ACIMASIZ [ TAMAMLANDI ]

Od wonder_vomen

4M 131K 33.7K

Bir adam, beni yangına çevirmişti. Bir adam, benliğimi bozmuştu tereddütsüz. Ve bir adam benim cennetimin at... Více

Tanıtım
1 - İzmir
2 - Karanlık Çocuk
3 - Yeni Okul
4 - Katil
5 - Şikayet
6 - Otopark
7 - Yeni Arkadaşlık
8 - Korku
9 - Merak
10 - Kalpsiz
11 - Tescilli pislik
12 - Serseri
13 - Senin bu yaptığın?
14 - Şımarık Çocuk
15 - Ceza
16 - Kütüphane
17 - Sarhoş
18 - Sende mi buradaydın?
19 - Ateş !
20 - Bar
21 - Şirket
Karakter Tanıtımı
22 - Doğum günü
23 - Ben yanındayım
24 - Film Gecesi
25 - İtiraf oyunu
26 - Hayır, Ateş dedin!
27 - İlgi Odağısın
28 - Tokat
29 - Kıskançlık
30 - Önyargı
31 - Suçluluk Duygusu
32 - Umrumda değilsin
33 - Pişmanlık
34 - Yaramaz şey
35 - Sevgili sahip
36 - Ölümle satranç
37 - Sana Özel
38 - Baş Belası
39 - Hayal kırıklığı
40 - Oyuncak
41 - Beklenmedik anda
42 - Manzara
43 - Duygular
44 - Senfoni
45 - Oyun
46 - Av
47 - Gerçekler
48 - Enkaz
-Tanıtım videosu-
49 - Geçmişin izleri
50 - Minik sevgilim
51 - Davetsiz Misafir
52 - Kördüğüm
53 - Trip
54 - Rüya
55 - Kalp acısı
56 - Yapboz
57 - Ateş'in kızı
58 - Kelebek
59 - Süpriz
60 - Yangın
Kesit
62 - Terkediş
Özel Bölüm
instagram
63 - Ruhun yolculuğu
okuyun!
64 - Hikayenin sonu
S O N
satırlarda buluşalım

61 - Yıkılmışlık

25.7K 876 287
Od wonder_vomen


BİR HAFTA SONRA

Beden olarak vardım belki de ama aslında ben bom boştum. Zihnim tamamen uyuşmuş, kalbim herkese sitem ederek kapılarını açmamak üzere kapatmıştı. Etrafımda yaşanan hiçbir şeyi umursamıyordum. Benim gök mavimin üzerinde fırtınalar kopuyordu. Kalbim sızlıyor, onu özlemekle bana ihanet ediyordu. Kalbim Ateş'in yokluğunda bana saldırıyordu insafsızca burnum sızladı bir kez daha, onun kokusunu özlüyordu.

Gözlerim etrafı taradı ansızca, onu görmek istiyordu...
Berbat bir haldeydim, kendime bile acır hale gelmiştim. Uyku saatlerimin düzeni bozulmuş, geceler bana korku filmi gibi gelmeye başlamıştı. İçimde fırtınalar kopuyordu, masmavi deniz renginden isyan edercesine kayalara çarpıyordu. Bir kez daha Ateş'in nerede olduğunu düşündüm, onu düşünürken ensemde bir ürperti gezindi. Çıkmaz bir sokakta gibiydim, çaresizliğin siyah kolları beni sarıp sarmalamak, içine hapsedip yok olmamı istiyordu. Peki yaşayan bir ölü gibiyken ben bu isteğe göz ardı edebilir miydim? İşte o gücü kendimde bulamıyordum.

"Ne düşünüyorsun öyle" dedi abim beni, kafamın sıyıracağı düşüncelerden kurtarırken.

"Hiç," diye yanıtladım onu.

Ters bir bakış attı. "Yani gözlerinin dolmasına sebep olan 'hiç' mi Sadece?"

Ona burukça bakarken omuz silktim "sadece hiç!"

Anlayışla kafasını salarken "hmmm" diye hamurdandı. Beni daha çok kendine çekti. Abimin kolu altında elimdeki soğumaya yüz tutmuş çikolatalı sütle bakışırken, diğer elimde pipetini çeviriyordum akşam yemeğinden sonra salonda sıcak şöminenin başında oturuyorduk.

Gözlerim şöminenin üzerindeki objeye takıldı... kar kürem...

Doğum günlerimde babamın bana alabileceği en son hediyem...
Belki bir tanesini de bu doğum günümde alacaktım ama ben yine bir şeyleri batıran taraftım. Abim ise benim doğum günümün olduğu gece gelmiş ve bana süpriz yapmak istemişti, ama asıl süpriz ona olmuştu. Beni, doğum günüm için hazırlanan mekânda olmamı beklerken, bir anda hastane odasında ve hemen telaşla hastaneye gelmişti. Hastanede gözümü açtığımdaysa ilk gördüğüm yüz abimin yüzü olmuştu. Sonra herkes oradaydı, biri hariç...

