Mısır'ın Gözü

By Chiqelata

348K 31.6K 8K

-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışk... More

'1'
'2'
'3'
'4'
'5'
'6'
'7'
'8'
'9'
'10'
'11'
'12'
'14'
'15'
'16'
'17'
'18'
'19'
'20'
'21'
'22'
'23'
'24'
'25'
'26'
'27'
'28'
'29'
'30'
'31'
FİNAL
Antik Tanrılar Serisi 2

'13'

9.7K 1K 265
By Chiqelata

BÖLÜM '13'

Gece yarısı olduğu vakit Seth yasaklı bölgenin önünde belirdi.

Kesinlikle bulunmaması gereken bir yerdeydi, burada olduğu anlaşılırsa eğer bu sefer Ra sadece onu yaralamakla kalmaz çok daha vahşi ve kanlı bir sonuç yaratacak şekilde onu parçalara ayırırdı. Ancak Seth'in gözünü korkutmak için yeterli miydi? Elbette hayır. O karanlığın ve yıkımın ta kendisiydi, onu korkutacak bir şey ya da varlık henüz yaratılmamıştı.

Çölün sessizliğinden yararlanarak hızla ilerlemeye başladı. Normalde bedeninin ağırlığının onu aşağı çekmesi ve bu yüzden bata çıka ilerlemesi gerekse de, burada yeryüzünün kanunları işlemiyordu. Çöl onun eviydi, kum yalnızca ona itaat ederdi, onun emriyle birlikte hayat bulurdu. Görünürde sakin duran uçsuz bucaksız altın renkli kum denizi, ölüme neden olacak kadar tehlikeliydi.

Özellikle de kum fırtınaları... Onlar birer efsaneydi. Normal bir insanın fırtınaya yakalandığı vakit geriye kemiğinden başka bir şey kalmazdı. Kaçmak ya da gizlenmek nafileydi. Kum acımasızca hedefini bulur, açık olan bütün alanlara saldırır ve sonra da sanki hiç var olmamış gibi avıyla birlikte geriye çekilirdi. Yakaladığı av en nihayetinde çölde barınan bütün canlılar için birer yaşam kaynağına dönüşürdü.

Attığı her adımla birlikte akrep, yılan ve örümcekler gizlendikleri yerden çıkmaya başladı. Tanrının varlığına saygı duyarcasına ortaya çıkan her bir canlı, Seth'in önünden çekilip yürüdüğü yolun kenarlarında dikildi.

Bulunduğu yer Nûn ile Duat'ın arasında kalan, çölle kaplı, isimsiz ve ucunun nerede bittiği veya başının neresi olduğu belli olmayan bir yerdi. Gökyüzünde daima Ay olurdu, Güneş asla buraya uğramazdı. Ra'nın asırlardır ayak basmadığı tek yerdi.

Ve bu yüzden de yasaklı bölgeydi.

Güneş Tanrısı'nın olmadığı bir bölgede hayat zar zor var olabilirdi, ayağının altından çekilenler ise bunun tek istisnasıydı. İnsanoğlu süre gelen yıllar boyunca 'kötü'yü tanımlarken bu canlıları tasvir etmişlerdi. Akrep, örümcek ve yılanlar karanlığı simgeleyen canlılardı. Soğukkanlılardı, besin zincirinin en üstünde olmasalar bile kayda değer bir yerleri vardı. Üstelik Güneş'in olmaması onlar için problem de değildi, sıcaklık çöl iklimiyle karşılaştırıldığında aynıydı. Bu da hayatlarını sürdürebilmeleri için yeterliydi.

On dakikalık yürüyüşünün sonunda tapınak yavaşça görüş alanında belirmeye başladı. Büyük, oldukça kalın mermer sütunlar boy boy giriş kısmını oluştururken, yapıyı meydana getiren diğer bütün parçalar taştandı.

Burasının yasaklı olmasının bir başka nedeni daha vardı ve aslında asıl sebebi sayılırdı. Burasının neden var olduğunu açıklıyordu.

Ra'nın panteondan sürgün ettiği ebedi düşmanı burada tutuluyordu.

Apep.

