığında siz de babası da yanında olacaksınız..." dedi ve dolu gözleriyle bana umutsuzca gülümsedi.

"Çok güzel bir kalbiniz var," diye mırıldandım fısıltılı bir sesle, "Umarım kalbiniz gibi bir hayatınız olur... Benim artık gitmem lazım. Hoşçakalın..."

"Hoşçakalın... Umarım ışıklarla dolu bir hayatınız olur..." Ona doğru döndüm, son kez gülümsedim ve yürümeye başladım... Işıklarla dolu bir hayat... Artık mümkün müydü bunu yaşamak? Ne komik. Sanki karanlıkta yaşamak için doğmuştum, karanlığı tatmak için gelmiştim bu dünyaya. Üşümek için, yalnız kalmak için, savaşmak için ve yenilmek için gelmiştim bu dünyaya. Hayat bana başka bir seçenek sunmuyordu işte... Hayat beni her seferinde yeniyordu, hayat beni her seferinde üşütüyor, yalnız bırakıyor ve çaresizliği tattırıyordu... Sanırım hayat beni sevmiyordu. Karlar arasında yürürken sol gözümden akan bir damla yaşla birlikte gülümsedim.

"Neden?" diye fısıldadım gökyüzüne doğru, "Neden ben? Neden biz?"

Ne çok isterdim sıradan bir hayat yaşamayı... Oysa bir intikam hikayesinin başrolüyüm şimdi. Böyle doğmuşum, böyle gelmişim dünyaya. İster kabul edeyim, ister kabul etmeyeyim ama ben Ender Zorlu'nun genlerinden yaratılmışım ve bunları yaşamak zorundayım. Yıllarca hep her şeyin Onur'la ilgisi olduğunu düşünüp durmuştum. Yıllarca hep kendimin sadece basit bir yan rol olduğumu, bu savaşın içine tesadüf eseri düştüğümü sanmıştım. Oysa ben savaşın sebebiymişim. Ben kralın kızıymışım... Belki de her şeyi kabullenmeliydim, belki de başıma gelen tüm bu acı gerçekleri yutmalıydım, sindirmeliydim. Tek başıma olmak hayatımda ilk defa bu kadar üzüyordu beni...

Ben, Zeynep Akay.

Sınıfın en arka sırasını kapacağım diye derslere en erken gelen Zeynep...

Şimdi öyle yalnızım ki neredeyse kollarımı kendime sarıp kendi kendime sarılacağım. Çünkü artık korumam gereken bir ufaklık var ve ben bunu yalnız başıma yapmak istemiyorum. Planım işe yaradı mı, Ender bunu yiyecek kadar salak mı inanın bunu da bilmiyorum. Tek bildiğim otogara doğru yürüyor olduğum, tek bildiğim buralardan gidiyor olduğum... Yarım saat boyunca daha yürüdüm o karlı yolda tek başıma. Elimi karnıma götürdüm, karnımı okşadım ve konuşmaya başladım onunla.

"Korkma... Tamam mı? Sakın korkma. Sadece geziyoruz, bak ne güzel kar yağıyor..."

Yürümeye devam ettim yalnızlığımı ve bir başınalığımı arkama alarak. Acaba Onur ne yapıyordu? Acaba Burak ve Mert ne yapıyorlardı? İyiler miydi? Benim iyi olduğuma inanmışlar mıydı? Hüzünle derin bir iç çektim ve yürümeye devam ettim... Otogara girmeme tam on dakika kala arkamdan gelen sesle kaşlarımı çattım önce. Size yemin ederim, bedenim soğuktan donmuştu, ruhum ise o an dondu...

"Zeynep..."

Yolun ortasında durup birkaç saniye boyunca kıpırdamadan başımı gökyüzüne çevirdim. Yukarıdan yüzüme doğru yağan kar tanelerini dudaklarımda ve tenimde hissettim. Derin bir nefes aldım ve bir kahkaha savurdum gökyüzüne doğru. Arkamı döndüm ve gülmeye başladım.

