Mısır'ın Gözü

By Chiqelata

348K 31.6K 8K

-Antik Tanrılar Serisi -1- Ra yalnızdı. Her zaman yalnız olmuştu. Hükmetmekle birlikte gelen yalnızlığa alışk... More

'1'
'2'
'3'
'4'
'5'
'6'
'7'
'8'
'9'
'11'
'12'
'13'
'14'
'15'
'16'
'17'
'18'
'19'
'20'
'21'
'22'
'23'
'24'
'25'
'26'
'27'
'28'
'29'
'30'
'31'
FİNAL
Antik Tanrılar Serisi 2

'10'

12.8K 1.2K 196
By Chiqelata

BÖLÜM '10'

Öğleden sonra Bella Ra sayesinde, neredeyse Nûn'un tamamına yakınını keşfetmişti. Şehirle bağlantılı bir diğer önemli yer olan ve müthiş bir tarihçeyi barındıran Heliopolis'i henüz görmemişti ama bugün içinde yeterince yer gördüğünden, başka bir güne aksamasında hiçbir mahsuru yoktu.

Tek başına kalsa, kaybolma olasılığı çok yüksekti elbet ancak birçok yeri çoktan aklına kazımıştı. Özellikle de binaların göz alıcı mimariliğinden ötürü, hafızasında yer edinen belli başlı noktalar ve merkezler olmuştu. Kendisi gibi biri için burası, inanılmaz bir değere sahip maden yatağından farksızdı.

''Şimdi nereye gidiyoruz?''dedi Bella. Bir yandan, adamın uzun bacaklarına karşı adımlarını uydurmaya çalışıyordu.

''Thoth'un evine.'' Ra adımlarını yavaşlatarak, bir elini omzunun üstüne koydu ve insanların arasında rahatça yürümesinde yardımcı oldu. Aslında yardımcı olmasına fazla ihtiyacı yoktu, adımlarını yavaşlatması Bella'nın ona yetişebilmesi için yeterliydi. Zaten çevresindeki insanlar Ra'yı gördükleri anda önünden çekiliyorlardı.

Bella yanından geçip giden insanlara baktı. Ra'ya karşı besledikleri çekince, korku ya da her ne ise, yüzlerine bakarken bunu oldukça net bir şekilde görebilmesi kadını ikileme düşürmüştü. Ra ona karşı olabildiğince nazikti. Duat'ta yaşadığı panik sırasında bile, adam ses tonunu dahi yükseltmemiş, bir tanrıya göre fazla ilgili davranmıştı.

Okuduğu ve denk geldiği onca mitten sonra tanrıların egolarına ne kadar düşkün olduğunu biliyordu. Koca bir panteonu yöneten biri için, Ra'nın gözünde varlığı ufacık bir toz tanesinden farksız olmalıydı. Sonuçta, ruhta olsa özünde bir faniydi ve tanrının ölümsüz olduğunu bir kenara not düşerse, gözünün önünden pek çok güzel kadın geçmiş olmalıydı. Kendisini diğer insanlardan sıra dışı kılan bir farkı yoktu. Bir çift ele, ayağa ve bedene sahipti.

Ra'nın hakkında değerlendirme yapıp, fikir sahibi olabilmesi için daha çok erkendi belki ama kötü biri olduğunu da zannetmiyordu. Xavier'la tanıştığı zamanki rahatsız edici kötü hissiyatı tanrıdan almamıştı.

O halde çevresindeki insanların duyduğu korkuyu yaşatacak kadar ne yapmıştı? Aklına gelen ilk düşünce tanrı olmasından kaynaklı olsa da, Ra kendi ağzıyla söylemişti. İnsanlar her tanrıya aynı şekilde yaklaşmıyordu. Dolayısıyla onu diğerlerinden ayıran bir şeyler yaşatmış ya da yaşamış olmalıydı.

