Elementliler ve Büyü Akademis...

By Nepenthe_ukiyo

215K 14.5K 3.6K

Acemi yazarın ilham perilerinden... Beklemediği bir anda gelişen olaylarla kendini farklı bir boyutta eleme... More

Ön Söz
1.bölüm
2.bölüm
3.bölüm
4.bölüm
5.bölüm
6.bölüm
7.bölüm
8.bölüm
9.bölüm
10.bölüm
11.bölüm
12.bölüm
13.bölüm
14.bölüm
15.bölüm
16.bölüm
17.bölüm
18.bölüm
Bomba Kesit💥
20.bölüm

19.bölüm

8.4K 716 281
By Nepenthe_ukiyo


BU BÖLÜMÜ mrvb123'e İTHAF EDİYORUM (つ°ヮ°)つ 💙

  İyi okumalar(^^)

|Önceki Bölümden...
__________________________________

Açıkçası kralla karşı karşıya gelmekten çok korkuyordum. Her şeyi anlattıktan sonra bile bana karşı tutumu nasıl olurdu, kestiremiyordum. Beni idam ettirmek ister miydi? Hele ki gözlerimin renk değiştirmediğini öğrendiği zamanki tepkisi beni meraklandırmaktan çok, korkutuyordu.

Her adımda buluşmamıza daha da yakınlaştığımızı hissederken akademiye girmiştik bile ve benim tek temennim kralla iyi anlaşmaktı...
___________________________________

Müdüre Kendra'dan izin aldığımız gibi yola çıkmıştık, ne Bambi'yle konuşma imkanım ne de yanıma birkaç eşya almak gibi bir zamanım olmuştu. Saraya gidip gelmemiz ne kadar sürerdi, orada ne kadar dururdum bilmiyordum.

Kabul ediyorum, gerçekten de korkak bir insandım. Başıma gelebilme ihtimali olan en ufak kötü olaya bile tahammülüm yoktu ama buraya geldiğimden beri an ve an ortaya çıkan cesaretli zamanlarım olmuştu. Bazen kendimi ifade etmekten çekinmemiştim, bazen de haklı olduğum konularda kendimi yüksek sesle savunabilmiştim. Oysa beni tanıyan biri kesinlikle bilirdi, ben her türlü tartışmadan kaçınırdım.

Karşı taraf haksız ve tartışmaya müsait bir insan mı?

Pekala, o zaman o haklıdır.

Bu kadar basit.

Ona haksız olduğunu anlatamaya çalışarak konuyu tartışmaya dökmezdim, çünkü olayın uzaması can sıkıntısından başka bir şey değildi.

Peki krala karşı nasıl bir tutum izlerdim, onu haksız bulduğum konularda sesimi yükseltmeye cesaretim var mıydı? Sanırım bunlar benim için anlık tepkilerdi.

"İstersen uyuyabilirsin, fazlasıyla yolumuz var çünkü."

Richard'ın sesini duyduğumda daldığım düşünce havuzundan ayrıldım. Biraz uyumak belki de iyi gelebilirdi, zaten fazlasıyla erken uyanmıştım.

Araba sert bir frenle durduğunda gözlerimi araladım. Camdan dışarıya bakındığımda gördüğüm tek şey tahta bir kapıydı. Üzerinde bir çok işlemenin bulunduğu kapı devasaydı ve kafamı her ne kadar sağa sola ve yukarı kaldırsam da sonunu göremiyordum. Üstelik camın nasıl açılacağı konusunda da herhangi bir fikrim yoktu, bir düğme ya da bir kol görmemiştim kapıda.

Richard kapımı açtığında aşağıya indim. Bir asker hemen arabaya yerleşmiş ve tahminimce onu uygun bir alana götürmüştü. Önünde bulunduğumuz devasa kapı aralandığında dudak uçuklatan cinsten bir manzarayla karşılaştım. Süs havuzları, ne kadar geniş olduğunu bilmediğim göz alabildiğine geniş bahçesi, birden fazla rengarenk çardaklarıyla şimdiye dek masallardan, romanlardan okuduğum, filmlerden izlediğim türde ihtişamlı bir saray karşımdaydı. Gri taşlardan örülmüş iki büyük kubbesi vardı. Kapının iki yanında ve üzerinde çeşitli insan oymaları bu krallığın uzun süren hükmünden kalan izleri unutturmamak içindir sanki, uzaktan belli olmasa da bir olayı anlattığını anlayabilmiştim. Bunun yanında açık saray kapısının iki yanında da olanca ciddiyetiyle dikilen muhafızlar bulunuyordu. Sarayın bulunduğum yerden göründüğü kadarıyla sonu seçilemez bir holü vardı. Richard eliyle sırtıma destek verdiğinde hızlı adımlarla ilerlemeye başladık.