Seth tapınağa doğru ilerlemeye devam ederken yüzüne keyifli bir gülümseme oturdu. Buraya yalnızca birkaç Tanrı giriş yapabilir ve etkilenmeden çıkabilirdi. Havadaki oksijen karanlıkla kirlenmişti, ağırdı ve soluyan biri için yaratacağı etki nükleer sızıntının yaratacağıyla birebir aynıydı. Üç dakika kalmak kudretli bir Tanrı'yı bile dizlerinin üstüne çökertebilirdi ve kısa sürede tedavi edilmezse, ölümle sonuçlanmaları kaçınılmaz olurdu.

Evet, ölebiliyorlardı.

Seth bu gerçeği birkaç sene önce tesadüfen keşfetmişti. Derin bir nefes alarak ciğerlerini zehirli gazla doldurdu. O burayı oluşturan atmosferden etkilenmezdi, çünkü zaten kendisi karanlığın beden bulmuş haliydi. Alışkın olduğu oksijenden hiçbir farkı yoktu.

Tapınağa yeterince yaklaştığında, bedenini kum zerreciklerine dönüştürerek ayağının altındaki kumlara karıştı. Tapınağı koruyan askerlere gözükmekten ve varlığını hissettirmeden, gizlice içeriye sızması gerekiyordu. Isis'in büyüsü sayesinde askerler zehirli havaya maksimum on beş dakika kadar dayanabilirdi, daha sonra onları kuşatan zehirden arınmak için yüzeye, yani Nûn'a geri döner ve yerlerini yeni birlikler alırdı.

Seth tapınağa doğru hızla ilerlerken Loki'nin ona verdiği ufak şişeyi kumların yardımıyla cebinden çıkarttı ve içine sıkıştırılmış olan uyutucu gazı dışarı saldı. Konu gizlice sıvışmak olunca Loki'nin marifetlerine güveni tamdı. Fesatlık Tanrısı girilmesi en imkânsız yere bile yetenekleri sayesinde çocuk oyuncağıymış gibi girebilirdi. Dolayısıyla havanın ağırlığına rağmen gazın işe yaracağını biliyordu. Loki geçtiği yerde de kendine ait bir imza bırakmaktan da geri kalmazdı.

Fakat Seth'in hiçbir şekilde arkasında iz bırakmaması şarttı. Askerler beş dakika kadar uyuyacak ve daha sonra uyandıklarındaysa ne olduğunu anlamadan her zamanki gibi olağan rutinlerine devam edeceklerdi. Loki'den şişeyi alırken özellikle süreye çok dikkat etmişti, gelindiğinin anlaşılmasını istemiyordu. Ra'nın dikkatini üzerine tekrardan çekmek için vakit henüz çok erkendi.

Sonunda tapınağın girişine vardığında askerlerin hepsi çoktan yere yığılmıştı. Loki'nin büyüsü havadaki karanlıkla yarışacak kadar güçlüydü, kalıcı olmasa da işini görmesi için yeterliydi. Kumların içinden yükselerek gardiyanların arasından içeriye doğru süzüldü. Adımları taş zeminde duyulması kısık sesler bırakırken, içeriyi kuşatan serin hava yüzüne çarptı. Attığı her adımla birlikte Apep'e daha çok yaklaştığını hissedebiliyordu.

İçerideki hava dışarıdakinden çok daha ağırdı. Somut bir şekilde bedeninin üstüne çöreklenmiş, dizlerinin üstüne çökmesi için ona baskı uyguluyordu. Seth dişini sıkarak ilerledi. Buraya gelirken almış olduğu risk çok büyüktü, heba olmasına izin veremezdi. Aptal bir havanın onu yere sermesine göz yummayacaktı.

Tapınağın merkezine vardığında, içeriyi koruyan bir düzine baygın gardiyanların yanından geçip Apep'in tutulduğu hücreye yaklaştı. Tapınağın bu kısmında tepede duran ufak, kare şeklindeki oyuktan içeriye süzülen Ay ışığı ve birkaç meşale dışında etrafı aydınlatan başka bir şey yoktu. Fazla loş sayılmasa da tanrıyı görmek için biraz daha yaklaşması gerekmişti.

Hücrenin duvarları tamamen parmaklıklardan ibaretti. Her bir köşesine yerleştirilmiş mühürler yüzünden daha fazla yaklaşabilmesi mümkün değildi, bu yüzden iyi bir mesafe yaratabildiğinde durup tanrının onu fark etmesini bekledi.