Bella şu ana kadar elde ettiği bütün bilgileri düşünce süzgecinden geçirirken, Ra'ya karşı temkinli olmaya karar verdi. İnsanların verdiği tepkiden dolayı önyargılı davranmak istemiyordu ama ona hemen güvenmek gibi bir niyeti de yoktu. Başına gelenlerden sonra da bir süre kimseye güvenebileceğini sanmıyordu zaten.

''Neden yürüyerek gidiyoruz?'' Ra ne demek istediğini sorarcasına ona baktığında, Bella ekledi. ''Demek istediğim, ışınlanabilme yeteneğin var. Doğruca o şekilde gitsek olmaz mıydı?''

''Gücümü çok fazla kullanmayı sevmiyorum. Ayrıca arada fanilerin yaşam tarzına uymak hoşuma gidiyor, insani tarafıma tutunmamı sağlıyor.''

''İnsani tarafın mı? Nasıl yani?''

Sorusunun kulağa saçma geldiğinin farkında olmasına rağmen, Ra cevaplamaktan kaçınmadı.

''Bazı tanrılar hatta birçoğu, mitolojilerinizde anlatınlar gibi. İnsanlarla empati kurmazlar, istedikleri neyse alır ve hayatlarına hiçbir şey olmamış gibi devam ederler. Arkalarında yarattıkları yıkım umurlarında dahi olmaz. Basit bir örnek verecek olursam elli yıl önceye kadar, hala birkaç panteonda tecavüz meşru bir şekilde görülmeye devam ediyordu.''

''Ciddi olamazsın.'' Bella dehşetle anlatılanları dinlerken Ra sessiz kalarak sorusunun cevabını verdiğinde genç kadının yüzü soldu. Burada değil de, Ra'nın bahsettiği gibi bir yerde gözlerini açmış olsaydı... Yutkundu, bedenindeki sıcaklık aniden ondan çekilip alınmıştı sanki.

''Tanrılarla insanlar bir değil, hiçbir zamanda olmadı fakat zaman, bize sizinle birlikte yaşamayı öğretti.''

Ra tekrar devam etmeden önce siyah kirpiklerinin ardında duran gözleriyle onu süzdü. Restorandaki konuşmalarından bu yana ona bu şekilde bakıyordu. Yoğun ve deliciydi, bedenin altında yatan ruhunu görmeye çalışıyordu sanki. Aynı zamanda, o altın sarısı gözlerde anlayamadığı başka bir duygu daha yatıyordu. Bella'yı baktıkça titreten, içinde kıpırtılar meydana getiren bir hisle sarmalanmasına neden oluyordu ve bu hissiyattan, hoşlanmakla hoşlanmamak arasında gidip geliyordu.

Eski hali olsaydı, hissettiği duyguyu keşfetmek için adama bir şans verebilirdi ama şu anki hali için bu his, uyarı sinyallerinden başka bir şey değildi.

''Fanilerin yaşam şeklini izlemek bana keyif veriyor, zamanı nasıl değerlendireceğim konusunda biraz da olsa fikir sahibimi olmamı sağladı. Buradayken birçok tanrıyla karşılaşacaksın Bella,'' Ra sözlerini vurgular gibi hafifçe omzunu sıktı. Güçlü parmakları genişçe açılmış ve omzunu adeta yutmuştu. Sıcak teni yumuşak etine batarken, Bella dokunuşuna karşı sağlam kalabilmek için büyük bir direniş göstermek zorunda kalmıştı. ''Onlara karşı dikkatli ol, zarar görmeni istemiyorum.''

''Başımın çaresine bakabilirim.''

Ama ruhun burada küçük fani.

Bella zihninde Ra'nın kalın sesini işitince irkildi. O... Onunla konuşmuştu. Genç kadın ağzını açmadığından emindi, gözü konuşma boyunca yüzünden asla ayrılmamıştı çünkü.

''Düşüncelerimi duyabiliyor musun?!''

Bella inleme ve söylenmenin iç içe geçmesiyle oluşan tiz bir sesle, bedenini adamın tutuşundan kurtardı. Bunca saattir düşüncelerini duyabilmesi korkunçtu. Zihnindeki düşünceler onun mahremiyetiydi, bunu işgal etmesi hem kadını sinirlendirmiş hem de utandırmıştı. Yanaklarının sinirden kızardığını hissedebiliyordu.