Aslında orada olması gereken ama orada olmayan, güvendiğim dağlara kar yağdıran HANCI...

Peki bu kar yağan dağa güneşi de getirebilecek miydi yoksa kalbimi bir karanlığa mı lüzum bırakacaktı. Oysa uyandığımda ilk onu görmek, elimi tutup 'bak sevgilim buradayım, iyi olacaksın!' Demeliydi. Ama bunların hiç biri olmamıştı en son onu doğum günümde görmüş sonrası ise kabus olmuştu.

Bugün hastaneden çıkalı tam bir hafta olmuştu, gelip beni sormak bir yana dursun! Telefonlarıma dahi çıkmamıştı.
Ezgi'nin bana bir ara abimle Ateş'in hastane koridorunda tartıştıklarını ve abimin Ateş'e birkaç yumruk attığını, Ateş'in ise ona karşılık vermeyip sadece seyirci kaldığını söylediğini hatırlıyorum. Sonrasında Ateş'i görevliler zoruyla hastaneden çıkarmaya çalıştığını, Ateş'in olay çıkarttığını, sonrasında ise abimin ona 'Hazan'ın iyiliği için' dedikten sonra Ateş'in çıktığını söylemişti. Ateş ise gitmeyip, bütün gece dışarda sağanak yağışın altında beklemişti. O günden sonra kimse ne onu görmüş, ne de bir haber almıştı. Bir haftadır ortalıkta yoktu.

Beni o lavaboya kilitleyen ve yangını kimin çıkardığı da bilinmiyordu. O gün yangının çıkarıldığı saat ne hikmetse bütün kameralar çalışmıyormuş veya birileri o kameraları o saate imha etmişti hiç bir şey bilmiyordum bildiğim tek şey o yangını çıkartanla beni kaçıranların aynı kişi olması. Aynı kişiden ziyade aynı kişiden emir almaları... birileri beni öldürmek istiyordu sebep neydi bilmiyorum ama bildiğim tek şey benim varlığım bazı kişilere rahatsızlık veriyordu. Abim ile Doğan bir haftadır bu olay üzerine çalışmalarına rağmen en ufak bir ipucu ya bile rastlanmamaları bu katilerin profesyonel katiler olduğu kanısına varmama sebep oldu.

Şu an o kadar boşluktayım ki, acı özlem ve hayal kırıklığı içimde öyle bir yankı yaratmıştı ki kendimi bile tanıyamaz hale gelmiştim. Göğsüm daralıyor, kalbimin üzerine kara dumanlar çökmüş gibi hissediyordum. Bir nedeni olmalıydı? Neden gelmemişti? Başımı yana yatırarak elimdeki çikolatalı sütle oynamayı bıraktım. Zaten içmemiş, bir saat boş boş bakışmıştım.

"Yarın genel yönetimle bir toplantı ayarla!" Abimin sert sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Abim karşısındaki dosyaları incelerken bir yandan da Doğan ile konuşuyordu.

"Bakalım bu kayıp hisseler nereye gidiyormuş" Doğan ile abimin konuşmalarına daha fazla seyirci kalamadım ve abimden müsaade isteyip odama çıktım. Fakat Doğan'ın bakışları da gözümden kaçmamıştı. Sürekli benimle uğraşan, dalga geçen Doğan gitmiş, yerine adeta başkası
gelmişti sanki! Doğru düzgün ne benimle tek kelime etti ne de doğru dürüst gözlerine baktı. Sürekli benimle yüz yüze gelmekten kaçınmasının bir nedeni olmalıydı.

Yanaklarım yavaşça ıslanmaya başlayınca o an ağladığımı fark ettim. Yanaklarımı elimin tersiyle sildim. Islanan ellerime baktım sürekli ağlamamdan ne denli nefret ettiğini dike getiren adam neden bu göz yaşlara sebebiyet veriyordu. Ahhh! Ne denli çekişli ama... ciğerlerime kaçamak bir soluk çektim. Nefesimin bile artık bana tahammülü yoktu. Kafayı sıyırmanın eşiğindeydim. Bir handan da korkuyordum! Acaba birileri ona bir şey mi yaptı? Başına bir şey mi geldi? Diye böyle düşüncelere kapılırken içimdeki panik gittikçe büyüyor, telaşımda aynı derecede artıyordu. Bu hastalıklı düşünceler, kalbime bir basınç uyguluyordu.
: Beni nefessiz bırakan bu sahipsiz sorular tüm benliğimi ele alıyordu. Kalbim göğsümde eziliyordu. Dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı, göz yaşlarım da usul usul yanaklarımı ıslatıyordu. Tüm ruhum içten içe duygusal bir çöküntü yaşıyordu. Boğulmuş gibi hissederken gözlerimi sımsıkı yumup hıçkırıklarımın geceye karışmasına izin verdim.

