Mısır'ın Gözü

By Chiqelata

348K 31.6K 8K

-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışk... More

'1'
'2'
'3'
'4'
'5'
'6'
'7'
'8'
'9'
'10'
'11'
'12'
'13'
'15'
'16'
'17'
'18'
'19'
'20'
'21'
'22'
'23'
'24'
'25'
'26'
'27'
'28'
'29'
'30'
'31'
FİNAL
Antik Tanrılar Serisi 2

'14'

8.1K 924 222
By Chiqelata

BÖLÜM '14'

Bella kendisini Slyvia'nın evinin önünde bulduğunda içi mutlulukla kabardı.

Ra'yla geçen konuşmasının ardından hızlıca kahvaltı niyetine midesine bir şeyler indirmiş ve sonrasında kendini dünyaya ışınlamıştı. Işınlanma işi hala biraz baş döndürücü, biraz da mide bulandırıcıydı ama alışmaya başlıyordu. Hatta biraz fazla kolay alışıyordu.

Evin girişine doğru ilk adımını attı. Slyvia'nın evi iki katlı küçük, soluk pembe bir evdi. Çitlerle çevrili ufak bir arka bahçesi, bahçenin bir kısmını kaplayan elma ağaçları ve çitlerin önünü süsleyen rengârenk çiçeklerle oldukça sevimli bir görüntüsü vardı. Çocuk kitaplarındaki resmedilmiş evleri andırıyordu.

Bella basamağa doğru adımını atarken kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir yanı arkadaşını yeniden göreceği için heyecanlı ve sevinçliydi, onu neredeyse bir aydır görmemişti. İyi olup olmadığını kendi gözleriyle görmeye ihtiyacı vardı. Bir yanı ise artık bir 'ölü' olduğu için arkadaşına gerçek anlamda dokunamayacak ve konuşamayacak olmanın acısıyla kıvranıyordu.

Genç kadın sırtını dikleştirerek basamakları geçip kapıdan içeri süzüldü. Girişte oraya buraya saçılmış ayakkabıları ve üstleri görünce kaşları çatıldı, Slyvia dağınıklığı seven biri değildi. Subay rütbesine sahip olan amcasının yanında yetişmişti, her şeyin yerinde ve düzenli durmasına önem verirdi. Amcası iliklerine kadar ona bunu aşılamıştı.

Isabella parke zeminde duyulmayan adımlarla ilerlediğinde oturma odasının da aynı şekilde olduğunu gördü. Yastıklar yere devrilmiş, ekoseli battaniyeler yere saçılmıştı. İçi boş birkaç kâse ve tabak ise televizyon ünitesinin önüne bırakılmıştı. Sanki Slyvia yemek yemiş ve onları daha sonra mutfağa bırakmayı üşenmiş gibi duruyordu. Mutfak oturma odasıyla bağlantılı olmasa üşengeçliğini anlayabilirdi ama Slyvia üşenmezdi. Yorgunluktan ölse de bulaşık işini uyumadan önce yapardı çünkü daha sonrasında artıklardan yayılan kokuyu sevmiyordu, evi küçük olduğu için her yere yayılıyordu.

Isabella mutfağında aynı kaderi paylaştığını görmesinden sonra heyecanı gerginliğe dönüştü. Slyvia'ya bir şey mi olmuştu?

Kısa spiral merdivenleri çıkıp, apar topar üst kata vardığında arkadaşının sesini duydu. Yatak odasından geliyordu. Ses çıkartmadan yürüyerek yere saçılmış kıyafet kümelerine ve valizlere çarpmadan ilerleyip, yatak odasının önünde durdu. Öyle görünüyor ki, İngiltere'den dönmüştü. Fakat hatırladığı kadarıyla sempozyumdan dönmesi için daha bir haftası vardı. Arkadaşının etrafı gezme düşkünlüğünü de ele alırsa, tarihle harmanlanmış ülkeden biraz fazla erken dönmüştü.