''Evet.'' Ra'nın dürüst cevabı kadının daha da sinirlenmesine neden oldu.

''Özele saygı diye bir şey duydun mu hiç? Düşüncelerim benim özelim ve ben dile getirmedikçe de duyulmasını hiç istemem.''

''İnsanlar bu tür şeylerden hoşlanmaz mı?''

Ra büyük bir kafa karışıklığına uğramış gibi ona kaybolmuş bir ifadeyle baktığında, Bella da aynı şekilde ona karşılık verdi. İnsanların yaşamına ilgi duyan bir tanrı olarak, böylesi bir bilgiyi nasıl olurda bilmezdi? Bunu bilmesi için herhangi bir gözleme veya ekstra bir bilgiye ihtiyacı da yoktu, kimse paylaşmadıkça aklından geçenlerin bilinmesini istemezdi. Ra'nın dediğini anlayamaması kadını bir hayli şaşırtmıştı.

''Hayır, hoşlanmayız. Kimse mahremiyetinin işgal edilmesini istemez. Kendini düşün, biri aklından geçenleri bilse hoşuna gider miydi?''

Ra dediğini düşündü. Gözleri ondan çekilerek yükseklere dikilirken, Bella bunu gerçekten düşündüğüne inanamadı. Şehri arkalarında bırakarak, geniş bir araziye çıktıkları sırada Güneş Tanrısı cevabını verdi.

''Haklısın, sanırım gitmezdi.''

''Diğer tanrıların senin düşüncelerini duyduğu olmuyor mu? Yoksa bu yetenek sadece sana mı ait?''

''Çoğu sahip.''

Birlikte yeşil, sonsuzluğa uzanıyormuş gibi enginliğe sahip merada yürürken genç kadının yüzünde sıkıntılı çizgiler belirmeye başlamıştı. Herkes onun aklından geçirdiklerini duyabiliyorsa, Bella yanlarında asla rahat edemezdi. Nasıl buna engel olabilirdi?

''Düşünmeden konuşmaya çalışabilirsin.'' Ra'nın bir kez daha dillendirmediği düşüncelerine cevap vermesiyle, kadın ona ters bir bakış attı. Daha az önce bunda hoşlanmadığını ona söylemişti. Güneş Tanrısı yüzündeki ifadeyi anında anlayarak, yarım bir tebessümle gülümsedi. ''Özür dilerim, alışkanlık.''

''Beni sürekli dinliyor musun?''

''Bazen.''

Ra'nın cevabıyla gözleri hafifçe kısıldı. Cevabı verirken dürüst olup olmadığını bilmiyordu ama onu sözlerine inanmaya iten bir üslubu vardı. Kelimeleri kadifeden yapılma bir yumuşaklıkla fakat aynı zamanda da, altında yatan alışılagelmiş bir otoriterlikle yuvarlarken, ona inanmamak neredeyse imkânsızdı.

Ra yaşadığı çelişkiye daha büyük bir tebessümle karşılık verdi ve rüzgârla birlikte dalgalanan kızıl saç tutumlarına uzanıp, bir kısmını kulağının arkasına sıkıştırdığında Bella dokunuşundan çekilmediği için kendine kızdı. Elinin ona doğru uzanışını görmüş ve geri çekilmemiş, aksine dokunmasını beklemişti. Hatta istemişti.

Ne iyi. İstemediği her şey sırasıyla gerçekleşiyordu.

''Buraya geldiğinden beri zihnine iki veya üç kez dokundum Bella. İtiraf etmeliyim ki aklından geçenler fazlasıyla cezp edici. Merakımı uyandırıyorsun. Ancak sana bu kadar rahatsızlık verirken bunu yapmak istemem. Üstelik paylaşacaklarını dudaklarından çıkarken dinlemeyi tercih ederim.''