   İlerledikçe hayranlığım artıyordu, ilerledikçe kuşların cıvıltısı silikleşiyordu, ilerledikçe kanım donuyor, bildiğim vahşetin gözlerimde can bulması kanımı donduruyordu, ilerledikçe korkum şiddetleniyordu ve en sonunda durmuştum.

   Bir olayı anlattığına emin olduğum oymalar bahsettiğim gibi tarihi bir badireyi anlatmıyordu, hayır. Tek tek can veren yüzlerce beden, öldürülme şekilleri oyulmuştu beton misali taşlara. Kimisi boğazındaki su dondurularak, kimisi cayır cayır yanarak ölmüştü. Taştan duvarlar arasına sıkışanlar, kilometrelerce yukarıdan serbest bırakılanlar vardı, biriyse sanki en kötü kabuslarıyla yüzleşiyor gibiydi. Bu şekilde oyulmuş yüzlerce insan vardı, kalbime öyle bir yumru oturmuştu ki boğazıma sıçramış, tükürüğümün boğazıma dizilmesine neden olmuştu.

  Richard hiçbir şey olmamış gibi beni sırtımdan hafifçe iteklerken kelimeler dilimin ucundan sıradağlar oluşturmuştu sanki. Saraya adım attığımızdan beri gerginleşen surat ifadesi yüzünden gerilmemek mümkün değildi ve gördüklerimle tuzu biberi olmuştu bu. Rahatlamak için nefes egzersizi yapmaya başladım, kalbim endişeden dolayı bu kadar hızlı atarken sakin kalamıyordum. Bu fantastik diyara geldiğimden beri ilk defa kendimi bildiğim gibiydim, endişeli, korkak, gergin. Oysa buraya geldiğim günden itibaren bambaşka biri olup çıkmıştım, her şeye bir cevabım, her korkmam gereken olaya karşı güvencem vardı ya da varmış gibi davranıyordum ama saraya adım attığım anda üzerime çöken karamsarlık vardı.

   İçeride bizi uzun, sıska bir adam karşıladı. Bakışlarındaki durgunluk tek bir duygu ifade etmezken eliyle merdivenlere yönelmemizi belirtti. Sessizliğin kol gezdiği sarayda anlaşılan kimse ses çıkarmaya niyetli değildi. Dönemeçli merdivenden çıktıktan sonra kapısında iki muhafızın bulunduğu çift taraflı tahta bir kapıya denk geldik, sanırım yolculuk buraya kadardı.

  Uzun sıska adam içeriye girdikten kısa bir süre sonra iki kapı da muhafızlar tarafından açıldı. Bizim girmemizle odadan çıkan kadın fazla aceleciydi ama acelesine rağmen kısa bir an göz göze gelmiştik. Kadının bedeni aniden gerildi ve sendeleyerek odanın dışına çıktı, göz ucuyla durduğunu gördüğümde Richard kolumdan çekiştirdi, kadının bakışlarını hâlâ sırtımda hissedebiliyordum.

   Yüksekliği boyum kadar olan tahtın iki yanında da adamlar duruyordu. Sağ taraftaki adam orta boyluydu, bira göbeği diye tabir edilen bir göbeğe sahipti, üzerinde kaliteli olduğu belli olan cübbesinin kumaşı adeta parlıyordu. Gür kara kaşları, asker tıraşı tabirinde saçları vardı tombul suratı hafif kemerli burnu ve fındık ağzıyla altın oran tabirini yerle bir etmiş gibiydi ama sevimli olacağı yerde insanı kaçıran bir soğukluk yayıyordu.

  Sol taraftaki adamsa sağdakinin tıpa tıp aynısıydı, anlaşılan ikizlerdi ama bu adamın bakışları daha yumuşaktı.

  Duyduğum adım sesleriyle kafamı kaldırdım. Büyük basamaklardan üzerindeki kaba cübbeyi tutarak inen kişi çarptı gözüme.

   Önce çektiğim nefes zehir oldu göğsüme sonra gözlerim çekti acımasızlığın kahrını. Boğazımda takılı kalan hava zorluyordu beni, gözlerinde gördüğüm kinse sanki her şeyden üstün gibiydi.
 
