Eski Dünya Yadigârı: "Avcı"

By sucveraskolnikov

3.3K 302 234

Avcı derin bir nefes alarak ayazı içine çekti, öldürdüğü kadının anılarını yaşarken pek mutlu değildi. Ayakla... More

hikâyenin sonu
anı avcısı
ejderhanın gözyaşları
kavanozdaki yaşamların sahibi
hizmetçinin masalı
çukurun dilsizleri ve hayatta kalan son adam
fısıltıların efendisi
denizkızı ile topal adam
milyonlarca nefret cümlesi ve ressam
avcıya gülümsemek
7 - ilk kitap gezgini (ı)
8 - ilk kitap gezgini (ıı)
zamanın muhafızı ve sorular
şarkı söyleyen kadın

"ödünç alınan ateş ve sahibinin külleri"

39 4 0
By sucveraskolnikov

Etrafından soyutlanıp anılarla nefes alırken karşısına, daha önce görmediği ve anılarda da karşılaşmadığı bir kadın çıktı.

Bu kadının altın renkli gözleri ve kaşlarına kadar uzanan külleri vardı, gözbebeklerinde birer ateş yanıyordu. Saçları da kaşlarındaki küllerden nasibini almıştı, küllerden çiller yüzünün her yanındaydı ve vücudunu gizlemeyen tülden bir elbisesi vardı.

Avcının o günkü kılıfı daha önce çaldığı gemideki hizmetçiydi ve yürürken birden durup yönünü bu kadına çevirdi, anılarını istemiyordu ya da yüzünü. Aslında ilk defa ne istediğini bilmeden bir şeyin peşine takılmıştı.

Ateşin muhafızının üzerine doğru bir felâket geliyordu ama henüz anlamamıştı, umrunda da değildi, felâketini hoş karşılayacaktı. Çünkü zaten ödünç aldığı ateşle yanan muhafızın kafasını vurduğu yerlerde en az üç ilah ölüyordu. Avcı onu bilmese de o avcıyı biliyordu.

Karşılaştılar, tanıştılar ve aşka düştüler. Zaman kavramının dışındaydı bu, üç kuşun aynı anda kanat çırptıgı bir andı.

"Adın ne?

"Anı avcısı."

"Nasıl yani bir adın yok mu?"

Avcı bocalıyordu.

"Anı avcısı."

"Ama bu bir isim değil ki, anı avcıcı olmadan önce ne yapıyordun? Kimdin?"

Neydim ben, diye düşündü, ne karardım, ne yapardım, ne?

"Ya da anı avcısı olduktan sonra kim olacaksın?"

"Nasıl sonra?"

"Sonra ne yapacaksın?"

Sonrası var mıydı ki? Bilmiyordu, hiç kimse değildi, anı avlayarak var olmuştu ve avlamazsa da yok olacaktı. Sonrası yoktu.

Tüm hikâyesi bu kadardı ve artık yok olmak iyi miydi köyü mü emin bile değildi. İçini çekti, birisi olamamanın haklı yorgunluğu vardı üstünde. Muhafız devam etti konuşmaya.

"Onlarca maskenin artığısın desene!"

O bile değildi ama bunu muhafıza nasıl söyleyeceğini bilmiyordu, sessiz kalmakta buldu çözümü. Maskeleri olmazsa bir hiç olacağını sessizlikte boğdu ve karanlıkta bıraktı.

"Peki sen kimdin sen olmadan önce, şimdi kimsin?"

Muhafız anlattı. Bu sırada parmaklarını havada değişik bir şekilde hareket ettiriyordu, tıpkı gözlerindeki gibi bir ateş yandı.

"Ben bu ateşin muhafızıyım, ateşi ulaştırmam gerek yazarın kuklalarına eğer başarabilirsem ölebileceğim. Onun karakterleri var, beni arıyorlar ve yazıldıkları kağıdı. Ben ateşi onlara vereceğim onlar da kağıtları yakacaklar ve hepimiz ölüp başka hayatlara doğabileceğiz."

Çok saçmaydı, ateşi nasıl bulmuştu kimden almış ve kime götürmekteydi, nasıl olurdu da içinde olduğu durumu kabullenmişti avcı anlamıyordu ama sonra kendi hâlini düşündü. O nasıl kabullendiyse muhafız da öyle yapmış olmalıydı. Yine de yorum yapmadan edemedi.

"Tuhafsın!"

"Tuhaf falan değilim ben senin delirmiş hâlinim..."

"Benim delirmiş hâlim mi?"

"Sen de ölmek istediğini söylüyorsun."

"Ölmek istiyorum demiyorum..." dedi avcı, muhafıza bakarken "...sadece var olmaktan yoruldum."

Muhafız kahkaha attı.

"Sen ha? Sahi var mısın ki sen? Ya yoksan?"

Kendisine sormaktan kaçındığı bir soruydu, iyi de neyin yorgunluğuydu bu o zaman? Konuyu değiştirmek için ayaklandı.

"Gel hadi ufku seyredelim belki ölmeyiz."