Son sözleriyle Bella'nın kalbi bir anlığına hızlanır gibi oldu. Onunla flört mü ediyordu? Bella cevap olarak ne diyeceğini bilemedi ve bakışlarını kaçırarak, ufak bir teşekkürler mırıldandı. Nezaketine ne demeliydi peki? Mitolojilerde anlatılan tanrılarla, karşısındaki adamın yakından uzaktan alakası yoktu. Ona karşı çok... anlayışlıydı. Gardını indirmemişti ama bir parça da olsa, kararsız kalmasına neden olmuştu.

''Bu taraftan, geldik sayılır.''

Ra'nın peşine tekrar takılarak, çayırın aşağısına doğru onunla beraber inmeye başladı. Çimenler o kadar yeşil ve canlıydı ki, değerli bir boyayla boyanmış gibi Güneş'in altında adeta ışıldıyorlardı. Bodur ağaçlar çok fazla değildi ve irili ufaklı kayaklıklar mevcuttu. Bayırın aşağısına vardıklarındaysa uzun bir nehir çayırı ortadan ikiye bölmüştü. Nehrin etrafını saran ağaçlarsa uzundu, ince gövdeleri yan yana sarılarak koru gibi bir alan meydana getirmişlerdi.

Nehire doğru yaklaştıkça Bella ağaçların arasında, suyun üstünde parlayarak durmakta olan bir şey gördü. Uzundu ve ikindi güneşinin altında göz alıcı bir sarılıkla parlıyordu. Gözlerini kısarak daha dikkatli baktığında anladı. Bu bir kayıktı.

''Bir dakika,'' Bella heyecanla soluyarak Ra'ya baktı. ''Bu mitlerde bahsedilen kayık mı?''

''Evet.''

''Bununla ilgili o kadar çok şey okudum ki! Ben-- inanamıyorum. Sahiden de Güneş'e kayıkla açıldığın doğru mu?''

*Güneş Saltanat Kayığı. Mitolojiye göre, Ra her gün kayığına binerek gökyüzünde yer alan 12 şehri dolaşır. Her şehir, bir saat dilimine denk gelmektedir.

Ra sorusuna kısık bir sesle güldü ve sonra ses tonu yükselerek kahkahaya dönüştü. Bu kadar çok güldüğüne bakılırsa cevabı ortadaydı, kayığın işlevi mitlerdekinden farklı olmalıydı. Güneş Tanrısı'nın ifadesi yeniden eski haline dönerken, Bella ona gülümsemenin yakıştığını düşündü. Düzgün iri dişleri bronzdan biraz daha koyu olan teninde, inci gibi bembeyaz gözükmüştü. Ayrıca yüz hatlarını da yumuşatıyordu, onu daha az sert ve yaklaşılabilir biri gibi göstermişti.

Tabi bütün bunlar, bir anlık bir süre dilimi için geçerliydi.

''Hayır, onun için kanatlarım var. Gel hadi.''

Sık ağaçların oluşturduğu koruya girdiklerinde, Bella bir süre sonra altındaki zeminin suyla karışarak çamura dönüşmesiyle bata çıka ilerlemeye başladı. Mesleğinden ötürü toz toprakla fazla haşir neşir olsa da, kıyafetlerinin ıslanmasından ya da kirlenmesinden fazla keyif aldığını söyleyemezdi. Kotu bileklerine yapışmıştı.

Kayıkla aralarında fazla mesafe kalmamıştı ki, Ra aniden durdu. Ani duraksamasına karşı, Bella sırtına çarpmamak için güçte olsa kendini yerinde tutmayı başardı ve neden durduğuna dair soran bakışlarla tanrıya baktı.

Güneş Tanrısı hiçbir şey söylemeden eğilip, bir çırpıda onu kucağına çektiğinde genç kadın dudaklarının arasından ufak bir ciyaklamanın çıkmasına engel olamadı. Dengesini sağlayabilmek için geniş omuzlarına tutunurken, kalbi içinde gümbürdemeye başlamıştı.