"Zeynep, iyi misin?" Ve bir kahkaha daha attım gözyaşlarımın arasında.

"Üşümüşsün... İyi değilsin, arabaya bin..."

"Geldin..." dedim gözyaşlarımın arasında bir kahkaha daha atarak.

"Geldim kızım. Geldim..."

Gözlerim Ender'in kahverengi gözleriyle buluştuğunda benim için arabasının kapısını açmış öylece bekliyordu. Titremeye başlayan çenem ve kıpkırmızı yanaklarımla ona baktım uzun uzun. Sinirden bir kahkaha daha attım. Sonra söndü kahkaham... Yerini tepkisiz gözyaşlarım aldı. Hiçbir tepki vermeden uzun uzun yüzüne baktım titreyen çenemle.

"Geldin..." dedim bir kez daha, "İnanmadın... Olmadı... Başaramadım..." Sesim tir tir titriyordu. Ender bana acır gibi bakarak başını salladı.

"İyi değilsin Zeynep," dedi bir kez daha, "Bunları sonra konuşalım kızım. Lütfen arabaya bin..."

"Neyi yanlış yaptım?" dedim kesik kesik, "Planın nesi yanlıştı? Neresi?" Bayılmak üzereydim. Tüm dünyam kararmıştı sanki. Ender ise bana o kadar üzgün bakıyordu ki hayatımda ilk kez onu böyle görüyordum.

"El yazını tanıyorum Zeynep. Lütfen arabaya bin, sonra konuşalım. Zeynep... Zeynep burnun kanıyor!"

"Ne?" Gözlerim yavaş yavaş kapanırken kendimi Ender'in kollarına yığılmış bir halde buldum.

"Ne?" dedim bir kez daha, "Ne oluyor bana?"

Gözlerimi açmaya çalışıyordum. Karlı bir Eskişehir sokağında Ender Zorlu'nun kolları arasında yerde yatıyordum ve burnumdan akan kanın yanağımdan kayıp yerdeki karların üzerine damladığını hissedebiliyordum...

"Merak etme, iyi olacaksın güzel kızım! Merak etme!" Beni telaşla kucağına alıp arabanın arka koltuğuna yatırdığında doğrulmaya ve arabadan çıkmaya çalışıyordum, oysa o kadar halsizdim ki kıpırdayamıyordum.

"Seni evimize götüreceğim..." diyordu Ender, "Orada bir doktor senin için bekliyor olacak. İyi olacaksın, tamam mı birtanem? İyi olacaksın... Sana masal anlatmamı ister misin? Küçükken olduğu gibi..."

"Onur..." diye bir fısıltı çıktı dudaklarımın arasından, "Beni Onur'a götür... Ne olur..."

"Bir varmış bir yokmuş, küçük bir kırlangıç varmış..." Ender arabayı son hızda sürerken bir yandan bana telaşla masal anlatıyordu. Gözlerim bir açılıyor bir kapanıyor, bilincim ellerim arasından kayıp gidiyordu...

"Bu küçük kırlangıç babasını çok severmiş... Bir gün birlikte pikniğe gitmişler..." Onu dinlemeyi kestiğim sırada gözlerimi kapattım. Elimi karnıma götürdüm. Kalbimin atışı hızlanırken aklımda sadece yıllar önce okuduğum bir şiirin satırları vardı.

"Verandaya çıkıyorum ve hissediyorum parmaklarımla gergin cildini gecenin.
Kimse takdim etmeyecek beni güneşe...
Kimse götürmeyecek beni kırlangıçların şölenine.
Uçmayı hayal eden kuş, ölmek üzere.."

---

(Aralık, 1998)

"Hadi güzel kızım... Uyu artık... Sen babana mı bakıyorsun o güzel kahverengi gözlerinle? Senin o güzel gözlerin için canımı veririm ben..."