''Buraya geldiğine göre vahim durumda olmalısın.'' dedi Apep kalın bir sesle. ''Seth; Kaos ve Yıkımın Tanrısı.''

''Size bir teklif sunmaya geldim.''

Apep'ten bir ses yükseldi. Sanki gülüyormuş gibi çıkan ufak homurtusu Seth'in sinirlerine dokunduysa da sesini çıkarmadı. Zaman şu anda onun için çok değerliydi, her bir saniyeye ihtiyacı vardı.

''Teklifinle ilgilenmiyorum evlat, şimdi git buradan.''

Evlat.

Seth çenesini öyle bir sıktı ki ufak bir gıcırtı yükseldi. Ondan genç olabilirdi fakat kendisi de en az tarih kadar eski sayılırdı, tanrıdan o kelimenin çıkmış olması Seth için hakaretten başka bir şey değildi.

''Sizi buradan çıkartabilirim.'' Saygı eklerini kullanmaya dikkat etti. Her ne kadar saygı bazında çıkan her kelime ağzında acı bir tat bıraksa da, planının hayata geçebilmesi için Apep'in yardımına ihtiyacı vardı. Bu yüzden biraz pohpohlamada bulunması gerekiyordu.

''Yalanlarını başka yerde sat Seth. Varlığınla huzurumu bozuyorsun.''

''Yeteneklerimi küçümsüyorsunuz.'' Birine ihtiyaç duymak gerçekten de sinir bozucuydu. ''Mühürleri kendim kıramayabilirim belki ama bağlantılarım var.''

''Ne istiyorsun?''

''Yardımınızı.''

Apep'ten bir başka homurtu yükseldi. Bu sefer küçümsemekten ziyade, böyle bir şeyi itiraf etmesini beklemiyormuş gibi bariz bir şaşkınlık barındırıyordu. Tanrının ayağa kalktığını belli eden kıyafet hışırtılarını duydu ve birkaç saniye sonra, Apep gölgelerden sıyrılıp görkemli boyuyla parmaklıkların önünde belirdi.

Uzun siyah saçları gevşek bir örgü halinde toplanmış, sağ omzunun üstünden aşağı doğru sarkıyordu. Teni panteondaki bütün tanrıların aksine soluktu, bronzlukla yakından uzaktan alakası olamayacak kadar beyaz sayılırdı. Güneş'le barışık olmadığını göz önünde bulundurursa, cesetvari tenini açıklığa kavuşturmaya yetiyordu aslında.

Gözleri tıpkı yılanlarınki gibiydi. Gözbebekleri ince bir şeritle yeşil irislerini ortadan ikiye bölmüş, boynunun tamamını saran yılan damgasını anlamlı bir açıdan vurgulamıştı. Boyu ondan daha uzundu, elleri ve ayaklarıysa yılan derisini andıracak şekilde pullarla kaplıydı.

''Neden?'' Apep gözlerini ona dikerek tıslamaya hazır duran çatallı dilini dişlerinde gezdirdi. Diline karşın vurgulayışları kusursuzdu. ''Sana neden yardım etmek isteyeyim?''

''Çünkü ortak bir noktamız var; Ra.''

Apep tısladı. Seth tepkisinden duyduğu memnuniyetle sırıtarak iri kollarını göğsünde çaprazladı.

''Ondan en az benim kadar nefret ettiğinizi biliyorum. Hatta belki de daha fazla.'' Tanrıdan onu onaylayan bir başka tıslama daha yükseldi. Güzel. ''Devrim yaratacak bir planım var. Fakat hayata geçebilmesi için Ra'nın dikkatinin üstümde olmaması gerek.''

''Bu imkânsız. Gözleri bütün panteonu görür.''

''Şimdilik. Dikkatinizi çekmek isterim,'' Gülümsemesi kendine duyduğu özgüvenle genişledi. ''Şu an burada olduğumdan haberi yok.''

Apep bu ayrıntıyı yeni fark etmiş gibi siyah kaşları çatıldı. Huzursuz hissettiren yeşil gözleri kısılarak onu sorgularcasına baştan aşağı süzdü.