''Beni iyi dinle Wallace!'' Slyvia'nın sesini kapının arkasından duyduğunda yüksek sesi yerinde zıplamasına neden oldu. ''Ne dediğin umurumda değil! Bella'dan dört gündür haber alamıyorum. Üstelik sadece ondan değil, ekip arkadaşlarından haber alabilende kimse yok!''

Bella Slyvia'nın onu fark etmemesini umarak kapıyı yavaşça aralayıp kafasını uzattı. Teknik olarak onu zaten göremezdi ama kendi kendine açılan kapılar ve hareket eden eşyalar görüp, ürkmesini istemiyordu.

''Abartmak mı? Dediklerimin birazını bile dinledin mi sen?! Günlerdir kimse onlardan haber alamamış diyorum ve bana söylediğin tek şey abartıyorsun mu?! Hayır, fazla tepki göstermiyorum!''

Slyvia öfkeyle soluyarak elini saçlarının arasından geçirdiğinde, Bella arkasını dönmüş olmasını fırsat bilerek biraz daha kapıyı araladı ve içeri geçti. Yatak odası en berbat halde duran odaydı. Her şey yerdeydi, kıyafetler, yorgan, yastıklar, çarşaf. Sanki Slyvia sinir krizi geçirmişte hepsini yere atmış gibi duruyordu. Muhtemelen öyle de olmuştu.

Slyvia'nın da harika göründüğünü söyleyemezdi. Arkadaşı felaketten kurtulmuş bir kazazedeyi andırıyordu. Uzun, her zaman bakımlı ve parlak görünen kestane rengi saçlarını tepesinde toplamıştı. Üstünde ona en az iki beden büyük duran eskimiş bir tişörtten başka bir şey yoktu. Rengi bembeyazdı, gözaltları ise ten rengine kıyasla fazla mor ve şişti. Ağlamıştı.

Bella'nın kalbi sızladı. Gözlerinin yeniden dolduğunu hissedebiliyordu.

Yeter artık ağlama.

''Devlet mi?'' Slyvia'nın kaşları öfkeyle çatıldı. ''Kazıların nasıl yapıldığını biliyorum, bana anlatmaya kalkışma sakın! Onların denetiminden böyle bir şeyin kaçmasına imkân yok. Ne demek istediğimi anlıyor musun Wallace? Burada kesinlikle ters giden bir şeyler var! Başlarına bir şey gelmiş olmalı, 12 kişiden haber alamamamızı daha iyi nasıl açıklayabilirsin?''

Slyvia konuşurken bir yandan tırnağını kemirmeye başladı. Gergin olduğu zamanlarda sürekli yaptığı bir tikti.

''Hala bana inanmıyor musun? Tamam, canın cehenneme!''

Slvia öfkeyle telefonu kapatıp yatağın üzerine fırlattı. Yaşlar sinirle kararmış gözlerinden aşağı akarken bir yandan söylenmeye başladı. ''Lanet herif, devletin gözetimi altında çalıştıklarını bende biliyorum. Aptal. Tamam, sana da ihtiyacım yok. Kendi başıma halledebilirim.''

Bella arkadaşının yatağın ucuna oturuşunu ve elleriyle yüzünü ovuşturmasını izledi. O kadar yorgun duruyordu ki her an boylu boyunca yere devrilebilirmiş gibi bir hali vardı, fakat kahverengi gözlerindeki kararlılık bir başka söylüyordu.

''Ters giden bir şeylerin olduğunu biliyorum. Biliyorum işte.'' Slyvia kendi kendine mırıldanarak yüzünü ovuşturmayı bırakıp, donuk gözleriyle odanın içine baktı. Gözleri aralık duran kapıda takılı kalınca alt dudağı titredi. ''Neredesin Bella?''