''Bunu yapmana hiç gerek yok. Yürüyebilirim, lütfen indir beni.'' Utançla incelen sesine karşı, Ra ona sataşmaktan keyif aldığını belli eden bir sesle mırıldandı.

''Yürüyebileceğinden hiç şüphem yok, o yüzden isyan etme hemen. İşte,'' Ra onu ufak bir bebekmiş gibi büyük bir dikkatle kayığının içine yerleştirdiğinde, Bella o anda içinde iki duygunun birbiriyle çarpıştığını hissetti. Biri, adamın sıcaklığını kaybettiği için hissettiği hüsrandı. Diğeriyse fazla yakın temasta bulunduğu için onu tedirgin hissettiren panikti. İkisi de o kadar taban tabana zıttı ki, kadının aklı karışmıştı.

Ra'nın kusursuz bir görüntüsü vardı. Baştan aşağı sahip olmak ve hükmetmek için yaratılmıştı, kalın kaslarından, ona gözdağı veren boyuna kadar bu gözle görülür bir gerçekti. Yüzündeki orana değinmesine dahi gerek yoktu, onu var eden her bir parça eşsizdi ve kadınların sadece onunla bir gece geçirebilmek için birbirilerini öldürebileceği de oldukça yüksek bir ihtimaldi.

Bella da o kargaşanın bir parçası olabilirdi ve öyle görünüyor ki, kendini kontrolde tutmayı başaramazsa sonunda varacağı nokta orasıydı.

Dersini almadın mı? İç sesi düşüncelerinin arasında başını gösterdi. Bir daha hayatına başka birini almayacağına dair yemin ettin.

Isabella'nın midesi düğümlendi. Kayığın ucuna doğru giderek, küçük alanda yapabildiği kadar Ra'yla aralarına mesafe koydu. İradesi güçlü bir kadındı, böyle olabilmek için kendini sıkı bir eğitimden geçirmişti. Karşısındaki adamın onu etkilemesine izin vermeyecekti. Geçmişinden aldığı bir ders varsa o da ilişkilerinde karşı tarafa acıdan başka bir şey getirmemesiydi.

Hayatına aldığı her erkek, sonunda kendi canına kast etmeye çalışmıştı. Somut olarak.

Bella nedenini çözebilmiş değildi. Doğru düzgün bir aile ortamında yetişmemiş olmasına rağmen hiçbir zaman karamsar da olmamış, hayatını keyifli hale getirebilecek her türlü şeye el atmıştı. Nerede hata yaptığını anlayamıyordu. Bu zamana kadar iki ilişkisi olmuştu ve ikisinde de sonuç aynıydı. Partnerine acıdan başka bir şey getirmiyordu.

Bella dirseklerini dizlerinin üstüne yerleştirerek, ellerini çenesinin altına koydu ve düşüncelerini dağıtmak için gözlerini kayığın içinde dolaştırdı. Her yer aynı sarı materyalle kaplanmış, yansıtıcı yüzey sayesinde sudan gelen yansımaları göz alıcı bir görüntüye çevirmişti. Bir elini merakla pürüzsüz parlak yüzeyde gezdirdi, bu materyal altından mı yapılmıştı? Ağırlığa karşı batmaları gerekirken suyun üstünde tüy gibi süzülmeleri, kadını bir kere daha hayrete düşürdü.

Kayığın altından kaplanması bir yana, içi çeşitli motifler süslenmişti fakat onun dışında, gözüne çarpan başka bir sıra dışı detay olmamıştı.

Küreklerinin olmaması dışında.

''Burada hiç kürek yok.''

''Evet.'' Ra bariz bir gerçeği dillendirerek, karşısına gelecek şekilde oturdu.

''O halde kayığı nasıl hareket ettiriyorsun?''

''Zihin gücümle. Ben nereye istersem oraya gider.''