''Nasıl?''

''Yeteneklerimi hafife almamanızı söyledim.''

''Buraya girmek o kadar basit değil Seth. Ne halt yedin?''

''Bağlantılarım var.'' Seth bir kez daha sorusunu geçiştirerek göz temasını kesmeden hücrenin çevresinde yürümeye başladı. ''Dediğim gibi, size yardım edebilir ve oradan çıkmanızı sağlayabilirim.''

''Önce karşılığında isteyeceğin şeyi söyle.''

''Birkaç gün önce panteona bir insan girdi. Bir kadın, duyduğum kadarıyla Ra'nın sembolünü taşıyormuş.''

''Belli ki faniden hoşlanmış.''

''Ona sembolünü verdiğine göre hoşlanmaktan daha fazlası olmuş olmalı.''

Teşhisiyle birlikte Apep'in yüzünde bir gülümseme belirdi. Gülümsemesi en az bir yılanınki kadar soğuk ve ruhsuzdu.

''Seni dinliyorum.''

''Ra'dan intikam almak istediğini biliyorum.'' Saygı ekini sonunda kullanmayı bırakarak rahat bir nefes aldı. Tanrının şu anda bu detaya takılacağını hiç zannetmiyordu. ''Fakat sana intikamdan çok daha iyi bir şey sunabilirim.''

''Neymiş o?''

''Onun yerine geçebilirsin.''

Apep kahkaha attı. Gür sesi tapınağın içinde eko yaparak çınlarken Seth ifadesini ve duruşunu bozmadan onu bekledi. İki dakikadan az vakti kalsa da yaklaşan gerilimin sakinliğini sarsmasını istemiyordu.

''Bana hala karşılığında ne istediğini söylemedin.'' Tanrı sonunda kahkahalarına son verdiğinde sesindeki ölümcül tınıyı yakaladı. Yeşil gözleri, tapınağın sunabildiği aydınlatmanın altında uğursuz bir yeşim taşı gibi ışıl ışıldı.

''Ben hepimizin istediğini istiyorum; adalet.''

Apep yeninde kahkaha attı.

''Gülünç olma. Sende en az benim kadar karanlığa batmış durumdasın Seth. Adalet bizim gibileri tatmin etmeye yetmez.'' Tanrı onu bir kez daha baştan aşağı süzdükten sonra yarım bir gülüşle yüzüne baktı. ''İstediğin güç. Üstün olmak istiyorsun, aşağı görülmekten sıkılmışsın.''

''Belki.'' dedi huysuz bir tonla.

''Özellikle de saygı duyulmasını istiyorsun. Ne kadar klasik.''

Seth'in ifadesi karardı. Apep'in en derinlerinde yatan damarını keşfetmiş gibi açığa çıkartmış olması onu rahatsız etmişti. Tanrı ifadesinin değişmesinden keyiflenerek yıkım vaat eden karanlık sesiyle konuşmaya devam etti.

''Fakat gözden kaçırdığın bir şey var. Korku ve saygı birbirine çok benzer, ne istediğine dikkat et.''

''Ne istediğimi biliyorum.'' Seth devam etmesine müsaade etmeden sözü devraldı. ''Sadece bana cevap ver, yardım ediyor musun etmiyor musun?''

''Beni buradan çıkartacak mısın?''

Dolaylı bir şekilde evet demesine karşın çatık kaşları bir nebze olsun rahatladı.

''Zamanı geldiğinde. Öncelikli hedefimiz kadın.''

Isabella gözlerini aralayarak esnedi ve sıcacık yatağın içinde kedi gibi gerinerek, sabah ışıklarıyla parlayan odasını uykulu gözlerle süzdü. Ra'nın ona kalması için verdiği oda evin diğer yerleri gibi çok güzeldi, sade ama garip bir şekilde aynı zamanda gösterişli duruyordu.

Bir kez daha esneyerek gözlerini ovuşturdu. Kaç saattir uyuduğunu bilmiyordu ama hala yorgun hissediyordu. Sanki hiç uyumamış gibi kasları sertti, boynunu bir iki kere sağa ve sola oynattığında çıkan sesler iç gıdıklayıcıydı. Isabella eklemlerinden yükselen kıtırtılara karşı yüzünü buruşturarak yataktan çıktı. Üstünden atamadığı yorgunluğunu kovalamak istercesine odasıyla bitişik banyoya yöneldi ve yüzünü yıkayıp aynadaki görüntüsüne baktı.