"Yeterince acı çekmedin mi?" İşittiğim öfkeli sese hafifçe irkildim. Afallayan bakışlarımı arkama doğru çevirdim. Doğan çatık kaşlarla bana bakıyordu. Kaşlarını o kadar çatmıştı ki alnındaki damarın keskin izleri görünüyordu. Gözlerinden onaylamaz bir ifade geçerken, çenesinin kasıldığını, dişlerinin sımsıkı olduğunu gördüm.

Soğuk hava etkisini gösterirken hafif hafif titremeye başlamıştım ama en çok kalbim üşüyordu Ateş'in sıcaklığını özlüyordu. Kendimi hayatta karşı yenilmiş hissediyordum, katlanılmaz bir ıstırap çökmüştü göğsüme. Gözlerimi bir anlığına yumup kafamı toplamaya uğraştım. Az da olsa Doğan'ın beni daha güçlü görmesini umdum. Ama faydasıydı. Nefes alacak gücü dahi kendimde bulamıyordum. Bitmiştim ben... tükenmiştim. Ateş olmadan ben bir hiçtim...

Dudaklarımdan bir hıçkırdık daha kaçtı. Doğan karşıma dikilip, tam önümde durdu. "Daha iyi misin?" diye sordu yumuşak bir sesle. Başımı önüme eğdim. Sorusunu yanıtsız bıraktım. Sıkıntılı bir nefes verdi. "Beni dinle," derken ona bakmam için yüzümü hafifçe kaldırdı. "Ben her zaman yanındayım Tamerden sonra bir abin daha var! Unutma bunu olur mu?" Sertçe yutkundu, hafif bir dokunuşla yanağımı okşadı. "Ve bir abinin görevi kardeşinin üzülmesini engelleyip, koruyup kollamaktır. Seni her zaman koruyacağım Hazan! Ve asla yalnız bırakmayacağım!" Tatlı sesi içime işledi. Bir abimin daha olduğunu biliyordum.

Sevilmek çok güzel bir şeydi. Ama ya sevdiğini söyleyip de bırakanlar, adamlık bunun neresine yakışırdı. Beni nefessiz bırakan bir acı bütün nefesime yayıldı. Yumuşak bir bakışla gözlerimin içine bakarken göz yaşlarımı sildi. "Ağlamayı sana yasaklıyorum!" Dedi usulca. Hıçkırdım "canım çok... çok acıyor" Doğan beni kendine çekti gerçek bir abi gibi sarıldı ve ben o an Tamer abimden sonra kimsesiz olmadığımı anladım.

Başımı boynuna gömdüm "kendime engel olamıyorum, hep onu özlüyorum, merak ediyorum. Başına bir şey geldi de benden mi saklıyorsunuz?"

Güçsüz çıkan sesime aldırmadı. İçimde daha çok yanıp yıkılan cevapsız sorular vardı. Bunlar beni boğuyordu...

Doğan destek verircesine sırtımı sıvazladı "merak etme bir şey olduğu yok. Sakin ol!" Yatıştırıcı sesi etkisini gösteriyordu. Az da olsa rahatlamıştım. Ona bir şey olursa ben yaşayamazdım "ne olur onu görmek istiyorum" diye fısıldadım itiraz edecek gibi oldu "lütfen... yalvarırım" gözlerindeki yumuşamayı görür oldum. "Hazan.." sözünü kestim "lütfen..." gözlerim doldu. Bu ağlayacağımın verdiği sinyallerdi.

Sıkıntılı bir halde elini saçlarımdan geçirip ensemden tuttu "bak inan ki onun nerde olduğunu bilmiyorum hangi cehennemdeyse çıkmaması onun için daha iyi olur çünkü yemin ederim hazan yemin ederim ki! Onu bulursam onun için hiç iyi olmaz. Bu akıttığın her bir yaşın hesabını verecek" öfkeli bir soluk verip yanımdan uzaklaştı. Biliyorum bu öfke ateşeydi...peki ama neden? Bu kadar öfkelenmesinin sebebi sadece göz yaşlarım olamazdı. Doğanın gidişiyle gözyaşlarımı tekrar serbest bıraktım. Gözyaşlarım usul usul yanaklarımdan akarken yüzümü semaya gömdüm. Ayın ihtiraslı ışığı acıma şahit oldu. Gecemi aydınlattı ama ruhumdan bir haberdi.