Karlı bir İstanbul gecesinde Ender Zorlu kızı Zeynep'i kucağında uyutmaya çalışıyordu... Belki de bu Zeynep'le geçirdiği son günleriydi, farkında bile değildi... Dudaklarını Zeynep'in küçük yanağına değdirdi ve kokusunu içine çekti doya doya.

"Sana masal anlatmamı ister misin?" Zeynep o kadar küçüktü ki sadece usul usul bakıyordu babasının gözlerine. Kocaman kahverengi gözleri vardı babasından aldığı...

"Bir varmış bir yokmuş... Küçük bir kırlangıç varmış. Bu küçük kırlangıç babasını çok severmiş... Bir gün birlikte pikniğe gitmişler. Babası küçük kırlangıça demiş ki, sakın benim sözümden çıkma, yoksa bu ormanda kaybolursun ve seni bir daha bulamam... Oysa küçük kırlangıç babasını dinlememiş. Oyun oynamak için başka canlıların peşine takılmış ve ormanda kaybolmuş. Bir daha ne babası kırlangıcı bulabilmiş, ne kırlangıç babasını... O yüzden sen sakın benim sözümden çıkma tamam mı güzel kızım?"

Ender Zeynep'i bir kez daha öpmüş ve beşiğine yatırmış. Zeynep babasının gözlerine bakarken gözleri yavaş yavaş kapanmış. Ender iç çeke çeke kızını izlemiş dakikalarca. Sonra arkasında hissettiği ufak bir el ile gülerek arkasını dönmüş.

"Baba, top oynayalım mı?" Ender karşısındaki küçük ela gözlere şefkatle gülümsemiş.

"Tamam oğlum, hadi sen git kaleyi hazırla... Ben kardeşinin üzerini örtüp geliyorum..."

"Tamam, hazırlıyorum!" Küçük Onur koşarak odadan çıkarken Ender bakışlarını cama doğru çevirmiş. Yağan kar taneleri bir bir cama vururken kendini hayatı boyunca ilk kez mutlu hissetmiş. Tattığı en güzel duygu babalık duygusuymuş... Mutluluğunu elinden almaya kalkan kim olursa ona hayatı dar edecekmiş, o gün buna ant içmiş...

---

(Günümüz)

Gözlerim yavaş yavaş açılırken üzerinde yattığım yatak hayatımda bulunduğum en yumuşak yatak olabilirdi. Nerede olduğum, kimle olduğum, buraya nasıl geldiğim silinmişti sanki beynimden. Sanki kırk yıllık yatağımda uyanmışım gibi sakin bir mahmurlukla doğruldum yataktan. Görüntüler netleşirken gözüme çarpan ilk görüntü karşı duvardaki fotoğraf oldu. Siyah beyaz, büyütüldükçe kalitesi düşmüş kocaman bir fotoğraf... Kucağında benim bebek Zeynep'i tutan gencecik bir Ender... Tam o an anladım nerede olduğumu, o an gözümde canlandı her şey... Ender'in beni buluşu, burnumun kanaması, yere yığılıp kalmam ve Ender'in arabada bana masal anlatması... Hepsi bir bir geçti gözlerimin önünde. Sonrasını ise asla hatırlamıyordum. Ellerim korkuyla karnıma gitti. Kaç saattir buradaydım? Kaç gündür?

"Bebeğim!" dedim korkuyla, "Bebeğim iyi misin!" O hala içimde miydi bilmiyordum. Bana ne yapmışlardı hiçbir fikrim yoktu. Korkuyla yataktan kalktığımda üzerimdeki uzun pembe geceliği fark ettim, sanki benim için alınmış gibiydi. O kadar uymuştu ki bedenime... Telaşla kapıya doğru koşup kapıyı açmaya çalıştığımda kapı şaşırtıcı bir şekilde açılıverdi. Koşarak odadan çıktım. Koridora ulaştığımda bu evi hiç tanımıyor olduğumu fark ettim. Tek gördüğüm her yerde ama her yerde Ender ve benim fotoğraflarımızın asılı olduğuydu... Korkuyla koridoru geçtikten sonra merdivenlere yöneldim. Merdivenlerden indiğim an Ender'i gördüm. Masada oturmuş gazete okuyordu. Hemen başında bir kadın ona bir fincan kahve uzatıyordu, masanın diğer ucunda ise takım elbiseli başka bir adam vardı...