   Karşımdaydı işte o herkesin övüp de bitiremediği kral, halkına sahip çıkıp kaçanlara düşman olan. Ben şanssız olandım, acımasız yönüne denk gelmiştim ama şuan karşımda olan kişi öyle saf bir kötülük yayıyordu ki bana karşı, onun iyi olduğu düşüncesi çok yabancı geliyordu. Yan yana koyamıyordum.

  "Demek o soysuzların kızısın sen?" dedi tiksinerek. Senindeki nefreti yutamadan bahsettiği kişilerin varlığıyla sarsılmıştım.

  "Ne çabuk da dışlamışsın o çok sevdiğin halkını." dedim istemsizce. Belki de en çok susmam gereken anda içimde fırtınalar kopuyordu, annem ve babama ölsem dahi laf ettirmezdim.

  Odadakilerin şaşkın bakışlarını hissettim üzerimde, kralın derin nefes alışını.

  Sırtım aniden yerle buluştu, başımı oldukça sert çarpmanım etkisiyle sıkılı dişlerimin arasından acı dolu bir nefes çektim. Refleks olarak kapanmış olan gözlerimi araladığımda siyaha çalmaktan neredeyse göz bebekleri belli olmayan kralla yüz yüzeydim, bir dizini karnıma bastırdığında acıyla inledim, bir eli de boğazıma gitmişti.

   "Bir daha cevap verirsen içine çektiğin her nefese pişman ederim seni. Sizin gibi ruhu kirlenmiş kişilere tahammül edemiyorum, parmağınızı bile kaldıracak gücünüz olması sinirlerimin sınırlarını zorlamaya yetiyor." dedi nefesi yüzüme çarparken, boğazımı öyle bir sıkıyordu ki bir yudum havaya muhtaçtım şu an, bedenim çırpınamıyordu, kilitlenmiştim sanki.

  "Ben kimseyi savaşa zorlamıyorum, kaçanlara da cezasını veririm." dedi ve elini boğazımdan çekti. Derin bir nefes aldım, yüzümün morarmış olduğunu hisseder gibiydim.

  Ellerimden destek alarak ayaklandığımda ellerini göğsünde birleştirmiş, yıkılmaz duran kralın karşısına geçtim. Ağzım benden bağımsız aralanmıştı sanki,

  "Kaçma demekle iyi kral olunuyor mu sanıyorsun? Aman ne iyi kral, bizi hiçbir şeye zorlamıyor diyorlar bir de. Ama sen de en az benim kadar iyi biliyorsun ki burada savaşmak istemeyenin barınacak yeri de yiyecek yemeği de yok. Hepsi dışlanmaya mahkum, yağmalanmadan önce kaçmaya mahkum. Hani, nerede halkını seven kral?" dedim hırıltılı çıkan sesimle, ellerim iki yana açılmıştı.

  Arkamdan itilmemle kendimi dizlerinin üzerinde buldum, kemiklerim sızlıyordu, kafamı kaldıracak gücüm yoktu.

  Dizlerimdeki sızı beni zor durumda bırakıyordu, bu insanın önünde diz çökmek gururuma ağır bir darbeydi sanki. Karşımdaki adam kesinlikle kral olmayı hak etmiyordu gözümde, belki de o yüzden bu kadar zoruma gitmişti diz çökmek.

  Odadaki birkaç asker ve mevkisinin yüksek olduğunu düşündüğüm iki adam benden kin dolu bakışlarını esirgemezken sanki verilen hüküm çoktan belliydi bile. Sonunda sinirine hakim olan o herkesin dilindeki kral başladı konuşmaya, tahmin ettiklerimi doğrularcasına.

   "Nasıl oldu da girdin o akademiye? Ne tür bir büyücüsün sen ki en rütbeli askerlerimin bile aklına girmeye cürret edebildin? Anne baban ellerimde ölmedi belki ama seni bizzat ben öldüreceğim." dedi sinirle üzerime yürürken.

  Doğrulmaya çalıştığım esnada bir ayak kondu sırtıma ve itaat etmemi istercesine bastırdı bedenimi, takatim kalmamıştı artık. Sırtım sızım sızım sızlıyordu, kemiklerim iç içe girmişti sanki. Dişlerimi sıktım, bu ayağın Richar'a ait olmadığını umdum içten içe, arkamda başka kimse olmadığını bilmeme rağmen.

