UMUT |bxb|

By muhtelemelemen

173K 13.8K 10.3K

Tamamlandı! Düzenleniyor. --- "Gökyüzünü sorsalar gözlerinin güzelliğini anlatırım." --- Gelin sizi 1915'e gö... More

0| Umut
1| Toprağı yurt yapan mezardır.
2|Üzgünüm Teğmen
3|Doktor, hastanın ayağına gelir.
4|Mektup
Bugün seni düşündüm, bir şarkı çalınca.
Direniş
Gökyüzünü sorsalar, gözlerinin güzelliğini anlatırım.
Deli Mustafa
Generalin Korkak Oğlu
🌸 Kesitimsi /Askerler ağlamaz, düşmanlar sarılmaz. 🌼
Askerler ağlamaz, düşmanlar sarılmaz.
Bundan öte ayrılık var.
Şeker prens, gözlerin ne kadar güzel.
Ben Tuz kral, sözlerim ne kadar acı.
Şimdi sevmeli seni, değmeli dudağına.
Yüzün, çiçeklerin en güzelidir.
Her şeyiyle deva bana.
Umudummuşsun sevdama, yarınlarıma.
Bizim çocuğumuz, bizim aile fotoğrafımız.
Sarsam, saklasam seni.
Şimdi ölmek istemem, daha hiç gülmeden.
Papatyaları sevmiyorum artık.
Sevgi, öldürmez.
Sende ihanet, bende matem kalacak.
Vatanımın topraklarına koymak istemezken düşmanı, kalbime koymuşum.
Aşkı için vatanına ihanet etmişti.
Final -| Umutları tüketilmiş, tüm umutsuzlara.
Özel Bölüm | Her hikaye ... bitmez.
Özel şeyler|

Umudunu yitirmek

3.7K 347 433
By muhtelemelemen

Yazarken çok heyecanlandım, şu an atarken de öyle düzenlemeden falan atıyorum. O yüzden şimdiden hatalarım varsa affola. İyi okumalar. 😚💞

Medya da aşağıda geçen Plevne marşının sözsüz versiyonu.

---

Sıcaktı hava. Lakin buz tutmuş bedenimi ısıtmaya yetmiyordu sıcaklığı. Ruhumu eritiyor, bedenimi teğet geçerek ısınmasına mani oluyordu.

Birkaç askerle birlikte tepelere ulaşmaya çalışıyorduk. Yüzbaşı da gelecek, onun emriyle saldırıya geçecektik. O gelene kadar da siper kazmaya başlanacaktı. Cephede olduğum vakitler boyunca savaşı tamamiyle unutmuştum. Savaşın varlığını asıl şimdi, bizzat içindeyken tam manasıyla anlıyordum.

"Teğmen, havalar ısınınca denize girmemize izin olur mu?" Diye sordu hemen arkamdaki asker.

"Şu tepeyi almayı başaralım, elbette yüzmenize izin vereceğiz." Cümlemi tamamlar tamamlamaz derin bir sessizlik oldu. Konuşma geçmedi aramızda lakin sessizliğin manası büyüktü.

"Tabi sağ çıkarsak Teğmen." Birisi bıçak gibi kesti sessizliği. Zira o sözleri söylemese de sessizlik anlatıyordu zaten.

Kurak arazideki topraklarda koşarak gelen çavuş, sürtünen ayakkabısının sesiyle metrelerce öteden fark ediliyordu. Onu ne zaman görsem nefes nefeseydi. Yine, bir haber getirmiş olacaktı ki koşmuş ve yine nefes nefese kalmıştı.

"Teğmen Thomas," dedi kesik kesik nefes alıp verirken. "Adam başı ne kadar merminiz var?" diye devam etti şapkasını düzeltirken.

"Yirmi." Dedim fısıltıyla.

"Yirmi?" Gözlerini büyüterek bakıyordu çavuş. "O zaman cephane getirene kadar siper kazmalısınız. Yüzbaşı da geliyor." Hala kesik kesik alıp verdiği nefesini düzene sokmak için olsa gerek taşa oturmuştu.

"Alman mısın?" dedim bakışlarımı çavuştan ayırmadan. Aşk sarhoşluğundan olsa gerek bazı şeyleri rafa kaldırmıştım. Mesela şüphe duyduğum bu çavuşla konuşmayı, Umut'u dövdükleri için çavuşu dövmeyi bir süreliğine rafa kaldırmıştım.