"Güzel kızım, uyanmışsın!" dedi Ender yüzü aydınlanarak, sonra kendisine kahve uzatan kadına ve masadaki adama kaş göz işareti yaparak onların odadan çıkmasını sağladı. Biri mutfağa doğru ilerlerken diğeri evin kapısına doğru yürüyordu.

"Gel, otur..." diye mırıldandı gazetesini katlarken.

"Selma, bize bir kahve daha!" diyerek mutfağa doğru seslendi ve sonra bana döndü, "İçersin değil mi? Seviyorsun diye biliyorum."

Hiçbir cevap vermeden boş boş yüzüne bakıyordum. Ne diyeceğimi, nasıl davranacağımı bilmiyordum. Kadın telaşla bir kahve daha getirip masaya bırakırken sakin olmaya karar verdim. Ender yüzüme gülerek bakarken yavaşça masaya doğru ilerledim ve onun tam karşısındaki bu ihtişamlı sandalyeye oturdum.

"Güzel..." diye mırıldandı, "İlk defa bana düşmanınmışım gibi davranmadın." O kadar mutluydu ki psikolojisinin iyi olmadığına fazlasıyla emindim.

"Bebeğim yaşıyor mu?"

"Sen şimdi açsındır da... Selma, yaptığın çorbadan bir kase de Zeynep'e getirir misin?"

"Tabi efendim." Yüzüne ona anlam vermeye çalışır gibi bakıyordum.

"Sana bir soru sordum." dedim sertçe.

"Çorba yeterli olur mu? Brokoli yemeği de yaptırdım senin için... Sen uyurken sana kan tahlili yaptırdım. Tüm sonuçların çıkmadı ama çıkan bazı sonuçlarında vitaminlerin düşmüş görünüyor..." Bir anda öfkeyle masaya vurdum.

"Bebeğim yaşıyor mu!" dedim öfke içinde. Ender sıkıntılı bir nefes aldı.

"Evet, sana sadece kan tahlili yaptık. Neyim ben? Canavar mı? Sen bayılır bayılmaz bebeğini öldüreceğimi mi sandın?"

"Evet, sen bir canavarsın."

"Zeynep... Güzel kızım... B-" derken sözünü kestim.

"Bana kızım demeyeceksin. Hem canavar olmadığını iddia ediyorsun, hem bu bebeğin yaşayamayacağını söyledin hem de bebeğini öldüreceğimi mi sandın diyorsun! Ne istiyorsun o zaman benden? Ne yapmamı istiyorsun?" Ender önündeki gazeteyi sabırlı olmaya çalışıyormuş gibi kıvırarak dergiliğe koydu. Sonra dergilikten bir fotoğraf albimi çıkardı ve gülümseyerek bana doğru uzattı.

"Bakmak ister misin?" diye sordu.

"Ne bu?"

"Senin bebeklik fotoğrafların..." Kaşlarımı çatarak tahammülsüzce bir ona bir fotoğraf albümüne baktım. Sonra sıkıntılı bir nefes vererek albümü önüme çekip fotoğraflara bakmaya başladım.

"Bak bu seni gördüğüm ilk an... Ağlıyordum." dedi parmağıyla bir fotoğrafı göstererek. Kucağında yeni doğmuş ben, karşımda ağlayan Ender.

"Bunda yüzüme çişini yapmıştın. Bak ne kadar mutluyum..." Gülüyordu, mutluydu...

"Bunda bir yandan öğrencilerimin sınav kağıtlarını okuyordum bir yandan da omzumda seni uyutmaya çalışıyordum..." Fotoğrafa bakarken boğazıma oturan bir yumruyla yutkunmaya çalıştım.