Gözaltlarının biraz mor durması dışında fena sayılmasa da, olanlardan dolayı ne kadar hırpalandığı yüzünden okunuyordu. Aynadan ona bakan ifadesi neredeyse ruhsuzdu. Bir iç çekişle yüzünü kuruladı ve ağzını çalkaladıktan sonra banyodan çıkıp üstüne ince, tül gibi duran bir sabahlık geçirdi.

Dün geri geldiğinde odasından hiç çıkmamıştı. İlk etrafı biraz kurcalamıştı, dolapların içinde yığınla duran kıyafetleri ve raflarda duran birkaç eski kitabi keşfettikten sonra birini okumaya başlamış, yarısına geldiğinde ise göz kapaklarını aşağı çeken uykuya daha fazla direnememişti.

Şimdi biraz daha kendine gelince, nasıl rahat uyuyabildiğini anlayamadı. Yaşadıklarının üzerinden doğru düzgün bir hafta bile geçmemişti. Yalnızca üç gün olmuştu. Hafızasında olanlar o kadar tazeydi ki gözünü kapadığında yaşadıkları önünde beliriveriyordu.

Garip olanı geceyi de bu şekilde geçireceğini düşünmüşken, deliksiz bir uyku çekmiş olmasıydı. Gözleri elinin üstünde duran göz sembolüne kaydı. Diğer eliyle ufak işarete dokundu ve yavaşça çizgilerin üzerinde gezindi.

''Sebebi sensin değil mi?'' Yalnızca kendisinin duyabileceği bir sesle mırıldanarak elini çekti. Bugün yapmak istediği bazı şeyler vardı. Kendini attığı acıma çukurundan çıkarıp işe yarar bir şeyler yapmak istiyordu. Önce dünyaya gidecekti, geçen süre zarfında Slyvia'nın nasıl olduğunu ve neler yaptığını merak ediyordu. Ölüm haberini almış mıydı? Ve arkadaşları... Arkadaşlarına ne olmuştu? Belki onlara ait bir iz de yakalamayı başarırdı. Hala onlardan bir haber alamamış olmak onu git gide endişelendirmeye başlamıştı

Ufak planını hayata geçirmeden önce bir şeyler yemek üzere odasından dışarı çıktı. Mutfağın nerede olduğunu bilmiyordu dolayısıyla hislerine güvenerek hareket edecekti. Müze gibi inanılmaz bir tarih barındıran, tapınak şeklinde inşa edilmiş evin içinde dolaşırken Ra'nın sesini işitti. Fazla uzaktan gelmiyordu ve yanında biri daha olmalıydı. Sesi tanıdıktı.

Bella yemeği bir kenara bırakarak önceliğini değiştirdi ve sesleri takip etti. Merakının üstün gelmesinden nefret ediyordu ama ne konuştuklarını merak ediyordu. Ve belki Ra'yı da. Aslında... Tanrıyı konuşmadan daha fazla merak ediyordu.

Thoth'un evinde onu bir anda bırakmasından sonra görmemişti. Ona söylendiği kadar meşgul biriyse bütün bir gününü ona ayıramazdı. Yoksa ayırabilir miydi? Neden bir anda çekip gitmişti? Daha da mühim olanı, neden sorusunun cevabını bilmek önemli hissettiriyordu? Onu merak etmek, aklının bir köşesini ona ayırmak istemiyordu. Sonuçlarının ne kadar tehlikeli olacağının farkında olmasına karşın üstelik.

Düşüncelerine katılarak yürümeyi bıraktı.

Ama ya kendisiyle ilgili yeni bir haber aldıysa? Ekip arkadaşlarıyla ilgili bir şeyler öğrenmiş olabilirdi. Onlar hakkında bilgi edineceğini söylemişti.