Bella'nın bir an için kalbi durdu. Burada olduğunu anlamış mıydı? Onu görebiliyor muydu? Kırılgan bir umutla kadının önünde duracak şekilde yana kaydıysa da, Slyvia onu fark etmiş gibi durmuyordu. Gözleri aynı durgunluğunu koruduğunda Bella'nın kalbi daha da sıkıştı.

''Buradayım Via.'' Onu duyamayacağını ve hissedemeyeceğini bilse de, elini arkadaşının elinin üstüne koydu. ''Tam buradayım.''

''İçimden bir ses başına çok büyük şeyin geldiğini söylüyor. Biliyorsun, içgüdülerim beni asla yanıltmaz.'' Slyvia burnunu çekerek sol yanağından akmakta olan yaşı silip, tırnağını kemirmeye son verdi.

''Başıma ne geldiğine asla inanamazsın.'' Bella sinirlerinin bozulduğunu gösteren bir gülüş koyuverdi. ''Tanrılar ve tanrıçalar aslında varlar biliyor musun? Üstelik görünüşleri hiç bizim tasvir ettiğimiz gibi de değil. Magazinlerden fırlamış gibiler.''

''Bella,'' Slyvia başını masmavi gökyüzünü gösteren pencereye çevirerek dışarıyı gözledi. Yüzü acıyla buruşmuştu, birazdan başka bir ağlama krizinin yaşanacağının habercisiydi ve Bella buna dayanamazdı. Bunun için yeterince güçlü değildi. ''Hayatta mısın?''

Genç kadın kalbine bıçağın saplandığını ve ucunun döndürüldüğünü hissetti. Yutkunamadı, başına gelenin ne olduğunu bilmesine rağmen kabullenmek canını yakıyordu. Bildiği dünyasından, sanki biri parmaklarını şıklatmış gibi aniden koparılıp alınmıştı, alışmaya çalışsa da kabullenmek daha çok onu yaralıyordu.

''Hayır Slyvia.'' Bella onunla birlikte pencerenin ardındaki güzelliği seyretti. Akmaması için direndiği yaşlar son kez özgür kalırken mırıldandı. ''Değilim.''

Bella öğleden sonrasını kendi evinde geçirdi.

Slyvia'nın yanında kalan vaktini geçirecek kadar kendini güçlü hissetmiyordu, onu o halde görmek ve sesini ona duyuramamak boğazını düğüm düğüm etmişti. Genç kadını kardeşi olarak benimsemiş olmasına rağmen yanında öylece dikilmek, onu tahmin ettiğinden daha çok zorlamıştı ve en sonunda, kendine daha fazla eziyet etmek istemediği için gitmek zorunda kalmıştı.

Artık hayatta olmadığını aklına erdirebilmesine karşın Slyvia'nın yanındayken bunu daha net ve çarpıcı bir şekilde hissetmişti. Çünkü onunla hiçbir şekilde irtibata geçemiyordu. Onu göremiyor, duyamıyordu. Dokunuşunu bile hissetmemişti.

Duvara sabitlenmiş dolabını açarak içinden iki sırt çantasını da çıkartıp yatağın üstüne attı. Dünyada edindiği yaşamanı bırakmak için kendini henüz hazır hissetmiyordu. Bunu bugün daha iyi anlamıştı. Dolayısıyla alışma sürecini biraz daha yumuşatmak için, kendisine ait bazı parçaları dönerken yanında götürmek istiyordu, eşya da olsa ona destek olurdu en azından. Kendini yalnız hissetmezdi.

Kulağa ne kadar acınası geleceğini umursamadan çantaların fermuarını açtı. Burada bir hayatı vardı ve kendisi bir nokta koymamışken bitemezdi.

Dolabın içinden en sevdiği tişörtleriyle, kotlarını alıp ilk çantanın içine yerleştirdi. Beyaz Converselerini de aldı, en çok giydiği ve sevdiği ne varsa çantanın içine tıkıştırdı. Diğerine ise araştırmalarını ve kitaplarını yerleştirmek üzere çalışma odasına geçti. Thoth'un kütüphanesinde isteyebileceği her şeyi bulabileceğini biliyordu fakat Bella bu kaynaklara tam bir servet yatırmıştı. Geride bırakılmasına göz yumamazdı. Özellikle de notlarının.