"Bunda bir yandan seni ayağımda sallıyordum bir yandan da sınav sorularını hazırlıyordum." dedi gülerek.

"Bir de bu var bak... Sen sarılık olmuştun. Gecelerce başında beklemiştim..."

"Bunları bana neden gösteriyorsun?" diye sordum sakin bir sesle. Albümü kendine doğru çekti ve kapattı.

"Bunların aynılarının daha fazlası Onur'la vardı..." diye mırıldandığında sesi kesik kesik geliyordu, "Yüzlerce... belki bin tane fotoğraf... Hepsini yırttım." Benden kaçırdığı gözleri dolu doluydu. Mutfak çalışanı önüme bir kase çorba koyarken gözlerim Ender'in üzerindeydi. Gizlice gözündeki gözlüğün altından gözyaşlarını sildi ve gözlüğünü çıkarıp gözlük kutusuna koydu. Gözleri masadaki çorbadaydı.

"İçsene... Çok aç kaldın." diye mırıldandı. Başımı eğip çorbadan bir kaşık aldım. Ender gözlerini benden kaçırarak konuşmaya başladı.

"Ben Onur'u çok sevdim." Sesi kalbimi tekletirken içtiğim çorba resmen boğazımda kaldı. Bir anda öksürmeye başlayarak titreyen ellerimle bir yudum su içtim.

"İyi misin?" diye sorduğunda başımı salladım.

"İyiyim..."

"İyi ol... Her şeyi bir de benden dinle bakalım kaldırabilecek misin Zeynep... Ben Suzan'a çok aşık oldum. Onur'un annesine yani... Çok sevdim onu. Aylarca peşinden koştum, aylarca... Sonra bir gün geldi ben seninle evlenmek istiyorum dedi bana. Dünyalar benim olmuştu. Hemen ertesi gün yıldırım nikahıyla evlendik. Üç hafta sonra geldi dedi ki 'Ender ben hamileyim.' Dünyalar yine benim olmuştu. Evet ben sorunlu bir adamdım. Ona çok sorun çıkardım, doğru. Ama ben onu çok sevdim, Onur'u da çok sevdim. Hasta oldular başlarında bekledim, yemedim yedirdim, giymedim giydirdim... Onur sen gelene kadar benim tüm hayatım olmuştu... Sonra bir de sen geldin, mutluluğum ikiye katlandı. Sonra bir gün seni alıp götürdüler benim koynumdan... Neymiş, senin için iyi değilmişim, başkasına gidersen kurtulacakmışsın! Peh... Yıllarca hem Onur'a babalık yaptım, canım ciğerim dedim hem acı içinde seni aradım ben. Bir gün öğrendim ki Zuhal Hanım beni aldatıyormuş. Bir gün öğrendim ki Onur benim oğlum değilmiş. Ne hissederdin Zeynep? Ne hissederdin?" Zar zor yutkundum ve dudaklarımı araladım.

"Ne hissederdim bilmiyorum. Ama sanırım anneyi oğluna öldü gibi gösterip ilaçlarla yıllarca felç edip o sırada oğluna cinayet suçu atıp tüm hayatını mahvedecek bir intikam planı yapmazdım. Sanmıyorum." diye mırıldandım başımı dikleştirerek.

"Yapmazdın. Çünkü sen iyi bir insansın Zeynep. Ama ben kötü bir insanım. Yanlış kişiye hata yaptılar... Yanlış kişiye yanlış yaptılar... Bunun sonucuna katlanmak zorundalardı." Dolan gözlerimle gözlerine baktım.

"Onur sana ne yaptı?" diye sordum titreyen sesimle, "Sen onun doğumunu gördün, büyümesini gördün, her anında yanındaydın... O seni çok seviyordu. Sen ona bunu neden yaptın?" Ender'in gözlerinin bir kez daha dolduğunu gördüm o an.