Derince bir soluk aldı. "Aslında," derken burukça gülümsüyordu. "Annem Almandı. Babam Avusturalyalı. Evlilik dışı doğan bir çocuğum. Annem büyütmüş beni, beş yaşıma kadar. İsmimi o vermiş, her şeyimle o ilgilenmiş. Beş yaşıma geldiğimde ölmüş. Babam ilk zamanlar beni istememiş lakin, sonradan bu yaşıma kadar o büyüttü beni. Minnettarım ona." Elleriyle gözlerini kuruluyordu. Nitekim gözlerinin içi de kızarmıştı. İçimde bir burukluk oluşmuştu. Elimi omzuna koyup sıktığımda ıslak gözlerini bana çevirdi.

"Üzgünüm." Diyebildim sadece. Hüzünlü zamanlarını aklına getirdiğim için sadece üzgünüm diyebilirdim.

"Sorun yok Teğmen. Ben biraz sulu gözüm." Gülümseyerek ayağa kalktı. Sonra yine koşmaya başladı.

İçime bir hüzün dolmuştu. Nitekim sıcak havanın ısıtamadığı bedenim, bu hüzünle birlikte titremişti. Her ne kadar birkaç cephede görev almış olsam da gerçekten savaş olduğumuzu yeni hissediyordum. Buradayken hissediyordum.

Askerler siper kazmaya başlamıştı. Ben de oturmuş, tepenin aşağısında dönen şeylere bakıyordum. Gemilerden cephanelikler hala taşınıyordu. Askerler karınca misali görünürken bir koşuşturmaca içindeydiler. Gerçekten de ciddi bir savaşın içindeydik. Savaştaydık.

Yüzbaşının bedeni görüş alanıma girer girmez olduğum yerden kaçma hissiyatıyla doldum. Nefes aldığı yerde zerre bulunmak istemiyordum. Keşke düşman askeri olsaydı da öldürsem diye içimden binlerce kez geçirsem de birini öldürmek o kadar basit değildi. Kolay atlatmıştım. Belki de alışmıştım, kim bilir.

"Thomas," dedi yüzbaşı her zamanki seslenişinden farklıydı bu. Alay dolu, ima dolu değildi. Çaresizce sesleniyordu sanki. "Aşıksın o doktora, değil mi?" Alışkın olmadığım sakin adımlarıyla yanıma gelirken ne diyeceğimi de bilmiyordum. Yutkunmamı engelleyen kocaman bir yumru yerleşmişti. Nitekim konuşmama da engeldi. Gözlerim, cevap arayan bakışlarla bakan yüzbaşıyla buluşmamak için alakasız her yerde dolaşıyordu. Umut yanımda olsa hiç tereddüt etmeden söylerdim aşık olduğumu lakin o yanımda değilken ve güvende olup olmadığını bilmeden ne demem gerektiğini kestiremiyordum.

Aşıktım ona. Gözlerinin güzelliğine ağlayacak kadar, kokusuyla ölecek kadar aşıktım. Alnına dökülen saçlarına dokunmaya özlem duyacak kadar aşıktım. Gökyüzünü sorsalar, gözlerinin güzelliğini anlatırdım. Çünkü başka güzellik göremeyecek kadar seviyordum onu. Lakin, bunu yüzbaşına nasıl anlatırdım ki?

Gözlerimin dolduğunu görüşümü engelleyen buğularla fark ettim. Kırpıştırdığım an yanaklarımdan aşağı göz yaşlarım akmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemezken çaresizlikten ağlıyordum. İçim yanıyordu.

İri elleriyle çenemi kavrayıp sertçe yüzüne çevirdiğinde öfkeyle bakıyordu. "Sana bir soru sordum Teğmen Thomas!" Sakinliği gitmiş, aynı yüzbaşı geri gelmişti. Sertçe kavradığı çenemden ellerini ayırarak yüzüme yumruk attı. Ağlamam daha da şiddetlenmişti. Niçin ağlıyordum bilmiyordum. Yumruğuyla başım yana savrulmuştu.

"Hastasınız siz! Bir erkek bir erkeği sevebilir mi? Bu ne demek Teğmen Thomas?" Tükürürcesine bağırıyordu karşımda lakin çok yüksek sesli değildi bağırışı. O an bir şey fark ettim. Yüzbaşı da tıpkı benim gibi ağlıyordu. Kafasını sağa sola sallayıp bir yumruk daha attı. Bakışları yumruk attığı ellerine döndüğünde ağlaması daha da şiddetlendi. "Hastasın dediler," kendi kendine konuşuyor gibiydi daha çok. Sesi kısık çıkıyordu. Pes ediyormuş gibi bedenini serbest bıraktığında dizlerinin üzerine çöktü.