Ateş 'siz olma düşüncesi beni öldürüyordu adeta. Nasıl olmuştu ne ara ona bu kadar bağlanmıştım bilmiyorum ama o benim nefesim olmuştu. Ee bir insan soluğu olmadan hayatına devam edemezdi. Çaresiz bir fısıltıyla fısıldadım "Neredesin? " diye sordum çaresizce "Neredesin ATEŞ? " boğazım acıyla düğümlendi. Ve yine cevabı verilmeyen bir soru... Cevabı verilmeyen 612. Soru.

Gözlerimi sıkıca yumdum. Şuana kadar onu bulmaya doğru düzgün çabalamamıştım ki. Sadece kendi kendime hüküm verip yargılamıştım. Bu işin temelinde hata yaptığımı fark ettim. İlk iş ateşi bulmalıydım. Beynim isyan ediyordu. Evet ben bu gece bunu yapacaktım, ateşi bulacaktım. Hemen ilk iş lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Merdivenlerden inerken dikkat çekmemeye çalıştım. Abimin sıkı gözetimi altındayken dışarı çıkmama izin vermezdi! Sağanak yapan yağmurdan korunmak için montumun başlığını başımdan geçirdim.

Ateşin evine arabayla gidemezdim bu abimin dikkatini çekerdi. Ellerimi montumun cebine sokarak hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ağlamaktan göz altlarımda ki morlukları kapatacak kadar şişmişti gözlerim. Ya evde değilse ne halt edecektim, işimi şansa mı bırakacaktım. Ah.. Şansa kesinlikle ihtiyacım olacaktı. Yanımdan geçen bir taksiyi durdurdum. Hemen onun yanında olma niyetindeydim. Adresi tarif ettikten sonra baygın bakışlarla dışarıyı izledim. Yağmurun arabanın camına çarpıp çıkardığı sesi, yerdeki su birikintisine düşerken ki oluşan yarım dairelerle bir süre kafamı oyalamaya çalıştım.

Ateşin evine geldiğimde hemen parayı verip koşar adımlarla eve koştum. Geçen bu kısa zaman diliminde sırılsıklam olmuştum bile. Gök gürlemeye başlamıştı tıpkı şuan Ateş'in kapısını çaldığım gibi. İçimde tuttuğum duygular gün yüzüne çıkmaya başlamıştı bile.

"Ateş? " diye hıçkırdım seslice. O bana kıyamazdı, duysa gelirdi. Bir kez daha çaldım kapıyı açan olmadı. O buradaydı hissediyordum. Çünkü kalbim o bana yakınken hızlı atardı tıpkı şuan attığı gibi.

Yumruklarım acıyana kadar kapıyı çaldım. "buradasın biliyorum, buradasın sevgilim... Bak ben geldim ne olursun aç şu lanet kapıyı! " tüm gücümü toplayıp çığlık çığlığa bağırdım "Neden bana bunu yapıyorsun... neden bize bunu yapıyorsun? " bacaklarımda ki tükenen güç yere yığılmamı sağladı ve ben hıçkıra hıçkıra ağladım...

Buradaydı, biliyordum, hissediyordum, o buradaydı. Perişan bir haldeyken boğuluyormuş gibi hissetmekten kendimi alı koyamıyordum. Kalbim hızlı hızlı atarken nefes alış verişlerim kesik kesikti.

Tüm yaşadıklarım beynime hücum ediyordu ve ben buna engel olamıyordum. Hıçkırıklarım bir kez daha geceye karışırken isyan edercesine adını sayıkladım. Alnımı soğuk mermere yasladım sadece ağladım.

Bekledim... bekledim...bekledim, bana kapılarını açmasını bekledim. Nefes alamıyordum, soluklarımı almakta epey zorlanıyordum.

Sonunda duymak istediğim şeyi duydum...

Açılan bir kapı sesi...

Önümde diz çöktüğünü pantolonunun çıkan hışırtısından anladım.

Usul usul yerden kaldırdı, karanlık bir okyanusun rengini andıran gözleri benimkiyle kesişince rengi açıldı. Uzun uzun inceledi yüzümü. Ölü gibi göründüğüme yemin edebilirdim. Ateş'in Bir anlık gerildiğini gördüm, acı çekiyormuş gibi yüzünün her hattı buruştu ve iki adım atarak bana yaklaştı. Baştan aşağı sırıl sıklamdım aglamaktan alt dudağım titriyordu, ellerim ondan güç buluyordu... Gözlerime bir an öyle bir aşkla baktı ki sanki onun için en önemli şey bendim.

Peki insan bu denli sevdiği birini bunca zamandır yalnız bırakır mıydı? İç çekerek başımı ateşin yüzüne çevirdim. Gözlerim büyüleyici tonlarda ki masmavi gözlerliyle buluştu. Gözlerim bir hafta sonra bayram etti. Uzun uzun gözlerinin taaa içine baktım. Benim için tarif edilmeyen bir mutluluktu bu.