Bella açıklamasını makul buldu ve kayığın yavaşça hareket etmeye başlamasıyla gözlerini kapatarak, ağaçların arasından süzülen ışığın tadını çıkardı. Rüzgârla birlikte haşırdayan ağaçların sesine kulak verdi. Nehir rüzgârın etkisiyle hafifçe dalgalanıyor, sıcaklığın kırılmasında ufak da olsa yardımcı oluyordu. Huzur verici bir andı. Bedeninin az önceki düşüncelerinden sıyrılarak, gevşemesini ve beraberinde gelen rahatlığa kavuşmasını sağlamıştı.

Bella biraz daha etrafındakileri güzellikleri sindirdikten sonra gözlerini araladığında, Ra ile doğruca göz göze geldi. İri bedeni oturduğu yeri tamamen kaplamış, kayığın ucunun gözükmesine engel olmuştu. Teni Güneş ışınlarını adeta yutarak parlarken, gözleri üzerindeydi ve kendisine bakarken yakalamasına rağmen üstünden çekmemişti. Genç kadın ne yapacağını bilemeyerek öylece oturdu, bakışlarını kaçıramıyordu.

''O gece başka ne olduğunu merak ediyor musun?''

Ra derinden gelen bir sesle konuşunca Bella irkildi. Sesindeki puslu tınıyı duyabiliyordu ve amber gözlerindeki renk sönmüştü. Daha mat ve koyu duruyordu. Genç kadın Roma'da tanıştıkları geceden bahsettiğini anlayabildiği sırada, Ra çoktan ayaklanmış ve kayığı sarsmadan, bir yırtıcının endamıyla yanına gelerek tam karşısına oturmuştu.

Dizleri birbirine değiyordu. Adamdan gelen sıcaklık onu çarpmıştı, tepesindeki Güneş'ten bile daha yakıcı ve tehlikeli hissettirmişti. Ona dokunduğu takdirde alev alabilirdi. Hangi tanrı olduğunu da göz önüne alırsa, bu ihtimal korkutucu derecede yüksekti.

''Sana gösterebilirim.''

''Göstermek mi?'' Bella hipnoz edici bakışlarından kurtulmaya çalışır gibi birkaç kez gözlerini kırpıştırdıysa da işe yaramadı. Dedikleri kulağına ulaşıyor ama yüzüne acizce bakmaktan ötesini yapamıyordu. Kelimelerin çıkması için kendini zorladı. ''Ne demek istiyorsun?''

Ra'nın yüzünde yarım bir gülümseme belirdi. Elini ona doğru uzattığında, Bella teorisinin haklı çıkmasından korkarak dokunuşundan kaçındı. Şu anda ona bakan adam, saatlerdir sohbet etmekte olduğu adam değildi. Bakışlarında gezinen açlık yabaniydi, kadının istemsizce ürkmesine sebep olmuştu. Onu pençesine geçirmiş bir av gibi izlerken, Bella kendini inanılmaz derecede savunmasız hissetmişti.

''Benden korkma Isabella. Sana zarar vermeyeceğimi söyledim.''

''Bu yine de sana güvenebileceğim anlamına gelmiyor.''

''Neden?'' Ra onunla alay eder gibi, simsiyah kaşlarından birini yukarıya kaldırdı. ''Sana zarar verebilmek için elimde bir sürü fırsat vardı Bella. Hala da var. İstediğim takdirde bunu kolayca yapabileceğimi ikimizde biliyoruz.'' Ra biraz daha ona yaklaştığında, sıcacık nefesi yüzüne çarptı. Üstünden yayılan sandal ağacı kokusunu alabiliyordu. ''Benden korkma, Bella. Korkmanı istemiyorum.''

''Sözlerin ya da inanmamı vaat ettiğin güvenceler, sana güvenebilmem için yeterli değil.''

''Peki, güvenini kazanabilmem için ne yapmam gerek?''

Ra yavaş ama emin bir tavırla ona daha da yaklaşırken, Bella gerilmeye başladı. Alarm zilleri kafasının dört bir yanında çalsa da, kalbi anlamsız bir heyecanla içinde çırpınıyordu. Düşünceleri her bir tarafa dağılmıştı, toparlayamıyordu.