Eski kazılarından kalma parşömenlerine kadar, çantanın kotasını zorlarcasına hepsini büyük bir dikkatle yerleştirip fermuarını çekti. Daha sonra geride kalan eşyaları alabilmesi için tekrar bir çanta hazırlaması gerekecekti. Sırtını sonsuza dek yamuk bırakacak kadar ağır olan çantayı diğerinin yanına sürükleyerek son kez etrafına göz gezdirdi, en azından önündeki birkaç gün boyunca yeniden dünyaya dönmek istemiyordu. Yarası bugün yeteri kadar deşilmişti. Dolayısıyla onu oyalayacak her şeyi aldığından emin olana dek evin içinde turladı.

Girdiği her odanın kapısını teker teker çekerken giriş kapısının açıldığını duyunca duraksadı. Slyvia olabilir miydi? Eve girebilecek tek kişi oydu, Bella bir tek ona yedek anahtarını vermişti. Sonra aklına diğer olasılık geldi, belki de bir hırsızdı.

Kimin geldiğini merak ederek oturma odasından çıkıp, kapıya açılan koridora çıktığı anda yabancı bir adamla karşı karşıya geldi.

Bedeni otomatik olarak geri adım atmasına neden oldu. Yabancı tek kelimeyle kocamandı. İri bir bedene sahipti, göğsü öylesine kalındı ki spor salonunu nadiren terk ettiğini sezebiliyordu. Üzerinde geniş omuzlarının germiş olduğu beyaz bir tişörtle, koyu renk bir pantolon vardı. Oldukça normal giyinmiş olmasına rağmen bir katil gibi duruyordu. Kotunun arkasından bıçak çıkarsa hiç şaşırmazdı, duruşundan yayılan tehditkarlık apaçık ortadaydı.

Fakat onu geri adım atmaya iten şey, bedeninin ürkütücü endamı veya duruşu değildi, bakışlarında yatan soğuk ifadeydi. Sanki onu görebiliyormuş gibi mavi gözleri üstüne dikilmişti.

Tabi ki de beni göremez.

Bella kendine telkine verircesine ileriye doğru bir adım atıp, adamın sağına geçtiğinde yabancının gözleri onu takip etti. Genç kadın bunun üzerine duraksayarak, emin olmak istercesine elini önünde salladı.

''Ne yapıyorsun?''

Yabancının gümbürdeyen sesiyle birlikte Bella'nın eli havada kaldı. Gözleri hayretle irileşti.

''Beni nasıl görebiliyorsun?''

''Adım Zeus,'' Bu her şeyi açıklığa kavuşturuyormuş gibi elektrik mavisi gözlerini üzerinde tutmaya devam ettiğinde Bella sırtını duvara yasladı. Kafasında 'ne' sorusu çınladı.

Destek alma ihtiyacıyla bedenini daha çok duvara yasladı.

''Y-Yunan mitolojisindeki...''

''Ta kendisi.''

''Neden buradasın?''

Aklına getirebildiği en iyi soruyu sormasıyla Zeus iç çekti. Kapının girişinde dikilmeyi bırakarak ona doğru bir adım attığında, Isabella'da duvardan çekilip geri gitti. Tanrının yaydığı hava elektrik gibiydi, sanki gözlerini biraz kıssa onu saran ufak, mavi kıvılcımları görebilecekti. Kollarındaki bütün ince tüyler varlığıyla birlikte havaya dikilmişti.

''Sana zarar vermek için gelmedim fani.''