Çenesi kasıldı, sıkıntıyla gözleri önündeki koridorda gidip gelirken ne yapması gerektiğini tarttı. Merhaba de, konuşmayı uzatmadan yeni bir şey öğrenip öğrenmediğini sor ve sonrada kaldığın yerden devam et. Bunu yapabilirdi, uygulaması fazlasıyla basit olsa da Bella bedeninin ona bu konuda ihanet edip etmeyeceğinden emin değildi. Tanrıyı gördüğü anda beyni fonksiyonlarını sürdürmesine rağmen bedeni onunla uyumla çalışmıyordu.

Yine de öğrenme isteği daha ağır basarak hareket etmesine neden oldu.

Koridoru bir çırpıda geçip çalışma odası gibi duran odanın önüne geldiğinde, aralık duran kapıyı bir-iki kez tıklattı. Sesler gelmesinden çok öncesinde kesilmişti, ikisi de yaklaşmasını duymuş gibi konuşmayı bırakmışlardı. Kalbi tuhaf bir şekilde hızlanmaya başlayarak, Ra'nın ''Girin.'' demesiyle birlikte kasılan bedenini hareket etmesi için zorladı.

İçeriye girdiğinde Güneş Tanrısı'nı geniş bir çalışma masasının arkasında otururken buldu. Üstünde önü açık, kolsuz siyah sabahlığından başka hiçbir şey yoktu. Onu gördüğünde yüzüne ufak bir tebessüm yerleştirdiyse de, amber rengi gözlerine ulaşmamıştı. Gergin duruyordu. Masanın biraz çaprazındaysa Osiris ayakta dikilmiş, elinde şeffaf bir dosya tutmaktaydı. Yeraltı Dünyası'nın Tanrısı Ra'ya kıyasla daha az gergin dursa da, yüzü dünkü keyifsizliğini taşıyordu.

''Günaydın.'' dedi genç kadın kuru bir sesle. Sesi kulağına o kadar yabancı gelmişti ki bir an kendisi bile tanıyamamıştı. ''Böldüm mü?''

''Hayır, aslında gelmen iyi oldu.''

Ra sıkkın bir sesle elini simsiyah saçlarının arasından geçirip, Osiris'e bir bakış attı. Osiris ise sözsüz talebine karşı elindeki dosyayı ona doğru uzattığında genç kadının kaşları çatıldı.

''Nedir bu?''

''Bana arkadaşlarının durumunu sormuştun. Sorunun cevabı elinde tuttuğun dosyada mevcut.''

''Ra...'' Isabella devamında ne demesi gerektiğini bilemedi. Elinde tuttuğu dosya sanki onu yakmış gibi bırakma ihtiyacıyla dolmuştu.

''Çıkabilirsin Osiris, teşekkür ederim.''

Ra'nın ona cevap vermemesiyle birlikte, Osiris kısaca başıyla reverans yaptıktan sonra tek kelime etmeden yok oldu. Bella zorlukla yutkundu. Ellerinin titreyişine aldırış etmeden dosyanın içindeki kâğıtları çıkartarak çalışma masasının üzerine bıraktı ve ilk sayfaya bakmadan önce derin bir nefes aldı. Dakikalar öncesinde haberleri almak için hazırken şimdi eli ayağı buz kesmişti. Öğreneceği gerçek iyi olamazdı, Ra'nın yaklaşımından anlamıştı bunu.

Isabella tekrar bir nefes alarak kâğıdın başına doğru gözlerini çevirdi ve ilk okuduğu cümleyle birlikte yerinde çakılı kaldı.

Thomas Reynold: Öldü

Amanda Claire: Öldü

Raven Harold: Öldü

Daniel Wellbourne: Öldü

Alstair Brown: Öldü

Isabella listenin devamını getiremedi. Yaşlar gözünden teker teker aşağı inmeye başlarken, başını kaldırıp Ra ile göz göze geldi.

''Hepsi mi?''

''Üzgünüm.''

Eli yumruk şeklini alırken kâğıt parmaklarının arasında buruştu. On iki kişi. On iki kişinin ölümüne sebep olmuştu. Eğer o kitaptaki yeri fark etmeseydi, eğer profesörüne haber vermesiydi... Şu an hiçbiri toprağın altında yatıyor olmazdı. Bütün bunlar yaşanmış olmazdı. On iki kişinin ölümünün ağırlığını taşımak zorunda kalmazdı. Xavier'ın onları canlı bırakmayacağını anlamış olmasına rağmen gerçekle yüzleşmiş olmak onu derinden sarsmıştı.