    Mevki sahibi olduğunu düşündüğüm kişilere yöneltti acımasız bakışlarını.

  "İdam hazırlıklarını başlatın hemen, kasabanın meydanına şimdiye kadarki en geniş alanı açın, ibret olsun herkese." dedi öfkeyle. Adamlardan biri bir adım öne çıktı,

  "Efendim, idam için görevlendirilen askerlerimiz sarayda değiller. Onları uzun bir yola göndermiştiniz." dedi sanki suç ondaymış gibi.

  "O zaman element koruyucularını getirt, akademideki en iyi büyücüyü de istiyorum." dedi ve tahammül etmekte zorlanır gibi yüzüme çevirdi bakışlarını.

  "En acılı şekilde ölsün, bir daha kimse cesaret edemesin istiyorum. Tüm halkı toplayın. Bu seferki kaçak fazla can sıktı." dediğinde kafamı kaldırdım, göz göze geldiğimizde yüz ifadesi sanki bozguna uğramış gibiydi. Fazla mı acınası bakıyordum yoksa?

Bakışlarından rahatsız olarak
kaçırdım gözlerimi, sonra tahta kapıların açılma ve kapanma sesi gelmişti.
 
   Anne, baba... Yine mi kaybetmiştim?

  Kolundan tutularak kaldırıldığımda Richard beni odanın çıkışına yönlendirmişti, burada ilk ona güvenmiştim halbuki. Buğulanmış gözlerimi kırpıştırırken az kalsın indiğimiz merdivenlerden düşecektim, kendimi son anda kurtarmıştım ama ayağımı feci halde burkmuştum.

  Richard beni hâlâ çekiştirirken bodrum gibi bir yere girdiğimizi farkettim, koridorda ki soğukluk kan dondurucuydu ama asıl kan dondurucu olan yerdeki koyu kırmızı lekelerdi. Tek tek yanlarından geçtiğimiz boş mahzenlerin duvarları kanlarlar kaplıydı, içeride yutkunmamı zorlaştıran kokuyla gözlerimi kapadım. Koridorun sonundaki boş mahzenin önüne geldiğimizde bunun da diğerlerinden farkı olmadığını anlamam acı bir gerçekti.

  Açılan kapıdan içeriye itilmeden önce Richard'ın kolunu tuttum çaresizce.

  "Onlara..." kelimeler dizildi boğazımda, yutkundum. "Dünya'dan bahsetmedin, gözlerim-" dediğim sırada bedenimi içeri itmiş, kapıyı kilitlemişti.

  "Neyden diyorsun sen, onlardan bahsettiğim gibi seni sınır dışı ederler, neler çekersin sen biliyor musun? O insan parçalamaktan başka bir şey düşünmeyen canavarların arasında her gün ölmeyi dilersin, en başta ruhun kirlenir senin. Ruhun! Yaşayabilir misin bunun ağırlığıyla? Yavaş yavaş bir canavara dönüştüğünü hissederken her saniye 'keşke söylemeseydi' diyeceğine o kadar eminim ki!" dedi derin bir nefes alırken. "Gözlerinin rengini değiştirecek kadar bile gücün yokken idam edildiğine şükretsen iyi olur. Bir haftaya hazırlıklar tamamlanır." dedi ve hızla koridorda kayboldu. Gözleri parlıyordu, morla değil kırmızıyla kaplanmıştı benle konuşurken irisleri. Yine bir şeyler oluyordu, ne olduğunu çözemediğim bir şeyler.

  Omuzlarım sarsıldığında gözümden akan yaşlar da asabileşmişti sanki. Beni düşünüyordu ama sonu ölümdü, en iyi yol ölümdü. Yere çöktüm, dizlerimi kendime çektim ve kollarımı etrafına sardım. Kaybetmenin verdiği kahrolmuşlukla hıçkıra hıçkıra ağladım.

***

  "Güçlü ol."

  "Tamamen bir olacağız."
  
   "Mührü tamamlayacağım."

   Bir hayvanın hırıltısı gibi çıkan sesler kulaklarımı çiziyordu sanki.

  "Gücüm kalmadı." dedim.

   "Sen kimsin?"

   "Mühürlü olmak istemiyorum." dediğimde bir bağırış duydum, acı bir çığlık sesiydi bu.

  "Ben sana yardım ettim, yardım edeceğim."dedi bu kez. Kalbimin sımsıcacık olduğunu hissettim.

  "Sen kimsin?" dedim tekrardan. En çok merak ettiğim de buydu.