Bir elimi kaldırıp ilk defa bu kadar çok uzadığınıı gördüğüm sakallı yanağına Koydum. Meraklanarak kaşlarını hafifçe çattı.

"Seni özledim" diye fısıldadım usulca. "1 hafta boyunca seni bekledim. Nerelerdeydin?" Yutkundu. Gözlerini kapatıp burnundan yavaşça nefes alıp aynı yavaşlıkla bıraktı. Özlemle yüzümü yüzüne yaklaştırdım fazla uzayan saçlarına geçirdim. . Alnım alnına değdi. "nerdeydin! Çok korktum..." büyük bir hızla gözlerini açtı. Mavilerini bana sundu. Bir süre konuşmadı... konuşmadım.

Sessizlik aramızda oynanan bir oyun gibiydi.

Buğulu bir nefes verip geri geri adımlamaya başladı. Gözlerimden yanaklarıma yol alan ılık yaşla ona döndüm. Gözlerinde acı vardı. Ateş acı çekiyordu. Nefesimi tuta tuta yanına ilerlemeye başladım. Gözlerinin altı morarmıştı ve hafifçe şişmişti. Kim bilir kaç gecedir uyumadı da bu hale geldmişti. Yanakları hafif içe çökmüş, zayıflamıştı. Gözlerinin akıni kirleten kızıl damarlar yerleşmişti mavilerine. Dudakları kurumuş rengi mora çalmıştı. Ve sakalları... En çok da sakallarını seviyordum onun. Sakallarını ilk defa bu kadar uzamış görüyordum. Gereğinden fazla uzamış ve bu güzelliğini daha çok ortaya çıkarmıştı. Dağınık saçları da uzatmaktan alnına dökülmüş, esmer tenini daha çok ortaya çıkarmıştı. Güzelliğine bir kez daha hayran kalırken, içten içe çökmesi sinirlerimi bozuyordu.

"ATEŞ!" dedim korku dolu bir ses tonuyla, yutkunamıyordum. "Neler oluyor? " boş bakıyordu artık. Az önce bana aşkla bakan adam şimdi boş bakıyordu. Sanki varlığımla yokluğum bitmiş gibi. "evine git Hazan, bekleme daha fazla burada." acımasız çıkan sesi beni yaraladı. Kanatlarımı kırdı umutsuzca.

Dudaklarını düz bir çizgi haline gelmişti. Saçlarını karıştırdı hafifçe, gözlerini yumdu, sessizce yutkundu.

"Evine git hazan" gözlerimden akan yaşlara hakim olamadım. Beni istemiyordu artık.

"Be - beni mi istemiyorsun? " sorularım geceye karışırken gözlerinden geçen ızdırabı gördüm. Gözlerini yumdu aniden, yumruklarını sıktı, ellerinde ki damarlar belirginleşti, çene kaslarından bir tanesi seğirdi. Bakışları bana döndü dişlerini sıkarak.

"Sadece git tamam mı?... Sadece git!" alnıma düşen saçları elimin tersiyle geriye ittim. Dudaklarım açık kalırken nefes almaya çok uzaktım artık. Kalbimi ince bir sızı talan ederken, gözlerim yanmaya, ruhuma binen ağırlık gücümü tüketmeye başlıyordu. Bedenim soğuktan üşümeye, titremeye başlamıştı.

"Hiçbir yere gitmiyorum," dedim ve açık olan kapıdan içeri girerek onu arkamda bıraktım. Cevaplanmamış sorularıma cevap bulmadan bir yere gitmeyecektim. Paytak adımlarla koridoru geçerken bir yandan da nefes alış verişlerimi düzene sokuyordum.

Salona adımımı atar atmaz büyük bir bozguna uğradım. Karşılaştığım manzara içler acısıydı. Etraf darmadağındı, eşyalar yerlere saçılmış ve bir sürü boş içki şişeleri, sigara izmaritleri vardı. Gözlerimin şahit olduğu bu manzara korkunç ötesiydi.

Anlayamıyordum!

Kavrayamıyordum!

Ateş'in neden bu halde olduğunu çözmek şu yana dursun, nasıl böyle bir adama dönüştüğünü bilmek benim lügatımda yok gibiydi. Neden bu hale gelmişti nasıl bir olay onu bu hale getirmişti. Tırnaklarımı avuç içlerime geçirdim. Canım acıyordu,umrumda mıydı?... Hayır!

Elimi enseme bastırarak ona döndüm. Tek parmağımı ona doğru sallayarak tehditkar bir şekilde konuştum. "sen... Sen bu gece olan biten her şeyi anlatıyorsun... Bu tavırlar neden? Kime? Bir haftadır eve kapanıp sadece içtin mi? " bu ve bunun gibi bir çok soracağım soru vardı. Yumuşak bakışları gözlerime tutundu. Ve işte o an ilk defa onu bu denli yorgun gördüm. Ateş sessizliğini korudu.