''Ben...Bilemiyorum. Sözler benim için değersiz sayılır. Bunu ispatlayacak nitelikteki hareketlere daha çok değer veririm.''

Ra anladığını gösteren bir ses çıkartarak, elini yüzüne dokundurduğunda genç kadın irkildi ama tahmin ettiği yakıcı sıcaklıkla karşılaşmadığında da rahatlayarak, gerilen omuzlarını indirdi. ''Güvenini kazanacağımdan hiç şüphen olmasın.'' Keskin bir dille sözlerinin altını çizdiğinde, sırtından aşağı tatlı bir ürperti indi. Neden onun için bu kadar uğraştığını anlayamıyordu, güvenini kazanmasının ne önemi vardı ki? Altı üstü, dünyasına kazara geçiş yapmış bir ölümlüydü.

''Roma'dayken tanıştığımız geceden bahsediyordun. Göstermekten kastın neydi? Bilmediğim başka bir şey daha mı oldu?''

''Sana göstermeme izin veriyor musun?''

Sorusuna soruyla cevap vermesi kaşlarını çatmasına neden olsa da, bir iç çekişte bulunarak cevap verdi.

''Evet. Bana ne yapacaksın?''

Ra ona cevap vermedi. Onun yerine saçlarının arasındaki elini boynuna kaydırarak, onu kendine doğru çekti ve dudaklarını onunkilerin üstüne örttüğünde, genç kadının gözleri irileşti. Güneş Tanrısı sadece dudaklarını birbirine değdirirken dikkatli, neredeyse hassastı. Bella tepkisiz kaldı, beyni geri çekilmesi için ona haykırıyor, bedeni ise dahası için yalvarıyordu.

Tanrının dudakları harikaydı, yumuşak ama erkeksiydi. Burnu sandal ağacıyla iç içe geçmiş pahalı deri kokusuyla dolmuştu. Duyuları uyarılmıştı ve karşılık vermesi için kontrolüne saldırıyordu. Bella mantığına tutunmayı tercih etti, bunu yapmaması gerekiyordu. İstediği şey bu değildi. Geri çekilmek için yeterli gücü bulmuştu ki, Ra düşüncelerini baltalayarak dudaklarını araladı ve diğer eliyle yanağının bir kısmını kavrayarak, kıpırdayabilmesine mani oldu.

Hala üstünde tam manasıyla baskı kurmamıştı, ağzını açması için zorlamamış veya daha da kötüsü üstüne çıkıp, başka bir işe yeltenmemişti. Sadece onu öpüyordu. Yoklayarak, yavaşça tadına bakarak. Onu eriten sıcaklığa karşı daha fazla direnemeyecekti. Ra her yönden bunu imkânsızlaştırıyordu.

İçinde yaşadığı ikilemle kararsız bir şekilde dudaklarını açtığında, Ra'dan memnun dolu kısık ama onu titretmeye yeten bir ses yükseldi. Boynundaki elin baskıcılığı artarak, onu iyice kendine çektiğinde Bella ona çarpmamak için ellerini sert kaslardan oluşan göğsünün üzerine koydu. Öpüşme konusunda deneyimleri olmuş olmasına rağmen, şu anda tanrıya nasıl karşılık vermesi gerektiğini bilemiyordu. İlk öpüşmesiymiş gibi ağzını aralamaktan ve kontrolü ona bırakmaktan öteye gidememişti.

Ve hissettiği enerji... Onu bir anda çarpmıştı. Tatlı bir histi, canlandırıcıydı. Bir kutu enerji içeceğini saniyeler içinde tüketmişti sanki. Bella bu hissi biliyordu, daha önceki ilişkilerinde de yaşamıştı. Ne olduğunu kestiremediği, acayip bir duyguydu. Bunu deneyimlemeden önce yaşayan bir ölüymüş de, şimdi yeniden hayat bulmuştu.