  "Benden korkma, bir olmamıza az kaldı." dediğinde sesi söz verdiğini kanıtlıyordu.
 
  "Bir haftaya kalmayacak, öleceğim." dedim güçsüz bir sesle. Bunu söyler söylemez vücudum öfkeyle kavruldu, bana ait olmayan bir öfkeyle.

   "Bu kadar güçsüz olmamalısın. Dayan! Pes edemezsin hemen. Sen bu değilsin." derin bir nefes aldı, nefesi yüzümü yalayıp geçti sanki. Çok yakındı, tahmin ettiğinden daha yakın.

  "Sen yarımsın, bulmam gerek şeyler var. İntikamını almadan ne ölmesinden bahsediyorsun." dediğinde sesinde derin bir şefkat saklıydı.

  "Ne olur, yardım et." Hıçkırarak ağlamaya başladım, ölmeden akademiyi bitirmek istemiştim sadece. Kimseye dokunmassam zarar görmem sanmıştım.

  "Bana. Sakın bir daha. Yalvarma."dedi sıkılı dişlerinin ardından. "Kendine gel! Sen buraya geldiğinden beri yaşamak için çabaladın mı sanki? Sahi ne yaptın yaşamak için? Ayağa kalk ve aslında ne kadar dişli bir rakip olduğunu herkese göster. Sen bu değilsin." dedi bağırarak.

  "Buyum işte!" diyerek ısrar ettim. "Kabul etsene sen de. Ben buyum. Başka bir boyuttan geliyorum, bu lanet olasıca yer hakkında doğru dürüst bir şey bile bilmiyorum. Sözde büyücüyüm değil mi? Tek bir şey yapmadım buraya geldiğimden beri, tek bir şey. Oradan oraya savruluyorum. Elimi tutan yok, tutanın bırakmayacağına dair bir güvencesi yok. Şu herkesin önem verdiği göz renginin değişmesi olayı var ya hani. Ona bile sahip değilim ben! Neye, nasıl çabalayayım? Olmuyor, bir çıkış yolu bulamıyorum. Elin kralı gelmiş seni öldüreceğim diyor, elin komutanı gelmiş öleceğine şükret diyor." diye bağırdım. "Elin delisiyse takmış bana kafayı beni kendine köle yapma derdinde. Her yardım edişine teşekkür ediyorum ama senden korkuyorum tamam mı? Buraya geldiğimden beri herkesin elinde oyuncak olmuşken seninle bir olmak istemiyorum." dedim, bağırdım, yakardım, çırpındım.

  "Başka bir boyuttan geliyorsun değil mi? Seni oraya götürebilecek kadar büyük bir güçten geliyorsun. Gözlerin mi renk değiştirmiyor? Belki de o küçük gözlerine yansıyamayacak kadar büyük bir gücün var. Gücünü hissetmiyor musun, onu kontrol etmeyi öğrenmen gerek. Kim olduğunu bilmiyorsun, kim olacağından haberin yok. Neler yapabileceğini tahmin bile edemezsin." dedi, derin bir nefes aldı geniş avuçları omuzlarıma tutundu. Elleri çok büyüktü, fazla büyük.

   "Sana gerektiğinde arkadaş, istersen yandaş, ister yoldaş, lazım olursa önder olurum ama senin efendin falan olmam, köle mi dedin hele, ilerde bu dediklerinden utanacaksın." dedi gülerek.

  Lâl oldum sanki, dilim tutmadı konuşmaya. Utandır demek istedim, daha fazla bu bilinmezlikte tıkalı kalmak istemiyorum demek istedim ama söylemeyeceğine dair bir his vardı içimde.

  "Pes etmeyeceğim, çabalayacağım, bilmediğim ne varsa öğreneceğim, yapamadığım ne varsa yapacağım." dedim kendimden emin bir şekilde. O kadar kesin konuşuyordu ki emin olmuştum kendimden. Şimdiye kadar cesarete ihtiyacım varmış meğersem, beni kendime getirecek bir ele.

  "İşte benim kızım." dedi gururla.

  "Şimdi git ve ayakta dur. Oradakilerin hiçbir suçu yok, kimseye sinirlenme. Sadece diren, her şeyin sonunda kazanan sen olacaksın. İçindeki sene odaklan, bana odaklan." dedi. Olumlu anlamda kafamı salladım.

  "Görüşürüz pu-"

***

  Sarsılarak gözlerimi araladığımda daha ne olduğunu anlayamadan ayağa kaldırıldım.