Sessizlik...

Bu kelime silsilesi... kimilerine göre kaçış harekatının baş anahtarı iken, kimilerine göre de suskunluğun baş karakteriydi.

Kimisi için dışa vuramadığı çığlıklarını içine akıtırken, kimisi de sessizliği sevdiği için sessiz kalmayı tercih ederdi.

Peki ya Ateş hangi kategoriye giriyordu?

Bilmiyorum! Kavrayamıyorum. Beyin nöronlarım çoktan intihar silselerini iletmişti bile... aklım, şuan Ateş'in olduğu durumu, psikolojisini idrak edemiyordu.

Bu adama ne olmuştu da böyle, benim tanıdığım adamdan uzak olmuştu.

Düşünüyorum... düşünüyorum ve tekrar düşünüyorum.
Sonuç mu? Elde var sıfır. Kocaman bir hiçlik.

Ateş'in beni rahatlatması, 'korkma buradayım' demesi gerekirken çıkmaz bir soru yığınına sevk ediyordu.

Ateş sessizdi!

Ateş konuşmuyordu!

Ve hatta nefes bile aldığından şüphelenmeye başlamıştım

Neden böyle olmuştu?

Ne oldu da bu hale geldi? Ve yine cevapsız sorular. Peki bu soruları cevaplaması gereken adam neden susarak beni korkutuyordu. Bu sorular zihnimi çıkmaz bir karışıklığa sürüklediği gibi beni feci rahatsız ediyordu. Bir an zihnimde bu soruların cevabını bulmam gerekiyordu.

"Ateş... desene bişeyler, korkma burdayım desene, okşasana saçlarımı, beni sarıp sarmalasana..." Hıçkırır.. "neden böyle yapıyorsun, korktuğumu görmüyor musun?"

Dudaklarım acıyla büküldü. Katlanılmaz bir acı çekiyordum. Ruhumda ateşle bir olmuştu. Ateş sağır olmuştu bana karşı.

Hayır... Hayır! Bu benim tanıdığım adam olamazdı. Benim Ateşim dayanamazdı ağlamama, bana kızardı hep onun için. Kalbim yerinde sızladı. Atmak mı istemiyordu artık, oda dayanamıyordu daha fazlasını.

Ateş'in kasıldığını hissettim, gözleri alev alev yanıyordu. Yüzünden başka hiç bir yüz hattında duygu kırıntısı yoktu.

"Evine git dedim!" Emir veren bir sesle "zaten hastasın burada daha da kötüleşeceksin" Ah! Cidden beni mi düşünüyordu? Beni düşünseydi bir haftadır neredeydi o zaman?


"Çok mu umrunda... hasta olup olmamam çok mu umrumda? " diye bağırdım içimde ki zehri akıtırcasına. "Öyleyse 1 haftadır nerdeydin? " yüksek tonda çıkan sesim ona işlemiyordu. Ellerimi saçlarıma atıp sertçe çekiştirdim.

"Çok mu umrunda?" dedim inlercesine .

Yüzüme bakmıyordu ya da bakamıyordu, bilmiyordum. Sadece tek görebildiğim kasları gerilmiş, çenesi hiç olmadığı kadar kasılmıştı. Altı moraran gözlerinin etrafında belirginleşen çizgiler vardı.

"Bir daha demeyeceğim. Git evine." Sesi mekanikti. Sarsılmaz duvar gibi. Neden bana tüm çıkışlarını kapatmıştı.

Şuan ne yapacağımı bilmiyordum ne yapmam gerektiğini bilmiyordum bir yerlere tutunma ihtiyacı hissettim, bitkindim... acı çekiyordum.

Tüm bu olanlardan sonra buradan bir an önce ayrılmamı söyleyen bir tarafım ortaya çıkmıştı. Çünkü şuan karşımda duran bu adamın yaptıklarına bir anlam veremiyordum. Canımın yanması, göz yaşlarım, ondan bir cevap beklerken ki yalvarmalarım onun için baş ağrısından başka birşey değildi belki de.

"Senin istediğin şuanlık mı gitmem yoksa hayatından tamamiyle gitmem mi? Ne istiyorsun? söylesene Ateş ne istiyorsun?" Diye bağırdım. sinirlenmişti hemde çok sinirlenmişti. Yüzünde çelik gibi bir ifade vardı.

"Beni umursadığın felan yok senin!" Bağırmaya devam ettim.

"Lanet olsun!!" diye kükredi sarhoş kelimelerle. Ben öylece ağlarken elini saçlarına daldırıp saçlarını çekiştirdi. Sinirden titrediğini görebiliyordum

"sen... " diye hırladı işaret parmağını bana doğru sallayarak. "Sadece git anladın mı... sadece git!!" Ölüm kokan nefesi beni lanetledi titreyen bedenimle bir süre öylece durdum. Bedenim hıçkırıklarla sarsılıyordu nasıl bu kadar acımasız olabiliyordu? Halimi görmüyor muydu? Yanaklarımı titreyen elimin tersiyle silip yutkunarak hıçkırıklarımı bastırdım.