Bulundukları yer limandan çok uzaktı, avcı geri dönmeyi düşünmüyordu içinde bulunduğu beden onu uzun süre idare ederdi ama karşısında kendinden yirmi santim daha uzun ve sayfalarca daha muhteşem bir yaratık vardı. Anılarını çalmakla onunla sevişmek arasında kararsız kalmıştı.

"Sen peki muhafız olmadan önce kimdin?"

"Bak işte onu ben de hatırlamıyorum, ateşi teslim ettiğimde zihnim de açılacak."

"Tüm bunlardan nasıl bu kadar emin olabilirsin ki, ya yazar seni kandırmışsa?"

Muhafız o muhteşem vücudu ile karşısında dikilip tepeden tırnağa inceledi avcıyı.

"İnançtaş olduğumuzu sanıyordum."

"İnanç, ne?"

"İnançtaş, aynı şeye inanan. Yazara."

Sevgi ve sevgisizlik insana her şeyi yaptırabilirdi. Avcı başını salladı, muhafız için yazara inanmaya çalışabilirdi ya da daha kolayı yalan söylerdi. Muhafızın gözlerine bakmaya devam etti, meydan okuyordu, hadi durma inandır beni der gibiydi.

İkisi de öyle gergindi ki aralarından rüzgârda savrulan bir diken yumağı geçtiğini sandılar, hayali atmacalar bağırarak tepelerinde daire çiziyordu.

"Suyla tanıştın mı?

Avcının bilmediği ne çok şey vardı. "Kimle?"

"Suyla, yazarın söylediğine göre benim sonumu getirecek şey. Ya su ya da avcı."

Titredi.

"Ben senin olmanı isterdim, sonumu getirecek olan şeyin yani."

Fazla içine atmak ve kelimeleri yutmak aynı zamanda manevi dilsizliğe de yol açmıştı, avcı körelmişti ve şimdi de muhafıza karşı söyleyebileceği tek bir kelime yoktu. Zavallı kelimeler daha avcının sesiyle buluşmadan kırılıyorlardı.

Neyse ki muhafızın kelimelere ihtiyacı yoktu, avcıya yaklaşıp kılıfının dudaklarından öptü.

"İzin istiyorum senden doğmak için. Anılarımı al, önceki hayatımı anlat bana."

Avcı ne yaptığını ya da yapacağını bilmiyordu, önlerindeki birkaç saat birbirlerini sevmeleriyle geçti ve en sonunda muhafız fısıldadı. Umut vadediyordu sesi. Umut ve ölüm.

"Merak etme kimse eksik kalmaz, herkes doğar ben de doğacağım. Sen de."

Avcı muhafızın çıplak bedenini kendine çekip içine hapsetmek istedi. Anılarını yaşarken ağlamak istiyordu, haklıydı muhafız önceki hayatını da görüyordu avcı.

Bir gün uyanıp gazetede ölüm ilanlarına bakarken öldüğünü öğrenmişti. Bu kadar.

Kacak çay demlemiş, kaçak çay içmiş ve hayatını da bir o kadar kaçak yaşamıştı. Kimseye ve hiçbir şeye değmeden yaşamaya çalışmış, kimsenin onu fark etmesini istememişti. Kendisine verdiği sözler vardı. Öldüğünde cenazesinde kimse yoktu.

Gazete ilanı sadece öldüğünün haberini almak içindi, yazar yapmıştı hepsini ve muhafızı diğer insanlardan ayıran da gölgesi olmuştu. Gölgesini ezip geçti ölürken artık karanlığını sahiplenmiş ve onu yenmişti böylece ateşi bulmuştu.

Avcı çıplak bir şekilde toprağa bıraktı kendini, muhafız haklıydı. Gerçekten de bir kişinin binbir suretinden biriydi sadece.

Aşık olmuş ve onu da öldürmüştü, başka türlü yaşamayı bilmiyordu ki.

Yaşadıkları yetmezmiş gibi bir de muhafızın ateşini üstlenmişti, artık muhafız oydu ve ateşi kuklalara götürmesi gerekiyordu ama bir yandan da kafasının içinde onu mahveden ne varsa çıkartıp o ateşle yakmak istiyordu.

Dünya ağrısı ile bir başınaydı yine, keşke muhafızı dinlemesee, ona yenilmeseydi.

Ayağa kalkmadı, yükü o kadar ağırdı ki.



Bu bölüm, Yalnızlığınla Nasıl Savaşıyorsun'un kilit noktasıydı.

Continue Reading

You'll Also Like

2M 96.8K 54
"Eksiklerimiz kusurlarımız değildir." Ailem beni hep bunu söyleyerek büyütmüştü. Eksikleri olan insanları dışlamamayı, onları sevmeyi öğretmişlerdi...
46.6K 2.4K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
185K 15.4K 41
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
24.8K 2.1K 21
Gözlerimi kırpıştırdım. Bu bir çeşit şaka mıydı? "Sen kimsin?" "Reyna Hodwick," parlak yeşil teni ve küçük kel bir kafası olan zayıf kıza istemsiz...