Başka bir adım atarsa yeniden geriye gideceğini anlamış olacak ki hareket etmeyi bıraktı ve iki metrelik kocaman boyuyla, girişi tamamen görüş açısından çıkartarak önünde durdu. Bella ondan korkmadığını göstermek istercesine bedenini sabit durması için zorladı. Ancak bu tanrı, mitolojilerdeki efsanevi Zeus'tu. Bella'yı durduğu yerde tepesine bir şimşek indirerek kızartabilirdi, artık farklı bir dünyaya ait olduğu için her şey mümkündü. Bildiği kuralları burada işlemiyordu ve onu korkutan da buydu. Kendini korunmasız hissettiriyordu.

Sakin kalmaya çalışarak, parmaklarıyla diğer elinin üstüne işlenmiş olan Ra'nın sembolüne dokundu. İstemsizce yapmış olduğu harekete karşı bedeni rahatlarken, tanrının gözleri sembolü gördü ve yüzüne okuyamadığı tuhaf bir ifade yerleşti.

''Adamlarımın emrinde olmasını istediğine dair bir duyum aldım. Fani oldukları için seni göremezler, dolayısıyla isteğini yerine getirebilmeleri için bilgileri almaya geldim.''

Bella tanrının bizzat, ayağına kadar gelmiş olmasını tuhaf buldu. Bu adam Yıldırım Tanrısı'ydı. Yunan panteonundaki Tanrıların Tanrısı'ydı. Neden ayağına kadar gelmişti?

''Açıkçası Ra'nın neden böyle bir riski aldığını merak ettim.'' Zeus düşüncelerini okuduğunu gösteren yarım bir gülüşle yüzüne bakınca genç kadın zihnini sessizleştirdi. Bu yeteneklerini unutmuştu. ''Sebebi sendin demek, bir fani.''

''Artık değilim.''

''Evet, bunu görebiliyorum.'' Zeus'un gülümsemesi genişledi. İfadesi Bella'yı titretti, ona bir şey yapmayacağı için biraz rahatlamıştı(sözüne ne kadar güvenebileceği meçhuldü) ama adamdan yükselen elektrik onu rahatsız ediyordu. Konuşma şu an için sakin gitse de, her an patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Masmavi gözleri öyle parlaktı ki, fosforlu duruyordu. Biraz yaklaşsa orada çakan yıldırımları görebileceğinden emindi.

Karşısında gerçektende Yıldırım Tanrısı duruyordu.

Chris Hemsworth'u görse daha iyi karşılardı muhtemelen.

''Fakat hala nedenini çözebilmiş değilim, Ra kolay kolay kumar oynamaz.''

''Ondan karşılığında bir şey istedin mi?'' Zeus'un takıldığı noktayı değiştirmeyi umarak sorduğu soruyla tanrının gözleri parladı.

''Elbette, hayır işleri seven birine benziyor muyum?''

''Ne istedin peki?''

''Burada soruları ben soruyorum küçük kızıl, sınırı geçme.'' Evimde olan sensin ama. Bella ona bu cevabı vermek istese de dilini ağzında tuttu. Çocukça vereceği geri cevabından ötürü diri diri kızartılmak istemiyordu. ''Adamlarımı neden istiyorsun anlat. Saat üçte katılmam gereken bir görüşme var.''

''Eğer Ra'nın bu işte parmağı olduğu öğrenilirse, başına ne gelecek? Cezalandırılacak mı?''

''Muhtemelen.'' Zeus çerçevelettiği parşömenlerden birinde gözlerini gezdirdi. ''Fanilerin hayatlarına karışmamız en temel yasaklardan biri. Delindiğinde verilen ceza çok büyük, ancak kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyor.''

''Herkese göre değişiyor mu?''

''Bir soru daha sorarsan ten rengin ıstakozlarla aynı olur.''

''Ama-''

''Ya da kömür siyahına ne dersin?''

Bella sustu. Rahat bir tavırla konuşuyor olsa da, dediğinin altında kalacak bir tanrı değildi. Tarih derslerinde hakkında tonla şey okumuş ve dinlemişti. Sinirlerine kolayca yenik düşebilecek biriydi. Onu zorlayarak, ne kadar ileri gidebileceğini test edip görmek istemezdi.