"Ben de sevdim bir erkeği." Güçsüz fısıltıyla belli belirsiz işitilen cümleyi yanlış duyduğumu sandım bir an. Gözlerim irice açılmış, yüzbaşına bakıyordum. "Cephedeydik." Gözleri bir noktada takılı kalmıştı yüzbaşının. Geçmiş, gözlerinin önüne gelmiş gibi uzun uzun baktı boşluğa. Derin bir iç çekti. Öyle bir iç çekişti ki tüm acıları ruhuna yerleştirmiş gibi. "Bir askerle ilişkim olduğu düşünülüyordu. Vardı da." Yüzbaşı, öylece boşluğa bakarken yüzünde samimi olduğunu düşündüğüm bir tebessüm belirdi. Bu durum beni çok şaşırtmıştı. Dikkatle baktım, yüzbaşı sahiden de gülüyordu. "Hasta olduğumuzu söylediler, hastalığı bulaştıracağımızı iddia ettiler. Katolikler ayaklandı, generaller toplantılar yaptı. İngiliz ordusu karıştı. Babam generaldi, seninki gibi. Bana bir şey olmadı, sözü geçerdi her zaman. Lakin sevdiğim adam..." Titreyen dudaklarını zorlukla birbirine bastırıyordu. Yüzbaşının anlattıklarına inanmakta güçlük çeksem de doğruyu söylüyordu. "Ordudan atıldı sonra da," dili varmıyordu bazı şeyleri söylemeye. Zira benim de işitecek cesaretim yoktu. "Öldü."

Yüzbaşı kendi ağlıyordu, şimdi beni de ağlatmıştı. Onu zerre sevmezken şu anda kalkıp sarılasım gelmişti. "Onu öldüren babandı Thomas!" Yüreği parçalanıyormuş gibi adımı haykırmıştı. Nitekim benim de yüreğim parçalanıyordu. "Babana öfkeliyim. Çok öfkeliyim. Lakin sen de benim gibisin. Yakalansanız, o doktorun başı yanacak. Sevdiğini yakacak mısın Thomas?" Gırtlağımda var olan yumru daha da büyüdü. Konuşamadım.

"Asla," dedim belli belirsiz. "Asla yakmam." Ağzımın içinde gevelediğim cümleyi yüzbaşı duymuş muydu bilmiyordum.

"Hasta olduğumu düşünüyorum. Seni gördükçe bulaştırmışım gibi hissediyorum." Sarsılarak ağlıyordu yüzbaşı. Ben, bana ve babama düşmanlığının sebebini tam olarak bilmesem de yüzbaşının yaşadığı şeyleri aklımın ucundan dahi geçiremezdim.

"Yüzbaşı Birdwood. Sakin ol, kendine gel." Ben de kendimde değildim ki zira, onu kendine getiremezdim.

Hızla ayağa kalkıp gözlerini kuruladı. Başını aşağı yukarı sallayıp etrafına bakınmaya başladı. "İyiyim ben Teğmen Thomas." Kendi kendini ikna eder gibiydi daha çok.

Yüzbaşı da benim gibiydi. Bir erkeği sevmişti. Duyduklarıma hala inanamıyordum.

Çavuş, yine koşarak elinde cephanelerle geliyordu. Peşinde askerler, nefes nefese kalmışlardı. Çıkartma için hazır sayılırdık lakin yüzbaşının kafası dalgınken ona pek güvenemiyordum.

Çavuş, askerlere gerekli şeyleri ulaştırırken yüzbaşı haritasını çıkarmıştı bile. "Tam olarak buradayız Teğmen Thomas, değil mi?" Onaylarcasına başımı salladım. "Almamız ne kadar sürer?"

Haritaya dalgınca bakarken yüzbaşı da benden farksız değildi. "Bir saate belki alırız." dedim.

Umutsuzca, askerler üzerinde gözlerini gezdirdi. Zira kafasını hala toparlayamamış olmalıydı ki arada eliyle alnına masajlar yapıyordu. "Çok zor."

"Yüzbaşı-" diye başladığında çavuş, yüzbaşı eliyle şapkasına vurdu.

"Rütbemi belli edip beni vurdurtacak mısın?" Sitemle söyleniyordu.