"O bir piyondu. Derdim onunla değildi..."

"Ama sen onun hayatını mahvettin! Benim, Burak'ın, Mert'in... Hepimizin!"

"Ben!" dedi sertçe, "Onur'u hapishaneye attırdığımda ona hiçbir şey olmayacağına, zarar görmeyeceğine dair herkesi tembihlemiş insanım! O sadece piyondu..." Başımı bir sağa bir sola salladım.

"Onur'a bir şey olup olmaması umrunda olsaydı bunları asla yapmazdın. O seni babası bildi, sevdi... Sen ise ona acı çektirdin. Şimdi benim babam olmaya çalışıyorsun ve ben buna asla izin vermeyeceğim." Ender acı içinde yüzüme baktı.

"İzin vereceksin..." diye mırıldandı.

"Asla."

"Büyük konuşma Zeynep... Sen fedakar ve tatlı bir kızsın. Sevdiğin herkesin iyi olması uğruna buna izin vereceğini biliyorsun..." O an korkuyla etrafıma baktım.

"Buradalar mı?" diye sordum, "Annem ve babam..." Ender acı içinde güldü ve başını salladı.

"Hayır... Ama iyiler, merak etme. Onları bırakacağımdan da emin olabilirsin. Seninle anlaştığımız ilk an bil ki sevdiğin herkes iyi olacak..."

"Neredeler? Onur'lara da mı bir şey yaptın yoksa?"

"Hayır, onlar kendi hallerinde... Merak etme, bir sakin ol yahu! Ben seni üzecek bir şey yapmam. Tabi eğer beni zorlamazsan..." Kaşlarımı çatarak baktım yüzüne.

"Benden ne istiyorsun? Sana 'Tamam, bebeğimi öldür ve artık sen benim babamsın.' dememi mi bekliyorsun? Ne istiyorsun? Ne bekliyorsun?" Ender derin bir nefes aldıktan sonra başını kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. Gözleri gözlerime o kadar benziyordu ki gözlerimden nefret ettim o an.

"Sen uyurken çok düşündüm Zeynep..." diye mırıldandı, "Ve bir karar verdim..." Kaşlarımı çatarak yüzüne baktı korkuyla.

"Ne kararı?"

"Yol boyunca uykunda 'bebeğim' diye sayıkladın..." deyince kaşlarımı kaldırdım,

"Eee?"

"Ve eğer istersen bir şekilde bebek yaşayabilir..."

"Ne?" Şok içinde yüzüne baktığımda kulaklarıma inanamıyordum. Hayretler içinde kalakalmıştım. Anlam veremez bir şekilde yüzüne baktığımda elini kaldırdı.

"Bir şekilde dedim... Her şekilde değil..."

"N-ne? Ne şekilde?" Umutla gözlerine bakarken Ender konuşmaya başladı,

"Eğer benimle Amerika'ya gelirsen bebeğini dünyaya getirip büyütebilirsin. Ama asla ve asla buradan kimsenin bundan haberi olmayacak. Senin izini kaybedecekler ve bir daha asla sizden haber alamayacaklar. Bebeğini istiyorsan şartım bu... Ama eğer dersen ki ben burada kalacağım, o zaman bir seçim yapman gerek Zeynep. Ya bebeğin, ya diğer sevdiklerin..."

Yüzüne hayalkırıklığı içinde baktığımda kafamın içinden bin tane şey geçiyordu. Bin tane plan. Çorba kasesini kaldırıp içindeki çorbayla birlikte kafasına fırlatmak, su dolu bu bardağı tam burnunun ortasına fırlatmak ve benzeri binlerce plan. Hayatımda bu kadar iğrenç tek bir insan daha görmemiştim. Hayatımda bu kadar kalpsiz tek bir insan daha görmemiştim. Gözlerine uzun uzun baktım ve aklımda oluşan yepyeni yol ile dudaklarımı araladım,

"Tamam," diye mırıldandım, "Seninle Amerika'ya gelirim."