''Bella.'' Ra düşüncelerinin kaymış olduğu yönü sezmiş gibi hışımla oturduğu yerden kalkarak yanına gitti. ''Isabella, bak bana. Söyleyeceklerime odaklan.''

''Ben... Tanrım, onları gerçekten de ölüme sürükledim. ''

''Olacakları bilemezdin. Bak bana Bella,''

''Ölmelerine ben sebep oldum.''

Ra ağzından çıkanlara aldırış etmeden çenesini kavradı ve ona bakması için baskı uyguladı. ''O aşağılığın bütün bunlara sebep olacağını bilemezdin. Sende o kurbanlardan birisin, sadece senin kaderin onlardan biraz daha farklı yazılmıştı.'' Güneş Tanrısı çenesini nazikçe okşayıp titreyen alt dudağına dokundu. ''Yaşananların hiçbiri senin suçun değil, bazen kader aldığımız bütün önlemlere rağmen önüne geçemeyeceğimiz sonuçlar yaratır.''

Bella boğuk bir ses çıkartarak gözyaşlarını bastırmaya çalıştı. Ra'nın dediklerine katılmak istiyordu ama suçluluk duygusu çok fazlaydı. Bütün sistemini alaşağı ediyor, vicdanını bombalıyordu.

''Bilmiyordum.'' Yüzünü adamın göğsüne yaslanmasından dolayı sesi iyice boğuk çıktı. ''B-Bilseydim eğer-''

''Biliyorum, biliyorum küçüğüm. Eğer bilseydin bütün bunların önüne geçebilmek için elinden geleni yapardın. Bundan hiç şüphem yok.'' 

Ra devam etmesine izin vermeyerek sözünü kesti. İri kollarını ona sararken bir eliyle saçlarını okşayıp gözyaşlarının, çıplak tenini ıslatmasına izin verdi. Bella fazla ses çıkarmadan sessizce ağladı. Ekip arkadaşlarının neredeyse yüzde seksenini doğru düzgün tanımıyordu, Xavier dışında çoğuyla arasındaki diyalog çok azdı. Fakat onlarla vakit geçirmekten keyif alırdı, hepsi birbirinden eğlenceli, neşeli insanlardı. Hele de profesörü... Bella yaşlı adamı gerçekten de sevmişti.

Ve Xavier hepsini para için öldürmüştü. Ne kadar da basit bir sebepti.

''Y-Yaptıklarının yanına kâr kalmasına izin veremem. Buna izin veremem. Olmaz.''

Bella başını kaldırıp burnunu çekti. Gözyaşları ince şeritler halinde yanaklarından dökülürken, Ra iki eliyle yüzünü avuçlarının arasına alarak yaşları sildi. Tanrının yüzünde yumuşak, neredeyse hüzünlü bir ifade hâkimdi.

''Kalmayacak zaten.''

Güneş Tanrısı'nın sözleri kadının duraksamasına neden oldu.

''Ne demek istiyorsun?''

''Zeus ile bir anlaşma yaptım.'' Ra dürüst sesiyle son yaşı da silerken altın rengi gözleri kararmıştı. ''Adamları bir süre benim adıma çalışacak. Onları Xavier'ın bulunması için kullanacağım.''

''Nasıl yani? Bekle biraz... Senden karşılığında ne istedi? Bir şey talep etmiş olmalı.''

''Detaylara takılma Bella.''

''Ra,'' Genç kadın elinden geldiğince sert bir sesle tanrıyı açıklama yapması için zorladı. ''Ona karşılığında ne verdin? Ayrıca... Neden yaptın bunu? İnsanların yaşamlarına müdahale edebiliyor musunuz?''

''Hayır, karışmamız yasak. Yasak delindiği takdirde cezasının bir hayli yüksek olduğunu duymuştum.''

Bella çığlık atarak adamın göğsünü yumruklamak istedi. Onunla dalga mı geçiyordu? Bile bile bu riski almış olamazdı. 

''O halde neden yaptın bunu!? Benim için aldığın riskin farkındasın değil mi? Sana ne yapacaklar? Öldürecekler mi? Bu mümkün mü?'' Tanrım lütfen hayır de. Lütfen hayır de. Midesinin bulandığını hissetti. Derin nefesler almaya çalışsa da her şey iyice daha beter bir hal alıyordu sanki. ''Neden yaptın bunu?''