Umut'un geldiğini fark ettim sonra. Bizim yanımıza geliyordu. Onun, şimdi burada işi neydi ki? Geri gitmeliydi o.

"Birdwood," dedim imalı sesimle. Anladı lakin bir şey demedi. Umut'u buradan göndermeliydim.

"Türk doktoru gönderdiler efendim. Kendi askerlerimiz çadırlarda tedaviye devam ediyor." Çavuşun açıklamasıyla yüreğim daralmaya başladı. Ağırlık çöktü tam ortasına. Kaldıramayacağım kadar ağırdı. Lakin her şeye rağmen sevgilim gülen gözleriyle bana geliyordu. Tüm ağırlığı anında hafifletiyordu işte.

"Tuna nehri akmam diyor. Etrafımı yıkmam diyor." Birden çalmaya başlayan müzikle tüm askerler şaşkınlıkla birbirine bakmaya başladı. Ben de kaşlarımı çatmış ne olduğunu anlamlandırmaya çalışıyordum.

"Şanı büyük Kemal Paşa Çanakkale'den çıkmam diyor." Umut, marşı çalan arkadaşlarına cephemizden bağırarak eşlik ettiğinde askerler üzerine doğru yürümeye başlamıştı. Üzerine giden askerlerle ben de onlara doğru yürümeye başladım. Etrafta bir telaş, karışıklık olmuştu bir anda. Bizim cephedekiler karşı cepheye isyan ederek bağırıyor, karşıdakiler de inatla marşı çalmaya devam ediyordu. Umut da bağıra bağıra sözlerine eşlik ederken askerlerim, hırslarını çıkaracak hedef olarak doktoru seçmişlerdi. Lakin izin vermeyecektim.

Ben, adım adım onlara ilerlerken yüzbaşı yanıma geldi. Kulağıma yaklaşıp, "Git Thomas. Sevdiğini al da git." diye fısıldadı. Yüzbaşı, kesinlikle ondan beklemeyeceğim şeyleri yapıyordu. Sevgilimin veyahut benim zarar göreceğimizi biliyordu, kıyamamıştı bize.

Usul usul Umut'a giderken düşman cephesinden ateş açmaya başladılar. Kendimi yere atıp sürünerek gitmeye başladım. Lakin, sonra bir şey oldu. Bir bomba patladı. Topraklar patlamanın etkisiyle etrafa saçılırken bombanın kokusuyla yüzümü buruşturdum. Patlamanın olduğu yere baktığımda az ileride Umut'un bağırarak marşı söylediği yerdi. Sevgilim, marşı söylemelerine rağmen eşlik etmiyordu zira bombadan mı korkmuştu?

Bedenimi titreme ele geçirirken farkında olmadan ağlıyordum. Ellerime damlayan sıcak sıvıyla anlayabildim ağladımı. "Umut!?" diye bağırdım boğazım parçalanırcasına. Niçin bağırdığımı ben de bilmiyordum oysa Umut yakınımdaydı, beni hemen duyardı.

Sevgilim bana cevap vermiyordu, belki de duymamıştı. Öyle olsa da sevgilim, marşa niye eşlik etmiyordu?

--

Saçma gelen, hatalı bulduğunuz yerler olduysa çooook özür dilerim. Dediğim gibi heyecanlandım kiii bir an önce attım.
Türklük damarını kabartacak marş sahnesi, bir yerden ilham vermişti. Orijinali Plevne marşı onu savaşlarda çalıyorlarmış, taaruzda falan. 😉

Yeniden düzenlerim galiba bu bölümü. Eksik, hatalı yerleri belirtebilirsiniz.

Bu arada kulaklarımı çok çınlatmayın olur mu ndjdksksmsls

Beğenmişsinizdir umarım. 💞💞

Continue Reading

You'll Also Like

20.2K 1.4K 29
1970'li yılların Türkiye'sinde, ücra bir kasabada başlayan bir aşk hikayesi. Yıkılması imkansız tabuları olan kasaba halkı ve kalpleri arasında sıkış...
12.2K 1K 36
Al Sancak nihayetinde ölmüştü. Hayır, Al Sancak halkın arasında neden olduğu ölümü acımasızca izliyordu. Yüzünde hiçbir tepki yoktu, ne acı ne de mer...
YUVA By _twclr

Teen Fiction

853K 41.7K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
1.2K 162 6
Kendini arayan bir genç ve onun bu gayesine eşlik eden adamın hikayesi.