  "Ne oluyor?" dedim beni çekiştiren askere.

  "Bağ emilimi." dedi duygusuz bir sesle. Kanım çekilmiş gibi hissettim, tahmin ettiğim şey miydi?

  Kafamı patlatan ağrıyla gözlerim kapandı.

  Lanet olsun, en acılı olanı seçmişler. Dayan Maria, lütfen dayan.

  Dedi sıkıntıyla. Bambi... Artık onu hissedemeyecektim, bunun zaten gerçekleşeceğini biliyordum ama bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum.

  En acılı yöntemle Bambi'den ayrılmak için yürüyordum şu an, adımların ağır geliyordu. Saraydan çıktığımızda asker ellerimi bir bezle bağladı. Sarayın arkasındaki boş alana çıktığımızda bir çok asker ve kral girdi görüş alanıma. Birkaç askeri aştıktan sonra Bambi'yi gördüm, korkusunu hissettim.

  Bizi karşı karşıya getirdiklerinden ağzım kalın bir bez parçasıyla bağlandı ve dizlerimin üzerine çökmüş bulundum, şimdi Bambi'yle aynı konumda ve aynı şekilde duruyorduk. Onun da elleri ve ağzı bağlanmıştı.

  "Başlayın." diyen gür sesle kafamı kaldırdım. Onun hiçbir suçu yok, dedim içimden. Hiçbir şey bilmiyor.

  Az sonra çekeceğim acıyı bilsem de böyle düşünür müydüm acaba?

  Beş ya da altı tane adam çevirdi etrafımızı, ellerini önlerinde birleştirmiş, kafalarını eğmişlerdi. Kafamı dik tutmaya çalıştım, dayanacaktım. Her ne olursa olsun pes etmeyecektim.

  İlk başta duyduğumuz her birinden çıkan mırıldanmalar ellerini avuç içleri yukarı bakacak şekilde kaldırdıklarında iyice yükseldi. Anlamıyordum, gözleri koyu morla parlayan bu adamların ne kadar güçlü bir büyü yaptıklarını kestiremiyordum ama kalbim karıncalanmaya başlamıştı.

  "SHRED!" ellerini bize döndürüp doğrultmalarıyla büyük bir çığlık koptu ağzımdan. Göğsüm parçalanıyordu sanki. Kalbimden kopup çıkan mor bir ip takıldı acıdan yaşarmış gözlerime. Tırnaklarım, ağzım, kulaklarım... Vücudum lime lime oluyordu sanki. Sanki vücuduma yüzlerce iğne batırılmış da yarasına tuz basılmış gibi hissediyordum. Yanıyordum ama daha çok da parçalanıyordum. Beynim kaynamaya başladığında, çığlıklarım kesilmez olmuştu. Ağzımdaki bez parçası yetmemişti, parçalanmıştı. Vücudum, kalbim, başım, her bir uzvumla hissettiğim acı çığlık kulaklarımda yankılanıyordu, kulak zarım sanki daha fazlasına dayanamaz gibiydi, bu çığlık benden gelmiyordu. Ellerimi bağlayan ip parçalandı, bir elim başıma, diğeri kalbime gitti. Boğazım bağırmaktan uyuşmuştu, hissetmiyordum.

  Acı birden çekildiğinde kendimi serin zeminde buldum.

  Bitti, sonunda bitti. İyisin, sen çok güçlüsün.

  Ağrısız, sızısız bir şekilde beynimde yankılan sese tepki veremiyordum. Gözlerim yerde hareketsiz yatan Bambi'ye kaymışken gözümü kapatacak halim bile yoktu, hiçbir yerimi hissetmiyordum. Aklımda tek bir şey vardı,

Dayanmalıyım, dayanmalıyım, dayanmalı-
...
 
Bundan sonra var ya, işte bundan sonra hikaye başlıyor be! Kemerleri iyice sıkınız efendim.

   Bir sonraki bölümde görüşmek üzere... :-*

Continue Reading

You'll Also Like

2.5M 77.7K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
274K 18.6K 32
"Sakın onun adını anma." "Neden?" "Eğer yaparsan sana sonsuza kadar sahip olur." ~~~~ "Büyü zayıflıyor Aria. Sen ölmek istesen bile o buna izin verme...
1.8M 98.2K 50
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...
207K 13.6K 62
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Bu yüzden düzenlenmeyen bölümlerin olunmaması önerilir !!! Dünya baştan koy...