Paytak adımlarla kapıya yürümeye başladım. Ruhum bedenimden çekildi. Ne umutlarla gelmiştim ben buraya. Hiç bir şey söylemeden kapıyı açtım son kez arkama dönüp ona baktım. Öfke, çaresizlik, acı, pişmanlık... hepsi yüzüne tutunmuştu. Önüme dönüp yürümeye başladım ben artık yaşadığımı hissetmiyordum. Siz söyleyin bir insan nefesi olmadan nasıl yaşayabilirdi ki? Yüzüm cayır cayır yanıyordu bedenime çöküp hücrelerime hücum eden titreşim eşliğinde sarsılmıştım. Evet fazlasıyla sarsılmıştım... hıçkırıklarım karıştı nefesime. Iki yana saladım başımı... kabul edemedim yaşananları, kabul edemezdim... Her şey zindandı, boşluktu, artık yok gibiydim.

Şu bir kaç saattir ruhumu bir sokağa, kimsesiz caddeye gömüştüm.

Bir anda kolumdan sertce tutulup çekildim. Bir umutla arkamı döndüm biraz daha yumuşak bakan bakışlarıyla karşılaştım artık daha yumuşak bakıyordu. Kırgın tarafım ağır basınca, ona aldırmadan yanında geçip gidecektim ki kolumu tekrar sertçe kavradı.

"Arabanla gelmemişsin... bırakayım seni evine" hayretle yüzüne baktım. Sadece bunun için mi gelmişti peşimden...

"Ben kendim giderim.. " buz gibi çıkan sesime aldanmadı kolumdan tutarak arabasına doğru sürükledi. "Rahat bırak artık beni!" diye bağırdım hıçkırarak. "Defolup gitmemi istedin. gidiyorum işte daha ne istiyorsun? "

"Bir bok istediğim yok sadece evine bırakacağım seni. " ona öfkeyle baktım derin bir nefes aldım. "kendim giderim." Tiksinç bir bakış attım, aldanmadı. Her zamanki gibi yüzsüzlüklüte sınır tanımıyordu.

Beni arabaya bindirirken yüzünde ki ifade kanımı dondurdu. O kadar yıkılmazdı ki... ah! hayır bu kesinlikle benim tanıdığım adam olamazdı.

Arabayı sürmeye başlarken, yumruk yaptığı ellerinin eklem yerleri bembeyaz olmuştu. Sessiz göz yaşlarım içime işledi.

O kadar çok ağlamıştım ki artık bazı nesneleri net göremiyordum. Ellerini direksiyona geçirdi. Kaba bir şekilde "ağlama artık! " diye tısladı sinirle. Ama bu tavrıyla ben sarsılarak daha çok ağlamaya başladım.

Gözlerini kısarak ürkütücü bakışlarının hedefi ben oldum. Sinir bozucu bir dikkatle beni incelemeye başladı "lanet olsun! Senin derdin ne lan! " ciddi miydi? Canımı bu kadar yakmasına rağmen hala derdi ne diyebiliyor muydu? bunu mu soruyordu.

"Senin bir bok bildiğin yok. Bir haftadır ne çektiğimi bilmiyorsun? Sana bir şey oldu mu düşüncesi beni yakıp küle çevirdi. Sen ise karşıma dikilip, sorun ne diyebiliyorsun. Sorun sensin...sorun sen ve bu dengesiz tavırların " bir hıçkırık döküldü dudaklarımdan. Gözlerindeki alevler beni yakmak için izin istiyordu.

"kes şunu artık! " diye çıkıştı. Ona aldırmadan devam edeceğim sırada, "sus! devam etme daha fazla! " diye azarladı. Itaat etmemi istercesine. Sesimi karanlığa gömüp susmayı denedim. Aslında söylenecek, konuşulacak çok konular vardı ama bu gece susmak ikimizin ruh sağlığı açısından daha iyiydi. Başımı hırsla ondan çekip cama çevirdim ve sessizce yağan yağmuru izledim ama dönmeden önce gözlerindeki pişmanlığı görür gibi oldum. Bu o kadar kısa bir an sürmüştü ki benim yanılsamam bile olabilirdi.