Kendini bu dünyanın en zeki insanı sanıyordu. Ama maalesef ilk yüz milyona bile giremeyecek kadar küçük bir zekaya sahipti. Kimle savaştığının farkında mıydı bilmiyordum ama benim farkında olduğum bir şey vardı... Yeni bir savaş planım vardı.

(Yazarın Anlatımıyla)

Zeynep hiç bilmediği bir evin duvarları arasında Ender ile karşı karşıyayken Onur, Burak ve Mert tüm Eskişehir boyunca Zeynep'i arıyorlardı. Tam yirmi saat olmuştu Zeynep yanlarından gideli... Zeynep'in telefonda söylediği hiçbir sözün Onur için bir önemi kalmamıştı artık. Çünkü Zeynep gitmişti fakat dediği gibi Ender onları ziyarete gelmemişti. Bu da gösteriyordu ki Ender Zeynep'i çoktan bulmuştu... Onur bir harabeden farksızdı o an. Yıkılmış bir binayı yürütmeye çalışmak gibiydi sokaklarda yürüyüşü. Zeynep'inin fotoğrafını avucu içinde tutmuş herkese gösteriyordu. Karların üzerine yığılıp kalmak üzereydi. Canı yanıyordu sanki, canının iki parçası tehlikedeydi çünkü... Dünyayı yakıp yıkmak istiyordu, kaldırımları parçalamak istiyordu. Çaresizce içine sığmayan öfkesiyle etrafına bakındığı sırada arkadan babasının sesini duydu.

"Oğlum..." dedi Rıza elini Onur'un omzuna koyarak, "Eskişehir'de olma ihtimali yok. Bakmadık yer kalmadı, emniyet bile saatlerdir arıyor... Çevredeki şehirlere bakmaya başlamamız lazım." Onur ise ilk birkaç saniye babasını duyup duymadığı konusunda şüpheliydi.

"Ne?" diye sordu dalgın bir sesle.

"Çevredeki şehirlere bakmamız lazım oğlum. Hadi gel. Burak ve Mert bir arabayla gidecekler, biz diğer arabayla. Polis de arıyor olacak, merak etme. Hadi oğlum..." Rıza Onur'u arabaya doğru çekerken Onur kıpırdamıyordu. Rıza kaşlarını çatarak Onur'a baktığında Onur dolmuş gözleriyle öfkesinden kıpırdayamayacak kadar dolmuştu.

"Baba..." diye mırıldandı titreyen sesiyle, "Zeynep hamile." Rıza şok içinde Onur'a baktı.

"Ne?" diye sordu Onur'a iki adım yaklaşarak.

"Hamile... Zeynep..." Onur iyi değildi, hem de hiç iyi değildi.

"Onur, oğlum sen iyi misin? Ne saçmalıyorsun?"

"Bizim... bir bebeğimiz olacak... Şimdi ikisi de yok..." Rıza şoka girmişti ama hayatında ilk kez bu kadar iyi bir haber alıyordu. Onur'a mutluluk ve korku karışımı sarıldı sıkı sıkı.

"Oğlum benim!" dedi sırtını sıvazlayarak, "Onları bulacağız, söz veriyorum sana!" Onur'un öfke dolu gözyaşları Rıza'nın montuna damlarken dudaklarını araladı,

"Ona dünyayı dar edeceğim. Onu doğduğuna öyle bir pişman edeceğim ki..."

"Şşş, hadi bin! Hadi!" Rıza Onur'u aceleyle arabaya bindirirken Onur öfkeden ellerinin bile titrediğini hissediyordu. Elindeki telefonunu sıkı sıkı tutmuşken gözleri telefonunun ekranına koyduğu Zeynep'in gülen yüzünün fotoğrafındaydı.

"Kız mı erkek mi?" diye sordu Rıza Onur'u rahatlatmaya çalışarak. Onur hüzünle Rıza'ya döndü.