''Bella.''

Ra fazlasıyla kalın, otoriter bir sesle onu omuzlarından kavrayıp, daha fazla yerinde sallanmasına mani olurcasına onu sabit durmaya zorladı.

''Yaptıklarımın sonuçları beni ilgilendirir. Kanının yerde kalmasına izin vermeye niyetim yok.''

''Ama ya,'' Bella devamında gelecek olan kelimenin çıkması için kendini zorladı. ''Ölürsen? Benim yüzümden ölmeni ya da zarar görmeni istemiyorum. Daha fazlasını kaldıramam Ra, bunu yapamam. Dayanma noktamın sınırına ulaştım.''

''Ölebilmem mümkün değil.'' Ra endişelerini bastırmaya çalışır gibi yüzüne ufak bir gülümseme yerleştirdi. ''Benim için çok fazla endişeleniyorsun Bella. Ben Güneş'in efendisiyim, sırtım yere gelmez.''

Endişesini yersiz bulduğu için tanrıya daha fazla söylenmek istemesine rağmen kelimelerini yuttu. Konuşmanın bir yere varmayacağını anlamıştı. Neden onun için böylesine büyük bir risk aldığını hala anlayabilmiş değildi, fakat yine de içini ısıtmıştı. Sonuçta panteonuna ebediyen bağlı kalmış bir ölümlüden ötesi değildi. Belki de onun için gelip geçici bir hevesti.

Son düşüncesi canını olması gerekenden daha fazla yaktı. Çenesini sıkarak güçlü kolların arasından sıyrılmaya çalıştı. Bir yolu olmalıydı. Bir şeyler yapmalıydı, bu belaya kendisi sebep olmuştu çözümünün de onun bulması gerekirdi. Ra'nın da buna daha fazla bulaşmasına izin veremezdi. Ekip arkadaşlarını kurtaramamıştı, bunun bir kez daha tekrarlanmasına müsaade etmeyecekti. Bu sefer tehlikenin farkındaydı.

 Ra'yı tehlikeye atmayacaktı.

Her ne kadar dediği gibi Güneş'e hükmetse de...

''O halde adamları benim emrime bırak.''

''Ne?'' Ra şaşkın bir ifadeyle ona baktı. Bunu söylemesini beklemediği çok açıktı. Açıkçası, kendisi de bir anda böyle parlak bir fikir üretmeyi beklememişti.. ''Bella, dinle-''

''Benim emrimde olurlarsa eğer senin yaptığının ortaya çıkma riski de azalır, öyle değil mi? Bu benim meselem Ra. Yardımın için teşekkür ederim ama bir kişiyi daha kendi batağıma çekmek istemiyorum. Orada ölen insanlar benim arkadaşımdı, bırak da bunu ben halledeyim. Bu benim meselem.''

Ra önce dediklerinden etkilenmiş gibi yüzüne anlamakta zorlandığı bir ifade oturdu. Sanki onunla gurur duymuş gibi. Ardından bir eliyle yatıştırırcasına boynunda hızla atmakta olan nabzın üstünü okşadı ve pürüzsüz sesiyle fısıldadı.

''Yardım edebilirim.''

Bella göğsünü sıkıştıran acıya rağmen adamın sözlerine tebessüm ederek, kendisine düşünme fırsatı vermeden uzanıp adamın yanağını öptü.

''Yeterince ettin zaten ve bunun için minnettarım.'' 

***

Oy vermek bir saniyenizi alır.

Bölümle ilgili görüşlerinizi benimle paylaşmayı unutmayın.^^

Continue Reading

You'll Also Like

635K 44.1K 50
Gözlerimi sımsıkı kapatarak derin bir nefes aldım. Yapmak üzere olduğum şey benim için bile deliceydi. Sadece birkaç dakika sonra yüzyıllar öncesine...
812K 18.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
487K 46.1K 33
Zamanından binlerce yıl ötede gözlerini açan bir savaşçı! Archer Sword zorlu bir savaşın ortasındayken kendini birden büyülü bir aynanın içinde bulur...
3.7M 306K 84
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...