Söylemek istediğim tonlarca şey olsa da ağzımı açamıyordum. Bu durum nereye kadar sürebilirdi ki Ateş'in bu tavırları bir nedene sığmıyordu. Kişilik bozukluğu gibi bir hastalığı vardı da ben mi bilmiyordum? Tüm bu olanlar gerçek değilmiş gibi geliyordu bana. Gözlerimi kapatıp empati kurmaya, soğuk kanlı olmaya çalıştım. Belki de geçmişten gelen sorunları vardı ve bunu daha bana anlatmaya hazır değildi. Evet, dşününce bu tavırlarına bazı anlamlar yükleyebiliyordum. Bir an zihnimde bu soruların cevabını bulmam gerekiyordu. Çözümü ise yanı başımda, sürücü koltuğunda oturmuş, araba sürmekte olan bu adamdan oluşmaktaydı ne yazık ki!

Bakışlarımı direksiyonu kavrayan elinden, yüzüne çevirdim. Bakışlarından herhangi bir şey anlamak mümkün değildi. Zira bu adam, yüzüne maske takmış biri gibi kendini gizlemeyi mükemmel bir şekilde başarıyordu. Eğer bir sonuca ulaşmak istiyorsam ilk önce Ateş'in sakinleşmesini beklemem gerekiyordu. Yol ayrımı gibi bir ikilemdeydim. Hangi yoldan gideceğimi bilmiyordum aklımdan geçenden mi yoksa kalbimden geçenden mi? Aşkta mantık olmazdı değil mi? Belki de onu rahatlatmak için zihnini dağıtmalıydım.

"Ailemin yokluğu çok koydu... Şimdi ise senin bu yaptıkların... " başımı onaylamazca iki yana salladım. Ateş'in nefes alışverişleri hızlandı. Gözleri bir tehlike olurmuşçasına hiddetle açıldı. Sivri bakışların hedefi oldum. Arabanın hız manevrası yükseldi. En az Ateş'in solukları kadar..

Sertçe yutkunurken korkuyla gözlerim fal taşı gibi açıldı. Benim yaptığım yanlış neredeydi ki bu adam bu hale geldi? Ürkütücü bakışları beni korkutuyordu ağzının içinde gevelemeleri arada bir tıslaması kulaklarımdaki uğultuyu artırıyordu.

Ateşe seslendim, ama beni duymuyor, kıpırdamıyor, hareket dahi etmiyordu. Âdeta ruh bedeni terk etmişti. O sırada araba büyük bir hızla ani bir manevra yapınca koltuğa daha fazla sindim. Karnım sırtıma yapıştı adeta. Sakinleşmek adına derin bir nefes aldım, dakikalardır nesessiz kalmış gibi hissediyordum.

Ateş'i sarsmak adına omuzuna dokunup onu sarstım. Ardından direksiyonda duran elinin üstüne elimi koyarak direksiyonun hakimiyetini elime almaya çalıştım.

Ateş'in elleri kutubu andırırcasına soğukluğunu ilan ediyordu. Üşüyor muydu? Oysaki arabanın içi olması gerektiğinden fazla sıcaktı.

Içimi ciddi anlamda endişe dalgaları esir alırken bize doğru hızla yük taşıyan bir kamyonet kornaya basarak ilerliyordu.

O an mantığım devre dışı yapmış, kalbim korkuyla etrafa saldırıyordu ve bu atış hızını göğüs kafesim kaldıramayacak kadar bithaf durumdaydı.

Şuan ne mantığımı düşünecek zaman vardı, ne de düşüncelerimi...

Hızla direksiyonu sağa kırıp ayağımı Ateş'in ayağının üstüne koyarak frene bastım. Araba son anda elektrik direğinin dibinde durmuştu. Direğe çarpması veya yük dolu araca çarpması saliseler kala hareket etmiştim.

Ateş'e baktım. Hiçbir şey görmüyor ve duymuyordu. Ateş benim bilmediğim bir şeyi biliyor ve bu bildiği gerçeğin yükü altında eziliyordu. Iyi de Ateş ne biliyordu?


Günaydınnn...❣️
Sabah sabah bölüm atıp size sürpriz yapayım dedim.

Bakın part 1 diyor devamı gelmek üzere benden söylemesi. 😂

Ateş ne biliyor sizce?

Bu arada yılbaşında bölüm gelicek ama özel bir bölüm olucak konusu bende kalsın. 🖤

Finale adım adım yaklaştık acaba bizi neler bekliyor 💞

Instagram: solgun_papatyaa

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

2.6K 379 103
Kalmak istedim, hep yanında kalmak istedim. Gözlerinde kalmak, yüreğinde kalmak, sol yanında, ömründe kalayım istedim. Gitmem için onca bahanem varke...
3.7M 141K 80
Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi söyleyememiştim. Hiç dokunamamıştım. Hiç b...
16.7K 1.3K 11
hanjiji: Kimsin sen? Felix? youknow: Hayır Felix değilim hanjiji: Pekala Kimsin? youknow: Seni beğenen ve altına almak isteyen birisi ♡'・ᴗ・'♡ hanj...
2.5M 79.9K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...