Ra'nın üstündeki tutuşu sıkılaştı. Elinin altındaki kot gömleği sıkarken, bedeninin istekleri yüzünden ihanete uğramak canını sıkmıştı. Bundan keyif almamalıydı, kendine koymuş olduğu duvarların bu kadar kolay sarsılması gururunu incitmişti. Yıllardır hayatına bir erkeğin dokunuşu olmadan devam etmişken, şimdi bunun ihlal edilişi onda buruk bir tat bırakmıştı.

Ra onu germiş olduğunu fark ederek geri çekildiği sırada Bella hızla gözlerini açtı. Görüşü buğuluydu, kendini gerekenden fazla kasmış ve hissettiği stresle gözleri dolmuştu.

''Bella,'' Ra kalın fakat bir o kadar yumuşak gelen bir sesle konuştu. ''Sorun nedir? Seni incittim mi?''

Bella kendini toparlayana kadar ona cevap vermedi ve bakışlarını yerde tutmaya devam etti. Sıkıntı tabi ki de Ra da değildi. Kendindeydi. Yeniden bu duyguları hissetmek onu korkutmuştu. Hayır, dehşete düşürmüştü. Anılarının bastırdığı yerden çıkarak gözünün önüne gelmesini, yaşananların tekrarlayarak, toparlamayı başarmış olduğu ruhunu zehirlemesini istemiyordu.

''Isabella. Bana cevap ver, seni incittim mi?''

''Hayır.'' Bella emrivaki sorusuna karşı düz bir sesle cevap vermeyi başararak, daha iyi hissettiğine kanaat getirdiği anda gözlerini kaldırdı. Ra çatık kaşlarla ona bakarken, gözleri yalan söyleyip söylemediğini anlamaya çalışır gibi yüzünde dolanıyordu. ''İyiyim, önemli değil. Sadece unut gitsin olur mu?''

''Bella-''

''Lütfen, Ra. Dediğim gibi unut gitsin, üstelemeni gerektirecek kadar önemli değil.''

Ra dediğine inanmadı, katı yüz ifadesiyle ona katılmadığını apaçık belli ediyordu. Ancak bir şey demedi ve yerinden kalarak, kayığın diğer ucuna gelecek şekilde eski yerine geri döndü. Bella aralarına mesafe girmesiyle rahatladı.

Bir başkasının bir kere daha onun yüzünden kendisine zarar vermesine izin vermeyecekti. O karşı tarafa üzüntü, acı ve kederden başka bir şey getirmemişti. Ra teknik olarak bir ölümsüz olsa da, Bella bu riski göze almak istemiyordu. Bir daha bunu yaşamayacağına yemin etmişti.

Ve yemininden dönmek gibi bir niyeti de yoktu.

Olmayacaktı da.

Sözümü yerine getirdim, bölüm tamı tamına 2.923 kelimeydi! Beğendiyseniz o küçük yıldıza basmayı unutmayın lütfen.
🤗

Ayrıca fark ettim de, kitap karakterlerimde önce ya kadınlar âşık oluyor, ya da bu kadın ve erkek içinde aynı anda gerçekleşiyor. Bu sefer işleri biraz daha farklılaştırmaya karar verdim. Bella, sizinde fark ettiğiniz üzere Ra'yı birazcık zorlayacak.

Giriş kısmını bitirdiğimize göre artık olaylara başlayabiliriz. Gelsin Ra ve Bella'nın sırları.
😄

Continue Reading

You'll Also Like

428K 69.7K 50
Bilinen tarihlerin çok daha öncesinde, bizler için bir efsane olan kurt adamlar ve insan oğlunun savaşı. Şimdiye kadar duyduğunuz efsaneleri unutun...
58.4K 5.4K 7
Huysuz ve yalnız bir adam. Münasebetsiz ve geveze bir komşu. Ve ikisini bir araya getiren sürprizlerle dolu bir akşam. "Hayatta öğrendiğim her şeyi...
914 120 31
gerçek bir hikayedir genç bir kadının çocukluğundan 25yaşına kadar yaşadıklarına şahit olacaksınız okurken peçeteleriniz yanınızda olsun :)
297K 4.7K 30
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi, kapıyı açtı. Öne doğru hamle yapmak istedim, koluyla...