"Bilmiyoruz..." Rıza acı içinde gülümseyerek başını yola çevirdi. Onur parmağını ekranındaki Zeynep'in fotoğrafının üzerinde gezdirirken içinden söz verdi Zeynep'inin güzel gözlerine baka baka.

"Neredesin Zeynep? Neredesin? Eğer bir yerlerde benim kafamın içinden geçenleri hissediyorsan bil ki seni bulacağım sevgilim..." dedi içinden gözlerini Zeynep'in gözlerinden ayırmadan, "Dünyanın bir ucuna götürülsen de bulacağım. Gerekirse dünyayı yıkarım ama yine gelir seni bulurum... Söz veriyorum sana. Sana senin üzerine yemin ediyorum..."

Sonra başını kaldırdı, gözlerini camdan dışarıya çevirdi. Gözleri dışarıda yağan karı izlerken kaşlarını çatarak dudaklarını araladı.

"Baba... Nerede olduklarını biliyor olabilirim." dedi aniden aklına gelenlerle birlikte titreyen sesiyle.

"Ne? Nasıl?" Rıza şaşkınlıkla Onur'a bakarken Onur yolun ötesindeki dağlara bakıyordu kafasından binlerce düşünce geçerken.

"Çünkü..." dedi tok bir sesle, "Çünkü ben Ender'i herkesten iyi tanıyorum."

Onur, Burak, Mert ve Rıza yollarda Zeynep'i ararken Zeynep belki de onların çok yakınlarında bir yerlerde bir dağ evinde oturmuş Ender ile yemek yiyordu. Kader onları yeniden bir araya getirir miydi, güneş onlar için bir kez daha doğar mıydı yoksa artık "Gece" miydi onların tek kaderi bilmiyorlardı. Hepsinin tek bir dileği vardı o an, tek istedikleri bir arada olmaktı... Ne de olsa hep beraber düşmüşlerdi, hep beraber kalkmalılardı. Değil mi? 

---

Tekrar selam^^

Yine benim için duygusal olarak beni mahveden bölümlerden biriydi. Kafam on tane şeye bölündü, ara ara Ender'in acısına ve intikam isteğine hak verdiğim bile oldu. Ama tabi ki intikamını masum insanlardan almasına asla hak vermedim. Zeynep'in en baştaki yapayalnız kaldığını düşündüğü o sahne o kadar üzdü ki beni gidip sarılasım geldi... Sonra bizden biriymiş gibi İzmir geldi yanına. En yalnız anında bizden biri yanında oldu :') İki bebeğimin karşılaşması, iki farklı dünyadan yan yana gelmeleri bilmiyorum aşırı duygusalım şu an...

Ender ciddi ciddi Zeynep'i yanında istiyor ve ciddi ciddi onun zarar görmesini de üzülmesini de istemiyor. Çünkü Ender kadar kötü bi adamın "tamam bebek kalsın ama amerikaya gidelim" demesi gerçekten imkansıza yakın bir şey. Bu yüzden Zeynep'e olan sevgisine inanabilirsiniz. Ama bu onun kötü bir insan olduğu gerçeğini değiştiriyor mu? Hayır. 

Bir de Onur'u bu halde görmek beni ekstra mahvediyor. Yazdığım en güçlü karakterlerden biri ve o kadar bütünleştik ki çaresizliğini iliklerimde hissediyorum ya. Böyle gökyüzüne uçmak istiyor sanki uçup her yere yukarıdan bakıp Zeynep'i görmek istiyor :( Ağlayacağım sanırım...

Peki siz Zeynep'in yerinde olsaydınız ne yapardınız tam şu an? 

Ve sizce Zeynep ne yapacak? 

Yorumlarınızı okumaya geçiyorum hemenn, sizi seviyorum ve çok çok öpüyorum canımın içleri :') 

Continue Reading

You'll Also Like

667K 30K 18
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
212K 7.1K 44
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
887K 29.4K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
6M 194K 98
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...