''Beni öldüren adamın yakalanmasını istiyorum. Adı Xavier Cuartz. Ancak kendisi tarihi eser kaçakçısı, bu yüzden gerçek adı bu olmayabilir.''

''Elinde herhangi bir resmi var mı?''

''Telefonumda olacaktı,'' Kazı çalışmasının yapıldığı yerde kişisel eşyalarını bıraktığını hatırlayınca yüzü düştü. ''Tabi yanımda olsaydı. Ama tarif edebilirim... Xavier yirmi dört yaşında, kısa kahverengi saçlara ve gözlere sahip. Beyaz tenli. Boyu tahminen bir seksen, bir seksen beş civarında olmalı. İnce yapılı, fazla iri sayılmaz. Sağ baldırının arkasında bıçak dövmesi var. Yeterince ışık tutar mı bilmiyorum, görünüşüyle ilgili söyleyebileceklerim bu kadar. Daha fazlasını vermek isterdim ama bütün eşyalarım öldürüldüğüm yerde ve o da muhtemelen hepsini yok etmiştir.''

''Önemli değil, anlattıkların yeterli.'' Zeus gözlerini parşömenden ayırarak ona çevirdi. ''Arkeolog musun?''

''Evet.''

''Ve o senin takım arkadaşın mıydı?'' Isabella yeniden onu onayladı. '' Dur tahmin edeyim, değerli bir tarihi eseri gün yüzeyine çıkartmak için sen ve arkadaşların kazı yapıyordu, o da bulduklarınızı alıcısına ulaştırmak için hepinizi öldürdü.''

Olan biteni bu kadar net ve düz bir şekilde söylemiş olması genç kadını incitti ve yumruklarını sıkmasına neden oldu. Yine de sesini çıkarmadan başıyla onu onayladı. Ne diyebilirdi ki? Canını acıtsa da aynen söylediği gibi olmuştu.

''Öldürülmesini istiyorsan bir şeyler ayarlayabilirim.''

''Hayır.'' Hızlıca ona çıkıştığında tanrının kaşları yukarı kalktı. ''Hayır, öldürülmesini istemiyorum. Teşekkürler.''

''Bekle biraz... İntikam almak istiyorsun?'' dedi Zeus onu anlamaya çalışırcasına.

''Evet.''

''Ama ölmesini istemiyorsun?''

''Hayır.''

Zeus kısa bir süre sessiz kaldı. Yeniden konuşmadan önce onu baştan aşağı süzdü, düşüncelerine erişmeye çalıştığını hissedebiliyordu ama Bella zihnini kurcalamasını istemediğinden, oluşturduğu boşluğu korumaya devam etti.

''Amacın ne küçük kızıl?''

''Onun sürünmesini istiyorum.'' Kollarını göğsünde kararlılıkla çaprazlayarak, tanrıyla göz teması kurdu. ''Ölüm onun gibi biri için fazla basit bir kaçış yolu.''

''O bir katil.''

''Bu benimde katil olmamı gerektirmez. Adamların onu bulduğunda canını yakabilir ama dediğim gibi ölmesini istemiyorum, ölüm vakti gelene dek sürünmesini istiyorum. Bu kadar insanın canı hiçe sayılmamalı ve büyük olasılıkla, bu ilk seferide değildi.''

''Ölümünü istememen fazla asil bir düşünce.'' Zeus'un ses tonundaki değişiklik Bella'nın dikkatinden kaçmadı. Onunla alay etmiyordu, daha ziyade demek istediklerini anlıyormuş gibi sesindeki sertlik yumuşamıştı. ''Ölüm etkili ama basit bir yol, sana istediğin hazzı çok kısa bir süreliğine verecek. Pekâlâ, istediğin gibi olsun. Adamlarım şimdiden işe koyulsa iyi olur, sezgilerim altına bakılması gereken bir sürü taşın olduğunu söylüyor.''

Bella teşekkürünü gösteren ufak bir gülümsemeyle birlikte, sabahtan beri ilk rahat nefesi içine çekti. Ardından şansını denercesine, ''Tüm bunlar olurken Ra güvende olacak, değil mi?'' dediğinde, tanrının önce kaşları sertçe çatıldı. Fakat ardından yüzüne beklenmedik silik bir tebessüm oturdu ve yüksek gerilim hattı gibi üstünden taşan elektriği dindirdi.

''Tanrın güvende olacak fani, merak etme. Ben risk alarak iş yapmam.''

''Peki ya karşılığında-''

Zeus dudaklarından çizgiyi aştığını gösteren bir ses çıkarttığında, Bella karşı çıkmamak için bütün direncini ortaya koydu.

''Detaylara takılma küçük insan.''

''Isabella.'' Zeus ona dik dik bakınca tekrarladı. ''Adım Isabella.''

Sözleriyle birlikte tanrının gülümsemesi genişledi. Yakışıklı bir adamdı, aslan yelesini andıran gür kumral rengi saçları ve kelimenin tam anlamıyla parlayan mavi gözleriyle yırtıcı bir havası vardı. Yüz hatları aristokratlarınki gibi zengindi, her bir kemik özenle oyulmuş ve bir araya getirilmiş gibi duruyordu.

Yine de Thoth'ta yaşadığı gibi, Zeus'u da Ra'dan ayıran bir şey vardı. Tanıştığı hiçbir tanrı, Ra gibi değildi. Tam olarak onları neyin ayırdığını da bilmiyordu. Belki güçtü, belki de yaydığı esrarengiz auraydı. Ya da Güneş Tanrısı'nın ona olan yaklaşım şekliydi. Her ne ise, kendini ona çekilmekten ve düşünmekten alıkoyamıyordu. Yanağını öptüğünde oluşan surat ifadesi kadını hem güldürmüş, hem de kalbini ısıtmıştı.

Jestinin beklenmedikliği onu fena sarsmış olacak ki, Ra'nın yüzündeki çocuksu ifade o gidene kadar silinmemişti.

''Bundan sonra daha çok görüşeceğiz küçük kızıl.'' Zeus adını söylemek yerine onu oluşturduğu lakapla seslenmesi üzerine, Bella'nın kaşları hafifçe çatıldı.

''Seni sevdim ölümlü ama bunu bir kişiye, özellikle de tanrına söylersen güzel, beyaz tenine elveda dersin.''

Zeus'un tanrı kelimesine getirdiği eke takılmamaya çalışarak, kapalı dudaklarıyla bir gülümseme sundu.

''Söylemem, bana güvenebilirsin.''

''Güzel, ırk değiştirmek istediğini düşünmüyorum zaten.''

Zeus ona son kez baktıktan sonra arkasını döndü ve kapıdan çıkıp gitmeden önce kısık bir sesle kendi kendine söylendi.

''Ra'nın neden bana geldiğini anlayabiliyorum.''

***

Bu bölümde Ra yoktu üzgünüm ama diğer bölümde olacak.^^

Zeus ve Bella arasında geçen konuşma hakkında ne düşünüyorsunuz? Gelecek bölümler hakkında düşünceleri olan var mı?

Oy vermeyi unutmayın.

Continue Reading

You'll Also Like

58.5K 5.4K 7
Huysuz ve yalnız bir adam. Münasebetsiz ve geveze bir komşu. Ve ikisini bir araya getiren sürprizlerle dolu bir akşam. "Hayatta öğrendiğim her şeyi...
39.3K 1.2K 75
İşini ailesi gibi gören bi psikolog ve sinirlenince kimseyi tanımayan mafya aşka inanmayan adama aşkı öğreten kadın💖 Ateş ❤️ Ezgi
314K 4.1K 23
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...
7.6M 419K 78
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...